21 Ocak 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

21 Ocak 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

TEP SON POSTA ULUNMUŞ LİRA... | KLM. Yazarı i ç &- Anne, bana beş kuruş verir misin? * Bir elimi onun omuzuna koyarak göğ- N süne sokulur; san, yeşil parıltı gözleri İle kafamın içindekileri okumasın diye İİ yöre bakardım. Ne yapacaksın? Bana hep böyle sorardı. Sonra cevab İ beklemeden sözüne devam ederdi; V — Defter mi alacaksın? Eksiğin yok © ki... Daha dün sabah yepyeni bir kalam N verdim. Kayıb mı ettin yoksa? © — Hayır, anne! Fakat... Gene beni susturur, kendis: söylerdi: — Kitabların, mürekkebin, boyaların, her şeyin tamam... Ne ayağın çıplak ne de sırtın... Para ne lâzım sana! Çok çü kür iştahın da yerinde; karnımızı ber İ barce doyuruyoruz. Zaten insan paraya b niçin muhtacdır, lâzım olan şeyleri al- i mak için... Çok şükür baban senin hor görmediğimiz, hele benim sâdece adını bildiğim dayımmış!... Evin içine oldukça şen bir ha- va girmişti, Hele dayım beni bir aralık kendi odasma çağırıp ta elime bir ilra sı- kıştırdığı ve: — Haydi. bu zamanda evde rau? Git, eğlen! Dediği zaman, duvarlar birer engin u- fuk, tavan bir mavi gök kadar sevimli göründü. Fakst ya annem görürse!... Görmese bile ona söylemeliydim. Söy- lersem elimden alacağına şüphe yoktu; söylemezsem, duyduğu takdirde yerin dihine geçmem lâzımdı. Parayı geri uzattım; — Anneme sorayım. — Niçin? — Beiki istemez! darılır! Bana hiç pa- Kadircan Kaflı durulur geyini slıyor!... ra vermezler de... — Şey, anne; şeker alacaktım da... Gözlerimin içine baktı, yüzü gerildi, — Seker mi? Amma yaptın!... Hemen | birkaç suniye düşündü; sonra kalbimde. “hemen hergün tatlı yiyor, yahud çay içi-| kileri ckumuş gibi: yorsun! Sokaklarda satılan toziu toprak- Ma, nasıl yapıldıkları bilinmiyen şeker kı-| lemeni, korkma! (lıklı mikrob yuvalarmı sakın elinde gör-| Dedi. içeriye seslendi: “miyey'm! Ne olursa böyle şeylerden w A Turan'a izin veriyorsun; de- lur... Allah esirgesin; hastalığı satın ai- gil mı? Arktdaşlarını ziyaret edecekmiş! i mak hal... | — Gitsin. fakat çabuk gelsin! Babam, bir insan değil, makineli bey-| * “keldi: Sabah erken gider, akşam geç Sİ Koca meydanlığın ucunda iki dükkün İirdi, Ona k günde iki defa iki Jâf| dolusu bisiklet görünüyordu; birçok ço- söyliyebilirdi cuklar onlardan birer tanesini #lıyorlar; — Günaydın! ikışer üçer, kalabalığın arasından geçi- —- Tünaydın!... yorlar; birsz ıssız yerlere sapınca uçar gibi görüyorlardı. | Şurada atı karınca, ölede kayık sa- kırcakları, daha kenarda nişan atılan yer, bir çadırın önünde ise içe ke- miksiz ve başı gövdesinden bir giliere cakolı cakalı yaklaşan, dükkânla- Ta korkusuz sokulan, tramvaylara birer büyük adam gibi binen, içlerinde Tar- zan resimleri olan çikolatalar alan arkâ- Üaşlers bukıyor; derin derin göğüs geçi- Triyordum. © Akraba'ammız Malatyada olmasalar “bâyramlarda ziyaretlerine gider; böyle- * liiçle Belki beş on kuruş edinisdim. Fakat “ banim bahtım bu cihetten de karanın ka- — Tasıydı, Bir bayram sabahı kapı hızlı hizli vu- — ruldu. Hemen koştum, açtım. Esmer, in- “e bıyıklı, tıknaz bir genç adamla karşı- aştım. Beni baştan ayağa Sadar büyük bir sev'nç ve hayretle süzdü: — Vay Turan. ne kadar da büyümüş- sün! Delikanlı olmuşsun bet... © İki omuzumdan tutarak sarsıyor; ya- naklarımdan öpüyordu. Salona çıkan an- meri: — Ah, kardeşim! Diyerek koşa koşa geldi, sarmaştılar. Bu penç adam on bir yıldanberi hiç adam... Elma ve horoz şekerleri, fındık fıstık, leblebi, kestane, çikolata, simid satan bir yığın “insan... İnce, kalın, kısık, boğuk sesler; her perdeden bağırışlar ve Şşar- | kılar... Köşeyi kıvrılınca üç dört sinemanın cepheleri görünüyor; her birinde başka bir müzik çalıyor; önlerinde ir! ufakh bir kalabalık toplanmış, boydan boya 4- silmiş olan kocaman ve renkli resimleri, vitrinleri dolduran fotografları hayran hsyran seyrediyorlar, Bir lira ile neler yapılamazdı: Şu mey- danda ve şu caddede görülen bütün İencelerden tatmak mümkündü. O koca- man ve gümüş parayı cebime koyarak parmaklarımın da yardımile birçok he- Aşıklar yolun un yolcuları — ve EK Yazan: Halid Fahri Ozansoy Şimdi bakıyorum, yükseklerdeyim, fakat orada da bir sis, bir duman halkası ufuk- Şimdi ne İtalyada Romadanber, tanış- tiğım bir İtslyan güzeli ile beraber ge- Gelerce Venedik kanallarında sürdüğüm göndol ve mehtab safalarını fazla bir zevk duyarak hatırlıyorum, ne de ertesi sene hiri Japon, ikisi Fransız üç atölye ârkadaşımla birlikte Napolidea Kapri &- iu ma gittiğimiz ve orada kayıkla Mavi om esrarlı mavi ışıklar ve mavi © sular âlemi içinden geçtiğimiz günü ha- kikatte yaşıdım sanıyorum, Hayalimde © kuvvetle yerleşen, sadece, Vezüvün du- » manlı tepesi ve ruha uzaktan beybetle karışık bir korku veren görünüşüdür. Hele bu anda Vezüvü hatırlarken «Fer- “and Mazade» nin misraları dudakları © mun ucunda fısıldaşıyor. Bu İtalyan şa- irinin «Süküt, isimli bir şiirinin ilk üş mısrsında çizdiği levha şudur: larımı çeviriyor ve kendi içimden bu dutnan'arla fışkıran ateşlerim beni ya- karkon üstümdeki güneşimi kapatıyor. Halbuki c güneş, bir zamanlar, bütün ço- cukluğumdanberi bir tek imanımdı be- nim.. iyiliğe, güzelliğe ve doğruluğa ima- nım... Şimdi ise bütün bunları kaybetmi- şim. Bu. böyle, nereden nereye atlayış?. Hangi yükseklikten hangi uçuruma?.. Düşünüyorum: daha düne kadar karın- cayı incitmekten çekinen, her türlü al çaklığa isyan eden ve karşımda dökülen gözyaşlarına kendi gözyaşlarımı karıştı- ran bir adamdım, Herkese açık kalbli o- lun, düşkünlere acıyın ve riyadan, hile- den uzaklaşın derdim ve her anayı temiz ve faziletli görür, her afle babasını kendi «Vezüvü hayal meyal seçiyorsun. babam gibi sever, tebefi ederdim. Çün- «Bir mahzenin dibindeki şarabin ruhu! kü lekeli ve talihsiz alınlarla pek karş- gibi, | aşmamıştım. öylelerinden dalma uzakta *Proçida üstünde dumanlı bir çember! durmuştum. Halbuki şimdi öyle miyim? dalçalenıyor.»| tasta, sakat bir babaya bile dümkü gah İşle hissediyorum ki benim ruhum da /reme hiç benzemiyen yalancı bir çehre Artır böyle bir mahzene ve böyle bir ya- gösterecek kadar alçaldım. Hayat omü natdeğ tepesine benzedi. Şimdi bakıyo- Tum *â dibdeyim ve o derinlikte en temiz duygularım bile bir tortu olup birikiyor.) disine ihanet ediyordu, kızı setlığını betmişti, Hâlâ kızının felâketinden ha- — Apnen nereden bilecek? Ben söy-! garıbeyi görmeye çağıran kara kuru bir a sablar yapıyordum. O kadar eğlenceler! “ tasarladığım halde bir türlü parayı tü- ketemiyordum., O sıralarde ayaklarım yere değmiyor; kırlangıçlar gibi, yere sürünürcesin? u- çuyardum. Eğlencelerin hangisinden başlıyacağı- mı kestirebilmek te mühim bir iş oldu. Neden sonra, önce sinemada «Tarzan» 1 görmeye karar verdim; ben da artık cra- da bulunenlar kadar, belki daha cesur- dum, Vitrinlere yaklaşırken ayağımın dibin- de bir tıkırtı oldu; bakıtm; beyaz bir pa- rüti gördüm. Dikkat edince bunun bir gilmüş lira olduğunu anladım. Hemen ö- i ım. Eğer bunu da ceb'me atsam m olacaktı! Ne çak para... Fakat hayır, bu bir hırsızlık olurdu. Kim bilir bu da belki yıllarca bu kadar parayı bir atsda göremiyen, bülün çocuk'uk arzu larından mahrum kalan bewm gibi bir zıvrihya dayısı tarafından verilmişti! O |da benim gibi heyecan duymuş, $* için buraya gelm jatacak parasının yerinde yeller estiğini görecek; ne derin bir acı duyacaktı İ O anda onun ağrısını kendi kalbimde duydum Tiranın sahibini henüz uzaklaşmadan bulmak istedim: işüren var mı? Dive seslendim. Ayni zamanda kolumu liraya hic kimse cebini yoklanıvordu. bütün bir lirası bulunanlar Herhalde, yoktu. Fukat ka'abalı$ın arasından, kışlı, büvücek ağızlı, k gözlü bir çocuk bana doğru yakl — Ben düşürdüm, benimdir! Deği; elini uzattı, Onu zavallı olmaktan kurtarmanın ya- rattığı kalb rahatı ve bulduğumu $ bre vermekten döğan gurürlü mes'u dum: — Al, kardeşim; aman, bir daha dö-! şürme! Öteki, hiç 'gülmeden, heyecan ve se- vincini, bakışlarından ve yüzünün deri-! sinden sızdırmaksızın parayı aldı; hiçbir şey söylemedi; hemen kalabalığa karıştı ve kayboldu. * Elrafımdakiler beni baştan ayağa ka- idar süzüyorlardı. İçlerinde. dudak bü- kenler, #laylı alaylı gülümsiyenler bü- Tunduğunü şimdi hatırlıyorum. Bununla lığına sekiz yıl inanarak, bilerek katlan- Muştu ve.orla çağların bir zindan mahkü- Mu gibi bu namuasuzluğu bir demir bus! kağı, bir lâle tazyiki ile boynuna geçir. miş, nefes alamıyor, fakat harikalı bir sabırla gene de yaşıyordu. Demek ki ona kendi felâketi yeterdi, alnım damgalıyan zaiim zindancılafı .sayısızdı.. Öyle İken niçin ben de onların arasına karıştım? Faküât ne çare ki iş işten geçti, Artık ro- lâmü sonuna kadar oynamağı mecbu- ram. Evet, sonuna kadar... Değil imi ki, bu zindanın kapısında karşıma çıkan iki baygın menekşe renkli göz ve Iki ateşten dudak beni içeriye sürükledi! Faka; böy- le mi olmalı idi? Böyle mi olacaktı? Sü. heylâ ile ben, babasının düştüğü zillet çukurundan mümkünse o babayı kurtar- Tunlı değil mi idik? Hiç olmazsa bundan scnrası için... Halbuki ikimiz, ben dos- tu, o kızı, onun çukurunu daha fazla deştik ve zindanının tek ışık veren pen- ceresini de insafsızca kendimiz kapadık. Bedbaht adam şimdi karanlığına alışmış gii.. fakat yarın, içinin gecesina kapan- mış olan gözlerini bu zindanda açar da son ışığını da sönmüş görürse?... O za- man bu veni ıztıraba da alışıp tahammül edebilecek mi? Ya biz, Süheylâ?... Biz de ayrılığa ta» bammü! edebilir miyiz?... O halda, güzel kızım, nafile çırpınmı- yalım, İhtirasın etimize perçinlediği bu zincirin halkalarından artık ikimiz de zor kurtuluruz, * beri olmamakla beraber, karısının fenasşraf e İincikâmes | ” “Son Posta, mn Hikâyesi, “Unan Amerikalıların çözemedikleri muamma. (Baştarafı 8 inci sayfada) Sahiden de onları hiç unutmadı... Ge- ne gazeteler faaliyete geçtiler... «Sahte altın kralı dedikleri adama İG | «vadinin en akıllı adamı», «Amerikanın en akıllı adamı; denilmeğe başlandı: «Loş Angeles Times» gazetesinin Pa- zar mecmuasında onun hayatı anlatılma- ğa başlanmıştı. Bu neşriyat gazetenin sa- tışımı fevkalâde arttırmıştı. Bu gazeteyi takiben bütün gazeteler ondan bahsey- lemeğe başladılar... Muhbirier gene Kaliforniyaya hücum eylediler... New-York ve Şikagonun hiçbir gazo- tesi yoktu ki birisini göndermesin... Hattâ. ağır başlı «New York Times» gazetesi bile ondan bahseylemeğe baş- ladı... Artık Scott adetâ bir milli kahraman olmuştu! Tıpkı Napolyon ve Vaşington gibi Amerikan âyan meclisinin hariciye en- cümeni relsi. âyan azasından Pitt yörı elddi, yarı şaka bir tarzda bir teklifte bu- Junmuştu! Walter Scott'un sarayını satın shp o rası bir milli müze haline koymak, Scott'un yıldızı artık iyiden iyiye lamıştı. Hattâ günden güne şöhreti Dd makta bulunmuştu. a Sıra sinemacılara gelmişti. , Sinemacılardan sonra da sıra radyojf gelmişti, ? İşler böyle gidedursun... Bundan bir müddet evvel beye? o bir kadın Kuliforniyada kâin Long Best mahkemesine müracaat ederek ” Seott'un karısı olduğunu, kocasından b” şanmak istediğini söylemiştiri gi Kadın mahkemede şu sözleri sarleji” | | miştir: i — Kocam, çok zengin, çok eömerddi” Fakat ban gelince pek çok hasistire o © Scot: ise mahkemede demiştir ki: > — Bana iyi karılık etti. Ki memnunum. Fakat üç senedenberi yal yüzünü görmedim... Ne için gatoma gf © miyor?., yi Sonradan şu sözleri ilâve etmiştir. Çİ — Benim felâketime sebeb # dir! Altınlarımdır! Gülüyorum, yorum sanıyorum. Fakat eğlenen ben ğilim! Benimle beraber bulunanlar... Hülâsa Walter Scott muamması senedenberi hâlâ çözülmemiş bul tad: * de | 4 gi | is LAFAH, ÖĞLE ve AKŞAM | Her yer ekten sonri beraber sinemanın İapısına doğru yürü- düğüm zaman, yol açtılar. Bır fazilet ve ahlâk örneği halinde, ba- şum gururla yükselerek, sert adımlarla ;İ gişeye doğruldum. Bilet almak için pa- rayı çıkarmak üzere elimi cebime attım, Fskat... Tuhaf şey; orası bomboştu. Yok, hayır, paramın çalınmasına ihtimal yok» tu Herhalde başka bir yere koymuş ol- mabıydım, Diğer cebimi, üçüncüyü, dördüncüyü yokladım: Param oralarda da yokta. Hay» retim artıyor: heyecanım artıyor: bağım zonkluyordu Elim: yeniden ilk olarak baktığım ce- be daldırdım; şöyle bir kepçeledim; ge- ne eiime bir şey geçmedi, ün cebler bir defa daha sıradan geçti, Şimdi damarlarımdaki kan donuyor; dizlerim titriyor ve gözlerim kararıyordu. Gişe memuru bana bakıyordu. Orada- kilerden de bir kaçı etrafımı sarmışlar. dı. İçlerinden biri sordu: a "iyim ki ben artık #amemile çü- rümüş bir ruhum. Bundan sonra bendön hiç yükseklik beklenemez. Yalnız acaba sar'»wna da yarın ayni korku ile mi yak- laşacağım? Ah, ihtimal bu korku fle tit- riyecek olar. ellerimde gene eskisi gibi fırçalarımı emniyetle tutabilecek miyim? Yok$a bundan sonraki tablolarımda ta- bial te fühum gibi adileşecek mi? Şimdi en çok bunu düşünüyor, buna üzülüyo- rum, * Sofadan. annem seslendi: — Tuğrul.. gene odana mı kapandın?.. Gelsene. Daver ağabeyin bahçede. İike- leye gidecek.. seni çağırıyor! — Peki, anne.. söyle. geliyorum.. Daver ağabeyim yalmz Pazarları ev. dedir ve her Pazar İskelede benimle gez- mek arzusundadır! Fakat ekseriya ona, resim yapıyorum, yahud yazım var ceva- bın veririm. Neyse, bu akşam hatırını kırmıyacağım, Zaten başka beklediğim de yok, Yalnızım, değil mi ki Süheylâ ar. tik çamlığa gelmiyecek! Amma gelmesi- ni istemiyen de'benim. Ne de olsa, gaze. *ci dostumun sözünü dinlemeliyim. Çün- kü, hiç şüphesiz, günün birinde çamlık. ia bizi başka görenler de olur, Yarın Pazartesi... Mademki İstanbula Suphinin nikâhma ineceğim, öğleden sonra da Beyoğlundaki madama uğrar, şık, mükemmel döşeli kiralık odasını bulursam tutarım, yahud bakalım, © ol- mazsa başka bir oda... unt#zaman dişlerinizi fırçalayınız. — Ne oldu? Para çantanı mı çaldırdı? Neden sonra cebimin delik olduğu” anladım; murildandım: i — Hayır, bir liram vardı, düşmüş! k Küçük bir çocuk biraz önce benim bö lunduğum yeri göstererek haykırdı: — Demin şurada bir lira buldular; her © gelenin bir! sahib çıktı. Vay antika VAY” Ber sezmiştim amma, neysel... Onda, ©, şek nalı kadar lira ne gezer, gınd belliydi!... Ancsk 0 zaman işi anladım. Uykuda gezen bir adam gibi, sessit * dımlarla, etrafımdakilerin bakışların?” ürkerek uzaklaştım. Fazilet ve ahlâk ör” neği rolünü yapmanın cezasını pek bir surette çekiyordum. j il YARINKİ NÜSHAMIZDA: Ergovan Rengi Entari Yazan: O. Hanri Çeviren: H. 4ls# Oh!... Gen buldum vicdanımı uyuştü” ” racak nzantıkı! j Haydi ertik Daver ağabeyimin gönlü Dü yapayım! İl * 7 Rakı da bana çok kere sarhoşluk VW” mez, hep böyle kafamı sersem eder. D* ver ağabeyim kolayını bulmuş: köşke &* f hr gelmez yatmağa çekildi. Bende ise 8” | ku ne gezer? Bahçede biraz dolaşıp part aldıktan sonra işte gene odamda defi” rimin başına geçtim. Fakat bilmem Vİ sersem kafa ile ne yazacağım? ç Ne mi?. Hazır sırası gelmişken, BAY” tımın nereye varacağını kestiremediği” i bu mevsim macerasına büsbütün baş” bir fasıl ilâve ederim: Davr ağabeyimi” faslı... Hem doğrusu ya, şimdiye kadif ondan hemen hemen bahsetmedim gibi” ” Maatnafih belki defterimde bir iki yeif ismini zikretmişimdir, belki babami” her fırsat düştükçe «Daver bana 43 taş çıkardı. benim beş yüze aldığımı B70 okutuyor!» dediğini de bir yere kaydi” miş olabilirim, hepsi o kadar... Fakat Daver ağabeyim böyle Jki #89” Ja amlatilecak adam mı?... Başlı başı? birtüp co... Hem mademki, Namık Bey ailesi Li de benim maceram kadar eniştemin o ; al karışan ve daha da karışacı gibi olan bu gizli hayat romanım bif receye kadar kendi ailemin de romaBi * Mayor, o halde doğru değil, hiçbir çebi” yi karanlıkta bırakmamalıyım. için “g ul i İşte defterimdeki bu faslı bunun (Arkası ver)

Bu sayıdan diğer sayfalar: