10 Ağustos 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

10 Ağustos 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

potaslı suyu kararın Bğümler nasıl ve me şekilde kurutulmalıdır ? ** Anadolunun bazı yerlerinde lâyikı ile bilinmeyen bu işin yegâne marifeti şudur: Üzümlerin ıslatıldığı a göre hazırlamak.... Eski bir tanıdığım anlatıyordu: «— Anadolunun ne yerleri var ki, di- yordu. Tabiat buraları üzüm ve meyva- dan yana bolluğa garketmiştir. Fakat bu- ralarda köylünün bundan bir şey kazan- dığını sanma. Her yılki mahsulün bir kısmı yenir, bir kısmı pekmeze - bulama- ya çevrilir, kalan ehemmiyetli bir kısmı ondan daha küçük, ayni biçimde her ta- rafı delikli, gene iki kulplu bandırma kabi, ©) Üzeri çinko ile kaplanmış, altı yedi santim kenarlı, bir tarafı azıcık meyilli bir masa, tezgâh. Bunlardan ilki olan lanca sabit bir ye- J b) Lancanın içine girebilecek kadar da ortalıkta beder olur gider! Doğru dü-'re oturtulur, Masa da yanı başına getiri- rüst bir üzüm kurutmayı bilen yoktur; | lerek akıntısı içine gelecek şekilde yer- meyva şurubları, meyva ezmeleri işitil-| leştirilir ve ihtiyaca göre sayısı üç - beş miş şeyler değildir. Haydi bu sonrakiler| olabilecek olan delikli bandırma kabları neyse ama, üzüm kurutmanın fenni usu- lü tamim edilmiş olsa, yok yere ziyan 0- Jan üzümleri civara taşımak, böylece de paraya çevirmek mümkün olurdu gibi geliyor bana.» Üzüm kurutmanın Anadoluda Jâyiki veçhile bilinmediği yalan değildir. Hal- buki hiç te fena olmıyan Anadolunun bu çeşid üzümlerini - dökünüye kalmak- tansa - iyi ve fenni bir usul ile kuruta- rak iç piyasamızda kıymetlendirmek pekâlâ mümkündür. Üzüm kurutmak gerçi pek zor bir iş değildir. Fakat kurutulan üzümü ağız ta- dile yemek, iyi bir para ile satabilmek mevzuu bahsolunca hünerlice bir iş olur. Biz bu yazımızla iyi bir üzüm kurutma- nın nasıl başarılabileteğini ve ne gibi noktalara dikkat edilmesi lâzım geleceği- ni bir bir saymaya çalışacağız: 1 — Evvelâ kurutulacak üzümlerin bağda iyice kemale gelmiş olması lâzım- dır. Henüz ekşiliği geçmemiş üzümler- den iyi bir kuru üzüm elde edilemez. Bir salkımın en ucunda bulunan tane- ler en sonra kemale geldiğine göre, pek acemi işciler, bu uc tanelerden bir kaçını tadarak olgunlaşıp olgunlaşmadığını kes- tirebilirler.) Bundan başka ayni çeşidden olmıyan üzümlerin bir arada kurutulma- sı kat'iyen caiz değildir. Bu takdirde ka- buklarının kalınlığı, tanelerinin irilik veya ufaklığı birbirini tutmıyan bu ü- zümler yarı yarıya ziyan olacak bir bi- çimde kurumuş olurlar, Sonra. üzümleri bağdan mutlaka bıçak veya çekme ile kesmelidir. Salkımları makassız filân koparmak usulü hem omcayı hırpalar, hem salkımı zedeler, Zedelenmiş, ezik veya çürüklü - küflü salkımlar da kuru- tulmaya elverişli sayılamazlar. Böyleleri önceden ayıklanıp, sepete ancak temiz- leri konulmalıdır. 2 — Toplanan üzümlerin, güneşe yayıl- madan önce hususi bir suya bandırılması lâzımdır. Bu maksadla çok eskiden kül kullanılırmış. Bugün külün esası olan (Karboniyeti Potas) ı havi husus bir tör- tib kullanılmaktadır. Piyasada sadece IPotasa) diye anılan bu madde vaktinde tedarik edilerek hazır bulundurulmalı- dir. Postasının yerine (Saf bilâ ima kar- boniyeti potas) bulunabilirse daha iyidir. Çünkü bu ikincisi ile daha emin ve iyi bir mahlül hazırlanabilir. 3 — Üzümlerin bandırılması işinde üç çeşid malzemeye ihtiyaç vardır; a) Lanca denilen çinkodan yapılmış, #ki kulplu büyücek ve ağzı geniş üstüva- aş şeklinde bir kazan da karşıya sıralanır. 4 — Sıra şimdi mahlülün hazırlanma- jsına gelmiştir: Bunun için lancaya mik- darı kâfi su konularak üzerine takriben $b beş kadar potasa dökülür. (Saf olursa “6 25). Diğer taraftan küçük bir kapta ayrıca daba kesif bir mahlül hazırlana- rak buna bir kısım zeytinyağ ilâve olu- nur (96 2). Bu esnada mütemadiyen ka- yıştırılarak yağın ince zerreler halinde dağılmasına çalışılır. Bir müddet sonra iyice köpüren bu yağlı kesif potasa mah- Tülü, öteki büyük lancanın üzerine akda- rlır ve. areometre ile mahlülün derece- si yoklanır: Areometre, çok basit bir âlettir, Onu, kendine mahsus bir kapla birlikte satar- Yar. Hazırladığınız mahlülden birazını bu kaba koyarak dereceyi de içine sokarsı- nız. İstediğiniz kararı bulmuşsa ne &lâ' Bulmamışsa bir mikdar su veya bir mik- dar potasa ilâvesile istenilen karara ge- tirilir, 5 — Bandırma suyunun kesafeti mese- lesi çok mühimdir. Çünkü suyun dere- cesi Üzümün ince veya kalım kabuklu ol masına, mevsimin sıcak veya serin, ku- rak veya ratıb bulunmasına göre değiş- mek lâzım gelir. Havalar serin ve rütu- betli olursa mahlülün koyuluğunu 78 dereceye çıkarmakta beis yoktur. Bilâkis sıcak ve kurak bir havada mahlülün 5-6 derece olması kâfidir. Yalnız bu takdirde yağ nisbetinin arttırılması ($ 3) iktiza eder, Geceleri çok çiy düşen yerlerde kul- İlanılacak bandırma suyunun yağı az, fa- | kat potasası keskin olmak gerektir. Keza kalın kabuklu üzümler ânha sert bir mahldl isterler. Herhalde mahlülün ke- safeti üzümün üzerindeki (pus) u kolay- lıkla silebilmelidir. 6 — Mahlâl hazırlandıktan sonra &- İzümlerin bandırılmasına girişilir. Bunun İiçin usta bir işci lancanın başına geçer. Yardımcıları olan diğer işciler, bağdan gelen üzümleri delikli bandırma kabları- İna boşaltarak ona verirler, Usta; iki kul- pundan tuttuğu bandırmayı, lancanın içi- ne daldırarak üzümleri ıslatır ve sonra suları süzülmek Üzere çıkarıp tezgâhın üstüne sıralar. Bir taraftan yeni üzüm- ler gelirken, bir taraftan suları süzülen- ler, yayılmak üzere sergi mahalline gö- türülür. (Bandırılmış üzümler yayılma- dan fazla bekletilemez.)| 7 — Sergi mahalli daha çok evvelden hazırlanmış olmalıdır. Buray: bağa ve bandırma yerine mümkün mertebe ya- kın bir düzlükten seçmelidir. Gidip ge- (Devamı 10 ncu sayfada) Tüfekciler dairesindeki işkence Dünkü kısmın hulâsası Bir sabah erkenden, Yıldız Sarayında Os - man paşanın dairesi - ni temizleyen hade « meler, oradaki merdi- ven basamaklarının Ür zerinde bir mektub buldular, Bu mektubu oraya kimin bıraktığı belli değildi. Hademe » ler, bu mektubu paşam ya verip vermemekte tereddüd ettiler. Niha- yet, verdiler, Paşn, mektubu açi. OFakat hayretinden, donakal « dı. Bu mektub bir da - vetname idi. Bu dayci- bameyi (o gönderenler, Sultan Hamidi taht - dan indireceklerinden bahsederek Osman pa- İ sayı Fatih camisinde « ki içtimna davet et - mişlerdi. Osman paşa, büyük bir heyecana kapılarak bu davetnameyi der - hal Sultan Hamide gönderdi. 'Tabildir ki Suhan Hamld, korkulu daki- kalar geçirdi, Fakat sonra, vaziyeti (tahlil etti. Bu mektubun, uydurma bir şey olduğu- na hükmetti, Ancak şu var ki; böyle yazi- mış bir mektub, saraya nasıl girmişti? Ve Osman paşa gibi en sadik tanınan bir ada- mın dairesindeki merdivenin o basamağına, nasil yerleştirilmişti?... (Roman devam ediyor) İşte Abdülhamid başlıca bu nokta ü- zerinde duruyor.. tahkik heyetine: — Bu mesele, mutlaka anlaşılmalıdır. Diye, üstüste iradeler gönderiyordu. Sarayda da, bazı hafiyelerin teaviratı yüzünden büyüklü, küçüklü yirmi otuz şahıs tevkif edilmişti. Fakat bunlar hak- kındaki ihbarların, âdi birer dedikodu ol- duğu anlaşılarak tevkiflerine nihayet verilmişti. Artık tahkikat heyeti bütün kuvvetile, zavallı iki hademenin üzerine yüklenmişti. Bu iki hademeden Hasan da zeki ve kurnaz bir adam olduğu için: — Efendim!. Mehmed, mektubu paşa hazretlerine vermeyi üzerine aldığı için artık ben bir şey diyemedim. Yoksa, mektubu bulduğumuz dakikada, işi Ta- hir Paşaya haber verecektim, Diye, yakasını kurtarabilmişti, Ortada, kala kala, Mehmed kalmıştı. Mehmed; büyük bir safiyetle, meseleyi olduğu gibi elli defa tekrar ettiği halde bir türlü ne tahkik heyetini, ne de bir paravan arkasından kendisini dinliyen Abdülhamidi inandıramamıştı. Abdülhamid, tahkik heyetine &on sö- zünü söylemiş: — Bu mesele, mutlaka meydana çika- cak. Diyerek, öfke ile harem dairesine çe- kilmişti, Tahkik heyeti, artık her vasıtaya mü. racaata karar vermişti. Mehmed; tam yir- mi dört saat, fasılasız olarak isticvab e- dilmişti, Bütün tehdidlere, ve bol bol mükâfat vâdlerine rağmen: — Efendim!.. Mektubu orada buldum. Başkasma iftira mı edeyim. Demekten başka, hiçbir şey söyleme- mişti. Tahkikat heyeti, bu tarzda, cevab al - maktan âciz kalınca, artık Mehmedi (tü- #ekçiler dairesi) ne göndermişlerdi, Meh- med orada dayakla söyletilecekti, Başına gelen bu umulmaz felâketten serseme dönen zavallı Mehmed, fena hal- İde sersemlemişti. Açlıktan, uykusuzluk. İtan, üzüntüden artık ayakta duramıya- icak hale gelmişti. Bilhassa tüfekçiler dai- İresine gidip te sırtında kırbaçlar şakla- maya başlayınca artık baygın bir halde yere serilmişti. Fakat Mehmedi söylet- meye memür olan tüfekçiler, bayılmak- tan, ayılmaktan müteessir olan insanlar- dan değillerdi. Mehmedin her bayıldığı zaman başına kovalarla su dökerek w- Urken işciyi aksatacak hendek ve çukur- | Yılttıktan sonra, dayağa devam etmiş - Jerdi, "Abdülhamid: «Bu mesele mutlaka meydana çıkacak!» dedi. Mehmed, buna da tahammül göster“ Mehmed ağlamaya başladı, Ellerini mişti. Zaten, göstermeyip te ne söyliye- cekti.. kime iftira edecekti?. Fakat zalim tüfekçilerden biri: — Yahu!... Ne uğraşıp duruyo” ruz, böyle... Kırbaç atmaktan avuçları- mız kabardı. Siz şunun kollarını sıkıca tutun. Ben şimdi onu bülbül gibi söyle- tirim. Demişti, İki tüfekçi, Mehmedin kollarını. sımsı- Kı tutmuşlardı. Yapılacak işi, o taş yü- rekli arkadaşlarına bırakmışlardı. Tüfek» çiler arasında (Matlı Mustafa) diye (1) anılan bu katı kalbli adam bir erkeğe ya- pılabilecek en müdhiş işkenceyi icraya girişmişti. Mehmed, acıklı bir feryad koparmıştı ve sonra, bu acıya dayanamıyarak sim- siyah kesilmiş; ve bayılmıştı. O zaman, bu korkunç işkencenin yapıl- dığı odanın kapısı açılmış, içeriye telâşla bir tüfekçi dalmıştı. — Ne yapıyorsun, Matlı. Öldürecek misin, herifi?.. Size bu adamı öldürün, demediler. Söyletin, dediler... Çekilin buradan. Ben onu söyletirim, Diye bağızmıştı. Bu sözleri söyliyen adamın sırtındaki tüfekçi setresinin omuzlarında, yüzbaşı apuleti vardı. Âdi efraddan olan tüfek- çiler, bü emre itaat etmişler; baygın bir halde bulunan Mehmedi bırakarak dışa- rı çıkmışlardı. Fakat bu emre itaatleri, yüzbaşı apuletine hürmetten ileri gelme- mişti, Hattâ kendilerini, yabancı bir mü- şür de olsa, itaate mecbur görmezlerdi. Fa kat bu emri veren, Abdülhamidin (husu- si bendeginından) tüfekçi (Arif ağa) de- semaya kaldırarak: — Bâri Allah, kolaylıkla canımı âlsın da kurtulayım. Diye mırıldandı. Arif ağa, sözüne devam etti: >— Evet, ama.. o iş kolay olmıyacak... Birdenbire öldürmiyecekler. Seni söyle- tinciye kadar, bu hale devam edecekler, — A, efendim. ne söyliyeyim?. Kime iftira edeyim?.. — Canına yazık değil mi, be Mehmed. — Yazık ama, elden ne gelir a benim efendim?... — Sana biraz yardım edeyim mi?... — Aman efendim.. otona, ocağına düş- tüm. Sen bilirsin?.. — Ben, hususi surette tahkikata giriş- tim. O mektubu orâyâ bırakanın kim ol- duğunu öğrendim. — Hay Allah senden razı olsun, efen- dim. Beni şu azabdan kurtar, Ebediyen sana kölelik edeyim. — Evet, Ben de seni kurtarmak isti. yorum. Fakat bunun için senin de söyle men lâzım... Benim sana haber verece- ğim adamı, kapıdan çıkarken gördüğünü söylemen lâzım. — Bu adam kimmiş, efendim?. — Yaver, yüzbaşı Zeki bej. — Tanıyamadım, efendim. — Canim, hani cuma selâmlıklarında efendimizin arabasının yanında gider, Selim Paşanın oğlu yok mu?, — Haaa, şu. uzun boylu, yakışıkh genç yaver, — Evet. — İyi ama efendim; ben onu oralarda nilen (mühim şahsiyet) olduğu için sö-| görmedim ki... Nasıl günahına gireyim, zünü dinlemişler; Mehmedi ona terket- mişlerdi. Arif ağa, Mehmedle yalnız kalınca ev- velâ yüzüne su serperek zavallı adamın aklını başına getirmişti. Sonra da bir si- gara vermişti. Aradan, beş on dakika süküt içinde geçmişti. Mehmed, biraz kendine gel- mekle beraber, dehşetli bir ıztırab için- de idi. Arif ağa, hiç acele etmemiş; onun iyi- ce kendine gelmesini beklemişti ve son- ra, şöylece söze girişmişti: — Nasılsın Mebmced?.. — Ah efendim. sorma halimi? Bu â- cıya dayanamıyacağım, — Tanıdın mı, beni? — Tanımaz olur muyum, hiç!, — Eğer ben yetişmeseydim, seni öl düreceklerdi. — Allah razı olsun, efendim. — Fakat, Mehmed. senin yakanı ko- lay kolay bırakmıyacaklar, UJ Bu det sonra, Galatada Çerkes Arif bey adam, bu vak'adan kısa bir müd- — Bana inanmıyor musun, cânım, (Arkası var) ” amerasmnz Her hafta Sinemaya götürülen Maymunlar Bu maymunlar Londra hayvanat bali” çesinin en gözde ve sevilen hayvanlarıdıN Sinemadan pek hoşlanırlar. Gardiyanlar rı ile birlikte sık sık sinemaya giderler, minde | Burada bir sahneye nasıl katıla katıl# biri tarafından kurşunla katledilmiştir. güldüklerini görüyorsunuz! | | | ğ

Bu sayıdan diğer sayfalar: