18 Ağustos 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

18 Ağustos 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

B Sayfa Eski Türk detektifleri “Son Posta,, ya B maceralarını anlatıyorlar : 6 (Hürriyet ve İtilâf) partisi erkânını Mısırdan nasıl sürüp çıkarttım? Eski siyasi kısım memurlarından Cemal Ayman'ın tarihe geçecek bir hatırası Mahmud Şevket Paşanın katili Kavaklı Mustafanın (Çar Nikola) vapurundan nasıl alındığını, nasil asıldığını ve bu miesele yüzünden Osmanlı imparatorlu- ğu ile Ruüs Çarlığı arasında tahaddüs eden siyasi gerginliğin ne suretle bertaraf o- lunduğunu, o zaman polis müdüriyeli si- | yaği kısım âmiri olan Bay S. İziselin söylediklerine atfen yazmıştım., Bu eski Türk detektifinin hatıraları içinde katili adım adım takib eden ve yakalanmasın- da âmil olan siyasi kısım istihbarat me- murlarından Bay Cemilin adı sık sık ge- çiyordu. İşte bu zatı buldum. Kendisini, Cemil adile tamıdığım muhatabım: — Evvelâ şu noktayı tavzih etmenizi dileyeceğim, dedi. Kavaklı Mustafayı, (Çar Nikola) vapurile yola çıktığını ha- ber verip derdest ettiren benim. Fakat ismim Cemil değil, Cemaldir. Bay 8. İzi- gel, aradan uzun senelerin geçmesinden dolayı, bu ufak zühulü yapmış olacak. Ayni zamanda, Kavaklı Mustafa ile be- raber yola çıkıp İstanbula da gelme- dim. Katilin vapurdaki — arkadaşının-is- mi (Niyazi) idi. Niyazi Harbiye mekte- binde okurken firar etmiş, Afrikada bir çok maceralar geçirmiş, sonra da Mısıra gelip Hürriyet ve İtilâf partisine gir- Mişti. — Kavaklı Mustafanın izini nasıl bul- duğunuzu, onun İstanbula geleceğini na- 8l öğrendiğinizi anlatır. mısımız? — Hayhay! Ben o zaman İstanbul mu- hafızı olan büyük Cemal Paşa merhu- mun emrinde çalışıyordum. Misıra gön- derildim. Hürriyet ve İtilâf partisi men- subları, o sıralarda Mısırda - toplanmış- lardı. Her biri. mahalli paşa veya bey- lerden şuna, buna çatmışlar; Osmanlı im- paratorluğu aleyhinde neşriyat yapıyor- lar, İstanbuldaki' devlet erkânıma karşı muhtelif vasıtalarla suikasd plânları ha- zırlıyorlardı. Bir gün Cemal Paşadan şu emri aldım: Mızırda bulunan Hürriyet ve İtilâf par- tisi mensublarmı, bilhassa Mahmud Şev- ket Paşa Mmerhumun katillerini oradan dağıtacaksın! Apışıp kalmıştım. Omuzlarıma yükle- nen vazife gayet zordu. Ben, tok başıma bütün bir teşkilâtı dağıtmaya nasıl mu- vaffak olacaktım? Böyle tehlikeli bir te- gebbüsü başarmağa, bir adamın maddi, manevi bütün kuvvetleri kâfi gelir mi idi hiç? İskenderiyede, Münşiyye meydanın- da denize karşı bir kanapeye oturmuş, uzun uzun düşünüyor, bir çıkar yol bu- lamıyordum. Nihayet şuna karar ver- dim: Ertesi sabah ekspresle hemen Ka- hireye gidecektim. Elmüeyyed gazetesi- nin sahib ve başmuharriri Şeyh Ali Yu- suf merhumu görecektim. Söylediğim gibi soluğu Kahirede al- dim. İyi arabea bilen bir de tercliman buldum. Doğruca Elmüeyyed gazetesinin kapısını çaldım. Şeyh Ali Yusufun kar- gısına çıktık. Adamcağıza kandilli bir se- lâm verdim, dedim ki: — Ben Türkiyeden kaçmış siyasi bir maznunum. Pek iyi bilirsiniz ki Mısırda, benim vaziyetimde olan birçok siyasi mülteciler var. Mevsuk bir membadan ha ber aldığıma nazaran, maalesef, Mısır hükümeti şimdi iktidar mevkiinde bulu- nan İttihad ve Terakki hükümetile mü- zakere halinde imiş! Bizi bir gece buta- dan şimendifere koydukları gibi döğruca kanala. götürecekler, Türk memurlarına teslim edeceklermiş. Siyasi bir mülteci- nin, politika hasımlarının eline verildi- ği dünyanın neresinde görülmüştür? Bu, Mısır hükümetinin şanına ve adaletine yakışır mı? Elmüeyyed gazetesinin sahib ve baş- muharriri olan muhatabım, Misırdaki hükümete muhalif idi. Devletin ieraatını yazdığı başmakalelerle daima tenkid e- diyordu. Vakıâ, sözlerimle ona bir hü: cum vesilesi vermiştim, fakat söyledik- lerime birdenbire inanmadı. Israr ettim. Nihayet: YT Cemal Paşa — Siz müsterih olunuz, dedi. Biraz o- İturun rica ederim... Ben yapaeağımı bi- lirim! | Şeyh Ali Yusuf bu sözlerinden sonra |hiddetli bir tavırla kalemi eline aldı Hızlı hizli bir şeyler yazmağa - başladı. Adamcağız, boyuna çırpıştırıyor, kâğıd üstüne kâğıd dolduruyordu. Tam yarım saat bekledim. Hele şükür, yazı bitmişti! Başını kaldırdı: — Yarın sabah gazetemdeki başmaka- leyi okuyunuz, dedi. Bakalım hükümet yazdıklarıma ne cevab verecek? — Misir efkârı umu ine karşı kendini nasıl müdafaa edecek? İstediğim olmuştu! Hemen yerimden kalktım, bu gayet zeki başmuharririn e- Hini öptüm, sokağa fırladım... O gece, ga- bahı iple çekmekten gözlerime bir daki- ka uyku girmedi dersem, mübalâğa edi- yorum zannetmeyin... Nihayet ortalık aydınlandı. Elmüeyyedin, o gün, ilk okü- yuücusu bendim herhalde! Gazeteyi eli- me alınca bir de ne göreyim? «Bu ne re- zalet» başlıklı müdhiş bir başmakale! Muharririn, şiddetli bir dille müdafaa ettiği tez şu: Siyasf mücrimlerin Türk hükümetine teslimi kanuna ve adalete muvafık değildir! Elmüeyyedden 5-10 nüsha satın aldım, ceblerime yerleştirdim. Sonra Hürriyet ve İtilâf erkâinını birer birer arayıp bul- mağa başladım. Her gördüğüme: — Yahü ne duruyorsunuz, diyordum, baksanıza bizi teslim ediyorlar! Müzake- relerin sonuna varılmış, Bir dakika ge- çirmeye gelmez, aman başımızın çaresi- ne bakalım! Vaziyetlerinden —emin bulunmıyan, buluttan nem kapacak kadar korkak ©- lan bu herifleri bir telâş aldı ki sorma- yın! Artık, her kafadan bir ses çıkıyordu: — Ben işin böyle olacağını önceden söylemiştim! — Tevekkeli değil, İttihadcıları seven- ler, bizi gördükçe, bıyık altından gülü- yorlardı! — Kaçmaktan başka çare yok! Vesai- re... Uzatmıyalım. Elmüeyyedin başmaka- lesinin üstünden iki, üç gün geçti geçme- di; Hürriyet ve İtilâf partisi mensubları soluğu Yunanistanda aldılar! Herifler o kadar korkmuşlardı ki ne hükümetin tekzibi, ne de gitmemeleri hakkında ya- pılan hususi tebliğlerin hiçbiri fayda ver- medi. Böylece ortalık temizlenmiş idi. Ben de, Elmüeyyedin başmuharriri gibi kaleme sarıldım, Cemal Paşaya bir mek- tub yazdım, gazetenin de bir nüshasını gönderdim. Paşa, pek memnun kalmış ©- |lacak ki kendisiriden şu paralı cevabı al- dim; «Sana iki yüz lira gönderiyorum. Derhal Yunanistana git. Kaçanlarla be- raber otur. Talimatımıza intizar et Böylece, Hürriyet ve İtilâfcıların has- retine dayanamamış gibi, Yunanistan yo- lunu tuttum. (Falero) da 'Hürriyet ve| SON POSTA Son Posta'nın Resimli Zabıta Hikâyesi 18 alınan mücevherler 1 — Brenda üç dostile birlikte, sayfiyede otüruyordu. Re- simde gördüğünüz Brenda, esnemektedir. Polin çiçekleri dü- zeltiyor, Skot ise Heyzelin sigarasını yakmaktadır, Tam bu sırada bitişik evde öoturan madam Hardvik içeriye girdi ve — hizmetçisinin kendisini bırakıp gittiğini söyledi. 8 — w« Siz keyfinize bakı- nız. Ben madam Stuart'a kadar — gideceğim. diye söylendi. Yukarı kata çı- karak, çorablarını değişe tirdi, sokağa fırladı. d da idi. ? — Bu sırada Brenda, evine dönaü. Skotun bahçeden eve doğru geldiğini görmüş, Heyzelin son mektubunu bitirdiğini farketmiş, misafir odasına girince de Polinin yatlığı yerden Heyzel aşağı odada İ oturmuş, mektub yazıyor- du. Polinin başı tutmuştu. Misafir — odasında gşüyle kıvrılıp uyumak arzusun. $ — Skot bir mü Iet moto- sikletile uğraştı. Sonra kita- bn: alarak, bahçenin bir kö- gesine gidip oturdu. doğrularak uykulu bir sesle saatin kaç olduğunu - soruşile karşılaşmıştı. Çay içtikleri sırada ise, müfettiş tabkikata baş- * Tamış bulunmakta idi, Tahkikatın ilk safhasını madam Hardvikin evinde yapmak lüzumunu gördü. rastladı. Bunun üzerine müfettiş, Bran danın misafiflerini sorguya çekti. B — Sonra küskün bir tavırla ayağa kalktı: «— Gideyim bakayım, bizim köyün papazı bana başka bir hizmetçi bulabilir mi?.> dedi, çıkıp gitti. Brenda dostlarına: — Bu'kadım mücevhere ziyadesile meraklıdır. Bir yüzüğü olsa, 50 tane dahâ olmasını ister!. dedi. bir yağmura tutulduğu için, taat 430 da evine dönebildi. Arka kapıdaki pencere ca - minin kırıildiığini ve mücev- herlerden bir çoğunun ye - rinde yellor estiğini görünce talâşla telefona sarildı. € Erenda - çöyle ifade verdi: «Ma - dam Stusrlu görme- ge gitilem, Saat 430 sularına kadar ora- da kaldım. Heyzel — Öğleden sonra bütün vakti - —Ö mi mektub yazmak- la geçirdim, dedi. Polin — — Misafir odasından aslâ dı - gariya çızmadım, dedi. Skot — Motosik- letimi tamir ettim. we çay vaktine ka - dar okudum, diye du. Sizce hirsız kim- dir? Resimlere — bir daha bikiniz. Bula- Bözden geçirdi. Sonra dişarıda — arka kapının bir kaç metre ötesindeki çitin | Mmazsanız — lütfen bir yerinde yeni koparılmış dallara | 13 üncü sayfayı çe- viriniz. Hitilâfcıların oturdukları evi bulup postu serdim. Artık, bu dostlarımın gizli faa- liyet sahnelerinde ben de rol alıyordum. Bir ihtilâl hazırlanıyordu. İstanbula fe- daller gönderilecekti, Komplonun plânı en ince teferrüatına kadar tesbit edil- mişti. İşte bu sırada Kavaklı Mustafayı tanımıştım. Bu adam cahildi, fakat ce - sareti cehline taş çıkartacak kadar fazla idi. Kavaklı Mustafa İttihad ve Terakki Cemiyetine dehşetli düşmandı. hiç unut- mam, bir gün İstanbuldan gelen ve Ar- navudluğa gidecek olan bir zat ile tanış- maş, onun elini sıkmış. Katile, bilâhare: — Büu adam koyu İttihadcıdır, demiş- ler. Herif kıpkırmızı kesilmiş, gidip üç, dört defa ellerini sabunla yıkamış. Bu hikâye herkesi güldürüyordu. Fa- kat ben, çekinilmesi icab eden adamın Kavaklı Mustafa okhuğunu düşünüyor- dum. Nihayet bir gün bana şu herzeyi sa- vurdu: — Mâhmud Şevketin göğsüne doğru sıktığım kurşunların boşa gitmediğine e- mindim, Gene İstanbula bir dalabilsem, kimi gösterirlerse mutlaka temizlerim! Bütün mesele ateş etmekte ve vak'a ye- rinden 20 adım uzaklaşabilmemdedir! Buna da muvatfak oldum mu beni yaka- lıyacak kabadayıyı göremiyorum! Yunanistandaki teşkilâtı idare eden (Gü. İ.) idi. Kondisi gece gündüz çalışı- yordu. Karadenizin sahil mıntakasında teşkilât yapmak işini de başarmıştı. Gön- derdiği fedaflere birer vesika veriyordu. Vesikaya, hâümilinin ismindeki harflerin ebced hesabile rakam mecmuunu yazı- yordu. Bu numara verme tarzının sebe- bini sordum. Dedi ki: — Fedat, şayed yakalanırsa, İttihadeı- lar vesikasındaki nümara yüksekliğin- den, adedlerinin fazlalığına kani olurlar, korkarlar! Kavaklı Mustafa, (Gü. İ.) e körükörü- ne itaat ediyor, hattâ tapıyordu. Sonta © kadar ketum idi ki efendisinin sırrını ağzından almak imkânı yoktu. Fakat, gözüme çarpan delillerden artık Musta- (fanın yola çıkarılmak üzere olduğunu anlamamış değildim! Cemal Paşaya şifre fle vaziyeti bildirdim. Tarassud çemberi- ni darlaştırmamı bildirdi. Bir gece Ati- nada sokaktan geçiyordum. Yol üstün- deki birahanelerden birinde oturmakta olan (Gü, İ.) beni çağırdı. Tam bir iti- madla şunları söyledi: — Ey Cemal bey, bu defa işler yolun« Ga gidiyor. Yüzde yüz muvaffak olaca- ğız! Fedaileri birer birer göndermeğe başladım. İstanbulda adamlarımızı saklı- yacak eecnebi bir zat buklum. Artık bü- tün mesele, yalnız silâhın patlamasına kalmıştır! ğ (Gü, İ.) aldanıyordu. — «İstanbuldak! emin zat» da bizzat Cemal Paşanın ada” mı idi. Evine gelen fedallerin hepsini birden İstanbul muhafızına teslim ede- cekti! | b Birkaç bira daha içtik. Bir ara, (Gü: h)e ) — Tabif sen de bizimle beraber gide* ceksin! İttihadcıları devirince, hangi mevkie geçirilmeni istiyorsan söyle! B* sasen bunu anlamak için seni çağırdılı dedi, (Devamı 10 ncu sayfada)

Bu sayıdan diğer sayfalar: