12 Mart 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

12 Mart 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tulüat hakkında son söz Tulüat günden güne ölmektedir, adedleri gittikçe azalan artistlerimiz müzayaka içindedirler. Öyle görüyorum ki bu san'at himaye edilmediği takdirde bütün bütün kaybolup tarihe —386— t devrem Turan tiyat- evvel Aktör Halidin ideresinde Dünbüllü ile ber& - ber iki kumpanya halinde (birleşmiş, şehrin muhtelif semtlerinde temsiller i en kuvvetli tü « Jüs*cıları vüş, bir kısmının başıne Dünbüllü İsmail, diğerini şına da ben geçmiş, Halidin iddiasile, tiya'ro sahiblerine meydan okuyan bir yete girişmiştik. Fakat bazan o 78“ Tâ, ediyor, bizim oyunlar onun açığım kapıyor, bazan ben Ziyan ediyorum, 0- nun hasılatile arayı kapıyorduk, Fakat bu yürür bir iş değildi. Ayrıldık. Bun- dan sonra Millet ( tiyatrosunu Kâzım beyden devren şimdi Turan tiyatrosu» nun sahibi bulunan,Rasim (Day aldi. İşte o gündenberi bu zatla birlikte kon Yuratsız olarak, yalnız şahsi emniyete *tinad ederek çalışıyoruz. Rasim Day tiyatroyu aldığı zaman »ina emniyet sandığına ipotekdi. Borç- lar An kendisine devredilmişti. Bizim candan çalışmamız ve hüsnünyetimiz - le halihazırda İstanbulun en büyük tiyatrosuna Rasim Day sahib olmuş - tur. Ben bu tiyatroda en olgun çağlarımı idrak ettim. Yalnız tulüat oynahnakla kalmadım. Halkı memnün etmek, iler- leyen san'at zevkile müvazi gitmek i - çin her kapının ipini çektim. Ne yapı mak lâzımsa gücüm yettiği kadar yap- tım Üsted Muhlis (o Sabahadâ'nle en seçme operetleri oynadım. o Ertuğrul Sadi Tek! bir repertuvara gir © — İyi biliyı — Bu gibi şeyler ancak Cenabıhak ka malüm olur. Gerçi ebâdileden de bazan keramet sadır olür ise de. — Gevezeliği bırak, be adam! Sırasi değil, şimdi. — Başüstüne necabetsimetım! Hid - det buyurma. Rânâ hanıma bir emrin mi vardı? Gelince söyleyim. Memduh kendini topladı, Uğradığı sukutu hayalin muhassılası olan infi- ali bu adama sezdirmekte ne mana var 1di? — Hayır! dedi. Alelâde misafirliğe gelmiştim. — Vah, vah! Hanımlar üzülecek.. e- feniimi pek severler. geçen defa teş - rifinizi müteakıb hep sizi konuştular. Delikanlı anlamazlıktan geldi. — Konuştular dediğin, kimler? — Ana, kız. — Kuzum İzzet efendi! Bir şey «0 * rTacağım amma, dinin gibi doğru söy - le. — Ah, miri muhterem! oDoğruluğa başka makiz o bulamadın mı? Bende din, Iman ne gezer? Azıcık vardı, ilâ - maşallah, ulema geçinen (o heriflerde gördüğüm riya, yalan, dolanonuda sildi süpürdü. Maamafih, bildiğim, ak- İımın erdiği bir şeyse, sor, söylerim keremkârım. — Hürmüz, Rânânın hakikaten kızı mı? Kurnaz herif tereddüd bile etme - den cevdb verdi: — Fakir öyle biliyorum. Bu kapıya intisab ettiğimde çocuğu Rânâ hanı - mın yanında buldum. Halk O arasında söz misali fahişenin çocuğu olmaz di » ye bir itikad vardır. Lâkin, malümu sa- adetiniz, hanım bu san'ata sülük et - mezden mukaddem zatüzzevç bulunu - yordu. Bir hamamcının zevcei men - kühei methflünbihası idi. Hürmüz, a nın sulbünden gelmedir. — Peki al bir defa şu altını! Bir de enfiye ceki, Naşidin annesi ve çocukları dim. Cemal Sghirle sayısız ooperetler temsil ettik. Şehir tiyatrosunun değerli ve sevim” li san'atkâr, Halide Pişkin ve Hadi ile eser bakımından çok verimli sezonlar geçirdik. Karşımda zevk duyarak, ken- dim de haz ederek oynadığım yegâne kadın san'atkâr Halidedir. Onunla kar- şı karşıya geldiğimiz zamanlar biz de, halr da memnun oluyorduk. Çok iyi anlaşmıştık. San'atkâr odür ki her ka- ita girer, Bu güzide kadın da tulüzk tiyatrosuna intıbak etti ve tulüat tiyat- rosunu kerdisine inhbak ettirdi. Er Son Posta'nın Romanı : 7 Beberuhi iki bük- lüm kametini büs - bütün yerlere ka - dar eğdi, kandilli bir temenna çaktı. — Ömrünüz müz- dad olsun necabet - meabım! Cenabıhak kesenize Halil İbra- him berekâlı ver - sin! Memduhun uzat - tığı Hrayı titrek el - lerile aldı, o yamalı mintanımın sâat ce - bine yerleştirdi; son ra da iri parmakla - rını mineli altım ta- bakaya daldırıp, ha- lis Fransız enfiye - sinden bir tutam a - bp kocaman burnu- nun deliklerini doldurdu. — Ooh! Varol velinimetim! Hanidir bövle bir enfiye çekmedi idim. Amber misin, mübarek? Delikanlı kutuyu işaret etti. — AL, boşalt hepsini kendi kutuna! — Nal olur, iki gözüm? Ya, zatıâ- liniz? — Beis yok. Ben tiryakisi değilim Lâf olsun diye taşıyorum, Kutu hediye de.. Beberuhi emri tekrar ettirmedi. U - fak bir çocuk sandukasını andıran ku- tusunu koynundan çıkarıp o enfiyeyi aktarma etti. Memnuniyetinden, ağzı kulaklarına varıyordu. karışacaktır İ İperin meşhur Otello'sunu oynattı, Ya- tuğrul Sadinin titiz, disiplinli çalışma- sından hepimiz istifade ettik. Bu yo - rulmak bilmez arkadaşın bize çok hiz- meti ve yardımı olmuştur, Bana Şeks- igo rolünü ben yap Dramda da muv üyorlar amma, b mütemadiyen (ogi ordu. En 2 i temsillerim meyanında Şehir Tiyat - rosunun güzide san'atkârlarından Ha- zım, Vasfi Rıza, o Muammer ile karşı karşıya oynadığım oyunlar da vardır. Boraber (Görücü) yü oynadık. Bir de- fa da Muammerle (Tufan ağa) yı ve (Kayseri gülleri) ni temsil ettik. Ce - mal Reşid, Ekrem Reşid. Kard (Saz caz) operetinin sekizinci me ni Vasfi Rıza ve Hazımlır beraber oy - nadık. Şehir tiyatrosunda Yusuf Ziya- nın (Ask Mektebi) temsil ediliyordu Orada madmazel Takuhi orolü vardır ki, bunu Şevkiye oynuyordu. Bir gece rejisörün emri Üzerine ben de operete iştirak ettim. Fransız tiyatrosunda bu role çıktım. Ne yapacağımı, rolümün neden ibaret olduğunu ancak perde a“ çılmadan birkaç dakika evvel öğrene - bilmiştim. Hazım yalnız oyundaki is - mirale, anamın babamın adını söyledi. Matmazel Takuhi olarak sahneye çık- tık. Görenler ve arkadaşlar (bir çok prova yapmış kadar o iyi, oynadığımı m. ffak olduğumu 6 ben konuş L 64 sene sonra ale Abdülâzizin vlenen münakaşa“ | katledildiği iddiaları doğru mudur? Sultan Aziz penceresi önünde gülerek sigara içen zabit ve askerlere: “ Sizi kendi elim'e silâhlandır- dım, utanmaz herifler!.. , diye bağırdı Sahilde hazır bulunan kayıklara bini- yorlar, Hiçbir höd'seya maruz kalmadan, Ortaköye geçiyorlar, Karakolun (1) ö- nündeki rıhtıma çıkıyorlar. Saray kapı-| sına doğru ilerliyorlar. | Sultan Aziz ile Fahri ve Etem Beyler, önde gid'yor. Çehta ve eşyalarla meşgul | olan Hafız Mehmed Bey, biraz geride ka- tayor. Sultan Aziz iie yanındakiler, saray ka- pısından giriyorlar... Fakat tam (Hafız Mehmed Bey kapının önüne gelince, İş değişiyor. Mehmed Beyin karşısına, kay- makam üniformasını taşıyan (İzzet Bey) (2) isminde bir zat d yor: — Yasak. siz, giremezsi Diyor. Mehmed Bey şaşırıyor. İçeri girmek için İzzet Beyi iknaa çalısıyor. Fakat — Mümkün değil, Bilhassa sizin hakkı- nızda bu emir verilmiştir. Cevabım slıyor ve, eğer biraz daha 15- rar edecek olursa, (silâha müracast) e- dileceği tehdidile karşılaşıyor (3). İş, bununla da kalmı; Sultan Azize aid eşyaları ihtiva eden çantalar açılıyor. İçindekiler, birer hirer muayene ediliyor. Mehmed Bey, bu nahoş vaziyeti ıslah etmek için, meyus ve müteessir bir vaz. yetle çare arayıp dururken; orslarda do- laşan ve oraya memur olan (Raşid Paşa) gözüne ilişiyor, Hemen ona gidiyor. Ya- pılan hareketin, sabık hükümdara karşı acı bir hakaret olduğundan bahis ile, içe- riye girmek iç'n müsaade istiyor. (1) Bu karakol, şimdi (Ortaköy İlsesl) o- lan binâ ile Ortaköy iskelesi arasındadır. Burüu bu binanın yeri, kömür deposu ola-| mustur, söylüyorlar, Nihayet hayatımın en mes'ud hâdi - selerinden birini de geçen sene idrak etmiş oldum. Bana san'ata intisabımın İ (Devamı 10 yncu sayfada) Memduhun uzattığı Hira yı titrek ellerile aldı. — Varol, keremşiarım!, (o Kıyamete henüz yaklaşmış değiliz, hamdolsun! En'âm ihsan sahibi zevat hâlâ bulu - nuyor, eksik olmasınlar, Memduh; — Onları bir tarafa bırakalım, şim - di de, sen bana söyle. — İrade buyur efendiciğim! — Hürmüz nası) bir kızdır? — Ne gibi meselâ? — Kız mı” — Â! Eibette, miri (omuhteremim! Henüz yaşı ne,başıne. Bir bâkirei dürnevmisal!, Bir duşizel nevnihali. — Anası onu gelenlere çıkarmıyor mu, hiç? — Ne gezer?! Zaten buraya kimin (2) Hafız Mehmed “-y, yanılıyor. Bu İzzet bey. o tarihte binbaşı idi. Sultan oAzizin İtağı kadar bağrışmaya Raşid Paşa, red cevabı vermekle ikti8 etmiyor. Mehmed Beyi karakola gönde. riyor. 'Tam bu sırada, valide sultan ile şelis zadeleri ve sabık hükümdarın kadınlar nı hâmil olan kayıklar gekp sahile yas aşıyor. İçindekiler, sahile çıkmaya başı yor; Orwia bulunan ve Sultan Murad ta raftarları olanlar, kadınların refakatin» de bulunan harem ağalarını derhal tek rar kayıklara bindiriyorlar, Hemen, Top- kapı sarayına inde ediyorlar ve, valide, sultan ile diğer kadınları (bazı güna ri« eyefsizliklerdel bulunuyorlar. Bu haf karşısında (bir dehşeti fevkalâdeye gis riftar) olan harem ağaları, avazları çık başliyorlar. Bu n sarayına kadar kalfalar ve kas e kapılıyor. H. araf rekler parçalıyan korkunç bir van ylâ yükseliyor. * Burada, bir istitrad daha yapacağız. (Türk Tarih Encümeni Mecmuası) tar (15 - 92 numaralı) nüshasının (o 156 mc sayfasında bu vak'aya temas eden satır « Jara nazaran, Feriye sarayma girecek « lerin üstleri başları en mahrem yerlerine kadar aranmış.. haremağalarının (sene « lerce vel etlerine hizmetleri esnasın» da nail olabildikleri beş on paralik akçe ve mücevheratlarına ve birkaç liralık sa atlerine varıncaya kadar) alınmış... Hattâ, Şehzade Şevket Efendi ile Es « mâ Sultanın valideleri (olan Dördüncü Kadın, bu sırada son derecede hasta 4 « miş. Omuzlarında bir şal varmış. Bu şal İda derhal çekilip alınmış. Kadın, orada bulunan ssker ve kayıkçılar karşısında & çık saçık kalmış... Bu hal, orada bulu « halinde ve esrarengiş ölümünde çok fasl bir rol oynamış olan bu galan, İleride mufnasa- lan bahsedeceğiz. (9) Hafiş Mehmed Beyin bu ifadesi, çok dikkat ve tahlile şayandır, Ölüm kokusu, a başlıyor. geldiği var? Ahyâ » nen efendim gibi kadim bir âşina, bir yârı vefakâr kapı - mızı çalacak da, şöy le bir iki saat otu - racak, vakit geçire * cek. Onların içinde de ahlâkına pek gü-| venmediği oldu mu, #ması kızının eteği - nin ucunu dahi gös- termez! — O halde ne di- ye seyir yerlerinde dolaştırıp duruyor? — Ona dainizde taraftar değilim am ma, mirim, genç kız evde kapalı katırsa sıkılıyor. Diğer ci * ketten, eh, belki de görüp beğenen, talib olan çıkar. — LAf beynimizde, İzzet efendi. lâkin, anasının şöhreti malüm. Onun kızına kim talib olur? — Ey, efendiciğim! Garib kuşun yu- vasını Allah yapar. Ona da bir kısmet çıkar elbette. Hasna, müstesna, afife bir kızcağız. Ne diye evlenmesin? Ya- rın öbürgün validesi , gider. Kı- zın da, kimin nesi idi unutulur. U- nutulmasa da, hangimizin ayıbı yok? Kul kısmı kusursuz olmaz. Hele, ana - nın, babanın kusurundan, günahından evlâdı mes'ul tutmak hak değildir. Her koyun kendi bacağından esilir hikme - tini yabana âtmamalı, nanları çok müteessi: etmiş. kadın da, hem bu hakaretten, hem de oradan saran ya gidinceye kadar soğuk alma yüzün 1 den, bir hafta sonra vefat etmiş.:. (Devamı 10 unu sayfada) — Hürmüz, senin zannettiğin gibi gerçekten masum mu? — Benim görüşüm öyle. Üsttsrafını bilmem. Malüm ya, insanlar hakkında kat'i hüküm vermek için !ki zıd hazas riye vardır. Biri, ilmi fıkıhta: «Beraetf zimmet asıldır!» hükmünü €$as tutan nazariye ki buna binsen herkesi temiz bilmek lâzımdır. Diğeri de Adana vali" si şiir Ziya paşanın: «Çok hâcıların çıktı haçı ziri bagalde's mısraile ifade eylediği nazariye. Buna tebeiyet edin ce de babamızdan bile şüphe etmek icab eder, Gel gelelim, şu kapıyı ben bekliyorum.. şimdiye kadar akidemi bulandıracak bir hâdiseye şahid olmas dım. — Peki öyle ise. Hoşça kal. Bengi « diyorum. — Güle güle kânı mürvetim! İnşal » Jah gene buyurun., bekleriz, vi Memduh çıktı. Carı fena halde sr kılmıştı, Acaba mektubu kızm elina varmamış mıydı? Postaların hali son zamanlarda pek berbadlaşmıştı. Me « muyun yirmi paralık bir pul bede'ini irtikâh eylediği çok defa vâkıydi. Alt ayda bir bir maaş'alan bu adamlar geçin menin yolunu böyle bulmuşlardı. De likanlı, içinden lânet ede ede Fileaner lar yokuşundan aşağı iniyordu. Tek bin ferde rastlarnadan, çöp tenekelerinin etralına birikmiş sokak köpeklerinin üzerlerinden atlıya atlıya Eminönüne geldi. Beyaz gömleği ile bir idam mah» kümunu and'ran tahsildara onluğu ve" rip Köprüyü geçti. Galata cihetinde bi gece paytonuna atladı, Şişhane yoku « şundan Beyoğluna çıkbiy çıkmaz, hayas ta kavuştu Karşı tarafta İstanbul çoku tan uykuya daldığı halde, Beyoğlu asıl şimdi canlanıyordu. Doğruyolun sağlı sollu kal arından sonu" gelmiyen bir inşan seli akıyordu. Kahvehanelerin camlarından dişarıyo fışkıran çiğ ışık“ lar, cadedyi nura boğuyordu. (Arkası var) *,

Bu sayıdan diğer sayfalar: