19 Ağustos 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

19 Ağustos 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

8 Sayfa Çok çocuklu aileleri ile meşhur bir sokak Biri yedi, diğeri 9 çocuklu iki bedbaht baba hüküme tHen yardım bekliyorlar Bay Mustafa Mestçi ve çocukları Kumkapı Arabzade Ahmed sokağı Si numara... Tahta bir bina.. alt katı dük- kân bozması küçük bir yer.. buradan yu- karıya bir merdivenle gene dar küçük bir yere çıkılıyor. Burası da hemen mer- divenle içine çıkılan bir oda... İçinde te- miz bir karyola, bir salıncak, gene geniş bir sedir var. Kenarda yataklar toplan- mış, alt katta uzun bir minder, iki üç is- kemle... Minderin bir başından diğer u- cuna kadar ilmiş yedi ço cuk... En büyüğü on bir yaşında Sevim... En küçüğü bir yaşında Sunay!, Anneleri Fatma Şevki; babaları Mustafa Mestçi... Biri otuz dört otuz beşinde diğeri ancak otuzunda iki genç insan, en sonuncu çocuğu bir yaşında o- lan Bayan Fatma Şevkiye birkaç ay son- ra dünyaya sekizinci defa olarak bir Bu yedi çocuk anası kadın büyük bir sıkıntı içinde... Bunu çocuklarının gıda- sızlıktan solgun çehrelerini, içinde yaşa- dıkları yerin sefaletini görmekle anlıyo- rüzâ. Çotukların hepsi sevimli, hepsi zeki, en büyük kız on bir yaşında Sevim babasının Atatürk için yazdığı bir man- zumeyi bize okuyor. Onun küçüğü dokuz yaşındaki Semih kendisine büyüyünce nasıl bir meslek İntihab edeceğini sordu- ğum zaman: — ;Doktor olacağım! diyor, — Niçin çocuğum? Cevab: — Vatandaşlarımızın hayatını kurtarmak, memleketin nüfusunu koru- mak için! Bu çocukta memleket nüfusunu dü- şünmek, anadan, babadan tevarüs edil- miş bir meziyet olacak. Küçük Mehmed çok zeki bir çocuk... Ablası Sevim ağabeyi Semih gibi... O da bize bir mekteb müsameresinde okudu- Bu bir nutku ezberinden yeniden oku- yor. Babasının sorduğu, altısımı henüz golduran başına güç gelecek kadar karı- Şık hesab suallerine gayet çabuk seri ve doğru cevablar veriyor. Kendisinin bütün arzusu bu: — Tayyare mühendist olmak istiyo- | rum, hesaba aklım eriyar. Yeni makine- Jer icad edeceğim. Diyor. Babası Mustafa Mestçi bu ailenin derdlerini anlatırken annesile, genç ka- Trısı ağlaşıyorlar. Mustafa Mestçi İzmir işgali sıralarında İzmirde tahsil ederken birdenbire tahsi- lini bırakmağa mecbur olmuş, sonradan Ankarada bir dükkân açmış. Hali vakti iyi iken işleri bozulmuş, iflâs etmiş. Şim- di seyyar satıcılık etmeğe uğraşıyor, fa- kat yeni kanun bunu tahdid ettiği için büyük bir sefalet içerisindedir. Aylardır ev kirasını verememiş: — Üç çocuğum altmış birinci ilk okul. da okuyorlar, diyor. Çocuklarım mekte- be aç aç gidip geliyorlardı. Şükürler ol. sun bu sene onlara mektebde yemek ver- diler. Ev kiramı veremiyorum, üç aydı: Ev sahibim yakında hamile karım ve ye- di çocuğumla beni kapı dışarı edecek, Sıhhiye Vekâleti çok çocuklu ailelere muavenet edermiş, benim böyle bir mu- avenette gözüm yok, iş isliyorum. Lise son sınıfa kadar tahsilim vardır. İmtiha- na razıyım, imtihana girerim, fakat elim- de tahsil ettiğimi isbat edecek hiçbir ye- sika yok. Bizim halimizi yazınız. Mem- leketimizde nüfüusu arttırmak politikası var. Bunun en İyi şekilde tecellisi bize yapılacak muavenet olacaktır. Bu kadar çocuk dünyaya gelirdik, fakat onları rzi- yan etmeden büyütmek lâzım, Bize yar- dim edilsin, halimize bakınız, yedi ço- cuk şu dapdaracık yerde aç, bakımsız büyüyor. Bu çocuklar bu memleketin ev- ar. Onları kurtarmak, yaşatmak için babalarına bir iş vermek kâfidir. * Arabzade Ahmed sokağı 49 numara da tıpkı elli bir numaranın eşi bir ev... Ha- kikaten bu yerlere ev ismi verebilmek için inaanın benim gibi tam bir hüsnüni- yet sahibi olması lâzım... İkinci binada da vaziyet bitişikteki ö- teki evin ayni, belki daha beterdir. Bu- rada bir anne, bir baba ve tam dokuz ço- cuk yaşamaktadır. Ev sahibi Bayan Si- ranuş on çocuk anasıdır. — İlk çocuğum ilk kocamdandır, diyor. Seferberlikte doğdu, babasız büyüdü. Benimle değil, büyük anasile beraber- ir. Bu kocamla on yedi senedir berabe- riz. İlk evlâdım bir kızdır, on altı yaşın- dadır. İçimizde çalışan yalnız odur. Bir kunduracı yanında çalışıyor, haftada yüz yetmiş kuruş alıyor. Son çocuğum İşte kucağımda daha on beş günlüktür. Kocamla pek iyi geçiniriz. Olursa pa- ramız yeriz, olmazsa yemeyiz. Kavyga et- meyiz. Parasızlıktan başka derdimiz yok- ken son zamanda on iki yaşındaki oğlum başıma derdler açtı. Evdeki açlığa daya- namadı, eve gelmiyor. haylâz oldu. So- kaklarda yatıyar, çalıyor, kaç kere po- Tislik oldu. Şimdi gene görmüşler, Yeni- eaml avlusundaki çeşmelerin içinde ya- tıyormuş. Kocam nafakamızı tedarik et- mek için balığa çıkar, seyyar satıcılık e- der. Ancak günde yirmi, ötüz kuruş ka- zanır. Ev kiramızı biz. de ödiyemedik. Benim çalışmaklığıma imkân yok, görü- yorsunuz, irili ufaklı tam dokuz çocuğa bakıyorum. Altı çocuğumuz varken çok evlâdh aflelere verilen mükâfatı almak için Sihhiye Wekâletine müracaat ettik. Bekleyiniz, sıta gelince veririz! dediler. Evlâd dokuz oldu. Hâlâ sıra gelmedi mi? Durmadan, dinlenmeden biz vatana ev- d yetiştirdik. Şimdi de vatan bizim im- dadımıza yetişsin, kocama devamlı bir iş bulunsun. Çocukları kurtarma yurdu var- mış. Şu benim haylâzı bulup oraya koy- sunlar. Yalvarırım artık yazınız, halimi- zi, dokuz çocukla perişanız!. * Kumkapının bu semtinde garib bir u- ğur var galiba. Evlâdı olmıyanlara ika- metini tavsiye edeceğimiz Arabzade Ah- med sokağından uzaklaşırken hakikaten pek muhtaç bir vaziyette olan bu ailelere yardım edilmesini bütün kalbimizle te- menni ediyorduk. H. H, Bir ercin kaçakcısı yakalandı Çadırcılarda 59 numaralı dükkânda hur- Bacılık eden Çolak Ahmed İle arkadaşı Lüz Recebin ercin sattıklarını haber alan zabı - ta Ahmedi yakalıyarak ceplerinde ve dük - kânda araştırma yapmıştır. Bu araştırmada bir mikdar erotn bulurmuş ve tahkikata baş Janmıştır. İki kişi peynir yiyip zehirlendi Eminönünde Çorlu medresesinde oturan kunduracı Hamza ile çırağı Tahir Çarşıka - pıda pazar mahallinden aldıkları peyniri yi- yerek zehirlenmişler ve Cerrahpaşa hastane- sine kaldırılmışlardır. SON POSTA Eski Tü Dü — Size hem çok enteresan, hem de çok komik bir hırsızlık vak'asını anlatayım... Bu sözleri söyliyen, eski zabıta âmir- lerinden Bay Fikri idi. — Sizi dinliyorum, dedim. — Hâdise İzmirde olmuştur. Karanti- na taraflarında oturan zengin bir Yahu- diyi bir gece yatağında k: le koyun koyuna yatarken, bastırıyorlar. Yahudi zaten ölek. Üstelik karşısında eli taban- calı, yüzleri maskeli beş kabadayıyı gö- rünce ecel terleri dökmeğe başlıyor... Karı koca her ikisi de, yorganın altına kirpi gibi büzülüyorlar... Hırsızların ele- başısı: — Kalk ulan çıhıt, diye bağırıyor! — Başüstüne paşam! — * Zavallıcık zemberekle kurulmuş gibi yataktan fırlıyor. Beş tabancanın namlu- sunu burnunun ucunda görüyor, — Çıkar mel'un nen varsa! — Başüstüne paşam! Canımiza kıyma- Şxa da ne isterseniz vereyim! Hırsızlar, tereke tesbit eden adliye me- murları gibi, evin içinde ne var, ne yok- sa tadada başlıyorlar. Meselâ: — Bu elmas yüzük kimin ulan? — Bizini karının! Onu ben 80 liraya al- maştım. Taşları temizdir, altım da 18 ayar! — Ya bu küpe? Yabancının değil! O da bizim ka- rının! Alın, alın, helâl olsun! — Eh şu bilezikler? Onlar da eksik e- teğin değil mi? Pek gözümüz tutmadı ama ne kadar eder dersin? Doğru söyle ha çıfıt! — Hiç sizin gibi beyefendilere yalan söylenir mi? Tanesi 20 şer liradan 240 e- der! Gözünüz tuttu ise buyurum.., Ana- nızdan emdiğiniz süt gibi helâl olsun! Mübalâğa ediyorum sanmayın. Yahu- |dile bırsızlar arasındaki mükâleme ay- nen böyle, hattâ daha gülünçlü bir tarz- da cereyan ediyor. Bu sahneyi, değme orta oyununda bula;nazsımz, değil mi? Nihayet, Yahudi mal beğendirmekten, zengin müşterileri de yükte hafif, paha- da ağır olanlarını seçmekten — usanıyor- lar... Topladıklarını ceblerine, torbalara yerleştirip gu talimatı vermeği de unut- muüuyorlar: — Biz gittikten sonra kılını kıpırdata- yım deme! Arkamızdan bağırıp çağırma- ğa başlar, ortalığı velveleye verirsen, canımı cehenneme yolladığımız gündür! Bunu iyi bil! — Başüstüne hırsız beyefendi, başüstü- ne... Vallahi billâhi ağzımı açmam, Al- lah selâmet versin, güle güle gidin! Herifler, böylece pek nazik bir ev sa- | rk detektifleri “Son Posta maceralarını anlatıyorlar: 7 mışlar. Nihayet sabah olmuş, adamcağız korka korka mıntaka karakoluna gidip başına gelenleri anlatmış. Hâdiseye bu suretle vazıyed etmiş bu- lunuyorduk. Daha tahkikatın başlangıcında o civar- daki fırıncıdan şübhe etmiştim. Fakat bu zannımı takviye edecek kat'i bir de- lile ihtiyaç vardı. Onu da ele geçirmek mesele idi. Adamın günlerce peşinde koştuk. Evinde arama yaptık. Fakat sad- ra şifa verecek bir şey bulamadık. Fırın- cıda ne şübheyi davet edecek bir hal vardı, ne de evinde «mali mesruk>, — O halde bu adam işden yakasını sı- yırmış sayılmaz mı idi? — Bize göre öyle değil! Fırıncıya bal- mumunu yapıştırmıştım ya bir kere, bu kâfi idi. Yalnız, şimdilik, onu kendi ha- vasına bırakalım da vak'anın diğer ceb- hesine geçelim. Şehrin bütün çarşısını, bilhassa kuyumcularla bitpazarını ablu- kaya aldırmıştım. Buralara o kadar sıkı || bir kordon koymuştum ki polisin gözüne çarpmadan kuşun bile uçmasına imkân yoktu. Nihayet, bu tedbirlerin fayda verdiği- ni gördük. Hırsızlardan biri, çalman gü- müş takımlarından nümunelik - seçtiği reçel kaşığını öteye beriye göstermeğe başlamış. Herifler zevk ehli de insanlar hani.., Meselâ, saatçi kıymetli bir saatin kadrini bilir değil mi? — Tabil! — İşte, o da, tatlı esrara cilâ verdiği için olacak reçel kaşıklarını bir esrarke- şe satmak istiyormuş! Hakkı da yok de- ğil: Herkes, malını değer pahasına göre vermek ister! Biz de, müzayedeye iştirak etmek arzusuna kapıldık. Esrarkeşi u- fak yollu sorguya çektim. Herifin eşkâli- ni mükemmel surette tarif etti. Sonra sa- bikalılar dosyasını aldım ele, karaştır babam karıştır: — Bu mu, şu mu, o mu? Fakat nafile! Esrarkeşin tarifine uy- gun bir «mal» yoktu bunların içinde! Acaba, yeni işe başlamış olmasınlar, diye düşündüm. Lâkin, hırsızlık — tarzı, öyle pek acemi marifetine benzemiyordu. Meğer herifler makyajda o kadar usta imişler ki, sade vak'a zamanında değil, satış esnasında bile takma sakal bıyıkla dolaşıyorlarmış! Bu esrar perdesini çö- zünce, aradıklarımızın izini bulmakta ge- eikmedik. Fakat onları birden ürkütme- ğe gelmezdi. İnlerini keşfetmek lâzımdı. Bir gün heriflerden birini çarşıda kıstır- dık. Takib ettik, gide gide diğer bir fı- Kıncının kapısını çalmaz mı? Buna hay- ret etmekten kendimi alamadım. Çünkü hibinin misafirleri imişler gibi, uğurlan-|biz ne ummuştuk, şimdi ne çıkıyordu! saguncun » Ya Te İzmirde gülünc bir hırsızlık “ Hırsız Beyefendi, bunu da alın!,, diye mallarını ellerile teslim eden yahudi zengini, bilâhare yakalanan hırsızları karakoldaçırıl çıplak soydurmuştu |Vakıâ fırucıdan şübhelendiğimi miştim ama o başka adamdı, bu başka - dam! Ortada bir «bit yeniği» olduğunu düşündüm. İçerideki daha dışarı çıkma- dan kapıyı çalmak emrini verdim! Fırıncı, bizi güler yüzle karşılamakla beraber, müracdat sebebini öğrenince |hayretler içinde kaldı. Hiçbir şeyi de in- kâr etmedi: — Evet, bende emanet bırakılmış gü- müş sofra ve tatlı takımları var, dedi, Buyurun size göstereyim. Kısa bir tedkik, aradıklarımızı buldu- ğumuzu meydana çıkarıverdi. Sordum: — Bunları size kim bıraktı? — Fırıncı (...)! Tahminim doğru çıkmıştı. Muhatabi- mız, şübhe ettiğim fırıncının İsmini we- riyordu! Gene sordum: — Bunları niçin sizin eve getirdi? — Söylediğine bakılırsa, bıraktığı eş- ya, kendisinin de değilmiş. Bir arkadaşı, satılmak Üzere ona vermiş. Bans: «Birader, dedi, eve götürsem, karı ille biz alalım diye tutturacak! Bu kriz za- manında beni paradan çıkartmağa kâl- kacak. İyisi mi sende dursun da bunlar... Bir iştahlısını bulunca okuturuz. Böyle bir müşteri çıkarsa, emanetleri, ya ben gelir, alırım. Yahud da bir pusula yazar, gönderirim, o adama verirsin.» Zabıt tuttuk. Hırsız fırıncıyi da çalya- ka enseledik, arkasından da «şeriki cü- rüm»> İerini... (Devama 10 ncu sayfada) Birbirlerinden Ayrılmıyan Bir kaz ve kedi e- Bu kedi ile kaz yavrusu, aralarındaki ezeli muhabbet bağını daha birbirlerini gördükleri ilk gün düğümlemişlerdir. O kadar ki, bir lâhza yekdiğerlerinden ay- rılmamaktadırlar.

Bu sayıdan diğer sayfalar: