16 Ekim 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

16 Ekim 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

8 Sayfa Pariste çıplaklar İnsan, kadın vücutlarını knrşısındıîöyle çırılçıplak ve apaçık görünce kendisini kasap dükkânında zannediyor Yazan: Vasfi Rıza Zobu - ($ — Fransız kadınları Peçe ve kafes devrinde, kadınlara kar- gı hepimizde bir hafiye tecessüsü vardı. Nazarımızda sanki her kadın şüpheli bir ıydı. Karşıdan görünür görünmez, tâ iskarpininin ucundan, çar- gafını tutturmak için başına soktuğu sİ- »sine kadar göz süzge- İnsanların, röntgene zlü iği geç rd verdiği görüşü, Allahın, göz! san etmediğine ne kadar üzülürdük. Ka- fes arkasından bir beyaz dirsek ucu, jar- se çarşaf altından görünen bir ense ha- yali, günlük işimize engel, gecelik Uyku- muzda misafir olurdu. Gel zaman git zaman bütün ler gibi masallara karıştı. Kadın- , kızlar soyundu. Peçenin âağ- randisman ı gözler, suyu kurutul- müş sünger gibi bozuldu. Pembe beyaz renkler, esmer derken siyaha döndü. Hu- Jâsa o vaktin zümrüdüankası, şarkın gü- vercinleri gibi sokulgan oluüverince, ne © eşki tecessüs kaldı, ne de rüyalarda bir değişiklik. Plâjların çıplaklığı operet sahnesine, operet sahnesinden de balola- ra ciro edilince, çarşafın altından görün- miyen ense, iskarpinin içindeki pembe topuğa kadar meydana çıkıverdi. Envar vadide yemeklerle doldurulmuş. — çiçek- lerle süslenmiş bir ziyafet sofrası gibi meydana çıkan Allahın bu mahlükatı karşısında, biz aç gözlü erkekler, evvelâ yemeğe hangi tabaktan başlıyacağımızı şaşırmış, görümüz sofrada, elimiz ağrı- imızda apışmış kalmıştık. Fakat az zaman sonra açlıktan çıkmış gibi, sağa sola saldıranların adedi. gittik- çe azaldı. Nihayet bugün o kadar tabii bir hal aldı ki; bir kadının kum üzerinde upuzun yatıp ta kendine baktırabilinesi için, fevkalâde güzel, kusursuz bir var- liği olması lâzım geliyor. Azaşının hepsi bunlar, bır nadirattan olacak. Yoksa beyaz bir dir-| " sek kenamna, siyah bir göz ucuna, dol- gun bir ense köküne, can veren, mal ve- ren, hattâ bir selâm veren bile kalmadı. Bununla beraber ne do olsa açıklığın da bir hududu, bir haddi vardır. Fakat Paris, aşifte ruhlu Paris; artık dayana- mamiş, kâdın vücudünde güneş görme- dik bir yer de bırakmamış. Bu çıplaklığa gayri ahlâk? derler, ahlâkı bozduğunu iddia ederlerdi. Bunun çok yanlış bir dü- fünce olduğunu Paristeki çıplakları gör- dükten sonra anladım. Bu söyülmüş mey- valar, insanın ahlâkını değli, zevkini bo- rüyorlar, Olgun, taze bir şeftalinin kabuklu hs- lile, bıçak yemiş, soyulmuş hah bir wi- dir? Yeşilden sarıya, sarıdan pembeye akan rengile, kadife gibi tüylü tenile ta- bağın içinde ne asil bir Güruşu vardır. Sonra bu enfes lokmanın hoyrat avuçlar içinde, evire çevire soyulmuş balinı bir düşünün! Suyu çıkmış, etine parmakler batmış, cıvik civik pelteleşmiş — şeklile Insana yemek iştihası değil, acımak hiss verir. İşte Pariste gördüğüm çıplak ka- dınlar da benim üzerimde bu tesiri yaptı. * Onları evvelâ, küçük fakat çok kıla» balık bir barda gördüm. Otuz kırk koş! kadar vardı. Rengârenk; sapsarı, bem - beyazından; simsiyah kömür gibisine ka- dar her çeşidinin teşhir edildiği mahşet Fibi bir yer. Sıra sıra çengellere asılmış koyunlarile, büyük bir kasdb dükki bundan daha farksız değildir. Tepesin den, ayağının tırnağına kadar çıplak 0- lan bu kadınların arasında insana, kur- 5 ban bayramının hüznü geliyor. Beçilmek için sıralanmışlar, sevilmek için söyün- muşlar. Gizli görmeğe alıştığım kadının bu şeklini meydanda görünce: Ayağım- dan pantalonum düşmüş kadar sıkıldım ve kaçtım. * Bunları sonra bir erevü tiyatrosu» nda -|eördüm. Yanlış yazdım zannetmeyin; e- vet bir «revü tiyatrosu» nda. Ama diye- ksiniz ki: San'atta çıplak, ayıbdan sa- az. Âmenna.. Ben de sizinle berabe- m ama, bu gördüğüm çıplaklık içinde «san'at» 1 bulamadım. Müzik başladı. Perde açıldı. A: müthiş pahalı bir elbise olduğu uzaktan belli olan boylu bir kadın sahneye çık lere bürünmüş güzei, merakla edilecek bir kadındı. Dürbünümün, a yakın göstermediğine adetâ kızı- Sahnenin ortasında durdu. Ev- rakasını söktü. Sonra kolunu çıkar- &ı. Ceketin bir tarafı çıktı. Etek, kuyru- ğündan ayrıldı. Nihayet lüzum oclan üç yetinde, ipekten yapılmış üç incir yap- rağı kaldı... Nihayet onlar da dü! ce, dürbünümü indirdim. Müzik hâlâ ça- hyordu. Herkes te benim gibi bu kadı- nın, bu kadar soyunduktan sonra bir ma- rifet yapacağını sanıyordu. Aldanmışır. Meğet vazifesi: Giyimli gelmek; giyimsiz gitmekmiş. Bir tavuskuşu kadar renkli, bir sülün kadar narin gelen bu mahlük, Yyolunmuş bir tavuk kadar cansız olarak Cıktı, gitti. Arkasından bir kadın daha, bir daha... Bir daha ve bir daha, daha... Hepsi birincisi gibi... Eğer içlerinden yalnız biri müziğe ayak uydurup ta danseder gibi bir şey — yap- saydı; bu çıplaklığı san'ata bağışlardım Halbuki bunların yaptığı san'ati, çıplal hğile bağışlamaktan buşka çere — bula- dim. Vasji R. Zobu ında İstanbulun en şık kadını (Baş tarafı 7? inci sayfada) hut çok eksik olur, gülünç olurum. Ben bir ev kadınının ne kadar para - İle eleğant ol tahmin — edemiyo- rum. Herhelde bea de balolara, süvare- lere, davetiere devam öden bir kadın ol- sam, masrafım bunun birkaç misli olur- du ve şimdi sarfettiğim para kâfi gel- — İstanbul kadınlarını nasıl buluyor. sun, iyi giviniyorlar mı? — Evet İstanbul kadınları eleganttır- lar. Avrupada çok ucuzluk olduğu halde bizim memleketimizde olduğu kadar şık kadın görmedim. Galiba biz giyinmeğe çok para sarfediyoruz. Sokaktla herkes şıktır. Yalnız zıddıma giden bir şey vaf, O da bu giyinişte hususiyec olmaması. Bir moda çıktı mı, bir kız mektebi ün forması gihi bütün kadınlarımız bi: lerini takliıd ediyorlar. Güya büyük te zilerden birine bir model geliyor. Bir hafta - sonza Büyükdere piyasasında bü- tün kızlar ayni modeli giviyorlar. Büyük paralar verip model getirten terzilerin masrafına da ayrıca acıyorum. Herhalde bu modellerin patronlatını iyi muhafaza edemiyorlar ki böyle gündelikçilerin eli- ne düşüyor. Ben giyinişte biraz daha hu- susiyet olması taraftarıyım. Eşi giyin kadar iki kadının ikisini de gülünç pan hiçbir şey yoktur. Ben, böyle o! ayım diye ben en vogne olmuyan ve ümsenin hoşuna gitmiyen mödeller in- tihab erliyorum, Suat Derviş “ Son Posta ,, nın edebi romanı K— v n SON POSTA | Birinciteşrin 16 R Otomobille istanbuldan Avrupaya . İlk romanımı, Türk Tomanımın çoğaltıyor ve zayıf yapılı vücudüne|bir eksiklik mi vardı? Bu manevi sıll—! üstadı Halid Ziya Uşaklığile ithaf ediyorum. H. F. O. BIRINCİ KISIM ça ğ Bu gece de uyuyamıyordu. Yatağında doğruldu, küçük kuştüyü yastığı ensesine doğru çekti. Yastık ge- ne ona sıcak geldi. Derhal, elinin asabi bir hareketile yastığı çevirdi ve ağrı- yan başını bir lâhza serin bir yumuşak- |hiğa gömdü. Ay, pencerenin ağır kumaşlı perdele- ri arasındaki ince tüller içinden odaya |süzülüyordu. Adnan ürperdi ve garib, yeşilimtrak bir ışık altında rüyalı bir deniz dibi ay- dınlığile parlıyan aynada gölgesine 'baktı: bu siluet, bir tılsımla döndurul- muş bir Çin gölgesi gibi hareketsizdi. Daha dikkatle baktı: saçlarının beya- İzı, hafif ve ölgün, ay vuran ayna- daki gölgede bile seçiliyardu. Adnanın gözleri doldu ve gençliğin- |denberi geçen yılları düşündü : Şimdi tam kırk dört yaşında! Kırk dört yaş ve beyaz saçlar! Bu yaşa ne hasta bir gönülle, ne yal- nız, ne kimsesiz giriyordu! Bundan sonra mı bu boşlük dolacak, 'bu hayat şenlenecekti? Halbuki zengindi, Filibeli yün ve pi- rinç tüccarı merhum Mansur beyin oğ- lunu İstanbulun dört bucağında tanı- mıyan yoktu. Fakat bu önün, bu büyük şehir içinde ancak servet tarafından Üstünlüğü sayılabilirdi. Yüksek tahsi - li, birinci derecede avukatlığı da artık ona büyük bir kıymet gibi görünmü - yordu. Yüzüne, gösterişine gelince... Burada içini çekti ve ellerini, derin bir bezginlikle, arkadan başında kenet- ledi. Bir lâhza, hayatta bugüne kadar rast- ladığı ve bir gün, beş gün, başbaşa, du- dak dudağa yaşadığı kadmları düşün- dü, — Ne yazık! diye mırıildandı. Değil şimdi, vaktile, en ateşli deli- kanlılık çağında bile, içini ezen bir şüp- heden kurtulamamıştı. Vakıâğ ne çir- kin ne güzel denecek esmer yüzünün ve biraz sola doğru eğilmiş burnunun tündeki kalın fakat muntazam ka- sli kaşlarla çerçevelenmiş iri siyah zlerinin kadınları.ve hele genç kız- ları çeken bir cazibesi yok değildi. Za- man zaman şehvi bir sarkışla uzıyan geniş, etli dudakları da bu kudretini rağmen onu, her cihetce olgun, tam bir (lık ona nereden geliyordu? erkek gücünde gösteriyordu. Kim bilir Ah, sevse, sevebilse, hiç olmazsâ V belki biraz da bunun için nice kadın- | gün sevebileceğine inansa ne mes d"* lar onun kollarına atılmışlar, nice kız- |olacaktı! Fakat — bir mucize ile için? ” lar uysal bir sokulganlıkla ona yaklaş- mışlar, onunla arkadaş olmuşlar ve en |garibi, nice ajileler kızlarını ona verme- İği düşünmüşlerdi. Hiç şüphesiz istese evlenebilirdi. Ancak ona öyle geliyor- du ki, bütün bu arzuları uyandırışta, her şeyden ziyade muhakkak ki serve- tinin de büyük bir tesiri yardı. İşte bü- nu düşündükçe içine bir büzün çökü- yor, her şeyi, serveti, refahı, her şeyi hiçe sayıyor, koca İstanbulda kendisini bir çölde gibi yapyalnız ve bedbaht his- sediyordu. Hele şimdi aşktan ziyade bir günlük ve hattâ bir anlık anlaşma bul- duğu bütün o eski maceralardan son kalan duygusu ne neş'e, ne saâdet, dü- pedüz bir usançtı. Zaten en şehvetli, en zevkli gecelerinin sabahında bile ru- hunda hep bu geceki yalnızlığını, yor- güunlüğunu, bitkinliğini hissetmemiş miydi? Hem acaba kendisi de o kadın- ları içten sevmiş miydi? Sanki onlar ha kikatte onun bir günlük, bir gecelik gönül eğlencesi olmamışlar mı ve çe- kilip giderlerken dudaklarına sadece tatlı bir koku ve lezzet bırakmamışlar mıydı? Şimdi o kokuyu ve o lezzeti bi- le inkâr edeceği geliyordu. Şimdi öyle.. fakat ın? Adnan © yarını düşününce bir kâ- bustan uyanır gibi silkindi ve dudak- larında acı bir gülümseme belirdi. Evet, kendisini ne diye aldatacaktı? Aldatmasına imkân var mı idi? Yarın kendisi için bugün demekti, dün de- mekti ve tâ gençliğindenberi geçen bü- tün zevk ve çılgınlık hayatı demekti. Yarın gene o zevke, gene kadın yatağı- na ve kadın kokusuna kaşmmyacakmı 'na ve kadın kokusuna koşmıyacak mıy di? Maddenin bu sefaletinealçalmıyan leri sarhoşluğa gelince.. ohh.. işte onu hiç bilmiyordu! O gözleri büyüliyen, hayatı başka türlü süsleyip kalbe baş- ka türlü çarpıntılar veren his nasıl şey- dir, hep bunu düşünüyor, hep bunu a- rıyor, bulamıyordu. Sanki ruhunun çok uzak, çok karanlık bir köşesinde, şuu- runun kavrıyamadığı, inemediği zindan höcresinde yedi başlı devler onun ka- dınlar için besliyeceği sevgi heyecan- Jarını daha doğarken boğmuşlardı. Yarabbi, niçin böyle idi? Niçin Ley- Tâsını bulamamış, Mecnunu çöllere dü- şüren, Ferhada dağları yardıran son- isuz aşk feryadını niçin kalbinde duy- mamıştı? Yoksa hilkatin bir gadrine mi uğramıştı? Yaradılışında bir yanlışlık, bir şafak parçalansa, bir güneş doğ*i ve aşklarını- - uzaktan kukanli"; rak — seyrettiği insanlâr gi kendisi de — sevse, — çıldırsa bilf | bundan sonra aynı âteşle - sevebili İ mi idi? | Bu son düşünce ile gözlerinden Yüi lar boşandı. İ | | Ay sislenmiş, pencerenin tülleri KA rarmıştı. $ Ayna simsiyah bir çukurdu. İ Derinden, salonun asma saati )ıır"'; tilı bir çınlayışla ikiyi vurdu. 1,'1 Sonra odada çıt diye bir ses işititfi ” Ve komodinin üstünde sarı bir ıdev'[ yandı, Adânan eğildi, komodinin gözünü ÇLÇ ' ti ve içinden blok şeklinde büyük defter çıkardı. Maçkadaki apartımanı”” * da bu defteri, böyle uyuyamadığı 51 celerde, çocukluğuna, gençliğine yaşlılığına aid hatıralar ve dağınık dWZÜ gularla doldurmuştu. Yazılı olan öete sayfalara doğru açtı ve atlıyarak, F | gele okumağa başladı. (ADNANIN DEFTERİNDEN rmçnl—m 1 25 temmuz 1905, Maçka: d Bugün Beylerbeyine yalıya gitt D Annem öleli bir yildir oraya ilk BÜT şim.. zira şu birkaç yıl içinde arkâ nie kaya babamın, dadımın ve en son # mın öldüğü o yer artık bana dehşet riyor. Eskiden o gürültülü bekârlık Ü yatımda hiç değilse ayda, iki aydâ ',,1 igece olsun uğrarken şimdi yalının : tımımı bile unutmak istiyorum. Ş Gülsüm hiç o eski güzel Gülsüm '; Bil. ne kadar da çökmüş, ne kâdaf T bozulmuş! Hey gidi aşifte, beni gö ce ağladı. Fakat şüpheliyim, a ”d çin mi ağladı, yoksa yaşı elliye yak' ı"_j diye mi? : Sordum, Üsküdardaki büyük kıZI ıık, cerin yaşı bile yirmi altıyı doldurt” ' Seneler ne de çabuk geçiyor ya! fJ Haceri bilmem ama Gülsümün ÖY | tanca kızı Fatma hiç de güzel d'ğfs anlaşılan anası gibi el kapılarındâ İğ maşır yıkamaktan usanmış. Yarıf sonra Üsküdarda tütün deposunda * lışacakmış, A

Bu sayıdan diğer sayfalar: