23 Ağustos 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

23 Ağustos 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

12 Sayfa “Son Posta, nın Hikâyesi i Antika çekmece N gang ng Yazan:Muazzez Tahsin Berk and AM Fuad girdiği zam alnıma kaldırarak elindeki 1. 2 ei) In kiymetli umduğum ikâcının mektu- UZa bunu okuyor «Resmini gör niz çekmece, MÜ- zeye konacak kadar kıymetlidir. Vaktile bunun bir taklidinin yaptırılmış olduğu hakkında bir rivayet çıkmışsa da sonra. dan bu haberin yalan olduğu anlaşılmış. tr, Mezkür kutunun ailenizde bulundur ğu malümdur. Hattâ bundan yirmi sere evvel babanıza bir mektub yazarak bunu bana satmasını rica etmiştim. Merhum paşa o Zaman bunu reddetmişti. Çekme. ceye yirmi bin lira teklif ediyorum. Bu, azami bir fiatlır ve daha fazlasını kimse vermez. Eski ve tanınmış bir antikacı ol- duğum için sörüme itimad edebilirsiniz. «Teklifimi kabul ettiğiniz takdirde bu- nu telgrafla lütfen haber veriniz. Derhal vapura atlıyarak İzmire gelir, kıymetli çekmeceyi bizzat alıp İstanbula getiri. rim.» Necmiye hanım elindeki şişleri yanına ak doğruldu, — Âlâ... Hemen cevab yazar, teklifi. ni kabul ettiğimizi bildirirsin. — Bu son baba yadigârrı satmağa ©. lim varmıyor amma ikimizin de çocuk- suz ihtiyarlamakta olduğumuzu düşüne- rek bu müşkül zamanları geçirmek için bu çareye baş vurmaktan başka yol bu. Jamıyorum, — Hakkın da var; hizden sonra kim bilir kimin eline geçecek olan bu servet. ten kendimiz istifade edelim, * Bir iki gün sonra İstanbuldaki antika. cıdan «Salı günü İzmirdeyim...> mealin. de bir telgraf geldiğini gören Necmiye hanım bu müjdeyi kardeşine vermek İ- çin tahla merdivenleri dörder beşer çız karak onun odasına girdiği zaman Fuadı iki elini başına koymuş, dirseklerini ma. saya dayamış, derin düşüneler içinde buldu. Ne oldun Fuad? Hasta mısın? Bak Zaten üç tabak yıkadığı için durma. dan şikâyet eden Ferah kalfa, her ye - mekte tabak değiştirecek olsa mutlaka kıyı tleri koparacaktı! imdiye kadar geçirdiğim bayat göz inde tutulacak olursa bu lokantada hâyretten hayrete düştüğüm kimseye mübalâgalı görünmez. Bir ara, tesadüfen başımı çevirince, yerden tavana kadar yükselen bir ay- nada, on üç on dört yâşlarında bir kı- zın bir sandalya üzerinde dimdik o - turduğunu gördüm. Arkasında rengi solük kırmızı yünden bir fistan vardı, yüzü güneşten yanmıştı. o Şapkasının altından bir çift iri gözü görünüyordu. Bu kızcağız bendim! Başında . gülünç bir şapka. ayağında eski bir iskarpin, arkasında büzgülü bir esvabla ben... Aynada başka birisinin daha aksini görüyorum: Karşımda oturmuş çorba içiyordu. Yanında, uzun yüzünü onun dizine dayamış duran Ayda vardı Evet, ben, uzun boyum, acemi ve be. ceriksiz tavırlarım, kısa kesilmiş saç. Tarım ve bir çocuk yüzünden farksız olan yüzümle ancak on üç yaşında bir kıza benziyordum. Etrafımızda yemek yiyen başka ka- dınlara biraz dikkatle bakınca kendi . min tamamile gülünç bir kıyafette ve ne tam bir köylü, ne de tam bir şehir. Ni gibi giyinmemiş olduğumu farket . tim. Hele ayni masada benimle yemek yiyen Cahid beyin kıyafetile benimki tam bir tezad teşkil ediyordu. O,.hattâ Yokantadır bulunan başka erkeklerden de daha iyi giyinmişti. Maamafih bütün bu müşahedeler be nim izzeti nefsime hiç dokunmamıştı. (Çünkü kendimi maddeten olduğu ka - dar manen de küçük bir kızdan fark sız buluyordum. — Şimdi ne yiyeceksin Semiha? Et mi? Yumurta mı? Balık mı? Bunu Cahid bey çok terbiyeli fa . kat soğuk ve mütehakkim bir tavırla sormuştu: Esasen onun benimle konu- İyem telgraf getirdim. Antikacı w abla; keşki hasta olsaydım da böyle sukutu hayale uğramasaydım; ba. evrakını karıştırırken bak ne Elindeki sararmış kâğıdı kardeşine uzattı. Bu, pullu bir mukavelename idi, Necmiye hanım entarisinin cebinden çı. kardığı gümüş çerçeveli gözlüğünü bur. nuna takarak kâğıdı okudu: «İzmirli Hasan Paşanın malt olan ve evsafı aşağıda yazılan çekmecenin tıpkı- sını beş bin lira mukabilinde ve altı ay zarfında imal etmeği Necati bey deruhte Bu çekmece Hasan Paşanın yedinde bulunan kıymetli antika kutu- nun gerek eb'ad, gerekse cinsi itibarile ayni olacak ve... ilh... — Demek rivayetler yalan değilmiş; kutunun aslını bebam kim bilir kime satmış: bizim elimizdeki onun kopyası. — Şimdi antikscıya ne cevab verece. Biz! — Adamın göz göre göre yirmi bin 1. rTasını alamayız. — Esasen o çekmecey; görür görmez sahte olduğunu aniryacak, rezil olacağız. * Keyfiyet korktukları gibi olmadi. İs. tanbuldan gelen ihtiyar anlikacı çekme. cenin kitablarda kayıdlı meşhur ve kiy- metli kutu olduğunu daha görür gör anladı. Kırk aded beşer yüz liralık ban- knotu masanın üstüne bırakarak ayni ak. şamki vapurla İstanbula avdet etmek is. tediğini söyleyip kapıdan çıktı. Ancak, elindeki eski kâğıdla, kutunun hakikisinin bir kopyası olduğuna kate. yen kani olan Fuad bey, yirmi bin İı rayı cebine koyacağı sırada içinden garib bir sesin: — Hırsız! Dolandırıcı! diye kendisine bağırdığını duyar gibi olmuştu; halbuki o, bütün ömrünce her türlü eğlenceyi tatmış, eskilerin dediği gibi feleğin çem. berinden geçmiş olduğu hâlde, hasta de- nilecek kadar titiz ve namuslu idi. Dün. yadaki bütün fenalıkları icabında kabul etse bile hırsızlığı ve dolandırıcılığı irti. kâb etmezdi, «Son Posta» nın tefrikası: 15 şurken sesinde bun. dan başka bir âhenk duymamıştım. Ona bakıp: — Artık bir şey yemiyeceğim; hep » si sizin olsun; beni rahat bırakınız... Diye aksi bir ce « vab vermek istiyor. dum amma içtiğim nefis çorba - fena halde iştihamı aç - mıştı; karşıki ma - sadan da burnuma pek hoş gelen bir omlet kokusu yük « seliyordu, o Omletin yanındaki (tabakta balık vardı. Bursa » da, hele bizim çift - Iikte balık yemek pek nadiren vaki ol. duğu için ismini bile bilmediğim buldiğim balıktan istedi. Fakat benim göz |diyorum. ucile tabağına baktığımın farkında m; balığı yemeğe pek cesaret edemiyor » dum. Etrafımda tüten (birbirinden güzel kokulara ve yemeklerin manzarasına dayanamadığımı görünce (o kibrimi ve gururumu feda etmekten başka çare bulamadım ve vasimin sualine şu ce - vabı verdim: — Bir parça omlet yiyeceğim Cahid bey derhal garsona emir ver. di ve Iki üç dakika sonra önümde mü. kemmel bir domatesli omlet (gördüm. Hiç de Ferah kalfa kalfanınkine ben - rdu. Doğrusu, ne bir tarafı yâ. pık, he de pek kuru idi. Bilâkis yumu. şak, lezzetli, misk kokulu id. bugün) SON POSTA BNN sebebden elini cebine inden çıkıp & aşından ve koşa koşa € e antikacını limana tık olmuş efendim; bu çekmece sahte imiş; elime geçen esk raktan bunu şimdi anladım; . kutunun kıymeti beş bin liradır, sizi aldatmak is. temem, paranızı alın, malımı geri verin. Bir defa eline geçirmiş olduğu hazinö. yi kaçırtmamağa azmetmi tüccar, sükünetle cevab verdi: — Maksadınız birkaç yüz lira fazla ko. parmaksa zararı yok, ber buna razıyım. Size daha beş yüz lira vereceğim; fakat beni rahat bırakınız, vapur yarım saate kadar kalkacak, İmkânı yok, veremem, Bin lira olsun! — Kabil değil! — İki bini — Hayır canım; çok ısrar ederseniz size çekmeceyi beş bin liraya satarım. On beş bin liranızı iade ediyorum. Müşterisinin deli olduğuna hükmeden tüccar hayretle ona baktı; — Ben size bu parayı helâlinden ver- dim. Geri almam, — Hayır, ya kutuyu ve rayı alın. Bütün ısrarların gören antika, ev- , yahud pa. fayd. için için gül cebine indirdi vapura girdi. Bir iki sonra o İzmir limanından vine dönüyordu. Necmiye kardeşini kapıdan karşıladı. — Dayımız yukarıda... İstersen mese- leyi ona açmıyalım, — Niçin? Fena bir şey yapmadık; bilâ. kis açık alınla kendisine bu antika çek- mece hikâyesini söyliyebiliriz. * Mehmed bey Fuadın anlattıklarını müstehziyane bir tavırla dinlemişti. O, bu taklid meselesini pekâlâ hatırlıyordu, mukaveleden de haberi vardı. Fakat hi. kâyenin sonunda on beş bin liranın iade Vasime gelince, o da ismini bilme - oldu nedir, yemeğe başlamadan taba ğını bana uzattı: — Bir parça almaz mısın? diye sor - du. Az kaldı mağlüb olup çatalımı uza - tacaktım amma hemen aklımı başıma topladım ve kahramanca reddettim: — Teşekkür ederim, istemem.. Bunu o kadar mağrur ve ağır başlı bir tavırla söylemiştim ki Cahid be - n hafifce gülümsediğini farkeder gi- oldum. — Sen bilirsin #mma enfes bir bar» bunya yemekten Kendini mahrum edi. yorsun. Sebebi de ne? İnadcılık ve so « olan kurnaz) iNİR İLACI ki ge Sinir, Çarpıntı, Tıkanıklık, Bay- gınlık, Uykusuzluk evham gibi üzücü hali&ri giderir, tesirli bir ilâçdır. Sinir cümlesini teskin ve tanzim eder. Bromotlorin her eczanede vardır. Doktor reçete- Lİ rr İNGİLİZ KANZUK ECZANESİ USE le TAYTLI Dörtyol Belediye Reisliğinden: 1/Ağustos/1929 Salı gürü saat 10 da kapalı zarfla ihale edileceğini ilân ettiği- «2796170» lira keşif bedelli Dörtyol elektrik inşaat ve tesisatı için vuku bulan teklif haddi lâyıkında görülmediğinden 1/Ağustos/1939 tarihinden itiba - ren bir ay müddetle pazarlığa konulmuştur. dakika | uzaklaşırken | Fuad bey de vicdan azabından kurtuldu. | ğu için sevinçle bir otomobile atlayıp &.| 1 — Evvelce yapılmış olan daire şartnamesindeki tediye şartlarından müte « ahhid lehine olarak geniş tadilât yapılmışlır. 2 — Pazarlık Dörtyol Belediye Encümeni tarafından Belediye dairesinde yâ- pılacaktır. 3 — Talibler ilk teminat ve istenilen vesaikle birlikte Wncümene müracaat etmelidir. 4 — Talibler proje, keşifname, fenni ve daire şarinsmesini Belediye Yazı İşleri Bürosunda görebilirler ve taleb vukuunda daire şartname sureti posta ile gönde- rilir, «30» K, pul göndermeleri şarttir. «6328» EVROZI Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser icabında günde 3 kaşe alınabilir. SN Ş MN NM Mâ... RR... | ee —— diği İlmiyor musun? İki kardeş hayretle yüz yüze bakıştı. lar. Yalnız Necmiye hanımın ağzından hafifçe: — Hayır! sözü çıktı. Fuad beye gelince, tekrar antikacıya şekilde açıldı: İmüracaat edecek cesareti kendinde bula- — Hangisi sahte? Merhum babanın 6-| mıyacağım bildiği için büyük bir yelsle nun bir kopyasını çıkartıp kendi karde. | kendisini kanspenin Üzerine atmış, elle. i & duyunca, zemberekle tırlatılmış gibi yerinder. sıçradı: — Ne dedin? Parayı isde mi etin? — Evet dayı, çekmecenin sahtesini aslı gibi satamazdım yal İhtiyar adamın g bir korkunç »-İtım ve bir karış surat asarak O başımı şinin kızına di er-İrile pamıştı. ve mahcub olacak yerde bilâkis öfkem artıyor, vicdahımda duyduğum isimsiz azab için ona “Kızıyordum. Bundan maağda, 6 fona hareketimden (dolayı vasimin beni azarlamasını, hattâ döv. mesini sükünetle kabul ( edebileceğim halde onun bana Karşı bu derece sa - kinane ve aüemi tenezzülle muamele etmesine tahammül edemiyordum. murtkanlık... Bun - lar lüzumsuz ve hat tâ gülünç şeyler « dir Semiha; çünkü tekarrür . etmiş o « lan bir programda hiç bir değişiklik apmaz, bilâkis be» ni saha karşı, kü. çük bir çocuğa lâ - yık bir muamele et. meğe mecbur eder ki buna cidden te - essüf ederim, Fakat kabahat benim de - ğil; her hareketin - le, her sözünle sen on iki on üç yaşın - da olduğunu isbat e diyorsun; ben de se. ni öylece kabul et « meğe mecbur kalıyor ve seni tekdir e « Beni tahkir etse ve dövse, onu ken. dimden bu derece üstün görmiyecek, onun nazarları altında bu kadar kü. çülmiyecektim. Yemek bitince cebinden (çıkardığı gazetesini okumağa - başladı. Ben de dışarısını seyre koyuldum. “Şoför Mu. dânyadan gelinceye kadar bizim orada oluracağımızı anlamıştım. Ancak prog- ramdaki bu değişiklikten şikâyet et” meğe benim hakkım yoktu; çünkü sa- bahki inadeılığım yüzünden vasimi e « peyce zarara sokmuş, hattâ belki bazı işlerine bile mani olmuştum. Ömrümde ilk defa olarak bir şehrin sokağını seyrediyordum. Birbiri arka. sından birçok arabalar, (otomobiller geçiyor, çoluk çocuk, kadın erkek 80 « kaklar: dolduruyordu. En ziyade na- zarı dikkatimi celbeden ve bende alâ. Ka uyandıran şey benim yaşımdaki kız. ların kıyafetleri idi. Kısacık elbiseler, yüksek ökçeli iskarpinler, süslü şap - kalar gözlerimi büyülüyor gibiydi. O kadar gazetesini bırakıp bana baktığının far. kında olmadım ve gözlerim ona gidin- ce büyük bir kabahat © işlemişim gibi İkizardım. O benim (kalbimden geçen karmakarışık ve birbirini tutmaz his « Hiç cevab vermeden dişlerimi sık - İtabağıma eğdim. Bunu görünce Cahid bey de bir şey söylemeden yemeğini yemeğe koyuldu ve sofradan kalkın » caya kadar bâna hitab etmedi. Yalnız ümüze bir tabak dolusu yemiş gel İdiği zaman birkaç tane ayırıp önüme koydu. İleri bakışlarımdan okuyormuş gibi se. O. çok sade ve tabii hareketlerle ça.!sini biraz tatlılaştırarak ve dudakları. tal ve bıçağı kullanırken (o gözlerimin: merhamete çok benziyen bir mana - manyatize olmuş gibi ellerindeki uzun,| da bükerek: kırmızı yırtıklara takılıp kalıyordu. Bu! — Biraz sonra sen de tam bir şehir. ralar bana birkaç saat evvelki vahşi|li olacaksın Semiha dedi. Hem Bursah ve fena harekelimi hatırlatmakta idi. İdeğil, İstanbullu... Garibi şu ki, onlara baktıkça pişman Cirkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: