Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
t Şubat SON POSTA ÂŞIK YUNUS Manzum yazıları var diye Ziya Gökalpa şair denemez, Yunusa da şair demek o kadar hatalı olur! Yazan : Muhittin Birgen Bugünlerde eski bir Türk sofisinin ha- tırası yâdediliyor. Halk arasında <Âşık | Işair denildiğini işitse, müteessir olur ve mezarından başını dışarı çıkararak eya- |ifadesi idi. Bu hayat felsefesi, münhası. |ran sevgiye, itaate, iş ve meslek hayatı- Yunus» lâkabı ile yâdedilen bu sofinin |zık, Türk edebiyatının tarihçileri beni nın kendi kendisini idare eden tamamen adı Emre midir, yoksa İmre midir? Bunu Pek iyi bilmiyorum. Benim çocukluğum- da ve hattâ jilk gençliğimde, halk arasın- da henüz çok canlı olarak yaşadığını pek İyi hatırladığım bu yedi asırlık hatıradan bahsederlerken sofiler ve tarikat ehilleri onun adını ekseriya İmre telâffuz eder- lerdi, Sonraları bu isim, edebiyatçı mü- hevverler arasında Emre olarak telâffuz edildi ve nihayet öyle kaldı. Acaba, ede- biyat tarihçileri Âşıkı Emre ismile tanı- mak lâzım geldiğini isbat eden deliller mi buldular? Buna dair de malümatım eksiktir. Şu kadar biliyorum ki Macaris- tanda İmre diye bir küçük isim vardır. Birçok Macarlar bu ismi taşırlar. Bunlara sorduğum zaman, kendilerinden daima bunun eski bir Macar ismi olduğu ceva- bını aldım. Macarlar eskiye aid bazı şey- leri büyük bir dikkatle hıfzetmişlerdir. Meselâ Tugrul ismindeki muhayye!l kuş gibi. Mümkündür ki İmre ismini de eski gekli ile muhafaza etmiş olsunlar. Fakat, ben bu ismi, bizim babalarımız ve dede- lerimizin İ ile telâffuz ettikleri devri çok fyi tanımış olduğum için Âşıkın İmre a- dile adlandırılması daha doğru olacak *"U hiç anlamamak olur. Ziya gibi, o da Jerinden olduğu içindir ki Halk kütleleri gannediyorum. Ne olursa olsun, Emre veya İmre, bu sofi çok büyük bir adam olmak lâzım ge- Hiyor. Pek yakına kadar hattâ İstanbulun halk kütleleri arasında bile yaşamış ol- ması; bunun delilidir. Anadoluda hâlâ yaşadığı da muhakkaktır. * Bununla beraber Âşık Yunus bugünkü nesil tarafından unutulup gitmeğe mah- küm bir çehredir. Çünkü, yeni nesil, »- nun ne dilini anlar, ne de kim olduğunu derin manasile anlıyabilir. Hatırası zik- redilirken, dikkat ettim, Âşıka «büyük şair» diyorlar. Hayır, bu adam bir şair değildir; hattâ, zannedersem, kendisine | anlamamışsınız!» derdi. Halbuki halk elinde hâlâ divanları do- ilaşmasma rağmen, Âşık Yunus, bir şair |değil, bir âşıktır; bir sofi ve bir tarikat Iaciamıdır. Şiir yazmak yahud manzum söz söy- lemek şair olmak demek değildir. Bunu herkesin kolayca anlaması ıçin, Yunus Emre gibi, hatırası henüz aramızda yaşı- |yan Ziya Gökalp bir hayli manzum şey | yazmış olmasına rağmen şair değildir. O |bir feylesoftu. Duygu ile de karışık bir halde bulunan bir takım fikirlerini halka |manzum şekilde anlatmak istemiş oldu- |ğu içindir ki Ziya Gökalp şiir gibi şeyler | yazdı. Yazdıkları şiir'değil, felsefedir. | demokratik kanunlarına dayanan bir in- |zibata bağlanmış insanlardı. Bu nevi in- ,sanları bir araya toplıyan, onları birbir- lerile tam bir kardeş hayatı yaşamaya 1sevkeden teşkilâta tekke derlerdi. Bu ['tekkelerde türlü türlü tarikatler bulun- masına rağmen, bütün bu tarikatler hep |ayni fikrin ve ayni duygünun başka bil tarzda ve başka timsallerle ifade edilme- |sinden ibaretti. Bunlar, o zamanların mutlakiyetçi devlet ve cemiyet rejimine şiddetle muhalif olan, müslümanlığın | , | devlet haline geldikten sonra temsil etti- ği çok merkeziyetçi otoritesine ve taassu- ( | buna karşı mücadele eden Türk halk küt- lelerini bir araya toplar ve onların mes- ; saat evvel kaber Kıdvan Sadullah: — Haydi, çocuklar, dedi, artık gidelim. | Hattâ, daha doğrusunu söylemek 1â-|lek ve iş hayatlarını inzibat altına alırdı. Yapacak başka işimiz kalmadı. İzım gelirse diyebilirim ki Ziya Gökalp, Bu çok kuvvetli demokratik bir teşkilât Apartımandan çıktık. Rıdvan Sadujlah “yeni zamanların bir Yunus Emre veya |içinde birleşmiş olan kütle, Anadoluda, Kapıyı itina ile kapadı. Bunun üzerine | |mak için, onu Ziyanın şahsiyetinde tek- rar yaşamış olarak tasavvur etmek en münasib timsali almak demektir. Nasıl Ziyaya Türk şairi demek onu hiç tanıma- |mak demek olursa Âşıka da şair demek -bir halk adamı idi; o da İiçi his ve kafası |fikir dolu bir Türktâ. Şair olmak onun |hatırından bile geçmiş olmasa gerektir. İlerde, Türk kültürü tarihi Ziyayı şair ©- |larak saymıyacağı gibi Türk edebiyatı ta- rihi de Yunusu bir şairden ziyade muay- yen bir içtimat tipin en yüksek mümes- sili olarak mütalea edecektir. * Âşık ve sofi denilen insanlar, içleri duygu dolu mahlüklar oldukları için şiis ri sevmişler, türküyü ve melodiyi ruhla- rında titretmişler, fakat hiçbir zaman şa- irlik iddiasına ve hattâ sevdasına kapıl- mamışlardır. Sofilik, Türk halk kütleleri arasında muayyen bir hayat fe'sefesinin 've şeyhislâm istibdadına karşı büyük bir -muvaffakiyetle mukavemet edebilmiştir. | İşte, Âşık Yunus bunlardan biri idi. Anadolu o zamanlar bu nevi insanlarla dolu idi. Yunus, bun!'arın en ileri gelen- arasında adı ve divanı uzun asırlar yaşa- |Mış ve nihayet, gözlerimiz şarkı ve ken- |di millt hayatımızı bırakip ta frenksever- liğe başladığımız zamandanberi tedricen - unutulup gitmiştir. Bugün, sade onun ismi değil, meselâ bizzat sofi kelimesi bile unutu'luyor. «So- fi» nin ne demek olduğunu eskiden he- men herkes bir dereceye kadar-olsun bi- lirken bunun asıl manasını değil, kelime- sini dahi tanımıyan bir nesil, genç ve ka- labalık bir kütle halinde, hayatı baştan- başa istilâ ediyor. | Tarih. ve hayat böyle yürürler: Yeni nesil küt'eleri gelir ve eskileri, ismile de, kelimesile de çiğner, ezer ve geçer! TİYATRO İ Haftanın tiyatro hareketleri (“ Son Posta ,, nın tiyatro münekkidi yazıyor ) GEİ hir tiyatrı ŞÜ 'atrosu dram kısmında: i Korayın A. Bissondan adapte ettiği <O kadın> iki hafta ra 46> zelzele felâketzedeleri : il edildil aT a]lıne:ıfaatme ı «O kadın» temsil ed[lecektir ve ağlebi ih- timal bir hafta daha değişmiyecektir, Mevzuun sürükleyici ve heyecan veri gi oluşu, temiz bir lisanla tercüme edil- mesi, iyi temsili halkın esere karşı rağ- betini artırmıştır. «O kadın» hakkında gazetelerde çıkan tenkidler, münekkidler arasında bir fikir #htilâfına sebebiyet verdi. Selâmi İzzet Bedes, Bisson'ı vodvil muharriri olarak tanıyordu. Fransız vodvillerini mevzuu- bahs etti, bu arada on yedinci asırdaki Fransız tiyatrosunu anlatırken: «On yedinci asırda Fransada tiyatro demek bol kahkaha demekti. Tam bir a- sır halk, gülmek için salaşların önüne koştu» dedi. «Tenkide tenkid» serlevhalı bir yazı ile Selâmi İzzete cevab veren muharrir: Bu mütaleayı doğru bulmuyordu, Fran- sada on yedinci asır tiyatrosunun kahka- ha tiyatrosu olmadığını iddia ederek Korney'in, Rasin'in, Bualo'nun bu asırda yetiştiklerine işaret etti. Selâmi İzzet Sedes kısa bir yazile mu- kabelede bulundu: «l17 nci asır, yani Korney'in Rasin'in yetiştiği on dördüncü Lui asrı Fransanın panayır asrı, panayırlarda salaş.asrı, sâ- laşlarda vodvil ve fars asrıdır.» İddiaların doğru veyahud yanlış oldu- Şamı gene | iğ“ hakkında kendi düşüncelerimi söyli- yecek değilim, yalnız bir noktaya işaret edeceğim: | Bugün Fransız trajedisinin babası ad- dedilen Korney, on yedinci asırda eser- jlerini verdiği zaman hayatının en çetin devrelerini yaşamıştı ve nihayet unutul- muş bir halde öldü. Onun ölüm- haberi sadece: «İhtiyar Korney öldü.» Denilerek ilân edildi. * Şehir tiyatrosu komedi kısmında: Şehir tiyatrosu komedi kısmında bu Mmevsim yeni eser çıkmıyor. Bu yüzden hep eski eserler temsil ediliyor. Eski e- serlerde, muvaffak olmuş san'atkâr'arın hasta olmaları sebebile başkaları tarafın- dan temsil ediliyor. Eskiden gördükleri rağbeti görmüyorlar. Ancak bir gece temsil edilen «Amcalar eğleniyor» vodvili yetiştirilememişti. Ar- tistler rollerini benimsememişlerdi. İçle- Tinde hasta olan, sesi çıkmıyan vardı, sa- kat bir temsil eser hakkında fikir ver- mekten uzak kaldı. Onun yerine tekrar «Sözün kısası» oy- nandı ve şimdi Bedia Ştazer'in Andre Birabo'dan tercüme ettiği ve geçen mev- simden kalmış «Oğlumuz> temsil edili- yor. Oğlumuz'un ilk temsili iyi olmuştu. Yeni temsil de iyidir. Bu eserde muyaf- fak olmuş san'atkârlar, ayni muvaffaki- yeti idame ettiriyorlar, Halk operetinde: Halk operetinde «La Maskot» temsil ediliyor. Sene başındanberi hafif operet- ler temsil eden Halk opereti «La Mas- kot» 1 temsil etmekle yeni bir çığır aç-| miış oldu. Şarkılı oyun çerçevesinden ha- Tice çıkmıyan az müzikli operetler, tem- sili kolay olsa da muvaffak olamıyor. Maskot tarzı operetler Halk opereti sah- |nesi için daha muvafıktır. Müziği kuv- vetlendirmek, baleye ve seslere ehemmi- <yeî: vermek, biraz da dekor ve #bise gibi operet temsillerinde göz zevkini tatmin e- decek' cihetleri ihmal etmemek şartile Halk operetinin, yerli ve ecnebi; kıymeti olan operetleri oynamaları muvafık olur, muvaffakiyetlerini temin eder. x » xk | Taksilerin muayyen p saatlerde dolmusa yolcu taşımaları istenildi İstanbul şoförler cemiyeti reisi ve u - mumi kâtibi dün belediyeye müracaat et- miş, bazı taleblerde bulunmuştur. Şoför- lerden B. kursu şehadetnamesi istenmek- tedir. Halbuki kurslar mevcud değildir. Şoförlere B. kursu şehadetnamesi alma - ları için kurs açılması istenmektedir. Be- lediye zabmtası talimatnamesinde buna aid maddeler mevcud olduğundan, bele- diye bu hususta şimdilik bir şey yapmı - yacaktır. ; Şoförler, dolmuşa adam usulünün yal- nız sabah saat sekizle dokuz arasında Beyoğlu ile Eminönü arasında, Atikalipa- şa ile Beyazıd arasında, akşamları saaat altı buçukla sekiz arasında Eminönünden Beyoğluna, Beyazıddan Atikalipaşaya iş- letilmesini;, diğer saatlerde taksilerin ser- best kalmasını istemektedir. Belediye, bu talebi tetkik edecektir. İmresidir. Nitekim, Âşık Yunusu iyi tanı- | Türkün uzun asırlar arasında Osmanlı | ben: — Peki amma dedim, kapıyı kapadığı- mıza göre katil nasıl gelecek? Rıdvan Sadullah gülümseyerek cevab verdi: — Kapıyı açarak. — Bu kapıyı açtığı gibi odanın da ka- pısını açmaz mı? — Açabilir. Fakat huna lüzum görmi- yecektir. Mademki pencerenin camı kı- rıktır ve mademki hasta yalnız üç metre mesafededir, neye kapıyı açsın? Onun vakti çok kıymetlidir. İşini biran evvel bitirmek ve görünmeden kaçmak isteye- cektir. _ — Geleceğini zannediyor musunuz? — Şüphesiz. — Peki âmma buraya nasıl gelecek? Gazetelerde çıkan habere göre Necdetin bizim katta bulunması lâzım. Rıdvan Sadullah alaycı bir tebessüm- le yüzüme baktı: — Görüyorum ki istintakta hayli me- haret kesbetmişsin Cevad Fehmi! dedi. Serkomisere ve müdderumumi muavini beye taş çıkartıyorsun. Artık suallerinin arkasını kes bakalım. Beni söyletemez- sin... Sabırlı ol! Bizim kata indik, paltolarımızı giydik. Rıdvan Sadullah biraz Necdetin yanına uğradı, sonra hep birlikte evden çıktık. Apartıman kapısında filhakika Rıdvan Sadullahın söylediği gibi köylü kıyafetli bir adam kapıcının odası önüne bir is- kemle atmış, dalgın bir eda ile tesbih çe- kiyordu. Bizi görünce ayağa kalktı. Rıdvan Sadullah sordu: — İsminiz? — Sabri, efendim. . — Sabri efendi oğlum, Osman bey sa- na talimat vermiştir amma bir kere de beni dinle! Girmesi ve çıkması için kim- seye“ muhalefet etmiyeceksin. Kapıcı a- partımanda oturan kiracıları tabif bilir. Bunlar ve bir de bizim kattaki yaralıyı tedavi eden doktor haricinde apartıma- na girecek bir yabancının bütün eşkâlini hafızanda tutacaksın. Ha başka hir şey daha var, zannetmiyorum ya, şayed bi- zim kattan kapıcının ziline basılacak ©- lursa derhal tabancanı çıkararak yukarı koşacaksın. Osman beyin köylü kıyafetine girmiş olan muavini: — Pek iyi efendim, dedi. Yalnız bir nokta var, apartımanın kiracılarına da ha riçten misafir gelebilir. Bu takdirde apar- tımana girecek yabancılar birden fazla olabilir. — Haklısın ağlum. Zararı yok. Sen yalnız. hepsinin simalarını hafızanda nakşet. Öyle ki yarın sana «apartımana gelen bu mu idi?» diye birini gösterdikleri vakit kendisini tanımamazlık etmiyesin, — Başüstüne efendim. — Biz Sipahi Ocağındayız. Buraya gelmek için senin bize telefon etmeni bekliyeceğiz. Bu yabancınm girip çıktığı- Yazan: CEVAD FEHMİ Rıdvan Sadullah yanılıyor_"r Serkomiserin köylü kıyafetind eki muavini: «Ben zaten size bir ; yollamıştım. dedi. pu gördükten sonra Sipahi Ocağına, bize telefonla haber verirsin! Taharri memuruna verilen talimat bu- rada bitti ve apartımandan ayrıldık. Rıdvan Sadullah bir taksi çağırdı, bin- dik. Sipahi ocağının adresini verdik. A- raba hareket ederken EKıdvan Sadullaha: — Beklediğiniz ziyaretin ne vakit o - lacağını zannediyorsunuz, dedim. — Belki öğleden evvel, belki öğleden sonra... Fakat her halde çok geç vakit değil... 2-3 sularında... cevabını verdi. * Sipahi Ocağına gittik. Yemeği orada yedik. Saat biri geçip de ikiye doğru iler- lemiye başlayınca müddeiumumi muavi- ni ile bende heyecan ve sabırsızlık baş » ladı. Gözlerimiz kapıda bizi telefona ça« ğiracak — garsonu — gözetliyorduk. Va- kit süratle ilerliyordu. Fakat beklediği miz olmuyordu. Acaba ne vardı, bir ak- silik mi çıkmıştı? Yoksa Rıdvan Sadullah hesablarında yanılmiş mı idi? Vakit geç- tikçe onda da belli belirsiz sabırsızlık a- lâmetleri görülmiye başlandı. İkide bir saatine bakıyor, maamafih sabırsızlandı- ğını bize hissettirmek istemiyordu. Saat iki, üç, dört. derken beş oldu. Be- şi çeyrek geçti, beş buçuğa beş kaldı. Ni- hahyet Rıdvan Sadullah dayanamıyarak ayağa fırladı: — Haydi gidelim, dedi. Bu işin şimdi- ye kadar olmaması imkânı yok! oldu, fa- kat bize niçin haber vermediler? Sipahi Ocağı önünde bindiğimiz oto - mobil bizi beş dakikada Maçkaya bırak- tı. Apartımandan 15-20 adım mesefede in miştik. Rıdvan Sadullah yürümüyor, âde- ta koşuyordu. Kendisine yetişmekte ba- yağı güçlük çekiyorduk. Apartımana varınca serkomiserin mu- avinini gene yerinde bulduk. Kapıcı ile yan yana oturmuşlar, çene çalıyorlardı, adam bizi görünce sual sormamıza ma - hal bırakmadan raporunu verdi; — Apartımana doktordan ve kiracı - lardan başka hiç bir kimse gelmedi efen- dim. Rıdvan Sadullah adamın gözlerinin içine bakarak hayretle durakladı. Şaşa - ladığı anlaşılıyordu. — Sahi mi, muhakkak mı? diye sordu. — Muhakkak efendim. İşte kapıcıya da sorunuz. Zaten size ben bir saat ev- vel de haber yollamıştım. — Haber mi, kiminle haber yolladın? — Sandığı getiren hamallarla! — Hangi sandığı getiren hamallarla?... Şaşalama sirası serkomiserin muavi « nine gelmişti. Adamcağız derin bir hay- ret içinde kekeledi: — Siz buraya tek atlı bir araba içinde dört hamalla bir sandık yollamadınız mı? Hattâ sandığı yavım saat sonra geri aldırdınız! (Arkam var) Tırhan hakkında tahkikat yapılıyor Tırhan vapurunun karaya oturması hâdisesi hakkında tahkikata devam e- dilmektedir. Eski Denizyolları İşletme Müdürü Bürhanettin, Tırhanın tahkikatile meş gul olmak üzere Münakalât. Vekâleti tarafından şehrimize gönderilmiştir. Dün Bürhanettin, Denizyolları U - mum Müdürü ile görüşmüş, bu husu sa aid bazı malümat almıştır. | :