24 Haziran 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

24 Haziran 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA Haziran 24 “SON POSTA,, nın Tarin Müsabakası No. 29 Kılıç Ali Paşa İnebahtıda ilk büyük felâkete uğrıyan Türk donan- masını On altıncı asırda Akdenizdeki haş - metli Türk hâkimiyetini kuran, bu 45- rın birinci yarısında büyük amiral Bar baros Hayreddin olmuştu. 1371 de, mağrur bir kaptan paşanın hataları yü- zünden İnebahtı > Lepanto'da feci bir mağlübiyete uğrıyan Türk donanması, ön altıncı asrın son rub'unda ve on ye- dinci asırdaki kudret ve şevketini de Amiral Kılıç Aliye borçludur. Kılıç Ali Paşanın çocukluğu ve genç lik hayatı karanlıktır. 1490 yıllarına doğru doğduğu tahmin edilmektedir. Asil adı Uluç Ali idi. Adriyatik sahille- rinde çok fakir bir balıkçının oğlu idi. Küçük yaştan itibaren, ömrü balıkçı kayıklarında, ufak korsan teknelerin - de geçmişti. Gençtiğinde Ali Alimed adında bir korsanla ilk çetin deniz cenk lerine atılmıştı. Nihayet, deniz beyle - rinden Durgud Paşanın etrafında top- lanan genç ve cür'efkâr kaptanlardan biri olmuştu. 1532 - 53 yılları Akdeniz B urada ve buna benzer yerlerde tek bışama senelerce yaşadım, sıkılmadım. Hele uygun bir can yolda- şım olursa, ömrümün sonuna kadar kö- vümü büsbütün bir cennet telâkki ede- ceğim. Sizinle vaki olan mükâlemeleri hatırlayıp da muhakeme ettikçe bu eşin ancak siz olabileceğiniz kaatine varı - yorum. Aramızda bu derece his birliği, zevk birliği ve talih birliği olunca ha- yat birliği neden teessüs etmesin? Bu- lunduğum yerin uzaklığı tereddüdü - nüzü mucib olursa, başka yere naklimi istemek hakkımdır ve naklettiririm de. Ancak kendimi sevdirmiye muvaffak olduğum Sapanlıların ayni sevgiyi der- bal size de teşmil edeceklerini nazarı itibare almak lâzımdır. Bu suretle bura- ya ayak basar basmaz muhabbetle iha- ta edilirsiniz ki bu da, köyde yaşamıya mecbur olacağınız yeknasak hayatı da- ha ilk demlerinden itibaren size şirin göstermiye yardım eder. Fakat, bütün bunlar sonra düşünüle- cek tâli meselelerdir. Evvelemirde, be- nim gibi bir adama varmıya razı olup olmiyacağınızı bilmek isterim. Teferrü at üzerinde bilâhare uzun uzadıya mü- habere ederiz. Şimdi, sizden dilediğim şudur: Kemali hürmetle serdetmek cür'etinde bulunduğum teklifin esas itibarile kabule şayan olduğunu görü- yorsanız bana iki satırlık bir cevab İütfedin. Yok, eğer böyle bir izdivacı herhangi bir sebebten dolayı olamaz te- Jâkki ederseniz; hiç cevab vermezsiniz ve ben de anlar, mukadderatıma ke - mali teessürle boyun eğerim. Bilvesile en derin hürmet ve tazim duygularmı bir mecmai ismet ve fazi Jet olan huzurunuza naçizane ârz ve takdim eylerim, hanımefendi.» Bu mektubu tebyiz #tti, bir zarfa koydu. Posta, Sapanl: köyüne haftada bir uğrardı. Gününü tahkik etmek üze- Te, zarfı çekmesinin içine bıraktı ve bi- taz hava almak için mektebin bahçesi- ne indi. yeniden canlandıran ve Akdenizde Türk hakimiyetini devam ettiren büyük Türk gemicisi seferlerine Kaptani Derya Sinan Paşa- nın kumandasında iştirak ettiği zaman lar hayli tecrübeli bir denizci şöhreti kazanmış bulunuyordu. 1556, 1557 ve 1558 de kaptan! derya Piyale Paşanın idare ettiği Türk donanmasında bu - lundu. Uluç A Reis, Osmanlı İmpa - ratorluğunun deniz beyleri arasına geç mişti, 1564 te Malta muhasarasına İs - kenderiye beyi olarak iştirak etmişti. Bu meşhur muhasarada Turgud Paşa şehid olunca, üzerindeki Trablusgarb beylerbeyisi, yararlıkları görülen Uluç Ali Reise tevcih edilmişti. Yedi sene sonra, Kıbrıs adasını zaptettiğimiz sı - İradada filo kumandanlığına yükselmiş ti. Kıbrıs zaferini müteakıb, Türk do - nanması Akdenizde bir cevelâna çık - mıştı. Girid adas; sahillerini ve Korfo- yu vurmuş, İstanbula dönüyordu. De- niz cengi ile muvazzaf tımarlı askerleri (Devamı 13 üncü sayfada) TEE İçi hafiflemişti , Mektubu yazmakla emelini yarı yarıya tahakkuk etmiş sa- yıyordu. Elleri ce binde, ıslık çalarak, bahçede dolaşmıya, fidanları, o çiçekleri yoklayıp kurularını ayıklamıya başladı . Mazılar — büyümüş, çâmlar tutmuştu. İyi bakıldıkları için hâ lâ dallarında çiçek taşıyan güllerımen - zaraya başka bir gü. zellik vermekte idi. Kimbilir o nereden, buraya kadar sürü ne sürüne gelmiş iri bir kaplumbağa bü- tün gayretini sarfe- derek, tarhın kenarındaki alçacık seti sşmıya çalışıyordu. Ahmed Ercan yani- na gelir gelmez, nasırlı bir baş parmağı andıran kafasım kabuğunun içine çek- ti. Yerde, eşilmiş yumuşak toprakta yu- wa yapan karıncalar talimli bir ordu in- 1 ile iki uzun yoldan gidip geliyor - , Kişlik zabirelerini taşıyorlardı. Çi- çeğin nadir bulunduğu bu diyarda mek- tebin bahçesini mevud bir diyar sayan arılar, güllerin, karenfillerin, dalyala- rm katmerleri arasında; yapacakları İleziz iksirin iptidai maddelerini ârsız arsız topluyorlardı. Her tarafta, tabiat, yaz sonunun flâh* demlerine alabildiğine kanmak için son KARLI DJ MİZAHI Paralar arasında İSMET HULÜSİ YAZAN: Dolu çantadaki paralar sıkışık bir va- ziyette oturuyorlardı. İkide bir biri öte. kini dürtüyor, fazla sıkışan madeni pa. ralar rahatlamak için tıkırdıyorlar, kâğıd paralar onların üstlerini başlarını yırt - malarınian korktuklarından (eteklerini hışırdatarak çantanın oGdarlarına daha fazla sokuluyorlardı; içlerinde en hür » metlisi olan elli liralık: — Ne yapalım, çocuklar, dedi, şimdilik biraz şıkışık oturmıya mecburuz. Fakat nerede ise birer birer değılırız, içeride kalacak olanlar da rahatlarlar. Beş liralik elli liralığa baktı: — Siz kalacak mısınız? — Hiç zannetmem., galiba ilk yolcu benim! — On Uralık sordu! — Nereye teşrif? — Zannımca ev sahibine gideceğim! Bu sirada çantanın kapağı açılmıştı. İki parmak çantaya girdi. Paralar bir . birlerine bakiştılar: — Acaba hangimiz? Demek istiyorlardı. Çantaya giren iki parmak bir tane çeyrek yakalamıştı, Çey. rek: — Allaha ısmarladık arkadaşlar, dedi. Gideceğim yeri gördüm. Şerbetçinin ka. sası, — Güle güle çeyrek kardeş. Çantayı kapatmıştı. Henüz değiştiril » memiş bir eski beşlik üzerine sbanan gü. müş lirafa döndü: — Rica ederim, gümüş ira, biraz öte. ye git, bak, üstüm başım parça parça, sen de kenarındaki tırtıllarla tırmalar. san, elle tutar yerim kalmıyacak. — Ne yapayım, beşlik kardeş, nikel onluklar, beşlikler beni o kadar fazla sı. kıştırıyorlar ki, Bari onlar bir an ev. vel eksilseler de hepimiz rahat nefes sl. sak. Nikel onluklar, nikel beşlikler, gümüş liranın bu sözüne alınmışlardı. Hepsi na. mına söz söyliyen bir nikel onluk! — Bizim on misli, yirmi müsli büyüğü. müzsünüz diye hürmet ediyorsak, siz de : Ercümend Ekrem gayretlerini sarfetmekte idi. Uzakta mor dağlar, henüz yeşilliğini muhafaza eden ovaların intiha nokta - sında, gözleri dinlendiren bir haz teşkil ediyordu. Ovanm ta ortasında, koca - man bir kayın ağacının dibinde yayı - lan koyun sürüsü, o yeşilliğe beyaz bir ton katıyordu.. Gökyüzü uçuk bir ma- vilik arzediyordu. Sonbahar yağmur - ları başlamadıkça o uçukluğun zail ol- masına ihtimal yoktu. Başka iklimlere göçmiye hazırlanan kırlangıçları kaçı- ran da masmavi semanın hasreti idi, Ahmed Ercan bütün bunları doya do- ya seyrediyordu. Sapanlı ile Erenköy arasında zihnen yaptığı mukayeseyi, alışkanlık burasmın lehine neticelen - bize karşı biraz daha nazik hareket et - meyi öğrenmelisiniz. Gümüş lira: — Haydi oradan ufaklıklar siz de... Ufaklık sözü, yirmi paranın kibrine do. | kunmuştu. — Ufaklık deyip te bizi hakir görme . yiniz. Biz olmasak kendimi misal diye ortaya koyuyorum. Tiramvayla Kara . köyden. Sultanahmede çıkacak bir insan kondüktöre bir on liralık verse, kon - düktör, yirmi paranız vat mı?. Yoksa ineceksiniz... der... El lirslık, ismini işitir işitmez olduğu yerde doğruldu: — Benden mi bahsediyorsunuz? Beş liralık bir etli liralığa, bir de eli Viralığa bitişik gibi yakın duran on lira. lığa baktıktan sönra cevab verdi: — Ne o eli lirabk, sarı kız yanında iken kulağın bir şeyler duymuyor. İki buçukluk: — Ben hepinizden gencim, yanımda böyle açık saçık konuşmanız doğru de . ga! Yeni Edebi Romanımız: 42 GA GÜNEŞ VURDU Talu dirmekte idi. Bu yerde, fazla olarak, âsabı yormıyan, yıp randırmıyan bir te viye bir sadelik, bir sükün ve huzur bu Tuyordu. Keşki hiç çıkma - saydı ve keşki ma - nevi varlığını altüst &den © vakıalara maruz kalmasaydı Şu dakikada aşkı nın, bir suçmuş gibi, nedametini duyuyo. du. Biraz kendini kap Tumbağa ile oyala dı. Hayvanı kabu ğundân tutup kal dırdı, evirdi çevir âdi, muayene etti; ve tekrar usulcacık yere bıraktı. Bunü ertesi gün için talebesine bir ders mev zu yapacaktı. Bunu ve Sapanlı - da mebzülen tesadüf edilen kirpileri, çocukların, rasgeldikçe bu hayvanla - rı sebebsiz öldürdüklerini bir anda ha - tırlamıştı. Şimdi onlara, bünların mu- zır değil, bilâkis faydalı oldukarın i - zah edecek, bir daha öldürülmelerine mâni olacaktı. Gene bahçenin içinde dolaşmağa ko- yuldu.. Başını kaldırıp, binanın çatı - sma göz attı. Baharda, bir çift kırlan - gçın saçak altında yapmış o oldukları yuva bomboş duruyordu. o Sahibleri, çıkarıp yetiştirdikleri yavrularla bera- ber daha müsajd iklimlere göçmüşler- Çanta bir kere daha açıldı. Paralar e rafa bakındılar, — Kasab dükkânındayız! On liralık boynunu büktü; — Bu seler sıra muhakkak bende. Hep bu kasaba da ben giderim. Çantaya giren parmaklar, on Jiralığı yakaladı. Elli hiralık ta ona yapışmış bi? halde çıkacak oldu. Gümüş lira beş liralığı dürttü. — Seninkine bak.. On liralığın peşin) bırakmıyor. — Belli udamakıllı tutkun. Çüntaya giren parmaklar, elli Tiralığı on liralıktan ayırıp yeni baştan çanta ya koydular. Çahta kapandı, İki buçukluk; — Biraz ferahladı. Dedi, elli liralık kızmıştı: — Hiç birin'z de on liralığı çekemez , &ınız. Zavallı şimdi kasabın et kökan çek meoesinde kim bilir ne yapar? Beş liralık alaylı bir sesle: — Sen meraklanma, o orada daha sw nin gibi ne elli liralıklar bulur. (Devamı 10 uncu sayfada) di. Öbür köşede eşek arıları petek kurs muşlardı. Maamafih orada da hayat & seri görülmüyordu. Sonbaharın yakın olan hulülü bütün bu mahlükları ka « çırmış, sindirmişti. ” Ahmed Ercan bunlar: düşünüyordu. Teşebbüsünde muvaffek da olsa, o güz mevsimini ve belki de bütün bir kıp gene yalnız o ve ki: ği. mabilde olacaktı, e AN Bahçenin tâ dibinde, kendi elile dik» miş olduğu melisanın kuruyup kuru » madığına bakmak üzere o tarafa doğ « ru giderken, arkasında bir ayak sesi duydu. İnsiyaki bir hareketle döndü, bakti Fidan boylu, sârışın bir kız, derin bas kıştı gözlerini, gözlerine dikip: — Muallim bey! dedi. Ben Osmanın ablasıyım. Kardeşim hastalandı, döşen di de, baber vermeğe o geldim, yarın mektebe gelemiyecek. Çocukları intizama ve inzıbata alıştır mak için, Ahmed Ercan, meşru maze « retleri oldukça önceden mutlaka haben vermelerini öğretmişti. Sordu: — Hangi Osman, bu? — Davrongilin... Mehmed efendi « nin oğlu. — Ha! Anladım. Ne oldu yavruya? — İshak ağanın mısırlığında oynar. kana hayvan dalamış. Aha, bu kadar şişti. — Köpek, falan mı? — Değil. Buçuk olacak, ellâlem. — Ne ilâç yaptınız? — Nenem çamur çaldı. — Dur, ben birazdan gelir, ona ilâa — Senin'adın ne, bakayım? — Seher.. — Peki, kızım. Haydi, git sen eve, (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: