22 Ağustos 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

22 Ağustos 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

TEVFİK FİKRET üyük şair, ölümünün yirmi dör- düncü yıldönümünde mezarmı ziyaret eden on iki kişi ile Son Posta say- fasında göz göze geliyorum. — BSen, diyorlar, Fikreti bilmiyor mu- sun? Susuyorum, fakat onlar söylüyorlar: — Sen «teranel bahar» 1 çocukken ez- berlememiş miydin? -«Ferda> yi ilk oku- duğun zaman daha doğru dürüst okumak bilmiyordun değil mi? «Sis» in manasını - Anlamadığın an bile gene zevkine var - mıyor muydun? Susuyorum, onlar söylüyorlar. — Baban kardeşine, niçin Fikret adı- nı koydu? Teyzenin kızının adı. hneden Şermin? Neden Rübab denince aklına en evvel onun kitabı geliyor? Neden Aşiyan kelimesinin hakikf manasını unuttun da bu kelime saha onun adıni bhatırlatıyor? Susuyorum, onlar söylüyorlar — Bir deniz kenarına indiğin zaman neden: «Sâf rakid hant akşamki tagayyür he- yecan» Mısramı hatırlarsın? Uzakta bir yelkenli gördüğün zaman neden: D Bunları biliyor mu idiniz? —» «Ne zaman geçse pişi çeşmimdeh. «Ufukta bir mütemevviç bulut, ya bir yelken> Mısralarını tekrarlarsın? Bir kılıç şakırtısı duyduğun zaman ne- den: «Çekiç altında muhakkar ezilir gün - lerce> «Bir çekiç parçası bir tıği mehip ol - mak için> Der ve çekiç seslerinin kulağında çın - Jadığını duyarsın. Kendinde bir yorgunluk bir bezginlik hissettiğin zaman neden: <Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır> «Durmak zamanı geçti, çalışmak zama- mıdır.> Mısralarından hız alırsın. Ben susuyorum, onlar söylüyorlar, Ve beni kadirşinaslıkla itham ödiyorlar. * Büyük şair, Mezarınım başında toplanân on iki ki- şiyi şimdi Son Postâ sayfasından teker te- ker sayıyorum. Yaşlı gözlerim kapanıyor, gazetenin o sayfasını kapıyorum. «Örtün evet, ey hâile......» İsmet Hulüsi 900 bin Amerikan kadını felâkete maruz Amerikan dak« torlar — birliğinin fikirlerini —neşre- den mecmuaya gö- Te elyevm Ameri- kada görüş bassa- sını — kaybetmek tehlikesine maruz dokuz yüz bin ka- &n vardır. Bunlar, zayıflamak — için fazla mikdarda ilâç alarak mhhatlerini bozmuş olan biçarelerdir. Mızıka ;ltl ağaç Afrikanın Nub- kenlere musallat olan bir nevi böcek,| mâil'dir. 1672 den bunun içindeki özü emmek suretile di-|1727 ye kadar Tayyarelerden rahatsız olan kuşlar Peru hükümeti, Pasifik Okyanu - sunda kâin olup kendisine ald bu- lunan bazı ada - ların üzerinde ftayyare — uçuşu » nu —menetmi Bu yasağın babı mucibesi, tayyarelerin uçmasile adaların kıymetten düşmekte olması - dır. Filvaki bu adalar milyarlarca ku- gun meskenidir. Bu kuşların — pisliği Guano denilen kıymetli tabif bir güb- redir. Tayyare sesinden kuşlar ürküp a daları terkettikleri için Peru hüküme- ti de böyle bir karar almaya — mecbur olmuştur. * 1100 çocuklu bir sultan! Çok çocuklu ai- le rökorunu — bir ğ Fas — sultanının % kırdığını söyler - ZZ &ek ne dersiniz? Bu zat Mevlâ İs- kenleri deler çıkan sesler, rüzgârın bu| Fas sultanlığını ifa etmiş ve 1100 ev - deliklere girip çıkmasından hâsıl olur. "|âd sahibi olmuştur. Kaseenerereeereneeeearrerameseaean ee esene eee c enansAraRnAcen. Aşkta gurur Meselesi Beyazıdda oturan Bay «H. Y.» bir kaç evvel bir genç kızla tanışmış, galiba biraz da sevişmiş. Fakat alle - sinden red cevabı alınca ayrılmış. Şim- di bir tesadüf bu genç kızı tekrar kar- gısına çıkarıyor. henüz evlenmemiştir ve bu defa allesinin muhtemel bir ta- lebi iyi karşılaması mümkündür, fa- kat okuyucum tereddüd içinde: — Böyle bir hareket gururumu kır- maz mı? diye soruyor. Benim bildiğim &şk kitabı «gurur» kelimesini ancak kadınlara tahsis ettiği kısma yazar. Erkeklere aid kısımda ise ancak müs- tesna vaziyetlerde mevzuu bahseder. Sizin vaziyetinizde ise ben bir fevka - lâdelik göremiyorum. Talebinizi tek- rar etmekte hiç bir mahzur yoktur. Madem ki seviyorsunuz, madem ki mes'ud olacağınızı ümid ediyorsunuz, esas budur. Elinize geçmekte olan paranın sizi W_!l kifayet edip edemiyeceği bahsine gelince: Bu her şeyden evvel ihtiyaç ve isteklerinizin derecesi ile ölçülür. Kanaat bazı ahvalde bir fa - zilet, bazı ahvalde ise bir nakisedir, burasını unutmamak lâzım, * İzmirde Bay (Behzad) a: İstediğiniz adresi sordum, yollarlar. Ga size göndereceğim. * Bayan «Müteersir» e: Yazınız alâka uyandırdı, hüviyeti - niz hakkında malümat soruldu, ister- seniz sarih adresinizle birlikte gönde- rebilirsiniz. * Bayan «Nezahet» e: İstediğiniz adresi araştırıyorum. Ba- Tür bulmaz göndereceğim, mektuhla - rınızın hepsi de elimdedir. BON POSTA Kadın Köşesi Ağustos, Eylül modası Gene emprime en başta, Yaza bu ka - dar yaraşan bir de beyaz var, Bütün ğer rank ve desenler ikinci plânda ka - hyor. Fakat yaz sanu emprimesi evvelkilerin tıpkısı değil Onlardan oldukça farklı. imdi emprime doğrudan dağruya, ol - duğu gibi kullanılmıyor. Çiçekleri, mo - tifleri birleştirilip geniş bandlar halinde düz kumaşların üsştüne konuluyor. Bu suüretle âdeta geniş sulu yepyeni bır ku- maş icad edilmiş oluyor. Bu bandlar el- bisenin her tarafına konulmuyor. Ekse - riyetle eteği ve korsajın yalnız önünü süslüyor, diğer taraflar düz bırakılıyor. Ceket ve boleroların da yalnız reverleri- ne geçiriliyor. Fon olarak seçilen kumaş nisbeten koyu renkler arasından seçili - yor. Çünkü koyu zemin üstünde renk renk çiçekler kendini daha ıyi gösterir. Emprime ile düz kumaşın birleşip ya - rattığı bu yeni kumaşa şimdiye kadar görmediğimiz bir nevi yeni emprime di- yebiliriz. Yer yer motifli, çiçekli, yer yer düz bir emprime... Bundan başka yeni tuvaletlerin çoğu organdi ile muslinden yapılıyor. Biçim « leri, yıllarla evvelki eski modelleri an - dırıyor. Sıkı bir korsaj, ince bel, çok ka- barık bol kollar, bele bol büzgü ile di - kili, geniş etekler... İnce vücudlerde çok hoşa giden ve değişik bir tarz.. Bazan organdiden bütün rob yerine yalnız bolero veya bluz yapılıyor. Altın- dan muhtelif renklerde ipekli etekler gi- yiliyor. Bu bluzların bütün süsünü pli teşkil ediyor. Enine, boyuna, muhtelit isz- tikametlerde pliler. Daha gade roblar grogrenden, brode- ri anglezdsn, krepten yapılıyar. Ve bun- lara koyu renk kordelâdan sentür konu- luyor. Çanta eldiven, şapka gibi tefer - rüat ta sentürün rengine uyduruluyor. Her kadın bilmelidir: Süpürgenin çok dayanması için Elektrik süpürgesi olmıyan evlerde süpürge bir derddir. Gün — geçmez ki birinden biri bozulup dökülmesin, Ye- ni bir süpürgenin uzun zaman dayan - ması için alır almaz şu tedbiri yapma- yı unutmayınız: Süpürgenin aorta yerini (uclarından on, on iki santim yukarıdan itibaren) kuvvetli bir bezle sararsınız. Bu bezin açık tarafımı sıkı sıkı dikersiniz. Bu su- retle teller bir araya sıkışacağı için ko- lay kolay kırılıp dökülmezler. Bez ay - ni zamanda süpürgenin ortasına da ko- nulabilir. D i Türk detektifleri “Son Posta,, ya maceralarını anlatıyorlar : I LN Tel dolabın esrarı Resmi vesikaları taklid eden sahtekâr nasıl yakalandı ? — Bay Mehmed, bazı resmi vesika- ları taklid eden iki sahtekârdan bah - seylemiştiniz. Bunlardan biri — tutulup idam edilmiş. Fakat diğeri senelerce arandığı halde bulunamamış, nihayet siz yakalamağa muvaffak olmuşsunuz. Şunu anlatır mısınız? Eski komiser bir an düşündü. Sonra: Bu vak'a beni epeyce — terletmişti, diye söze başladı. Filhakika, — berber (K....) uzun müddettenberi aranıyordu. Nihayet, Beyoğlunda, Duvarcı soka - Bındaki bir evde saklandığını haber al- dık. Polis müdürü beni çağırdı: — Bu meseleyi temizliyeceksin. Ya- rın tekmil haberini isterim, göreyim seni, dedi. Hiç unutmam, sıcak, bunaltıcı bir temmuz günü idi. Geceyi bekledim. Or talık kararır kararmaz, evi ablukaya aldım, kapıya dayandım. Herifin ka - rısı, korka korka bizi — karşıladı. Ona evvelâ güzellikle işi anlattım. — Fakat beyhude! Lâfı ağzında geveledi. Sıkış- tordım biraz, zırlamaya başladı. İş başa düştü, diye düşündüm, başladım ta - harriyata>! Ev üç odalı idi. Bu kadar küçük bir yerin aranması ne kadar sürer diye - ceksiniz? — Yarım saât! — Hayıt! Tam iki saat uğraştım. Burnumdan soluyordum. Aramadık kı yı, karıştırmadık bucak bırakmamış - ftım. Fakat, herifi koydunsa bul! Halbu ki, farenin delikte olduğu muhakkak — Neden? — Çünkü, suçlunun mevcudiyetini yüzümüze haykıran deliller — elde et - miştik. Odalardan birinde -serili olan yatak, yastığın altında bulduğumuz sa at, sanki bizimle alay eder gibi: — Ben buradayım, diyordu, ama işin içinden çıkın bakalım! Son bir yerde ümidim kalmıştı: Mer diven buldurdum. Sağ elimde rovol - wer, sol elimde elektrik feneri, tavan arasına çıktım! Bir yanda eski bir ka - nape, bir iki kırık iskemle duruyordu. Bunların kalın bir toz tabakası ile ör - tülü olmalarından anlaşılıyordu ki, se- nelerdenberi semtlerine uğrayan yok! Bir köşeye de eski, kocaman bir tel do lab asılmıştı. Elektrik fenerini — oraya çevirdim. Ne içinde bir şey vardı, ne de etrafında şüpheyi davet edecek bir emare! Buradaki havanın mahsur ol - ması, insanın, bu sıcak temmuz gece - sinde nefesini darlatıyordu. — Terden, havasızlıktan bunalmıştım. Son bir ü- midle etrafı tekrar araştırdım. Nafile! Yerleri tedkik ettim, ufacık bir ayak izi bile yoktu! Memurlarımla beraber, yeniden her köşeyi karış karış gözden geçirdik. Beyhude zahmet! Tahtaların budak deliklerine kadar her yerde par mak izi aradık! Boş! Yanımda bulunan merhum komiser Fahriye —o zaman muavin imiş— dedim ki: — Ne yapacağız? Fahri, iri gövdesine — nisbetle, pek hazin —düşen bir tavırla boynunu büktü. Canım fevkalâde sıkılmıştı. Ar- tık kendi kendimle konuşuyordum: — Yarın polis müdürünün karşısı - na ne suratla çıkacağım? Ya bu herifi enselerim, ya istifayı Bir ıı-ııîk gözüm tekrar tel dolaba kaydı. Tuhaf bir hissikablelvuku ile, bu köhne nesne zihnimi kurcalıyordu. elimdeki kılıcı çektim, budur suratın gibilerden, tel dola- ::—vı; kuvvetimle bir tane indir - 'el dolab kanad gibi yana düşmesin mi? Gizli bir kapı mey - dana çıkmıştı. Zorlamağa hacet kalmadan açtık. Artık karşımızda apuzun bir dehliz vardı... İlk adım- larımızı attığımız karanlık, pis ko - kulu dehliz bana bir saadet yolu kadar ıydmlık ve gönül açıcı ge - liyordu. Üstelik müdhiş bir meraka da kapılmıştım. Nesliks l Li? Muvaffakiyetsizlik bif yandan, sıcak bir yandan, o kadar kızmıştım ki be « limdeki kılıcı çektim, budur suratın gi bilerden, tel dolâba var kuvyetimle bir tane indirdim! İşte o zaman gözlerimiz faltaşı gibi açıldı! — Neye? — Tel dolab, bir kanad — gibi, yana dönmesin mi? Böylece — gizli bir kapı meydanaâ çıkmıştı! Zorlamağa — hacel kalmadan açlık. Artık, karşımızda up» uzun bir dehliz vardı! Gayri ihtiyari, tavşanı kistıran bir tazı çevikliğile ile. ri atıldiım! Memurlarım da arkamdan geliyorlardı. Kıhcımı, kâanlı bir savaş- tan muzaffer çıkan bir kumandan gu- rur ve neş'esile sallıyordum. Az ev « velki perişan hâleti ruhiyemden ufali bir eser bile kalmamıştı. Sırtımdaki es- vab, terden bütün vücudüme yapıştığı halde, kendimde bir tüy hafifliği his » sediyordum, İçinde ilk adımlarımızı at tığımız bu karanlık, pis kokulu dehliz, bana, bir saadet yolu kadar aydınlık ve gönül açıcı geliyordu... Üstelik müdhiş bir meraka da kapılmıştım. Nereye gİ“ diyorduk? Elektrik fenerimle aydın « lanan basık tavanlı, dar yol uzadıkça uzuyordu. Böylece bir evin çatı arası « nı aştık. İki bölme tahtasının kaldırı! « masile hasıl olan delikten geçtik. İkinea €i bir evin çatı arasına gelmiştik. Onu da geçtlik. Fakat yolumuz henüz bitme- mişti. Dışarıdaki polis kordonunu ge « nişlettim, Öyle ki âdeta bütün sokağı ablukaya almıştım. Her köşebaşı, her sokak kapısı tarassud altına girmişti artık... Bütün tavan araları, ilk arama yaptığımız evinkinden farksızdı. Kul « lanılmak kabiliyelini kaybeden bir iki eski püskü eşya, koca koca — örümcek ağları ve toz, toz... Üçüncü evin çatı « sını da kısaca tedkik ettikten sonra, sıs ra dördüncü eve gelmişti. Muamma « nın anahtarı burada idi. Çünkü tavanı arası yolculuğu nihayete ermişti. Zat mahsus olan bu havaf metropolitenin son istasyonuna varmıştık! Ben de işi çabuk bitirmek istiyordum. Neredeyse meraktan çatlıyacaktım! Döşemeyi göz den geçirdim. Çatı arasının tam ortâ yerinde küçük bir tahta kapak vardı Hernen açtım. Elektrik fenerini tuttum, Daracık bir merdivenle aşağı iniliyore du... Kendi kendime: : — Haydi Mehmed, göreyim seni, de- dim, tilki kapanmı buldun! Aman ka « çırma avları... Bir basamak, bir, bir daha... Niha « yet daracık bir yere inmiştik. Burası benimle Fahrinin şişman gövdesini zor alıyordu. Çt çıkarmıyorduk. Karşımız. da daracık bir kapı vardı. İçerdekileri (Devamı 11 inci sayfada) l Bacaksızın maskaralıkları : Baloncu |

Bu sayıdan diğer sayfalar: