26 Ocak 1940 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

Kalan görüntüleme: 0

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. Daha yüksek sayfa görüntüleme limiti ve diğer özellikler için abone olun!

Aboneler yüksek görüntüleme limiti, sayfa indirme ve diğer özel özelliklerden yararlanır.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA 26 İkincikânun — EDEBİYAT ae | Son' münakaŞalar e'tra_fında fıkralar ve hatıralar Yaza Şimdiki genç şairlerden biri, sevg_ılısı- ” ne «keklik palazım» diye hitab 7eı:hyo,ı'. Demek ki şiirde kuş etleri moda o.uyoı;] Maamafih bundan yirmi beş yıl evvel, bizim edebi neslin de yazılarında kuş mea- rakı yoktu diyemem. Meselâ bğn,. daım- büyük ve yırtıcı kuşları severdim: bayu z kuş, akbaba, kartal gibi... İşte size UZ bir Hind masalımdan bir mısra: Baobablardan uçar haykırarak tîlc;;"- Orhan Seyfi ise, hep iskete, saka gibi küçük kuşlardan hoşlanırdı: A benim güzel kuşum, Anladım ki nihayet, Artık unutulmuşum! — -| Fakat itiraf ederim ki yeniler bu hu- Susta bizden daha ileriye gidiyorlar! Bürhan Cahid, b*i'ıım çilekeş rîesilden bahsederek <uğradığımız nankörlukf t.en Şikâyet ediyor. Bilhassa Ahmec.l .Haşımm., Vaktile merhum Süleyman Nzaifin taşı di kilmediğini acı bir lisanla haykıran ya - Zisını — hatırlıyor. Bu hatırlayış,. bugün, Bürhan Cahidin yazısında, Haşimin de on bir yıl içinde taşı dikilmediğini acı bir lisanla haykıran yazısını hatırlıyor. Bu hatırlayış, bugün, Bürhan Cahidin yazı - sında, Haşimin de on bir yıl içinde unu - tulmasındaki ıztırabı dile getirmiş! Yaşa Bürhan Cahid! Bizim içimizdekini bu son kavgada hepimizden iyi sen söyledin! İhtiraslar alevlendi mi kıymetler ne dî tabuk unutuluyor! İşte böyle her edebi Desil «kuş>» tan başlayıp «yokuş» .ta bu - luyor kendini... Fakat düşenler kim? O - Nu rüya gören gençlere sormalı... * Doğrusunu ister misiniz? Kara listeci n: Halid Fahri Ozansoy Süleyman Nüasifin bir karikatürü Bençlerin tabiyesi hiç ustaca değil!.. Top Yyekün her şahsiyeti inkâr etmekle ve şim- diye kadar bütün yapılan, yazılan, beğe - nile ve güzel, ölmez eserler rafına konan edebi mahsulleri çürümüş diye yerlere dökmekle kendi hesablarına büyük bir $ey kazanmıyorlar. Kazandıkları, sadece, | kalkmış. haykırıyordu: bugünkü gürültüdür ve birçok tanınmış dünkü üstadların haklı teessürü! Halbuki bakacak yüz bıraksalar hiç şüphesiz daha kazançlı çıkarlardı. n Bugün beyannamelerini -okuduk. Âlâ! Hü!âsası, dünü inkâr.. dünün bilgisızlışı- Di iddia. ve artık yarını kendilerinin, Yalnız kendilerinin kuracaklarını ilân... Ne İ , i ... Yalndıî!ı ea Genadıçhkğım, dünkülerde mev-) Cud olmadığını iddia ettikleri bilgiler a- Tasında bir kısım garb şairlerinin ısşmlefx :e eserleri de var. Meselâ Bauşdââ g;- ... Doğ etten keni e hmad]?’î—pu&un::myahlîıy; bu — Baudelaire hlkkmda dünkülerin yazdıkları ?alüar e yaptıkları tercümeler tümen tümen - Gir, Hattâ, bundan yirmi beş yil evvel üç, Gört hüsya çıkıp da batan, iyi hatırla ; Müyorum, ya Kehkeşan, yahud Safaha uasında bile ilk nüshalarından .başî llyıp yarım kalmış bir etüd vardır; ismi 'B;I“dellire. hayatı ve eserleri». e u enk ! se yit Hem =bu gt::çlerı âlemin 1_““'? hanesindeki eserleri ayrı ayrı tetkik m! *ttiler ki, garb edebiyatından şunları Ve e e D ree a he asırdır A'Wellerduy,;îıiî n okunmuş, te;. *ik edüip mecmua veya gazetelerde ba Solunmuş nice eserlere gelince, bunlar ig:s SÜüküt etmeleri de pek tabiidir. Çund Tisi eski harfleri bilmezler. O halde Vaktile yapılanla yapılmıyanı nereden "inıyW, Darülbedayi' r takdir ve n ve hattâ lık cüm” olmuştu. * Hiç unutmam: «Baykuş» I okunduğu gün, büyük bi ikle bana ilk elini uzata mübilâğah dürecede 'bir hay;an İ sSarfeden yman Nazi »» Yirmi kişilik eîîlbei heyetin içinde _Nanf.m Sesi, bunun için, umumun da sesini bemr;’ İehime çevirmişti. Bu, benim pek tatl bir ha ! Fakat benim hakkımda Nazifin dost * Tuğu bununla kalmamıştı. «Baykuş> 0X * Handığı zaman Tanin gazetesinde üst ÜS te Üç makale yazan da gene O idi. Hem de başka hatırama makaleler yazan kızmıştı ve kızg kilde izhar etmiş a dan, ilk önce üstadın iki bahsedeyim Darülbedayiin) isimli bir piyesi te etmiştim. Eser da Beyoğlunda temsil oıunuyordğ la tafsilât verme nız aslının Paul Herv nu ve Pariste Comâdle " nandığını söyleme Benim locamda - iki Macar dostum yoner olara nunda tanışmı yatrosu seyTe söylemişlerdi, tarak O tim. Orhan Seyfi bu makaleler, gazetenin tam birer say * fasını işgal etmişlerdi. İşte benim Nazife ve devrimin diğer yokolun artık!» * imdi Süleyman Nazif vesilesile, bir Şimdi Süle dahlî geleyim. Beni bir” eden, hakkımda lâtüfkâî Nazif bile iki defa bana ınlığını iki orijinal şe - ti. Fakat Şimdiki Şehir Her ne ise, işte k oturduğum üstadlarına karşı beslediğim hürmet duy- gusunda onların da bana karşı böyle bü- yüklük tecellileri vardı. Zaten benim_ nes- limden birçoğumuz şöhreti böyle l?ızden evvelkilere hürmet ederek ve ayni za'- manda titiz bir işçilikle çalışıp eser yara- tarak elde edebilmiştik. Fakat o şöhret - lJerin kökü varsa bugün de Xaşamakta_ - dırlar. Aksi takdirde zaten gölgeleri bile kalmamış demektir. O halde gençlerin ıHsydiı ü yaşıyan hiç bir kıymetin miyeceği muhakkaktır. demesile, hâlâ ortadan silin - sıraya bakma - nci hiddetinden Tiyatrosunun (yani eski oynadığı ji fransızcadan ben adap- , Mütarekenin ilk yılın- Fransız Tiyatrosunda u. Bu eser hakkında faz- e lüzum görmem. Yal- ervieux'ye aid olduğu- Française'de oy- kle iktifa ederim. bir akşam, Fransız îı- daptem — oynanıyordu. yatrosunda. e aarıpkoca yeni evlenmiş vardı. Bunlarla, pansi - Kendini bil Alman pasniyo- ştım. Bana bir gece Türk ti- tmek arzusunda olduklarını ben de mevzuunu anla - nları bu eserin seyrine getirmiş - Tam ikinci perdenin ortası... Uzun ve derin tahlilleri ihtiva eden piyesin en canlı meclislerinden biri oynanıyor. Sah- nede Eliza Binemecyah ile Roza var, İki- si de o zamanki sahnemizin en parlak yıl- F*zîanı-- Doğrusu çok ta güzel oynuyor- ar! İşte böyle sahnede iki aktrisin sürekli ve heyecanlı sözleri -..Derken efendim, bizim sıradaki localardan birinden bir ses, bir aslan sesi kükredi: — Yeter yahu! Eyvah! Süleyman Nazifin sesi... Ti « yatroda yoktu, şimdi gelmiş olmalı! Fakat üstad durmuyor, kendisine o ge- ce fazla neş'eli ve içkili bir ziyafet çek - miş olmalı ki, hazım yorgunluğuna bile aldırmadan söylenip duruyor: — Off! Bu ne uzun lâf!.. Kısa kes.; Salonda halkın o locaya dönüşü ve git- tikçe çoğalan kıpırdamalar... Nazif, tenkidinde berdevam: — Uzatma, dedik a,.. Kısa kesin!.. * Yanımdaki madam, kocasına eğildi, bir şey söyledi, kocası bana eğildi, bir şey söyledi: —Bu kim? Ne diye haykırıyor? Doğru cevab bulamadım. Yalnız şunu diyebildim: — Tanımıyorum. Fakat hastalanan bir seyirci olmalı. Ağrısından haykırıyor. Madam: — Doktor yok mu? Dedi. Bu anda, koridora baktim, Nazifin 10- casına giden üç kişi var: En önde Dariil- bedayi kâtibi! Hiç ' istifimi bozmadan: — Doktor gitti, dedim. Şimdi hastayı götürürler. Tam da zamanı idi. Zira, salonda ön sıralardan birinde oturan bir zat, ayağa — Nazif Beyefendi.. siz kısa kesiniz. Herkes piyes seyredecek.. tenkidinizi gâa- zetenizde yaparsınız! Üstad o zaman «Hadisat»> 1 çıkarıyordu. Bir müddet sonra Nazif, koridorda da söylenerek çıkıp gitti. Daha doğrusu, üs- tadı incitmeden. darıltmadan kuş uçurür : gibi koltuklayıp götürdüler! * Daha evvelki bir zamana aid hatırama gelince.. yani Süleyman Nazifin bana da- ha keskin ve karşıdan hücum edişine... Durun, onu da anlatayım: Balkan harbinden bir müddet sonra idi. O milli acının ilhamile «Yeniçeri» isimli bir şiir yazmağa başlamıştım. Mev- zu icabı, bir gece odamda lâmbayı sön- dürmüş, yalnız başıma otururken kapı a-! çılıyor ve içeriye ölgün ay ışığında bir yeniçeri giriyor. Bu ruh, dedelerimizin ruhudur. Bana geçmiş istilâ asırlarının şan ve şereflerini sıraladıktan sonra bu|- faciaya nasıl düştünüz diye sitemler yağ- diriyor. İşte yzamakta olduğum manzum hikâye bu! Fakat bilmem kaç mısra son- ra Yeniçeriyi sahneye sokmak sırası ge- lince adeta afalladım. Eyvah! Yeniçeri kelimesi aruzun o anda kullandığım vez- nine bir türlü uymuyordu. Bunun üze - rine başka vezinlere müracaat ettim, müs tezadlar yapmağa kalktım, beyhude! Ye- niçeri kelimesi «Yenii... Çerili» şeklinde imalelere uğramadan hiç bir aruz vezni- ne uygun düşmüyordu. İşte bunun üze - rine ilk defa kızdım ve yukarıdanberi yazdığım mısraları hecenin on dörtlüsü- ne çevirerek yeniden yazdım ve ancak bu sayede Yeniçeriyi odama çağırabil - dim: ..... vxeex.. Baktım girdi içeri, Burma sarık başında levend bir Yeni- çeri! Yeniçerinin başına burma sarığı ge - çirmiştim amma, kendi başıma da çorabı örmüştüm. Çünkü iki gün sonra Babiâli caddesinde şimdiki Zaman kütübhanesi önünde kendisile karşılaştığım Süley - man Nazifin hiddetli nazarlarını bir an ü- zerimde gördüm. Korkarak uzattığım e - lim bile havada kalmıştı. Kulaklarımda da üstadın şu yıldırımlı cümlesi çınlı - yordu; İ (Devamı 11 inci sayfada) «Son Posta» nın zabıta romanı: Gİ Yazan: CEVAD FEHM Necdetin beklenmiyen heyecan Serkomiser tekrar Delikanlı biraz mütereddid cevab ver- di: — Tanırım! , Rıdvan Sadullah serkomisere dönerek: — ÖOsman bey, iş sana düştü, dedi, Bu adamları telefonla buraya celbetmek ka- bildir, değil mi? Serkomiser tekrar yerinden kalkarken cevab verdi: — Tabii kabildir, hocam. Bir otomobi- le doldurup getirirler. Nihayet yarım sa- at zarfında buradadırlar. — Mükemmel.., O halde hemen bir te- lefon ediver. Mülâkata devam için biz seni bekliyeceğiz. Serkomiser dışarı çıkarken Rıdvan Sadullah ta ayağa kalkarak odada gezin- meğe başladı. Arada bir durup, gözucile kendisini süzmekte olan delikanlıya ba- kıyordu. O dakikada onları birbirlerinin oyun- larını evvelden anlamaya çalışan iki peh- livana benzettim. Bu benzetiş yersiz de- ğildi, bir bakıma onların aralarında da bir nevi mücadele geçiyordu. Rıdvan Sa- dullahın bu mücadeledeki hedefini anla- mamakla beraber neticeyi onur kazana- cağını biliyordum. Maamafih hasmının tahmininden fazla kuvvetli çıktığını gö- ren bir şampiyon istihzayı terkedip nasıl ciddileşirse onda da hiç alışkın olmadığı- mız bir hal vardı. Osman beyin avdetini müteakıb der- hal yeniden suallerine başladı: — Vafidisi katil diye öne sürmek üze- re kehribar ağızlığı bizim bulduğumuz yere kendi elinizle koyduğunuzu biraz evvel itiraf ettiniz. Bu ifadenizde —ısrar ediyor musunuz? — Evet ediyorum. — Biz ağızlığı açık bir pencerenin ö- nünde bulduk. Pencereyi de siz mi aç- mıştınız? — Evet ben açmıştım. — İyi hatırlıyarak söylüyorsunuz ya... — Evet evet gayet iyi hatırlıyorum. Hatta pencere demirleri paslandığı için müşkülâtla açtım. — Ne vakit açtımz?' — Anlamadım. — Kaçta açtınız, diyorum. Gece saat 10 dan evvel mi, yoksa 10 dan sonra mı? — 10 dan sonra idi. — Olamaz! Delikanlı şaşkın şaşkın Rıdvan Sadul- laha baktı. Dostum tekrar meşhür müs- tehzi tebessümü ile gülümsemeğe başla- mıştı: — Niçin olamaz, bakın anlatayım, Necdet bey! dedi, Portekizli mühendisin Leylâ hanıma verdiği talimat şu merkez- de idi: Saat 10 da evin bütün elektrikle- rini söndürecek, pencereleri teker teker açıp. salonda saatten yazı — odasının — penceresini derseniz buna imkân yoktur. Çünkü pen- cere zaten açıktı. Farzımahal olarak ka- palı desek dahi gene böyle bir şey yapı- lamaz. Çünkü yazı odası Leylâ hanımın karanlıkta ve kulakları kirişte beklediği salona bitişiktir. Zorlukla açtığınız pen- cerenin gürültüsünü duymamasına sağır olsa dahi ihtimal verilemez. oturacaktı. Siz bu ağızlığı — bulduğumuz açtım sonra Saatini tesbitte yanıldığınızı farzede- rek bu noktayı da geçelim. Siz bizim gör- düğümüz sarı saçlı adam Vafidistir, di- telefona gitti yorsunuz. Kabul edelim. Vafidis Rai beyin evine bu geceden başka defa gelâ mi? — Gelmedi. — İyi düşününüz. — Hayır, gelmedi! — Şu halde bundan bir gece evve Leylâ ve Neclâ hanımların gece yarısı si zin odanızda gördükleri sarı saçlı adan kimdi? Hani şu Leylâ hanımdan mülâka taleb eden mektubun yazı makinesi üs tünde bulunduğu gece.., Bu adam kimdi! — Bendim. — Olmadi. Saçların rengi uymuyor Neclâ hanım odada sari saçlı bir adam gördüğünü söylemişti. — Başıma bir perük takmıştım. Bu perük şimdi nerede? — ÂAttım. Niçin attınız? — Artık işime yaramayacaktı. — Nereye attınız? — Hatırlamıyorum, — Nasıl olur? Üzerinden aylar — geç- medi, — Hatırlamıyorum, dedim ya.., fizam zayıftır. - — Pekâlâ, Necdet bey, şimdi çok mü- him ve nazik bir başka noktaya geliyo- ruz, Cevab vermekte biraz daha dikkatli olmanızı tavsiye ederim. Nişanlınız Nec- lâ hanıma itimadınız vardır, değil mi?” Delikanlı son cevablarını verirken göz- lerini pencereden tarafa çevirmiş, hem konuşur, hem de dışarısını seyreder bir vaziyet takınmıştı. Bu sual üzerine başı- nı sert ve seri bir hareketle döndürerek Rıdvan Sadullaha baktı. Bakışları şüphe ve endişe ile dolu idi. Yavaşça: — Vardır, tabit! dedi. Niçin sordunuz? — Yalan söylemez, değil mi? — Kat'iyen! T — Siz kazaya uğrayıp hastaneye yatı- rıldıktan ve Vafidis te tevkif edildikten sonra... Ha bakın belki dostunuz Vafidi- sin zabıtaca yakalandığını bilmiyorsunuz. Size haber vereyim. Meşhur bir eroin fabrikası sahibi ve kaçakçısı imiş. Tevkif edip deliğe tıktılar... Evet ne diyordum, siz hastaneye yatırıldıktan ve Vafidis tevkifhaneye sokulduktan sonra Neclâ hanım bir sabah bana gelerek Raif beyin evinde geceleri sarı saçlı bir adamın do- laştığını haber verdi. Ayni sualin tekrarı ile başınızı ağrıtıyorum amma kusura bakmayınız. Bu sarı saçlı adam da kim olsa gerek... Yoksa gene siz mi idiniz? Bu sözler Necdetin üzerinde hiç bekle- mediğimiz bir teessür ve heyecan uyan- dırdılar. Delikanlı'evvelâ yataktan fırla- mak istiyormuş gibi bir hareket yaptı. Sonra ellerini boğazına götürdü. Gözleri Ha- evlerinden uğramıştı. Her tarafı titri- yordu. Kısık bir ses!'e bağırdı: — Doğru mu söylüyorsunuz?... Bu haberi Neclâ mı verdi? — Evet, fakat ne oldunuz ya... Niçin bu kadar heyecanlandınız? — Neclâ size sarı saçlı adamı Raifin e- vinde gördüğünü söyledi demek? — Evet böyle söyledi. BER Dikkat! Roman burada bitmedi. Arkası 11 inci sayfadadır. — — eei ——

Bu sayıdan diğer sayfalar: