Aboneler yüksek görüntüleme limiti, sayfa indirme ve diğer özel özelliklerden yararlanır.
Ke-m e— — EER D dK MKĞİ, *;'.—l'ıj'-ı Ka * 2 Sayfa FerTT AĞ KI DkĞ Di LA ZB SON POSTA ü Fihem di p Hergün Yine Üniversitede | Dönenler meselesi Yazan: Muhittin Birgen niversitede dönenler — meselesi hakkında yazdığım yazılar üze - rine alâkadar gençlerden bazı mektuplar aldım. Bunlar, yazdıklarımdan şikâyet e- diyorlar, Bunun için fikirlerimi biraz da- ha izah etmeyi lüzumlu buldum: 4 Üniversitede bu sene 4803 genç imti- hana girmiş ve bunlardan 2879 u geçe- tek 1064 ü sınıfta kalmış. Dönenler, gi- renlerin adedile nisbet edildiği zaman - geçenlerin nisbeti yüzde 73,3 ü ve dönen- Şlerin adedi 27,7 yi buluyor. Bu, çok nor- mal bir neticedir. Ancak, bu nisbetler, fakültelere göre tahlil edildiği zaman, Hukuk Fakültesinin bilhassa ikinci sene- ginin dönen nisbeti, evvelce söylemiş ol- Guğum gibi, büyüyor ve şikâyet te bu- #eadan çıkıyor. Bu işlerde haksızlık veya ( -haklılık, ancak, usüle ve nizama riayet edilip edilmediği noktasından tetkik edi- lebilirdi; ben de bu taraftan yaptığım tetkiklerde dönen talebe tarafından ve- Tilmiş olan malümatın hakikate uymadı- ğını gördüm ve bu husustaki fikrimi 4öyledim. Bunun haricindeki iddiaları, hocaların âöndürmekten zevk aldıkları, oyahut diledikleri gibi harteket ettikleri, î)niversiteyi ıslah arzusile müfrit tedbir- ler alındığı hakkındaki sözleri benim ;fetkik etmeme imkân yoktur; çünkü bun- darın uzaktan tesbiti imkânları yoktur. , Bundan başka, imtihanlara giren tale- belerin haksız yere geçmeleri ve gene jhaksız yere dönmeleri gibi hâdiseler dai- ma olabilir. Bunlar, bir lâboratuvar tah- ili kadar tam sıhhatle yapılamıyan bir imtihan esnasında, muhtelif sebeblerin tesiri altında, ictinabı imkânı bulunmı- .yatı haksızlıklardır. Fakat, bir üniversite hocasının bir genci, keyfi öyle istediği içm döndürmek cihetine gidebileceğini farzedemem. Bunun için, tetkiklerimin reticesinde maalesef şikâyetçi — gençler lehine usul ve nizam bakımından yazı yazmıya imkân bulamadım. Yalnız, şu noktayı kaydetmek lâzım geliyor ki esa- siye imtihanını, bu dersin profesörü Bay Ali Fuadın yalnız başına yapmış ve bu guretle nizamname hilâfına hareket et- miş olduğu noktasında alâkadarlar ısrar ediyorlar. Bu noktayı tesbit edecek an- cak Üniversite idaresidir. Eğer böyle ni- zama muhalif bir hareket varsa o zaman yanlış hesabı Bağdaddan dahi geri çe- Virmek ve icabında bu imtihanı yeniden -Yapmak kabildir. En çok dönenlerin esasiye hukuku dersinden olduğunu gördüğüm için me- Jrak ederek bu dersin kitabına da baktım. - İçtimai ilimler üzerinde hayli emek ve gerek liselerde ve gerek Üniversitede hayli ders vermiş bir ilim mıeraklısı sıfa- tile ve Bay Ali Fuadı hiç tanımadığımı ilâve ederek söylemeliyim ki bu zatır vermiş olduğu dersler, kitap üzerinde, hiç te fena değildir. Kitap bir erudision eseri değil, fakat herkesin okuyup anlı- yabileceği bir üniversite ders kitabıdır. Muayyen bir görüş ve düşünüş sistemi ile, baştan aşağı tam bir ahenk ve insi- 'eam içinde, temiz ve yeni bir ilim dilile verilmiş olan derslerden mürekkeb olan /— bu eser, bizim Üniversitemizin mahsul vermeğe hazırlanmakta olduğunu göste- rir bir kiymettedir. * Bu müşahedeler ve mülâhazalardan sonra, mağdur oldukları kanaatinde bu- hanan gençlerle münakaşa yaparken şu- nu gördüm ki bunların esaz şikâyetleri, usul ve nizamdan ziyade, hocalarınımn is- tiyerek veya istemiyerek yaptıkları hata- lardan ziyade, Hukuk Fakül'tesindeki üssü mizan denilen ölçünün «yedi» nu- mara ile tesbit edilmiş bulunmasıdır. On- lara göre, Üniversitenin diğer fakültele- rinde altı olan bu nisbetin, Hukuk Fa-| vültesinde yedi olması bir haksızlıktır; Viş değilse, Üniversiteyi bir hamlede eri- şemiyeceği derece_ye kadar yükseltmek istiyen bir ifratin eseridir. Halbuk: Üni- versiteye göre de bu mesele, bugün icad edilmiş bir şey olmayıp Hukuk Fakülte- sinde pek eski zamanlardanberi tatbık |/ edilegelen bir esastır. «Evvelca çok fazla değildi de şimdi mi fazla oldu?>» diyorlar. Evvelce fazla olmayışının sebebi, im'i- hanların gevşekliği idi. Şimd: fazla ol- masının sebebi de imtihanların sıkı tu- tulmasıdır. Bunu böyle anlamak lâzım gelir. Bu noktada karar vermek hakkı, usul ve nizamın ve bu esasları kuran maarif Resimli Makale: DE Hırçın olmayınız,bedbaht olursunuz 3E Hayatlarında hiçbir zaman memnun görünmiyen insanlar vardır, hiçbir şeyi beğenmezler, hoş görmezler, Her şeyde kusur ararlar. Kaşları çatık, dudakları her vakit istihfaf ile büküktür. Bu gibi adamlar hayatta bir taraftan dostsuz kal- mıya, öte taraftan da bedbaht olmaya mahkümdurlar. -— ——T A Dünyada kemâl derecesinde varmak asla mümkün değil- dir. En iyi dostta, en muvaffak eserde, en güzel işde bile ek- sik bir nokta mutlaka vardır ve bulunacaktır. Maharet he- yeti umumiyenin güzelliğini veya fenalığını görmekte, ufak tefek kusurlara da mazur görerek bakmaktadır. Hırçın ol- mayınız, bedbaht oiursunuz.. ğ uuu Almanyada Seyyar Posta kutuları Almanyada seyyar posta kutuları tesis edilmiştir. Seyyar posta kutucu - ları mütemadiyen yol yürüyerek, Tast- geldikleri kimselerin mektuplarını ka- bul etmektedirler. müessesemizindir. Ben bu noktada kat'i bir fikir söyliyecek mevkide değilim. An- cak şu mülâhazaları kaydedebilirim: Üniversitelerde üssü mizan yüksek tu- tulabilir ve hattâ yüksek te tutulmalıdır. Bunun sebebi, oraya giren gençlerin mü- kemmel bir adam olmak üzere gelmiş olduklarının farzedilmesidir. İlk, orta ve lise derecesindeki mekteblere çocuklar, babalarının ve analarının sevki ile gider- ler ve orada yalnız bir takım ilim istidad- larının inkışafına ehemmiyet verilir. Ü- niversitede iş öyle değildir. Oraya genç- ler, kendi arzularile ve hakiki ilim yap- mak üzere giderler, Bundan başka üni- versiteden çıkacak gençler, hayatımızda yüksek Toller oynıyacak insanlardır; amlardan kemal istemek te hakkımızdır. Rununla beraber üssün yedi veya altı olması. nihayet bir takdir işidir ve bu da Üniversite ile Maari! Vekâleti arasında halledilecek bir mesela olur. * Bütün bunlara rağmen üniversitemiz mükemmel midir? Noksanları yok mu- dur? Gençliğin şikâyette haklı olan ta- rafları hiç mi yoktur? | Yapmakta olduğum bazı tetkikler var, Yakında bu bahse de geleceğim ve mem- leketin bu en mühim meselesinden daha etraflı bir surette bahsedeceğim. Muhittin Birgen — ——— OZ ARASI | HERGÜN BIR FIKRA Bilemiyecek miydim ? Açıkgözün biri bir gün sokakta bir çocuğun bir pırlanta taşla oynadığı- nt görmüştü. Taşı çocuğun elinden al- mak istedi: —Çocuk, dedi, sana şeker alayım, o. cam gibi şeyi bana ver. Çocuk açıkgöze baktı: — Şeker istemem ümma, eşek gibi anırırsan sana bunu veririm. Açıkgöz şeker almaktan da kurtul- muştu. Hemen oracıkta anırdı: Çocuk güldü: — Sen eşekliğinle bunun pırlanta olduğunu bildin de, ben eşek olma - 'dığım halde bilemiyecek miydim? Samuel İnsull şimdi Londrada Bir buçuk lira haftalıkla iş haya - tına atılan ve 40 milyon İngiliz liralık bir çok kumpanyaların reisliğini ya - pan, nihayet vaki suiistimallerden do- layı bir çok memleketlere kaçan, so - nunda da Amerikaya getirilip, heye - canlı bir muhakemeden — sonra beraet | eden, İstanbulun da pek — iyi tanıdığı Samuel İnsull şimdi Londrada bulun - maktadır. İnsull birkaç hususi ahbabından mâ- da kimsenin ziyaretini kabul etmemek- tedir. Bu tanıdıklarından biri gazete - cilere şöyle demiştir: — İnsull, bir çok iş adamlarının mü- temadi ziyaretlerinden, ve tacizlerin - den kurtulmak için ismini değiştirme- yi düşünmektedir. Ve ihtimal ki bura- da âmme işlerine hizmet edecek bir ta- kim şirketler kurmak niyetindedir. Dünyanın en akıllı yarış hayvanı Geçenlerde Paris civarında Lonsanda ya pilan at yarışlarında Korider isminde bir kısrak en büyük mükâfat olan 1,100,000 frangı kazanan âki rekoru birden kırmış- tır.Koridet sahibine hem galibiyet, hem de para kazanmak hususlarında iki re- kor temin etmiş oluyor. Bu fevkalâde mukavim ve seri kısrak 1934 denberi gir- diği on bir at yarışında birinci gelmiş, sahibi de bu yarışlardan 5,000,000 frank- ftan ziyade para kazanmıştır. Korider çok gayrete değer bir kısrak - tır. Şimdiye kadar girdiği yarışların hep- sinde zekâsı sayesinde galip gelmiştir. Her defasında rakiplerini ya bir baş ve yahut bir boyun fazlasile yenmiştir. Çök seri ve muntazam koşmakla beraber son Posta pulu, para, Dikiş makinesi ve Telefonun tarihi Fransa kralı 14 üncü Lüi zamanında v pula benziyen bir vasıta kullanılırdı. Ve- loyez, Paris dahilinde bir nevi posta te- sisatı kurmuş, ve mektup kutuları as - tırmıştı. İngilterede ilk önce 1840 da posta pu - lunu andıran pullar çıktı. Fakat hakiki posta pulları 18 inci asrın icadıdır. 19 un- cu asırda da, bunu, diğer Avrupa millet- leri ve Amerika taklitte gecikmedi. * En eski para, Lydiada — bulunmuştur. Milâdm 6 ncı asrında, Lydia kralı Croe- sus safi altın ve gümüşten sikkeler tırmıştı. i * 1790 da, Thomas Saint isminde bir İn- giliz ayakkabı tabanlarını dikmek üze- re bir dikiş makinesinin imtiyazını aldı. Singer, wilson, Gibbs, 19 uncu asırdan; itibaren bu makineleri bugünkü haline goktular. * Amerikalı Page, 1837 de' ihtizaz eden demir diyaframlardan mürekkep bir te- lefon icad etti. 1845 de Fransız Bourieul telefonu biraz daha tekemmül ettirdi. 1861 de Reis ilk işliyebilen telefonu küur- du ise de, 1861 de İngiliz Yeats, ilk defa olsrak bu vasıta ile kolayca konuşmayı temin etti. 1867 de Bostonlu Bel de tele- fonun iratiyazını aldı. Bundan iki sene sonra da hır İngiliz mikrofonu icat etti. İlk telefon hattı 1877 de Bostonda çe- k'ldi. 18831 de bütün Amerika, 1878 de Landra, 1877 de Berlin ve 1879 da da Pa- ris te'cfona kavuştu. dakikada hiç beklenilmediği bir sırada müthiş bir savlet ile behemehal ya ka - fasmı ve yahut ta boynunu rakibinin ö- nüne geçirmekte ve bu suretle yarışı ka- zanmaktadır. Efendisini milyoner yapan bu kısrak bir Fransıza aittir. Buna <«dün- yanın en akıllı yarış hayvanı» ismi ta - kılmıştır ei İSTER İNAN İSTER İNANMA! Bir meslekdaş memleketimizde yapılan çotabların yerii mallar hesalına bir yüz karası olduğuna kanaat getirmiş: — «Fabrikalar kendi binaları içinde birer örnez sergisi aç- sınlar, her yıl meydana getirdikleri malın bir yı! öncekine İSTER İNAN İSTER İNANMA! tulsunlar, diyor. nazaran ne Gerece üstün olduğunu göstermiye mecbur tu- Fikir fena öeğil, yalnız tatbiki kabil olduğuna bız inanmı- yoruz, fakat ey okuyucu sen: e | |Mahiri, altı arkadaşı ile birlikte ı Sözün Kısası Yine o bahis: Edebiyat kazandırır mı? E. Talu enginin malı züğürdün çene- sini yorarmış.. Bu sefer, istisnai olarak, çenelerimizi yoran züğürdün kazancıdır. Bundan birkaç gün evvel, Naci Sadul- lah, Son Fostada, Babıâlideki fikir ve edebiyat kabzımallarının nezdinde ya- pılmış bir anket neşretti. Neticesi şu idi: Türk mütefekkiri beyninin mahsulleri- ne fiat bulamıyör, eserlerini kabzımallar bedavadan urup eksiğine kapatıyorlar ve Türk mütefekkiri ömrü müddetince za- Turet çekiyor. Bunun üzerine, gene bu sütunlarda be- nim bir yazım çıktı. Babıâli caddesindeki fikir spekülâsyonunu teşrih eden bir yazı. Galiba bu yazıların her ikisi de az çok dikkatle okunmuş. Alâkadarlar, bu bahis üzerinde bırazıcık durup düşünmüşler. Memleketin bu yarası bazılarını hakkile müteessir kılmış. Lâkin, arada, gerek Na- cinin ve gerek benim kanaat ve mütalea- larımıza işitrak etmiyenler de olmuş. Bu cümleden, Malatya erkek lisesinin mü- dürü olduğunu söyliyen şair Vasfi Ma- hir, gene bu gazetede neşrettirdiği bir mektubda, hülâsaten: «Edebiyat, mem- leketimizde erbabına para kazandırma3 değil. Kazandırır amma, şimdiye kadar hakkile edib denecek, bizda kimse yetiş- medi'» diyor; ve Hüseyin Rahmiyi ör- nek göstererek, üstadın senelerce pekâlâ 'kalemile geçindiğini iddia ediyor. Vasfi Mahiri ben tanırım, fakat o beri tanimaz. Zira o yenilerdendir; ben ise eskiyim ve bugünkü gidiş iktizası olarak yenilerin eskileri tanımaması, eskilere kıymet vermemesi meşruttur. Halbuki biz, eskiler, edebiyat ufkunda her doğan yeni yıldızın iltimalarını, inkişafını müş- fik bir alâka ile takib etmeyi, neslimizle hitam bulan en güzel bir an'ane sayarız. Bu an'ane muktezasınca, şair Vasfi «Yedi Meş'ale» mecmuasını çıkarırken sezmiş, okumuş, gittikçe kuvvetlenen ilk adım- larını sevgi ile takib etmiştim. Derken, kendisini göz önünden kay- bettim. Aradan seneler geçti.. İşte bugün haber alıyorum ki Malatya lisesinde müdürmüş. Bu kısacık hikâyei hal, muhterem şai- rin iddialarını çürütmeğe ve benimle, benim gibi düşünenlerin kanaatlerimizi teyide kâfidir. Öyle ya? Vasfı Mahir aya- tında bir şair, bugün ilhamının mahsul- lerine bu muhitte rağbet ve revaç temin edebilmiş olsaydı, kellesi koltuğunda Malatyaya gider de, - zaman icabı en teh- likeli bir meslek olan - mekteb müdür- lüğü etmiye lüzum görür mü idi? Bundan başka, sayım ozanın gene iddia ettiği gibi bu memleket şimdiye kadar hakkile edip vasfıma lâyık insan 'yetiştir- memiş değildir. Edebiyat tarihimizde Recaizadelerin, Sami Paşazade — Se - zailerin, Ahmet Mitatların, Halit Ziyva - Jarın, Abdülhak Hâmitlerin, Süleyman Naziflerin, Cenab Şahabeddinlerin, Ah- met Rasimlerin bırakmış oldukları edebi şöhret giıranitten de, tunçtan da daha sağlamdır. Böyle iken bu adlarını saydığım hakiki Üstadların hiç biri kalemile geçineme * miştir. Muhterem Vasfi Mahir henüz kundakta ve belki de doğmamış iken ek- serisinin muhitinde bulunduğum bu ka- lem ve fikir erbabının, eserlerinden kü- zandıkları para hep bir araya toplanacak olsa bugünkü günde şöyle böyle bir Zzi- yafet çekmeğe dahi yetmez. Hüseyin Rahmiye gelince, bütün ömrünü bekâr: tek başına ve mütevaziane geçirmiş olan bu üstada, Büyük Millet Meclisi bir yef vermemiş olsaydı, nasil feci bir ihtiyaf- lığa mahküm olacağını Allah bilirdi. Edebiyatın, memleketimizde, erbabı * na hayatını kazandırmaktan çok uzak olduğunu, daha dün toprağa verdiğimiz tarihçi Ahmet Refik, zaturet içerisind€ kıvrana kıvrana-vuku bulan ölümile bif kere daha isbat etti. Bu hakikatler karşısında, zavaliı fikif ve edebiyat fedailerimize ta'netmek gü” nahtır. Aliahtan ki, devlet kapıları #? çok imdadımıza yetişiyor, kimimize Ma * latyada bir mektep müdürlüğü, kimimiz€ bilmem nerede bir muallimlik temin edi” yor da, pit aşkına harcadığımız dimâğ | kalorisini oralardan alıyoruz. Tanrı, devlete, millete zeval îıfermıesmI