19 Ağustos 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

19 Ağustos 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

z DEBİYAT | Dünyanın en garib Seyahat edebiyatı üzerinde bazı düşünceler Yazan: Halid Eski seyahatnamelerle sefaretnameleri bilhassa tariht kıymetleri noktasından edebiyat tarihine mal ederek bir tarafa bırakırsak, bizde, bu edebi nevin de he- men diğer bütün asri edebiyat nevileri Gibi tanzlmattan sonra ilerlediğini görü- Tüz. Bu seyahatnamelerdeki bir hususi- yet te, evvelkilerin şarklı tefekkürüne karşı garblı tofekkür ve müşahedesini getirmeğe başlamış olmalarıdır. Bunlar arasında sırasile Ahmed Mithat efendi- nin <Avrupada bir cevelân», Ahmed sanın «Avrupâda he gördüm?» gibi bü- yücek eserleri, Abdülhak Hâmidin, Na- küçük, fakat çok ince w;ir"umzîmîmu bu kitab akla geliyor: Ahmed Haşimin Frankfurt seya- hatnsmesi. Bu anda diğer hatırladıkla- rım da şunlar; Faik Sabri Duranın birkaç büyücek eseri. Reşad Nürinin kitab ha- Hinde basılan <Anadolu notlari» lle Pe- zer Avrupa ve Asya seyahatleri intıba- Rıza Zobunun — «Kafdağının Mınhıhveenb_ür seyahat nevine hiz- kısaca tedkik e- &i... Şimdi üpik yük cildler halinde met eden Falih Rıfkıyı delim: K, Falihte görüş kuvvetlidir, heyecan lasile m::uc hele «Zeytindağı» gibi bü- tün bir devir edebiyatının yüzünü ağar- tacak bir eserde, Osmanlı imparatorlu- Bunun Büyük harbde Suriye bozgununu ve çöken bir tarihin ıztırabını harikulâde renkler, tasvirler, menktbeler ve buluş- Tarla canlandırmıştır. Ancak meselâ «De- niz aşırı» ve «Faşist Roma» gibi eserle- Tinde serbest bir seyyah ruhundan ziya- de, öğretici bir gaye güttüğünü grn_-_'ıyo- Tuz. Bu gaye ise bu eserlere daha »iyade sosyal bir mahiyet vermektedir. Nasıl ki, İsmail Habibin «Tunadan Batıya» sı da ve henüz kitab şekline bürünmediğini sandığım «Yurddan yazılarıe da ayni vü- gsıflara maliktirler. Yalmız şu farkla ki, Falih Rıfkının sadeliği içinde gderinleşen üslübuna mukabil, İsmail Habipte, bu- nun aksine olarak, romantik bir çeşni ve bir atmosfer içinde bize sadelik verilmek istenildiğini görüyoruz. Halbuki birbiri- nin tezadı olan bu iki gayret bu eserlerin birçok sayfalarına bir sun'ilik ve can sı- kıcılık aşılamaktan da geri kâlmamıştır. Hem sonra şu da var: İsmail Habib bu eserlerinde lüzumundan fazla tarihcidir. İçinden taşan sonsuz milli duygularını Tunadan geçerken, Belgrada uğrarken, Macar ovalarında dolaşırken bir seyahat- namenin kabul edebileceği dozun fazla- sile döküp saçıyor. Ayni zamanda, her Türk bağrına ıztırab veren Rumeliden çekilişimizin asırlarca devam eden faci- Aasını çok esaslı ve uzun tedkiklerle, gez- diği, yürüdüğü diyarlarda önümüze seri- yor. İyi ama, bunu yazmak için, uzun bir /Avrupa seyahatine çıkmağa da pek lü- zum yoktur. Muharrir notlarını önüne yayar, haritalarını karşısındaki duvara Fahri Ozansoy zz vT selâ bir şehir akşamının ani bir tesirini veriyor. Burada Haşimin gezdiği mem- leketlerin çehresinden ziyade, bir şair ruhundaki bir anlık, fakat çok derin ve bir dereceye kadar mistik diyebileceğim | intıbaları var. Ve eser bilhassa bu cebhe-| sinden, seyahat edebiyatına tam bir öÖr-(olduktan sonra evlenmeğe karar vermiş o - nek değilse bile, parça parça nefis men-|lan kadın san'atkârlar bir klüp açmışlardır. sur şiirlerdir. Bir hava yaratmıştır. ve hasta, muztarib bir şair ruhunun (hem hüyülblrpkmhunun)hkyıhınndi- yarda duymuş, hâsilı bize kendi iç âleminden hüzünlü haberler ta- şımıştır. Faik Sabri Duranın «İstanbuldan Lon- draya şileple bir yolculuk>, «Bir. Türk 'İkızının Amerika yolculuğu» ve daha he- nüz yeni intişar etmiş olan «Akdenizde bir yaz gezintisi> isimli eserlerine gelin- ce, bunlar, seyahat edebiyatından ziyade hikâye tarzında coğrafya kütübhanemizi zenginleştirmişlerdir. Muharrir bir ede- biyatçı üslübile yazmıyor,, yahud bu e- serlerinin pek az sayfalarında bu üslüba yaklaşıyor. Bize, ruzname tutar gibi, İs- tanbuldan kalkıp vapurla gittiği her memlekette yolculuğunun hergününü ve hergününün aşağı yukarı her saatini ha- ber veriyor: Şu saatte vapurun güverte- sindeyim, ufukta güneş... Yahud şuna benzer tafsilât: Napoliden Kapri adasına gitmek için küçük vapurlara biniliyor. Bizim parâ ile iki lira... Aradaki mesale İstanbulla Yalovanım arası kadar... O hâlde biz İstanbulda Yalovaya daha ucuz gidiyoruz demek!... Ne bileyim, üstad iş. te böyle, her seyahate çıkanın nihayet rıhtımlarda, acentalarda öğrenebileceği havadisleri de vermek merakında! Bu ise, okumanın zevkini kaçırıyor. Acaba bütün o sayfaların lüzumsuz taraflarını atsa, daha iyi etmez mi idi? Reşad Nüri ile Vasfi Rızanın yazıla- rında ise belli başlı hususiyet, mizaha o- Jan temayüldür. Fakat her ikisinde de ne ince buluşlar, Allahım! Doğrüsu, bu neviden seyahat intıbaları okumak, di- ğer tarafta bütün verdikleri bilgilere rağmen bir tarih kitabına çok benziyen eserleri okumaktan daha zevkli! Çünkü tarihi insan tarih diye okur bir seyahat- nameyi de seyahatname diye ... Hâsılı gezilen ve görülen mamleketle- rin sadece şehirlerini tasvir eden ve sa- dece tarihlerini yaahud o tarihler vesile- sile kendi tarihimizin de sayfalarını ha- tırlatan edebiliriz, fakat bunlardan kendi nevile- ri içinde en çok zevk duyuyoruz dersek hiçbir zaman hakikati ifade etmiş olma- le dolu bir adam olmalıdır, Seneka'nın sırf felsefi fikirlerine eserleri hiç şübbesiz ki takdic | salon sahibine soruyor: Vakıâ seyyah muharrir, kafası fikir-| bahlara kadar dansederler, Dü Yakat Romalı| Bu satırları yazan muharrir, o maka- bir çer-|lesini şu fikirlerle bitiriyor; SON POSTA klüpleri Sarhoşlar klübü, karısından dayak yiyenler klübü, çirkinler klübü Oyun klüpleri, dostluk — klüpleri, resmi klüpler bulunduğu gibi bir de eşine rasige - lnmiyen Klüpler vardır.. Aşağıda — bunları sıralıyoruz: 1 — (Yugoslavya) da içki müptelâsi bu - tananlar (Sarhoşlar klübü) adında bir klüp açmışlardır. Bu klüp âzaları haftada bir top lanırlar ve halta içinde içilkleri zmeşruba - tın Histesini arkadaşlarına — ve klüp — idare hey'etine takdim ederler. Klübün relsi bulunan Tikomir Rankoviç, kadeh olinde olduğu halde geçenlerde vefat etmiştir. 2 — Madam (Ruzvelt) — (Kayınvalideler klübü) nün fahri relsesidir. Bu klübe dahil olanlar bilhassa. kayınvalidelerine karçı bü- yük bir sevgl hissodan damadlardır... 3 — Çehri züğürdü olanlar Londrada bir klüp açmışlardır. 4 — Amerikada bir türlü nezlelerden kur- tulamıyanlar: (Hay Fever Club) adında bir klüp açmışlardır. 5 — Amerikada uzun boylu adamlardan müteşekkil bir klüp vardır. Bu klüp üzasının ber türlü istirahatlerini temin ile — uğraş - maktadır. 6 — Londrada bir (Şişmanlar klübü) var- dir. Klübe dahil olmanın şartı şudur: bü) açılmıştı. 1932 senesinde bÜtün dünya Yazan: Vasfi Rıza Zobu Bir adam nasıl aktör olur? Yanımdaki primma donna, kumpanyasının reisi Veliden bahsederken tiyatroya intisabını da şöyle anlattı: “ Sar- hoşluk be işte canım... İnsan sarhoşlukla neler yapmaz/, Doğu illeri nde bir köy «Veli kumpanyası» nın baş aktrisi Ma- kaçakçıları bu klüpde boplanmışlardı.. Klüp| raşlı «Hanife» kamyonda benim yanıma az sonra hükümet tarafından dağıtılmıştır.. 8 — Halifaks'da bir (Zavallı kocalar klü- bü) vardır. Bu klübe dahll olmak bulunan kocalar karılarından yedikleri da- yakların eserlerini göstermek — mecburiye - tindedirler. 9 — Amerikada kadınlardan blzar olan -| lar bir klüp açınışlardır. | 10 — İngilterede karilarile geçinemiyen | ve mâahkeme tarafından karılarına nafaka | yvermeğe mocbur tutulanlar bir klüp açmış- lardır.., 11 — Amerikada ancak büyük bir yıldız 12 — İngilterede 'taşyarecilere ald bir çok vardır: ğ yarecller bir (Ateş böceği) klübü açmışlar - dir, Paraşütle kurtulmuş olanlar da ayrı bir klüp açmışlardır. Başka kazalara — göre de Klüpler açılmıştır... 13 — İngilterede kanlı &t yemek itiyadın- da bulunanlar (Beefateak) adında bir klüp açmışlardır... 14 — Gene İngilterede şiirden hoşlananlar (Loag fellow Club) adında bir klüp açmış - Tardir. 15 — Berlinde: (Antihandindiehasantasa- henhattverein) adında bir klüp — vardır. Bu klüp âzaları ellerin! pantalonlarının cepleri- ne sokmamayı teahhüd etmiş bulunmakta- dırlar, o.T. ——— —e ayni endişelerle seyahatname namı al- tında bize malümatını isbata kalkmama- lıdır. Biz onun bilgisindeki derinliği yal- nız görüşlerindeki yenilik, incelik ve hu- susiyetle ölçmeliyiz. Bazan bir şehirde sokakta bir dilencinin el uzatışını, bir o- telde bir garsonun tek cümlesini, bir mü- zede rastlanan bir ressaman, bir tiyatroda seyredilen bir piyesin bir rıhtımda par- hyan bir fener ışığının hatırasını kaydet- mekle, okuyanda, nice felsefi fikirlerden ve tarihi mülâhaza ve etüdlerden daha fazla alâka uyandırılabilir. Bir misal ola- rak arzedeyim: Amerika seyahatinden yeni dönen bir- Avrupalı: muharrir, bir mecmuada sırasile neşrettiği makalrle- rinden birinde Nevyork'daki bir gece ge- zintisinden bahsederken bizim para ile hrkpınh&ılwbirlhlh girilen bir sefiller barınağına uğradığını söylü- yor. Burası içerisine iki yüz kişi alacak cesamette bir salondur ve içerisinde eşya namına hiçbir şey yoktur. Sadece tavan, duvarlar ve döşeme... Uykusuzluktan yı- kılan: bedbahtlar bü tahtaların üstüne yüzü koyun yatıyorlar ve açlıklarının 1z- tırabını bu kâbuslu uyku içinde boğma- ğa çalışıyorlar, Halbuki yandaki duvar- ların arkasından, derinden derina bir cazband sesi işiten muharrir, bu acaib — Bu cazband sesi nedir? Şu cevabi alıyor: — Yanımızda bir kabare vardır. Sa- (Devamı 10 ncu sayfada) zi lli düşmüştü.. «Doğu» ilinin doğurduğu bu, hem kantocu, hem komedici ve hem dramcı san'atkârla beraber seyahate çı- kıyorduk.. bizim kamyonun şoför yeri, beş kişi alacak genişlikte olduğunu söy- lemiştim.. biz dört kişi olmuştuk.. kenar- da ben, benim yanımda (baş primadon- na) Haleb çıbanlı Kara Hanife, ortada şoför.. şaförün soluna da elinde «cüm- büş» denilen bir çalgı âletile başı örtülü, arkası yeldirmeli, bir kadın daha... Şoför onun çalgısına mı dayanmış ne olmuş, çalgıcı «todi> bağırdı: — A bevo.. dikkat edesin! Kırıldı mı cümbüş maf oluruz sonra.. Hakkı da var,. Allah vermesin çalgı bir kırılırsa, çalgıcı kadının hikmeti vücu- dü kalmaz.. ilk rastgeldikleri bir köyde kendisini bırakmaları işden bile değil- dir.. bir yenisini tedarik etmek için en yakın yer Trabzon.. buralarda <cümbüş» değli, «davul» bile bulunmaz... Onun için kadıncağız çalgısını göğsü üstüne bastı- şöyle bir yerleşti: — Hadi Allah selâmet versin!.. Yola düzüldük... Ne kadar gittik bil- miyorum. Herhglde Karaköse şehrinin hududü haricine çıkmıştık.. uzakta yolun üstünde bir insan karartısı vardı. Baş aktris Hanife, müzisyen çingeneye, Ma- raşlı şivesile seslendi: — Abla!, Galiba görünen Kör Mehme- din Ali.. i — Herhalde o olacak.. — Şofür, eğer o ise, arabaya alacağız. — Olur,olur.. böyle daha birkaç kişi yollarda varmış.. haber verdiler.. — Var ya, hepsi kaçak... — Neye kaçıyorlar sanki .bunlar? — Bunlar, Kör Mehmedin kumpanya- nda idiler.. Kör Mehmed dün akşama kadar oynamış, Karşısında rakib yok- muş. Halbuki dün akşam Hafız İhsan kumpanyası geldi.. Hafız İhsan oynarken bunlar iş yapamıyacaklarını biliyorlar.. Karaköseden ayrılıp başka yere gitmek isteseler: Paraları yok.. bizim de Diyadi- ne gideceğimizi duymuşlar.. akşam bir konuşma yaptık. Kör Mehmedin kum- panyasında ne kadar işe yarar oyuncu varsa hepsini aldık, kaçırıyoruz.. — Neye güzel güzel ayrılmıyorlar? — Olur mu yahu, hepsi hancıya, aş- cıya, kahveciye borçlu, Para yok.. Kör Mehmede: Sen burada kal, bizim horç- Jarı öde, biz gidiyoruz diyecek değiller a.. — Ya noe yapıyorlar? — İşte böyle Mehmedi rehin bırakıp hepsi kaçıyor.. — Mehmed ne yapacak?. — Kimin umurunda!.. Gemisini taran kaptandır.., Kör Mehmede içimden acıdım, Zavallı adam, belki de şimdi hiçbir şeyden habe- ri yok maşil mişil uyuüyor.. — Peki, eşyalarını nasıl kaçırıyorlar? — Ne eşyası? — Meselâ bavullarını filân. kur- — Aman bayım alay mı ediyorsun! Ne eşyası ne bavulu. Herkesin elindeki elinde, üstündeki üstünde.. küçük bir bohçaya ufak tefeğini koydun mu, kolu- nun arasına sıkıştırır, işte böyle yol Üse tünde kamyonu beklersin.. * Böylece, firart aktör ve aktrisleri yol kenarından toplıya topliya ilerlemekte devam ediyorduk.. Başmuganniye ve başaktris olan Ba- yan «Hanife» nin kılığı kıyafeti de bir görülecek şeydi... Başında geniş konarlı, ama mümkün olduğu kadar geniş; etrafı rengârenk çiçeklerle süslenmiş hasır bir şapka... Sırtında, vaktile koyu bir renge sahibken şimdi neftimsi olmuş, yerlere kadar sürünen bir tuvalet... Ama zaman- la o kadar yırtılmış, o kadar sökülmüş ki: Müteaddid dikiş ve teyellerden büz- meli büzmeli olmuş. daha fazla dikişe tahammül edemiyecek hale gelen sabık tuvaletin üstündeki sigara yanık yerleri- ne artık dokunulmayıp öylece bırakil- mış, bir nevi ajörlü seyahat entarisi ol- müş... Eğer sağlam da olsaydı, bundan sonra da balık ağı şeklinde kullanmak pekâlâ kabil olabilirdi... Bu ara, altı lâstik, üstü beyaz keten, yanı patlak pabuçlu ayağını, ayağı üs- tüne atarak gıkıntılı “bir eda ile: — Ulan şu hırboya da bir kızıyorum — Hırbo da kim?. — Bizim Receb işte! O bizde hem oyu na çikar, hem davul çalar hem de öteberi hizmete bakar, — Oh ne âlâ! Ondan sonra da kek$. peki fe yapmış? * — Ne yapacak, yola çıkarken rakı âl- mağı urlutmuş. Takısız. - yolculuk — olut mü be, — Doğru!,. Her vakit içer misiniz?.. — Yoo.. her vakit değil, İşte böyle yol: culukta, sonra oynadığımız — akşamlar. sonra sahneye çıkarken neş'e gelsin diye. — Ha, bu kadarcık.. — Öyle ya. — Gündüzleri yemekte filân.. — Ben öyle sofraya oturup ta yemek filân yemem ya.. ama kış günleri ısınmak için gündüzleri biraz içerim.. — Zaten buralarda da kış ön ay sü- rermiş. — Yook canım, ama da atmışlar ha!. O kadar değil, dokuz ay filân!. — Demek şu hesabca arasıra kullanı- yorsunuz.. — Eh, öyle.. — Öteki arkadaşlar? — O... onlar berbad.. o kadar söylüyo- rum dinlemiyorlar.. hele bizim kumpan- yanın retsi Veli hiç ayılmaz.. — Vah zavallı.. kimin nesi bu? — Benim dostum işte. — Yok onu sormadım. Yani den, nereli? — Şeyli, nedir o be hani Karadeniz sa- hilindedir?.. Ulan aklıma gelmiyor... (Devamı 10 ncu sayfada) kimler-

Bu sayıdan diğer sayfalar: