1 Kasım 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

1 Kasım 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sakal Erkeğin sakalı vardı: — Neye sakal bıraktın! Dediler, hî! Karymın zevksizliği yüzün- 9271? g Porunbağlarımı hep o alır Parasız'ıktan — Benim bir dostum — vardı, Sıçları simsiyahken birkaç gün İçinde bembeyaz oluvermişti. — Teeasürden mi? —.Hayar parasızlıklan, Siç 'yası alacak para bulamamıştı. « Biraz gecikmişiz galiba.. elini çabuk #t SÖON POSTA Bir daha Ebe odanın kaptsını açtı. Bir erkek oturduğu koltuktan fırla- de — Nasıl doğurdu mu? — Doğundu, müjde.. üç oğlu- nuz birden oldu. Erkek düşündü: — Yanlış saymış olmıyasınız, bir daha sayın! Belli Budala söyledi: — Ben butdalalardan hıç naz- zetmem. Akıllı da söyledi: — Kendini beğenmiş — insar lardan olmadığınız esasen bel — — Hoş sözler |) Mutabık Mahkemede işi olan dolaşmıştı. — Ne haber? — Avukatların hepsi ayni şeyde muta- bıklar, — Davanın şekli hakkında mı? — Hayır, davayı takib etmek için bin İra istiyorlar, avukat — avukat & * Niçin Dilenci avucunu açtı: — Bir sadaka! — Niçin çalışmıyorsun? — Ne vakit çalışayım; Sabahtan akşa- ©â kadar dileniyorum.. çalışacak vakit | alıyor mu kil * İskelede k& Kadıköyden İstanbula son vapur adır? — Kadıköyden İstanbula son vapur Yoktur. — O ne demek! — Kış tarifesinde son vapuru kaldır. dilar. Yeni zengin — (Kâtibine) Bir haf- tadanberi gelen, yüzlerce imzasız Mektubun hiçbirine cevab — yazma- Maşsın, bur ne tembellik! | Beleşçi — Bunun sayesinde hiç kiım- se farkına varmadan konsere bedana girebiliyorum. Si Siz: bıklisor Akıllı ile akıllıca doktorun bekleme salonunda oturuyorlardı. Akıllıca hasta bakıcile haber gönderdi: — Eğer doktor beş dakikaya kadar be- |ai muayene odasına almazsa öleceğim Beş dakika geçti. Doktor akıllıcayı mu- ayene odasına almamıştı. Akıllı da hasta bakıcile haber göndermişti — Eğer doktor, beş daki Aj muayene odasına almazsa, iyi olup gi- seeğim. Bir dakika sonra hasta bakıcı döndü. Akıllıya: — Buyurun, deldi, doktor sizi bekliyor. * Kaldırımda Sarhoş kaldırımda sızmıştı. Ayık gör- dü: — Arkadaş kalk, evin yok mu, oraya Bit. Sarhoş gözlerini açtı: — Ben de şimdi rüyamda bir evim ol- duğunu görmüştüm. Adresini soracak bi- rini arıyordum. Siz biliyorsanız adresi söyleyin, gideyim, * Ses Bir şarkıcı şarkı söyledikten sonra ya- »ındakilere döndü; — Sesim nas:ıl, bütün salonu dolduru- yor değil mi? — Hakkın var.. hattâ o kadar dolduru- Yor ki, sese biraz daha fazla yer kalsın diye, salondakilerden bir çoğu dışarı çık- mak meoburiyetinde kaldılar. * Hoş tarafı Bekâr sordu: — Evlilik hayatının en hoşç tarafı han- | b Güzel fıkralar | Ne hoş İki yaşındaki çocuğu gösterdiler | Ne hoş çocuk değil mi; burun, ba- basının burnu, ağız, annesinin ağzı. Yakından tanıyan sözün arkasını ge- | tirdi; — Arkasındaki büuz, annesinin eski |bluzu. Bacaklarındakj pantalon babası- n eski pantalonu. * Neden — Karım bugün sabahtan #kşdma ka- dar ağladı. — Acaba niçin ağlıyordu? Sebebini sormadım. Neden? Pahalıya malolur diye, * Fesaber Nereye gidiyorsun? — Nereye gittiğimi ben biliyor mı — Ben de öyle.. — Öyle ise beraber gidelim! İ — Size olan elli bin lira borcumu me- telik olarak ödiyeceğim.. bunun böy- le olmasında sizin için hiçbir mahzur yoktur değil mi? Dalgın — Demin giydiğim biraz boldu. Üünü veriniz. Ayakkabıcı — Ayakkabı mı olsun, yoksa demin giydiğiniz Yibi ayakkabı kuturu mu? » bir numara küçü- Hizmetçi — ( Mutfakta) Bayla bayanın canları var da be- nim yok mu, pinkponk mudur, nedir. O ayunu, onlar sa- londa ouvnarlarıa. ben da burada ounarım Tarihit tedkikler : Peçevt «Nakkaş Paşa Bursada yirmi dört çıkmıştı. Davud Paşanın Kütahyada dağıttığı kırk sekiz yük akçenin on beş yükünün mükerrer olduğu anlaşılmıştı. Benim mükerrerim ise yedi bin akçeden ibaretti» diyor Osmanlı imparatorluğunda asker maaşlarından yapılan hırsızlıklar... # . 1H--1 yük akçe dağıtmış, on iki yük mükerrer Yazan: Kadircan Kaflı Hirsizek, cemiyetierin en konl gördü- Kü huylardan biridir. Ea basit olanından €n yüksek dereceye gelmiş bulunanına kadar her cemiyette bu kötülüğü yapan- lar ayıblanır, ceza görürler. Hırsızlık deyince ilk olarak aklımıza | gelen şudur: Gece, içinde herkesin uyu- duğu yahud tesadüfen kimsenin bulun- madığı bir eve girmek, oradakı ufak veya büyük eşyadan bir veya bir kaçını alıp götürmek... Güpegündüz açık kapıdan dalarak vestiyenden palto veya şapka a- şıranlar, sokakta veya tramvayda başka-| Tarının ceblerine ellerini sokarak cüzdan çekenler, hattâ bu işi yapmak maksadile ceketi dışarıdan jilelle kesenler oluyor. Böylece ufak veya büyük; değerl. veya değersiz şeyleri çalanlar derece derece ccza görüyorlar, hapiste yatıyorlar. Bun- ların büyük bir kısmı şübhesiz bir daha yapmıyorlar ve uslanıyorlar. Fakat bir| kısmı da aldırmıyorlar ve hırsızlığı ade- tâ meslek haline getiriyorlar. Fakat hırsızlar yalmız bunlardan m ibarettir? Bugün için bu sorguya evet di- yebiliriz. Çünkü Cumhuriye! kanunları diğer olgun devletlerde olduğu gibi hır- sızlığın her çeşidi için şiddetli cezalar koymuştur. Devlet kuvvetleri bu kötü- Tüğe karşı her zaman uyanıktır ve müm- kün olduğu kadar önlemek'edir. Fakat eskiden böyle olmadığına şübhe yoktur. Kırsızlığın asıl en müdhiş ve fenası, dev- let malmı çalmaktır. Çünkü o mal millet malı demektir ve bütün milletin onda hakkı vardır. Devlet maiını devleti kuran milletin milyonlarca fer- maktan başka bir şey değildir. Malı çalınan, memurları hirsiz bir devletin çökmesi yakındır. Belki le bir şey sormak ta mümkündür; Hırsız. olan saeye mahküm olan devlette mi hırsızlık çoğalır? Bu biraz da tavuk mu yumurta- dan çikar, yoksa yumurta mı lavuktan,' sorgusuna benzediği için üzerinde durmı- yacağız. İmparatorluk devrini görmüş olanları- mız o devrin devlet malı hırsızlıklarından | belki bir ikisine şahid olmuşlardır. Biz | burada bundan üç yüz sene evvel Osman- h imparatorluğunda olan hırsızlıklardan bir iki örnek vereceğiz. İki cild tarih yazmış olan Peçevi İbra- him efendi 1604 senesinde piyade muka- belecisi yani defteri dairesinin kalemle- rinden birinin reisi idi. Macaristanda Gran kalesinin zaptını müjdelemek üze- re İstanbula gönderilmiş, bahşişi olmak Üzere kendisi ayni zamanda süvari mu- kabelecisi yapılmıştı. Yeniçerilere ve sipahilere eskiden üç ayda bir maaş verilirdi. Bu mikdar mü- him bir yekün tutardı. Fakat asıl mühim tarafı eskerlerin hakikf sayılarını tayin etmek meselesiydi. Bunlar maaşların vo- rileceği sırada pek çok artarlar; aylıklar dağıklıktan sonra ise azalırlardı. Birinci Selim ve Kanun! Süleyman devirlerin- deki intizam kalmamıştı. Yeniçeri ve si- pahiler kendi ahbab veya akrabalarını çalmak o| dinin mallarından birer parçasını aşır- lık çoğalan devlet mi göker, yuksa çök-, | carırtardı. Bazılam ise daha açıkgoz çı- karlar, asıl maaşlarını akdıktan sonra bir daha gelirler, almamış görünerek tekrar alırlardı. Her maaşın dağılışından sonra malüm mevouda göre fazla para harcandığı an- !Iışııııdı. Fakat muhakkak olan bir şey varsa o da mükerrer tediyeye yalnız a- çıkgöz askerlerin sebeb olmadıkları idi, Paraları dağıtanların hırsızlık işinde gör- dükleri rol cümlesinden ileride ve bü. yüktü. Ötedenberi fazla tediye — vukuu âdet yeriti bulduğu için dağıtan kâtibler yahud onların âmirleri paraların bir kıs- mım kendi kesslerine indirirler, askere dağıtılmış gibi gösterirlerdi. Peçevi İbrahim efendi Belgradda aş- kerlere nasıl maaş dağıtıklığını mealen şöyle yazar: «Belgrada gelindiği zaman yeniçeri a- ğasına ve hep bölük ağalarına izin ve- rildi. Birkaç gün sonra da (mevacip — maaş) zamarı gelerek iki taksit verilmesi icab etti. O taraflarda olan bölük halkı yani as- kerler Belgradda toplandılar. Mevacip dağıtılması için altı bölüğe altı ağa, altı kâtib bir de nazır tayini â- detti. Bu işi yapmak üzere her taraftan müracaatlar oldu. O sırada ben süvari ve piyade müuka- | belesinin Ker ikisine de memur bulunu- |yordum. Ayni zamanda sadaret divanın. Wdıkı işlerle de uğraşıyordum. | Bir gün: — Seni sadrazam çağırıyor! | Dediler. Hemen toparlandım ve huzu- Ta çıktım, Defterdar Baki Paşa beni severdi. İ- |şimden hoşnuddu ve her fırsatta bu his. lerini anlatmaktan çekinmezdi. Başkala- |fına da tavsiye ederdi. Bu sefer de sad- razama: — Şimdi altı bölüğe mevacip dağıtıl- masına on sekiz adam lâzım. Bunlar ne Joldukları belirsiz adamlardır. Ön sekiz harsızdır. Halbuki on s€kiz hırsıza bizim hazinemiz yetmez! İbrahim efendi iki kaleme birden mukabelecidir. Bütün me- vacibi o dağıtsın! Ne havale, ne nazır, cümlesi kendisi olsun. Hemen Tanrı ile canı diyelim'» Dedi. Böyle bir iş kimseye havaie edilmiş de- ğildi: — Ay sultanım, bu mümkün müdür? Sipahi ulufe alıncıya kadar silâhdar bek- ker mi? Dedim, Beklerler! Dedi. İster istemez işe başladım. Gayet dik- katle iş yaptım. Asker pek kalabalıktı, O zamana kadar böyle altı bölüğe birden mevacip dağıtıklığı almamıştı. Sipa üç binden çoktu. Yüz elli yük akçe tık. Ne bir kargaşalık oldu, ne de şikâyet etti. Herkes haklânı almış, müş- külü başarmıştık. Nakkaş Paşa Bursada yirmi dört yük akçe dağıtmış, on iki yük mükerrer çık- muştı. Davud Paşanın Kütahyada dağıt- tığı kırk sekiz yük akçenin on beş yükü- da bir kolayını bularak yahud zabitlere veya ağalara paralar vererek asker yaz- nün müketver olduğu anlaşılmıştı. Be. (Devamı 15 inci sapfada)

Bu sayıdan diğer sayfalar: