20 Aralık 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

20 Aralık 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SAat ertAt et & RARYRRUA * & AA SAA a RR ASA T MA GA -— 20 Birincikâinım Bu eski Başvekli de unutulmaz simalardandır. Son Postanın edebi romanı: 1 Birkaç söz Bu yaz, Büyükadada, Nizamın üse tündeki çamlığın, kıvrılıp Âşıklar Yo- lundaki meşhur Kayalara ve oradan Lunaparka giden köşesindeki son (vir. de oturuyorum. Hergün, sabah akşam, Penceremin önünden, fasılalarla, sev - doh çiftler, çoluk çocuk kalabalık di- leler ve her cinsten arkadaş kafileleri Yeğiyor. Kadın, erkek, genç, ihtiyer, heprinin çehresinde temiz Ada hava- Si rüzgün dalgalanıyor. Bu rüzgür gençler için serin bir nefes, orta yaş- hlara ihk bir temas, ihtiyarlara icle-i- Ni ürperten bir hatıradır. Düşünüyo- Tum: Şu genç kızla şu delikanlı, yıl- lurdan sonra gene bu sıcak sokulgan- llkla birbirlerini özlöyecekler mi? Şu Ker sabah, kolunda mayosu ve havlu- YU ve tepesinde hasır şapkasile yalnız başına Yörükaliye plâja giden zayıf te solgun benizli adam, hayatın gizli bir acısını mı çekiyor? Şu hergün, gü- Naşin kızgın saatinde bile değnekleri- Mi kakarak dar patikaya sapan iki ih- tiyar Rum madamı acaba hangi mazi- Yüzleri görünmese de İnsanları kıyafetlerinden tanıyabiliriz! Bu mareşalin ismi bemen hergün gazetelerde gçer. Hepsini tanıyabildiniz. mi ? Hayır mı? Aşaj d ki çerçeveyi ters çevirerek okuyun ! S00 PIST — b SUyıço TEĞNUK — £ Mroyeredury ö940N1 DİSA — & MA SENW — I Yazan: Halid Fahri Ozansoy — Döstum İstendiyar Altana — nin ölgün hatrralarını anıyorlar ve şu hergün bir âşık değiştören kırklık, fa- kat güzelce ve şişmanca bayan hâlâ hatıralarını dolduramamış mı? Ya şu Öteki, esmer âşığını kaybetti edeli ça'm- Hlıklarda serseri dolaşan ve her mes'ud Çifte rastlayışında âdeti üzere garib bir istihkarla elt dudağını sola belker zavallı bayancık! Ya onun, bazan pe- şisıra koşan ve başında iki ucu kulek gibi havaya kalkık mati kordelddan fiyongasile Fransiska Galin vir - fil- vündeki karikatürünü andıran küçük kızı... Şu asil ruhlular ve derin bakış- lılar ve bunların İykasından şu sahte-, ler, gu sonradan görmeler! Şu vakur- lar, hakiki kibarlar ve onların aksine şu sun'i tavırlı, sun'i yürüyüşlü, aın'i gülüşlüler! Sonra şu hastalar, şu ma- rizler, gu mütereddiler! İşte pencerem bu yola ve bu yoldan geçenlere bakıyor; hayat, bütün du değişik tiplerile penceremin — altından geçiyor. Büğük Fransız yTomancısı Alphönse Daudet'nin «Değirmenim- den mektublar» arı ihtimal okumuşsu. SON POSTA TARiİHTEN SAYFALAR ——— DALTABAN MUSTAFA PAŞA Devlet büyük felâketler geçirmişti; halk ise o felâketlerin ağırlığı altında inliyordu. Bu sırada çok zeki, cesur, faziletli ve bilgili bir vezir lâzımdı Öyle bir vezir ki derinden derine Ça - tırdayan koca imparatorluğu, büsbü - tün yenileştirmese bile, Köprülüler gi- bi, biraz gençlik aşısı yapabilsinler... Amcazade Hüseyin paşa gayretli bir vezirdi. Yurda ve devlete epeyce mü - him hizmetler yapmıştı. Yeni vezir o- nun yerine geleceği için ondan üstün olmalıydı. Halbuki talih kötü gitti, çünkü Amcazade Hüseyin paşanın ta - mamile tersine karakter ve hüviyette bir adamı iş başmna getirdiler: Daltaban Mustafa paşa... İkinci musatafa, zayif iradeli, tel - kinlere bağlı hir pndişahtı. Hocası ve şeyhislâm — Feyzullah efendinin sözle- rinden dişarı çıkmıyordu. Halbuki din- den ziyade dünyayı düşünen ve kolla yan bu haris adam Amcazade Hüsrvml paşa tipinde kimselerden hoşlanmıyor- du. Çünkü bütün idareyi kendi eline| almak istiyordu. Mümkün olsa şeyhis- lamlıkla birlikte sadrazamlığı da ken- dine ahıkoyacaktı. Madem ki mümkün değildi, o halde kukla gibi oynatacak birisini getirmeli İşte Daltaban Mustafa paşayı bunun için seçmişti. | Daltaban ©o sırada Bağdad valisi bu -| huruyordu. Cahil ve faziletsiz olması yetmiyormuş gibi son derecede müs - tebiddi. En küçük hâdiseler karşısında ateş kesiliyor, en küçük bahanelerle kelleleri gövdelerden ayırtıyordu. Vilâ- yette mallerı zaptedilenler, haksız yere öldürülenler hergün artıyordu. Deh - şetli kin besliyordu. Kendisinin sadra- zam olduğunu öğrendiği zaman, o ka- dar diş geciremediği bazı adamlara a - çıkça küfürler savurdu; onlara en müt- hiş işkenceleri yaptıracağımnı, idam et « #ireceğini haykırıyordu. O kadar ki ©- nun tehdid ettiği adamlardan ve Milli aşireti elebaşılarından İsmail bey kor- budan öldi. Daltaban kendisine boyun eğildiğini, '|kuyruk sallandığıını görmekten derin sonsuz bir zevk duvardı. Bu gibile- seltmekten cekinmezdi. Bağdad- tanbula doğru yola çıkarken her — Edirneye gel, seni yeniçeri ağası yaparım, Gibi vâdlerde bulundu. O gittikten sonra bir sürü mevki düş- künü dalkavuk da ardından rüdü. Öntünde yerlerr kapanarak Bağdadda nuzdur? O, bir değirmende bir taşra hayatının insanlarını ve tabiatini ebe- dileştirdi, Ben edebiyatta onun yavtı- ğınt yapacak kudrette bir. - san'atkâr değilim, Ancak, benim de, — Âşıklar Yolu başında bir mevsimlik bir yu- vam var. Çamlara ve insanlara bu ba- #it, mütevazı yuvadan biraz şair gö zile, biraz da saçlarının akı — siyahını bastıran kırk beşini doldurmuş bir kâ- hit düşüncesile bakıyorum ve hayatta gördüğüm insanlardan kimini seve- tek, kimine acıyarak ve kimıniın tra- desizliğine gülerek, gene hayata ben- ziyen bir fantezi yaratamaz mayım di- ye düsünüyorum. Sonra bunların çeh- relerini hayalimde değiştiriyor, biri- min hatlarını ötekine, birinin duygu- | Tarinı ve maceralarını bir baskasına ekliyorum. Bu şuretle belki asılları kayboluyor, karışıyor ve bir dereceye kadar tanınmaz hale geliyorlar, Fakat hangi romancı, maddeleri karıştırma- dan, isimleri, mevkileri ve — şahızları değiştirmeden hayatı, bir adeseye ak- settirebilir? Yani demek istiyorüm ki bu zomandaki şahıslar hayattan alım tmişlar, maceralar hayatta — görülmüş, tetkik edilmişlerdir, ancak bu çehre- lerin ve bu sergüzeştlerin ötesine be- risine serpilen gölgeler, yapılan ilâre- ler ve tadillerle bir «roman â clefn teh- likesine düşülmekten — çekinilmiştir. Bir tek korkum, binbir düğümden bir düğüm vücude getirmek isteyişimde.. * Çünkü menzuuma Ada bir çerçeve, içindeki levha ise bu çerçeveden taşa- Yazan: Kadircan Kaflı — İ Bağdadda iken kendisinin sad- ; razam — yapıldığını — öğrenince kızdığı adamlara küfürler, teh - didler savurdu. En müdhiş işken- celeri yaptıracağını, idam etti İ receğini söylüyordu. O kadar ki ; tehdid ettiği adamlardan ve ğ Milli aşireti reislerinden İsmail : $ Bey korkudan ödü patlıyarak : öldü. Üai nn ae? söylenen sözleri hatırlattılar. Daltaban sözünde durdu, fakat mevki verdiği kimseler o kadar çelimsiz, beceriksiz ve «yama adamlar» dı ki ne padişaha, ne şeyhislâma, ne halka, ne de yeniçe- rilere beğendirebildi. haris ve odun kafalı Dalta- ması o kadar çabuk olmu - yordu. Çünkü o kendisine karşı dal - kavukluk yapılmasından ne kadar hoş- lamıyorsa başkalarına kavuk sallamak- ta da o kadar usta ve yüzsüzdü. Saray- da nüfuzu olan kadınlara hediyeler ve- riyor; kızlar ağasımın bile karşısında ona karşı kulluğunu her zaman gösteriyordu. Kendisini sadra- | zamlığa getirmiş olan Feyzullah efen- diye karşı yaptığı dalkavukluk vezir - lerin dalkavukluğu arasında «tarihi bir rekor» oluyordu: Daltaban sarayda bulunduğu sırada: | — Şeyhislâm geliyor! Denildiği zaman ihtiyarlığına rağ- men yerinden yay gibi fırlıyor, saray kapısına koşuyordu. Biraz sonra onun, Feyzullah efendinin arabasına kılavuz- luk ederek geri gelmekte olduğu görü- Hüvordu. Araba binek taşına geldiği za- man hemen eğilir, hocanın elini büyük bir hürmetle öperdi. Sonra onun ara- badan kolayca inmesi; için koltuğuna girerdi. Daltaban şeyhislâ nüşünde de eyni şel e hareket eder, kapının dişarısma kadar — uğurlardı. İş bu kadarla bitmez, Feyzullah efendi- nin oğullarını da ayvni şekilde istikbal ve teşyi ederdi. Bu haller koca Osmanlı imparator - huğunun sadrazamına, eski dünyanın üç kıt'asına yayılmış olan büyük bir devletin en büyük memuruna yakışır mıydı? Herkes avıblayorndu, çünkü sad- razamın haysiyeti devletin haysiyeti demekti. Görünüşte Daltahan Mustafa paşa sadrazamdı ve padişahın mühü - rünü taşıyordu; fakat asml sadrazam Feyzullah efendiden başkası değildi. ın saraydan dö - Şimdi sözü romanımın kahramanına bırakıyorum. BİRİNCİ KISIM I Çamlıkta hiç karınca ordularına rastla. dınız mı? Ekseriya bir kayanın yanım- dan bükülerek gelirler. Uzun, kıvır kıvır ' kaynıyan siyah bir şerit ki, tozlu ve taş- Jkla bir keçi yolunun hizasınca ilerler, | sonra birden, taze çam fidelerinin, tek-| tük bodür ardıçların ve sabahleyin he- nüz serin esen rüzgârla nazlı nazlı salia- nâan yoncaların arasından süzüle süzüle kaybolur, biraz ötedeki toprak açıklığın- da tekrar kaynaşmağa başlar. Bunlar ne- reden gelip nereye gidiyorlar? Eğiilp ba- karsanız bu ordunun hep ayni iştikanıe- te yol almadığını, bir kısmının yukarıya ahud sağa doğru giderken diğerlerinin aşağıya yahud sola doğru ilerlediğini gö- rürsünüz. Maamafih asıl kalabalık olan siyah kafilenin varacağı menzil, muhak- kak, toprağın içine delinmiş bir geniş yuvanın ağzıdır. Karıncalar oraya, yan- yana ve ucuca konulmuş otuz siyah nok- ta kadar çelimsiz, minimini vücudlerin- den daha büyük kuru ot parçaları, yu- varlak tohumlar taşırlar. Yuvanın ağzın- da, kim bilir ne ince bir karınca mima- risile tabaka tabaka, sed sed oyulmuş yeraltı mabedlerine girenler kadar, bu mabedin derinliklerinden çıkıp aksi isti- kamette, fakat bu sefer yüklerini atmış olarak geri dönenlerin içiçe ve üsti ürperişleri ve hele bir noktada kapkara bir anafor gibi dönüp kıvranışları vardır cak gibi... ve bu manzara bana, bir zenci büyüsüne | İhtiyar ve haris vezirin hakiki vazifesi şeyhislâma «mühürdarlık» yapmaktan ibaretti. Fakat onu sarayda bu kadar dalka « vuk gördükten sonra bir de şehirde ves ya konağında, yahud kendinden kü « çüklere söz söylerken gürmeliydi. O ne müdhiş karakter tersliği idi., — Kuyu nedir? Diye sormuşlar. — Tersine çevrilmiş minaredir. Cevabını vermiş. Daltahan Mustafa paşa, barikulüde bir sür'at ve ustalıkla tersine çevrilip düzeliyor; bir kuyu ve minare oyunu yapıyordu. Bazan ukalâlığı tutuyordu: Yeniçerli ve sipahilerin ulüfelerini vaklinde veme medi. — Hakları olmadığı halde sipahi ve yeniçeri imiş gibi görünerek ulüfe a« lanlar vardır. Bunların asıllarını tah « kik edeceğim, parayı ondan sonra ve hakkı olanları tayin ettikten sonra da« Bıtacağım. Dedi. Zaten onu sevmiyen asker arasında homurdanmalar oluyordu. Neredeyse bi'r kanlı n Çıkacak ve bu kargaşa- lıkta yalnız Daltaban deği! Feyzullâh efendi de, hattâ padişah güme gideceke lerdi. Seyhislâmla padişah tehlikeyi sezdiler. Sadrazamı sorguya çektiler. Tilki rolü yapan ihtiyar vezir makul hiç bir cevab bulamadı. Bunun üzeri- ne padişah kaşlarını çatarak çıkıştı: — Asker kullarıma niçin işkence e« dersin? Elbet ulüfelerin bitamamiha veresin! Haysiyetli bir vezir bu vaziyet kar- şısında hbemen mühürü padişaha uza« tır: — Beni bağışlayın! Der çekilirdi. Fakat o bunu yapma- di. Ülüfeleri dağıttı. tabiatile herkese kepaze oldu ve en son kalan bir tutams tamnlık itibarı da kalmadı. Kırımda isyan çıktı. Sadrazam oraya inderdiği haberlerle isyanı büsbütün körükledi. İstiyordu ki Kırım üzerine harb açıldığı zaman kendisi başkumane dan olsun, istemediği ve kendisini say« mıyan adamları da beraberine alsın, İşe tanbuldan uzaklarda onlara dilediğini yapabilsin! Kırım isyanının başında Devlet Gi ray ve Sakdet Giray vardı. Halkm bü- yük bir kısmı onlara uymuyordu. Hans lar, isyanı büvyütebilmek için halka ces saret vermek lâzım olduğunu sezdiler, (Detamı 10 ncu savfada) uğramışım gibi her zaman gevşeklik ve uyuşukluk verir. Sonra düşünürüm, ine sanlar da biraz bu karıncalara benzemez mı diye... Evet, onlar da, insanlar da böyle kaye naşmıyor mu? Her akşam iskelede Ada| tabirince altı direkt vapurunun (hem di rekt değil, direk denecek!) karşılıyanlara la o vapurdan çıkanların da böyle bir manzarası yok mu? Orada da karşılıklı | bir kaynaşma görüyorum. Orada da yus karıya asfalta doğru çıkanlar, yuvalarsaj na dönen karıncalar gibi bir takım şeye ler, paketler taşıyorlar ve aşağıya, kafe gılamağa inenler elleri boş, serbest inle yorlar. Orada da karşılaşan karıncalar gibi başlarıle birbirlerini selâmlıyanlar, omuz omuza kalabalığı yaranlar var, Yalnız karıncaların insanlara — nisbetle bir üstünlüğü, süküti olmaları... Hakikae ten insan nesli de gürültüsüz ve konuşs madan anlaşabilseydi, hayat ne doyule maz bir nimet olurdu! Zira öyle anlarım oluyor ki, bütün bu patırtılar, bu kahka- halar, bu haykırışlar bana müthiş bir (şe kencenin azabını - hissettiriyor. Bunun için iskeleye artık mecbur olmadan İna miyorum, | iskeleye “inmiyorum. Fakat köçktef,, bu kalabalık alle halkasının ortasında sanki kafamı dinliyebiliyor muyum?.. Na gezer!.. Başta annem olmak üzere, gae bahleyin iik uyananla gece son ya'an ble le tek başına bu halkayı çınçın öttürimee İf R* yetiyor. İ Yarabbi! Ne gürültücü bir alilenin kura || banıyım, Daha geçen seneye kadar İtale || (Devamş 10 uncu sayfada)

Bu sayıdan diğer sayfalar: