21 Şubat 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

21 Şubat 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

“Sen Pasta, ARTISTIN R © © Sabahtanberi her şey aksi gitmişti. Genç artist önündeki nota kâğıdı üzerine bir tek ses çizememiş, başının bülün kuv- © vet ve kudretini bir noklaya toplamağa çalıştığı halde ilham perisi ondan kaç -İ| ğaçların üzerinde uçuyorlar, kâh mar - mıştı. © — Sebebi?.. Âsabında, büyük üzüntü ve © heyecanlardan sonra gelen durgunluğun yarattığı gevşeklik ve yumuşaklık" Halbuki, şafakla beraber kalktığı va - © kit her taraf ne neş'eli, ne güzel, ne he- yecan verici idi! Daha gözlerini açar aç- maz yatağından fırlamış, bu güzel gü- © nü selâmlıyarak ilham perisini çağırmış- tı; fakat henüz ilham perisi yaklaşmağa © vakit bulmadan karısı uyarmış ve huy- © suzluğa başlamıştı. O ne manasız, ne lüzumsuz patırlılar; ne sebebsiz gürültüleri! “bu kadın, artistin en büyük can düşmam “imiş gibi onu didiklemeden bir haz du- © yuyordu. © Bir tek nota yazamıyacağım anladık - tan sonra artist sokağa fırladı. kırlara, “ tablatin güzel yerlerine doğru koşmağa “ başladı: buralarda flham perisini deği, “ rühunun sükünetini arıyordu; fakat bu- nu da bulmamak nasibi imiş bugün... Güzelliğe tapın adam, tabiatin en gü- © zel, insanı deli edecek, dilsiz edecek ka- “dar rüzel köşelerinde öyle çirkin tavırlı, bakımsız ve havasız insanlara rastladı ki, © bunlardan da kaçmak için uzaklaşacak oyer bulamadığından tekrar evine dün- dü; ortasına girerek kapısını arkadan — Midledi ” — Şimdi rahattı, sakindi: fakat sabahtan. beri arka arkayı gelen aksilikler onda © öyle hir kaülâmel yapmıstı kı, çahşaes” “kuvveti bulmak şöyle dursun, hiç bir şey “düşünmeğe muktedir olamıyarak yatağı. * mn Üzerine uzandı ve vücudünün deği), ruhunun muhtac olduğu süküneti bula- “ bilmek Için bütün harici hayatla alâka - © sini kesmek arzusunu yenemeden gözle - rini kopadı. > * Şimdi nihayetsiz bir renk senfonisi içinde yüzüyordu. Yeşiller mavilerle, ma- iler *uruncularla, turuncular erguvan- > larla karışıyor, hepsi birleşerek berrak bir alâimi sema gibi gözlerinin önünden > geçiyordu. Nerede idi? Buram dilnyanın hangi di- yarı idi? Etrafını saran bu güzellikler) nereden geliyordu? © Birdenbire, bu renk bulutunun ortası yarılmış gibi açıldı, alâimi sema rengi illere bürünmüş genç kızlar, elbiseleri Son Postanın edehi romans Rİ ş| tasını aşağıda bırakarak gi un Hikâyesi YASI Yazan : Muazzez Tahsin Berkand ni şeffaf bir bulut gibi açarak mavi gök altında uçmağa başladılar. Elele veriyor- lar, sedef ayaklarını birbirine değdirerek dönüyorlar, kâh bir hülya gibi, yeşil e tiler gibi denizin yüzünü sıyırarak arka arkaya “koşuyorlar. gidiyorlar, geliyor - ler, Bu uçan renkler ne harikulâde güzel! Kızlar tülden esvablarını açarak elele suyun yüzünde dönerlerken, denizin ma- Jiklerinden kopan bir bu tülleri ıslattı.. sedef ayaklar, ürkek bir tavırla yükseldiler, çırpındılar ve bu çırpınış - tan suyun yüzünde bir çalkantı oldu, ay- ni dakikada tiz bir ses «ay', diye bağır. dı. Kızlar, denizin dalgasını, suyun çırpın. e doğru uçmuşlardı... Yalnız içlerinden bir ta » nesi, biraz evv ğın dişleri arasından kurtarırken «ay» diye bağıran kızcağız suyun yüzünde kalmıştı. Yarah ayağım elile oğuştur - mağa çalışıyor, bir taraftan da, vefasız arkadaşlarını imdadına çağırıyordu: — Bırakmayın beni! Bu dslgalı deniz « de ne yaparım ben? Hain bir kahkaha onun hıçkırıklarını örttü ve alâimi sema rengi tüller, siyah bir bulutun arkasına gizlenerek görün - mez oldular. Yaralı kizcağız suyun yüzünde tek bâ- gına kalmıştı. Müvazenesin: bulup uça - mıyor, her sa yükselen denizin tül eteklerini ıslattığını gördükçe büsbütün korkuya Kapilarık vücudunu gevşeti yordu. Dalgalar korkunç sesler şimdi: — Şırak... Güv. vu. vu. Yaralı kızcağının elekletine her saniye biraz fazla su dolayor, bu suyun ağırlığı ile her saniye biraz dahı dalralara gö- mülüyordu. — Kurtarın beni! Acıyın bana! Sesi titrek ve zayıfı. kükriyen dal - gaların uğultusu arasında kayboldu ve kimse bu feryadı duymadı; yalnız artis - tin kulağına ines bir inilti geldi. Sular yükseldikçe, yaralı kızı saran tül bulutu genişliyor, suyun üstünü kaplı « yordu. Bu ağırlığa dha fazla dayanamı- yacağını anlayınca, başını köpüklerin ü- zerine dayadı, gözlerini kapadı ve ken » disini dalgaların göğsüne teslim etti. Aralarından birin eksik olduğunu, çıkarıyordu yağım hain bir bal -| tik onu kurtarmağa koşmanın imkânı | yoktu, Biraz evvel alâimi şema rengi iken İ şimdi koyulaşan, siyahtaşan tül esvabiz- rım rüzgârlara bırakarak diz çöktüler ve ellerini yüzlerine kapayıp hüngür hün - gür ağlamağa başiadılar, Kendisini dalgaların göğsüne bırakmış olan yaralı kızcağız, göklerde ve emni - yette olan arkadaşlarının gözlerinden a- kan yaşlarla ıslandıkça içinde bir teselli, acınmak ve sevilmekten gelen derin bir teselli duydu, gözlerini kapadı ve yaral ayağının sızısım bile unutarak kendisini Suların cereyanına bıraktı. Bir sanat sonra denizin zaman alâğ tüllerin. par - İlalarak bir rüzgâr gibi göklerden fırlayıp İ suya inen kızlar, yaralı arkadaşlaını pek İçok aradıkları halde bulamadılar: Kız - cağız, tül elbisesita beraber denizin di- bine inmişti. 20 durulduğu * Genç artist gözlerini oğusturarak etra- fına baktı. Akşam karanlığı, açık pen » cereyi sarsan rüzgârla birlikte içeriye dolmağa başlamıştı. Esnedi, vücudünü çevikleştirmek istiyormuş gibi kollarını, bacaklarını oynattı, Başının içinde, de- rin bir uğultu gibi, acib bir melodi can. lanmıştı, Birdenbire fırlıyarak birkaç saat ev - vel ümidaiz bir hareketie masasının üze- İrine fırlatmış olduğu kâğıdile kalemini aldı ve her saniye taşan bir heyecanla, başının içinde uğulduyan sesleri beyâz Hayatım: H ile re (Baştarafı 9 mci sayfada) laştırdım. Komik muhtelif tiplerde sah - neye çıkıyordu. Taklid tarafım, tevazu bir tarafa, Hasan Efendiden kuvvetliydi. Halk taklidi, en kuvvetli nükteleri bu - lunan bir oyundan fazla sever. Bu be - nim ağır basmama yardım ediyordu. Şimdi biraz Peruzdan bahsetmek için | tekrar Şark tiyatrosuna dönelim. Ben Şarkta iken Periz ile Samramın da kad- roda bulunduğunu söylemiştim, O za « manlar artık Peruz eski rağbetini tama »| men kaybetmişti. Şanlı, şöhretli günleri yaşamak sırası şimdi Şamramdaydı. Bir- birlerini dehşetli kıskarırlardı. Peruz devrini geçirmişti. Şamram O «| nun tahassürle andığı devirleri henüz 4d- rsk ediyordu. Peruz sinirleri bozuk bir haldeydi. Aklın, havsalanın alamıyacağı | parlak seneler yaşamış, uğruna ölenler olmuş, para bir nehir gibi #nünde ak- mıştı, Unutulduğunu, rağbetten düştü - dünü gördükçe içleniyor, içlendikçe asa bı bozuluyor, sinirli, titiz bir insan olu - yordu, Çalgı bir parça yanlış çalsa, gün- lerce üzülüyor, doğru çalsa yanlısını bu- İuyor, perde biraz geç açılıp, erken ka - pansa bililtizam yapıldığını sanarak hid- asan Efendi kabet O zaman henüz şehirde umumi! elektrik yok. Tiyatro kayışlı bir motörle kendi e lektriğini kendi temin ediyor. Motör de netameli bir şey. İkide bir kayış ya ko - puyor, ya fırlıyor, tiyatro uzun müddet | karanlıkta kalıyordu. İnadına bütün bu aksaklıklar zavallı Peruza tesadüf ederdi. Bu hâdise bir iki defa tekerrür etmiş- 11. Peruz kendisine suikasd yapıldığını iddia ediyor. beni pek sevdiği için, fırsat buldukça derd yanıyordu: — Naşid Efendi, - bana böyle derdi - bu mu maksus yapıyorlar. Bir akşam gene Peruz kantoya çık - mıştı. Henüz söylemeğe başlamıştı ki, e- lektrikler sönüverdi. Gene ya kayış kop- muş, yahud fırlamıştı. Peruz çök müteessir olmuştu, içeri çe kildi. Kızdırmak için takıldılar: — Peruz Hanım hep bu aksilik size mi tesadüf eğiyor?.. Peruz zannederim o akşam ağlamıştı: — Kara bahtım gibi her yer karardı. Cevabını verdi, bu cevab, kaybolan sükseye iç çekiş, talihe bir isyandı. Kes- tirme İâf, bu cümlenin içinde ne yoktu ki detleniyor, bağırıp, çağırıyordu, İstanbul Masrif Açık eksiltmeye konulmuştur. Mukavele, eksiltme, bayındırlık işleri, proje keşif dairesinde görülecektir. * Muvâkkat teminst (47) liradır. kâğıdın üzerine çizmeğe başladı. * sti «Ölmez» ler grasına sokan müs isimli şaheseri işte bu suretle meydana geldi, men ei İNŞ Yarmki nüshumuzda: Çamların gö'gesinde Yazan: İnci Özkurt Mz Seyyah va uru Rid.sa gitti Evvelki gün Ilmanımıza gelen İtak ya bandırah Kont di Savoya transat » lantiği dün akşam Himanımızdan Ro » dosa hareket etmişür, Gemi süvarisi dün öğleden sonra resmen Deniz Ti - careti raüdürlüğünü ziyaret etmiştir. İsteklilerin en az (500) liralık bu işe binden «8s gün evvel alınmış, ehliyet ve gelmeleri. «886» ; iie SABAH, ÖĞ P.T.T. Umumi Halk tipi olarak memleketimizde ku! (Arkası var) — e —ğmamm nn m mn m bhiiââihhöhoöpob& Müdürlüğünden 21/2/939 Pazartesi günü saat 14 de İstanbulda Maarif Müdürlüğü Eksiltme komüsyonu odasında (521,26) lira keşif bedeli Maarif Müdürlüğü binası tamiratı genel, hususi ve fenni şartnameleri, benzer iş yaptığına dair idarelerinden almış olduğu vesikalara istinaden İstanbul Nafia Müdürlüğünden eksiltme tari- 939 yılına gid Ticaret Odası vesikalarile e olEn LE ve AKŞAM Her yemekten sonra muntazaman dişlerinizi fırçalayınız Müdürlüğünden : lanılmak üzere İdarece tesbit edilmiş bulutların arkasına saklanan kızlar, an-| Transatlantikte bulunan (seyyahlar cak, denizin yüzü bir şimşek ışıldısile dün Müzeleri, Kapalıçarşıyı gezmiş * parladığı zaman farketmişlerdi fakat ar- lerdir. olan evsafta Redyo ahizesi imal edecek fabrikaların İstanbul ve Ankara P. T. 'T Müdürlüklerinden alacakları izahnameye göre nihayet 5/4/939 tarihine kadar teklif ve nümune vermeleri ilân olunur. o <1074, Aşıklar yolunun yolcuları Tikönce erkeğin sesi duş im Fran “iş olmalı ki sesini k © çaltmadan yanındaki kıza bu yabancı uldu. Nedense| 5 — Ne aksilik! dedi. Bizden evvel bi- “risi çökmüş buraya... o Türk mü değil mi, anlıyamadım. » Fransızcay; pürüzsüz bir aksanla ko - — nuşuyordu. Kıza gelince, hafif bir sesle “bir şey fısıldadı. Ancak ne sesinin to. © bumu, ne de söylediği sözü işitebildim. “Bunun üzerine sırtımı büsbütün öne! “ doğru eğerek, denize ve ufuklara dak “mış göründüm. Konuşmaları bir müd- “det daha fısıltı halinde devam etti. Son- ra delikanlının sesi, heyecanla perde perde yükselmeğe başladı. Anlaşılan beni zararsız bir adam telâkki etmişti e bunda haklı idi de... © Gene Fransızca olarak: — Biliyor musun? dedi, Konuşurken m < li Yazanı Halid Fahri Ozansey Diye sordu. Yanındaki İse cevâb ver mekten z'yade kendisine cevab aradı: yle işte, alışkanlık. Denemez mi Düşündüm: bu genç, hangi ırktan ©- lursa olsun, galiba hep esk! epopeleri okuyor ve #güneşe yerine «mukaddes sabiti diyen Homeros gibi konuş - mak istiyor! Delikanlı sözüne devam ediyordu: — Bilir misin?. Bu konuştuğumuz dakikanın her saniyesi bir daha geri gelmemek üzere geçip gidiyor, Bir ne- fesimizde kimbilir bizim için kaç sani- ye yok olmuştur. İşte bütün bu saniye. ler bizden uzaklaşan, bir kirpik ucun- da titreyip sönen zerreler... Fakat om lar hakikatte kaybolmuşlar mıdır? Ha- yır.. yalnız bizim için öyledirler. Fakat bizim içinden geçip gittiğimiz zaman ben yıldız diyecek verde seyyare keli- nesini kullanırım. (*) Bu sefer kızın musevi olduğunu an- Çünkü o aksanla: © — Niçin? © te) Tu önle! gusmei Je parle, 'ermplole de İğrevce le mot nstre au mot Gtolle. zarfında, onlar, bir tanesi eksilmemek üzere geride kalmışlardır. Yalnız biz geçiyoruz. onlarsa geçmiyor, birikiyor- kullanışıma gü.|ti & halinde bir cevab verdi. Belki de iki- sinin elleri birbirine kenetlenmiş ve kolları birbirinin boynunda halkalan- mıştı. Bu geçen saniyeler, herhalde, ki- sinin de en tatlı anları idi. Ben de gözlerimi kapadım ve Sü - heylâyı düşündüm. Fakat saniyeler öl- çen ve onları kutu kutu içinde Hilkatin ew b en geriye doğru son - a yi tiren genç yeniden felse- başlamı hem bu seler büs * » bedbinleşei İster istemez gene onu dinledim: — Hayattan hiç zevk almıyorum. Ha. | ana hep ıztırab veriyor, — Hakkınız var, fakat ben böyleyim. Bunu derken oturduğu kayadan kalkmış, bana daha yakın olan önün . deki kayaya çıkmıştı. Ben sualimi tekrarladım: öylesiniz? Demin matma - zel de size onü soruyordu! Yüzüme bazin bir bakışla bakarak: — İzah edemem, dedi, garib bir his! Canım sıkilm — M ki bu kâdâr gençsiniz, in hayatı sev« miyorsumız? Yoksa hayatta geçmiş bir acınız mı var? Herhalde öyle olacak. Gayet i bir tavırla başını salladı: — Hayr! Kız müteessir oldu sanırım; Hem): — Ey, o halde sebeb ne?: dedim. Ma- öyle ki, bu tesssürle sesini bu defa be- | demki hayat size hiç bir darbe de vur- nim işitebileceğim kadar yükseltti; O (manmş' — Niçir? Bu itirazıma ben! büsbütün şaşırtan Aldığı cevab şu: bir cevab verdi: -— Bilmem. — Maamafih hayatı denedim. Artık sabredemedim, hemen arka * ma döndüm: Dipteki iki kayanın arasında otur « muşlardı. Vücudlerini göremiyor, yal- nız gölge içinde yüzlerini seçebiliyor. dum. Fransızca hemen delikanlıya hi- tab ettim i — Affedersiniz, bir şey söyliyece - ğim! © Hiç şüphesiz müdahaleme şaşirdılar. | şeye malik sayabilirim. Yalnız işte, dü. Fakat delikanlı çok nazik davrandx şüncelerim hayata karşı hep bedbin... — Nedir? Şimdi onu bir de başka türlü yokla- Diye cevab verdi. mak lüzumunu “hissettim: O zaman ona şu suali sordum: var? — Kendime yetecek kadar... Bu genç konuştukça bent sarıyordu. Ne garib yaratılıştı! — Ailece bir ıztırabınız da yok mu? Dedim. Bu sözümü de geri çevirdi: lar, ta Yaradılıştanberi... Durgun ve yaldızlı göklere bakarken ben işte kal. bim ürpererek hep bumu düşünüyorum. Genç kız, baygın bir sesle gane fisıl- — Niçin bu kadar bedbinsiniz? De- malı. Kimleri okuyorsunuz? filozoflar» mindenberi istemiyerek bazı sözlerini» zi işittim ve bu sözler bana azab verdi: 1 İçini çekti: İaire'im!? Hazin bir gülüşle güldü ve kısaca: iylendim. Siz| — Demek ir takım tecrübeleriniz. — Hayır, bu cihetten kendimi her — Belki okuduğunuz kitablardan ol dan Nietzsche'yi mi? şairlerden Boude- — Kitahdan müteessir değilim, dedi. bunlar sadece benim kendi düşüncele, rim... Zaten çocukluğumdanberi bu ruhu taşıyorum. Artık değişemem. O zaman ona şu sözleri söyledim: - İnsan zaman olur, ölümü de dü- şünür ve hattâ özler, Fakat irade her şeye hâkimdir. Iztırabımızı yenmesini bilmeliyiz, hiç değilse acısını hafiflet- meği... O zaman sebebi meydanda olan bir kedere bile katlanabiliriz ve gene de yaşarız, yaşamağa kendimizde kuv- vet buluruz. Siz hiç böyle bedbahtları görmediniz mi? Artık bu bahsi kapamak fstediğini anlatan bir el hareketile bana doğru e) — Ne lüzumu var? Herkes kendi ka. ranlığını içinde taşısın! Bu söz üstüne kayanın üstünde aya- ğa kalktı. Genç kız da doğrulmuş, ala” cakaranlıkta büsbütün cana yakm bir esmerlik alan güzel yüzünü, eski bir tanıdık gibi dosica gülümsiyerek bana doğru çevirmişti. Ben de, uzandığım kayadan doğrulmuştum. Delikanlıya, syrılmadan; — Ecnebi misiniz? Dedim. Tereddüdsüz: — Hayır, Türküm! Cevahırı verdi. ilâve etti: — Üniversite talebesiyim. Cesaretlendim: — Ne güzel Fransızcanız var! Fakat matmâzel sanırım ki musevidir? — Evet. matmazel musevi. (Arkas var) gYkasından şunu

Bu sayıdan diğer sayfalar: