19 Şubat 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

19 Şubat 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA İlk defa patron oluşum Herşey yolunda idi. Tiyatro seyirci ile dolmuştu. Kantolar başlamış ve bitmişti. Fakat asıl oyunu oynıyacak erkek ar'istlerden hiçbiri hâlâ meydanda yoktu. Feci bir oyuna maruz kalmıştım. Ne yapacaktım? —22. Yanan tiyatroda, Murad Oozade Şükrü bey idaresinde taklidi: kornediler oyna » dığımızı, burada büyük rağbet gördüğü - müzü, sonra Paskal Sami ile Efrazın &- yarılarak aramızdan alınmasından do - Yayı sarsıldığımızı söyizmiştim, Bundan sonra şimdiki Milli sinemanın bulunduğu küçük tiyatroya geçtik. Biz - den evvel orada iki katlı localar, mev « kilerile, ufsk tefek, sevimli obir tiyatro vardı, Ahşabdır, diye içini yıktırmışlar, Yocaları kaldırarak başka bir şekil ver » mişlerdi Komik Büyük Şevki bu tiyatroda n - zin müddet oynamış, İskat tutunama - mıştı. Murad zade Şükrü (bey burasmı| tuttuğu zaman hâli bir vaziyette duru - yordu. Biz gene Paskal Sami, Çarşıh AH efen- di, Büyük Dümbüllü Muhtar, OCevdet, Tahsin, Minyon Virjin, Küçük Şamram, | kardeşi Nevart beraberce (işe başladık. Repertuvarımızı biraz daha zenginleş - tirdik. İçinden çıkabileceğimiz büyükce tülüatları dü sahneye koymağa başladık. Mevcud gardrobumuzu genişlettik, Bu »| rada tülüat oyunlarından (Zeybekler)i, (Sahte esirei) yi, (Meşakkatin meserre - ti) ni, (o (Köy düğünü) nü, çıkardık. Ve takliğlilerden de başta (Harem ağası eğ- Yeniyor» ve (Harem ağası evleniyor) u vaz'ısahne , ettik. oTülüatlar ve taklidi! komedilerle de bir böyle geçli, Mevsim bitmişti. Üsküdarlı Şükrü bey namile maruf bir sermayedar, biraderim | Naile ortak oldular. Eyüp Topçularında, Kazıklıbağ mesiresinde ahşap bir tiyat - Burada ne arıyorsun, Yusuf? de.| di. Ben, seni Selânikte biliyordum. uf omuz silkti. iy uzun. Valide ile rakta bekletmiyelim. Gi - z a bulacağım — Öyle ise bize gel, Ev o kadar geniş değil, rahatsız olursunuz smma, bir yer bulup da y nceye kadar nasıl olsa 'barmırsınız. — Teşekkür ederim amma, Biz râ hatsız etmiyelim, Ondan çekinirim. — Hiç çekinme Talâtcığım! Zaten biz, bir köroğlu bir ayvazız. Yalnız, ka- rımın kusuruna bakmamanızı Tica ede- rim, Şehir kızı falan değil Buranın yerlisi. "Talât, annesine ve Rânâya döndü: — Ne dersiniz? Onların cevab vermesine meydan bırakmadan Yusuf atıldı: — Talâtı dinlemeyin, valide hanım! Onun kibarlığına, nezaketine uyacak olursanız, sokakta kaldığınızın resmi- dir. Oralarda dolaşan iri cüsseli hamala seslendi: — Gel, Abdü! Al şu eşyayı da, bizim eve götür! Herif bir temenna etti: stüne, ya Yusuf bekt... Mülâziniin evi yakında idi Arkada. şinın koluna girdi, onlar önden, ha - rımlar srkadan yürüdüler. Yolda, Yu- suf, Talâtın nasl olup da buraya düş- tüğünü sordu. Yüzbaşı, hakikati söy - Jemeğe ım görmiyerek kaçamaklı cevablar verdi. Sonra, nöbet Yusufa geldi. Mektebden çıkar çıkmaz, Talâtın da bildiği gibi, üçüncü & mişti, Vaziyeti çok iyi idi. Ma ne,“kumandanlarına kendini #evdirmiş, Selânikte müşiriyet dairesine memur edilmişti. Rahattı, Oturduğu memleket gözel, muhit münevver ve sevimli idi. Virjin ro yaptılar. İşte ilk patronluğum burada başlar. Yıllarinnberi gayem olan bir hey et sahibi olmak arzusu artık (tahakkuk edebilecekti. Kolları sıvadım. Kendimde kâfi cesâret buluyordum. İsmim tanın - muş, şahsım sevilmişti, Aranılan, beğenilen bir komik olmuş- tum, Gençtim. . Azmim vardı. Bir'çok müşkülâtı karşılayabilecek bir vaziyete gelmiştim. Minyon Virjin ile Küçük Şamram. ar mızdan çekildiler. Ben Küçük İsmail, Ha Hm bey, Virjin, hemşiresi Viyolet, Tal ne ba sin, Cevdet, Hımhım Celâl, Kemani Yor- gi efendiden müteşekkil küçük bir kum- panya kurdum, Artık ben de direktördüm, Büyük bir gayretle işe başladım. Sermayesine biraderimin de iştirak| ettiği bu tiyatroda (Harem ağası evle - niyor) taklidli komedisile temsillere baş ladım. Sarayda uzun müddet bulunmuş - tum. Çok dikkatli idim, Hiç bir şey gö - zümden kaçması, Bu meyanda Harem ağalarını en ince noktalarına varmcaya kadar tetkik etmiştim. Hremağası tipini hakiki bir haremağasından farksız can-| landırabiliyordum. O gün firmama halkın göstereceği alâ- kayı görmek için daha sabah karanlığı İ Kazıklıbağa koştum. İlânlarımı kendi el lerimle yapıştırmıştım. İçimde sevinçli, fakat ayni zamanda korkak bir heyecan vardı, Ya rağbet olmazsa. ya tutunamazsam?. Attığım adımı teenni ile, sırası gelerek attığıma kanidim. Uzun tecrübeler, tet- kikler ve çalışmalar sonunda bu cesareti keniiimde bulmuştum. Ya bir şey, ya hiç bir şey olacaktım. İlanları, (Komik Naşid idaresinde) ya » zılı afişi hayran hayran seyrediyor, de - falarca okuyordum. Bu hareketlerim faz. la addedilmemelidir. Herkesin hayatında varmak istediği bir merhale vardır. İnsa- nın bu gayesinin kapısında bu kadar se - vinmesi, heyecanlanması hakkıdır. | Tabil bavulun iç Yalnız dolu olduğuna, icabında başkasını Manitacılar İstasyonlar, rıhtımlar, lokan ve hünerleri talar ve muhallebici dükkân- ları ile evler bu çeşid dolandırıcıların çalışma yerlerid'r Mahmud Calât Moruk AN diğer ismile Halid Yas İğr. Manitaaılığın esası, dolandırılacak yasını çalmaktır. Manitacıların kendile- ların belli başlılarını yazıyorum: lerde uzak yerlere gidecek olan saf in - ava çıkan manitacılara bavul lâzımdır. inde hiç bir eşya yoktur. inandırmak için, bavula taş, kum gibi şeyler doldururlar. nma yaklaşır, Sağdan soldan †açar. Muhatabınm nereye gittiğin: nereli ol - duğunu öğrenir. Kendi de bir sürü kurd masalları uydurur. Ahbablık, böylece yoluna girdikten sonra, iş, ona emniyet vermeğe kalır. Bunun da basit bir çaresi vardır, Manitacı, dost olduğu adama; — Arkadaş, şu bavuluma bakıver, der dakika, bir çeyrek, yarım saat kaybolur. Trenin kalkmasına birkaç dakika kala tekrar istasyonda arzı endam eder, Sat köylü, manitacının bavulunu beklemiş. yerinden kımıldamemıştır. Tabii, bu den henüz biletini de almamıştır. tacı fırsatı kolladığı için ellerini cebine Zx (Devamı 10 uncu sayfada) " para çıkartır g'bi yapar, Sonra: Son Posta'nın Romanı :52 ygı bakışı n var, yaz şemsiye ALU göre ( Beşçmar J)a, Filokaya, ( Beyaz » ye gidiyor, ar kadaşlarile oralarda saz dinliyor, eğle - niyor, hoşça vakit geçiriyordu. Ota: rihlerde Selânik, memaliki şâhânenin ber tarafından da - ha serbestti. Her ne dehse, padişahın zulmü buraya ka dar uzanamıyor, hafiyeler burada tu tunamıyorlardı. Şe « hirde müteaddid mahfeller, (klüpleri vardı. Ordu men * subları gerçi bun « lara sokulamıyorlar, fokat bu yerlerin yarattığı havadan, bütriyet havasından onlar da istifade ediyorlardı. Yusuf, Selinik münevverlerinden tahsilimi Avrupada tamamlamış hirile ahbab olmuştu. O, genç mülâzime hem evini açmış, hem de zengin kütüphane- sini onun emrine hazır bulundurmuş- tu. Yusuf mütazaman buradan kitablar r, bunları kendi okuduğu gfbi, teki arkadaşlarına da verip, oku-| vdu, Bir da Namık Kemalin (Endülüs tarihi) ile (Cezmi)sini buldular, Bu kitablar, fazla olarak, Fransızca Debatz gazete- Akşamları daireden çıkıp mâvsimineİsinin bir nüshasma sarıl idi. Bu cü - gün, Yusuftan şüphelenen mer - kez kumandanı evini bastırdı. Odasın- «— Burada ne arıy orsun Yusuj?e rüm kâfi geldi. Evvelâ tevkif edildi. Bir ay kadar yattı. Sonra da İstanbul - dan gelen emir üzerine Trablusgarba nefyedildi. Dokuz sene oluyordu. Bu müddet zarfında Yusuf, önce babasını, sonra da anasını kaybetti. Her fkisi de, biri cik oğullarına hasret gitmişlerdi. Yu- suf için hayatın tadı, tuzu kalmamıştı. İstikbali yok, kurtuluş ümidi yoktu. Ölünceye kadar Tarablusgarb fırka - sında mülizim hamiyetlâ Yusuf efen- di olarak kalacaktı. Ne okuyacak kitab, ne de konuşacak, derdleşecek arkadaş buluyordu. Fırkanın zabitleri kismen, ayni hâleti ruhiyeye, ayni derde müb- telâ menfilerden, kısmen de alaydan e cahil, mü - , kaba adam ibaretti. rablusun hava « ler yapı yordu. Burada, bu şerait altında çıldır- mak işten bile de . Bildi. Hde kimse 8iz olanlar için. Bu sebeble, Yusuf ev lenmeğe ve çilesine bir ortak bulmağa Karar vermişti. Fa - kat yüz eli ku ruştan fbaret ay. lığı üç ayda bir verilen bir mülâzi; saniye kim varırdı? gelin gelmez a?. Oda tutmuş, yerlilerden fa- kir bir kızı kendine nikâh etmişti, Alâ- İstanbuldan küllihal geçinip gidiyorlardı. İşte, Yusuf Doğancıların, o vakit bir çoklarınkine benziyen macerasıl, Evin önüne gelmişlerdi, Talâtla Rânâ başlarını #ki katlı, çatısız, evden Manitacılar muhtelif tarzlarda çalışır- adamı kandırmak ve bu suretle para ve eş rine mahsus birçok hileleri vardır. Bun- 1 — Manitacılar, istasyonlarda, iskele « #sanları gözlerine kestirirler. İstasyonda| Bu küçük hazırlıktan sonra yola çıkan manitacı, gözüne kestirdiği adamın ya « ve gider. Vaktin müsaadesine göre on kaldırıp, bu ziyade kale İstanbulun maruf dolandırıcılarından Şahin Nuri Yorgi — 'Tren kalkacak, Mâdemki sen de biletini almadın. Para vereyim de bir ta- ne de benim için alıver, der! Muhatabı, şehrin yabancısı olduğu için, yeni arkadaşının bu teklifinden ce- saretlenir. Kendisine bavulunu bırakıp giden bu temiz yürekli adamdan şüphe etmek te aklına gelmediği cihetle: — O zahmeti de sen yapıver. Bura » larını, zaten benden iyi biliyorsun. Aya- ğına Ga çabuk bir adamsın. Kendi bilet paramı da sana vereyim, olmaz mı? ceva bmmı verir. Manitacının beklediği, zaten bu tek - Misir. Adamcağızın uzattığı paralar bır elinde, kendi parası diğer bir elinde ki- rişi kırar... Bizim köylü, işi yoksa bekli- yedursun! | 2 — Daha usta manitacılar, Kucüsteki ağlama taşına gitseler, orada da dünya- | ultacak cinsten olan adamlar » pek iyi becerirler, İşte, bu nevi manitacılar, istasyonda birisini gözüne kestirdi den horhor çeşmesi gi İrak zavallıns! retle acıklı tefe'âtını şimdi öğreneceği - niz bir ahbablık başlar. Adamcağız, yanı. gür ağlışan Koskoca ik etmiştir tabii... — Ne var oğlum, neden ağlıyorsun? (Devami 10 uncu sayfada) Yazan: Sabih Alaçam ide, aviuya bakan pence den. Korkma! Aydınlıktır bizim fakir. hane, Kalın tahta kanadlı kapıyı itip eve girdiler. Yusuf, merdiven o ayağından lanır gibi merdivenden aşağı inir dilerini karşıladı. Çetrefil bir ile, hanımla a geldiniz. run! dedi Merd n taş samaklarına basa basa, kodmı takiben üst kata çıktılar. Burada, karşı karşıya | Iki oda, birde küçük sofa ile bir aralık vardı. Gerek odalar ve gerek bu sofa b: bir tarz“ da, ve yerli eşya ile döşenmişti. Üzer » leri deve tüyü kilimlerle örtülü birer sedir, m yastıklarla minderler, ta. vanlardan sarkıtılmış deve kuşu yu - murtaları, yerlerde hurma lifinden ö » rülmüş hasırlar, portakal sandıkların « dan yapılmış sigara İskemleleri bu yer lerin bi tefrişat ve tezyinatını teş. kil etmekte idi. Yusuf, misafirlerini karısına tanıt « tardı: — Bu, benim enaziz arkadaşım, kardeşim Talâttır, Sitti! dedi. bu, o * nuh anası, bu da refikası ile çocuğu. Sonra, Talâta döndü: — İşte bu da bizim kaşık odüşmam Zeyneb. ben onu Sitti diye çağırırım. Burada Sitti, hanım “demektir. Odalı ile Hürmüze ve diğeri Sara lid. Yu « burcuna benzeyen beyaz binaya tane-| sufun karısı dı cüble baktılar. Bütün cephede tek bir pencere vardı, ve o da kapalı idi. Yu - suf gülerek sordu: — Ne bakıyorsunuz? Benim saray? zarınız tutmadı galiba? Talât cevab verdi; da yat: da ha Aralıkta, ha eşya da yerleşti. y rip, acele yemek hazırladı. Sini ile ye- re kurülen sofranın etrafında, çöme * — Biçimi biraz tuhaf da.. nereden r| lip yediler, şık ve hava alırsınız, siz? (Arkas var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: