29 Haziran 1937 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6

29 Haziran 1937 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

No. 59 M — KANUNİ SÜLEYMAN Yazan : Nedim Refik Beni buraya getirdiler, kapadılar. Acaba beni babamdan birisi zorla mı almak istiyor ? Bunun doğrusu böyledir. Fakat beni bu maksatla kaçırmış olanı bir kerre görmüş olsaydım.. Sültan Süleyman nihayet: — İşte Bahadır Sahip, dedi, seni gimdi tam bir asker olarak görü - yorum. Yalnız kendi işini, silâhinı düşünen bir asker, bir emir ancak senin gibi olur. Kalbindeki elemi bir tarafa bıraktın, gidiyorsun. Kı- zını bulamadan gideceksin. Fakat onun bulunduğu haberini ben sana yakın zamanda nerede olsam, sen de nerede bulunsan - bildireceğim. Sultan Süleyman ayağa kalk - mıştı. Bahadır Sahip de kalktı, gi- derek genç padişahın elini tutmak öpmek istedi. Fakat Sultan Süley- man buna padişah ile misafir, yal- nız musahafe ettiler, Sonra Sul - tan Süleyman Bahadır Sahibin ar- kasını üç defa sıvazlıyarak: — BHaydi, dedi, güle güle... Ora- daki iman ehline bizden de selâm- lar götür. Belki yine biribirimizi görürüz. Fâkat biribirimizden hep iyi haberler almağı niyaz edelim. Yolun açık olsun. Bahadır, Sahip son derece heye- can içinde idi. Bir an evvel huzur: dan çıkarak göz yaşlarına serbest bir cereyan vermek istiyordu. Bu- nu gören padişahın da gözleri ya « şarmıştı. Bahadır Sahip çıktı. Padişah ken- di kendine: İnsan, dedi, ruhunun sevdiği lama az zaman içinde meğer ne , kadar alışıyormuş. M 5l Bu kara yolü ne kadar uzun o « lursa olsun Bahadır Sahip -gibi bir binici için at üzerinde temaşa edi- lecek pek çok yerleri görmeğe bü - yük bir fırsat olacaktı. Erfesi sa » bah Üsküdara geçen Bahadır Sahip yanındaki atlılarla kalabalık bir alay halinde hareket eden kafilesi- le yola çıkmış oluyordu. Gün perşembe Idi. Mündecim sa- atin uğurlu olduğunu söylemişti. Kafile yola düzüldü. Biz Bahadır Sahibi Hindistan yolunda takip 'edecek değiliz. Sultan Süleymanın Tacı Cihanı bularak bu müjdeyi Bahadır Sahibe bir an evvel ulaş- tırmak gibi beslediği ümidinin na- f 'Tacı Cihan hep bir türlü geçen “günleri, kapalı olmanın - verdiği 'can sıkıntısı ve âkıbetinin ne ola» cağı korkusu ile geçirirken yavaş yavaş ânlıyordu ki kendisini bura- ya kapamış olanların bunda bü - yük bir menfaatleri vardı. O men- faat, kendisinin böyle kapalı kal- masına bağlı oldukça Tacı Cihanı buraya getirmiş olanların gelerek onu bir daha kurtarmalarına ihti- mal yoktu. Fakat genç kız biliyor- du ki babası sağdır. Hem de bura- gı öyle bir yer-mi? Sultan Süley « man, er geç kendisini aratacak, bulduracak, babasma verdirecekti. Yanından ayrılmıyan kadına ar- tık bunlara dair bir şey söylemez olmuştu. Çünkü ondan aldığı ce » vapların ne olacağını keşfetmek zor değildi. Yalnız bir gün ona birdenbire dedi ki; — Beni buraya geılrı.lırer, Kkapa- dılar. Acaba beni almak isteyen bi- risi mi var ki babamın razı olmadı- ğını gördü de buna cesaret etti? Karşısındaki kadın ona hayretle baktı, sonra: — Bu nggıl olur, dedi, böyle bir şeye kim cesaret edebilir?.. — Yok, yok.. Bunun doğrusu böyledir. Fakat beni bu maksatla kaçırmış olanı bir kere görmüş ol- saydım... Can sıkırttısı, üzüntü, korku... Genç kız kaç zamandanberi kendi- aine ıstırap veren duyguların yeri- »e korkunç olduğu kadar tatlı bir takım hulyalar kurmıya başlamış !dl. Daha doğrusu bu hulyalar ken- ,di kendine geliyordu. Taci Cihan, artık tasavvur ediyordu ki: burası Pek genç, pek cesur bir delikanlı- Dın evidir. Bu delikanlı onu baba- / tından istetmiştir. Fakat babası Tazı olmamıştır. O zaman cesur de- Hikanlı herşeyi göze almış, denize atılmış, kızı kaçırmış ve buraya kadar getirerek kaç zamandır sak- lamışti!.. Fakat bu delikanlı kimdi? Ken- disini bu kadar yakından takip e- derek, sonra kaza olduğu zaman denizde onun boğulmasına meydan vermiyerek sevgilisini kurtaran ve kaçıran cür'etkâr kimdi?.. 'Tacı Cihan hep bunu merak edi- yordu. Kadına bu sırrını açmıyor, hem onun kendi içinden gelen şey- leri öğrenmesini — istemediğinden, . hem de belki dediklerinin asılsız olduğunu söyler de hulyalarına Mâni olur endişesinden... Bunu kim yapabilirdi? Sonra babasını düşündü. Böyle bir şeye cür'et eden genç kim ise, zavallı babasına ne kadar ıstırap vermişti, değil mi? Çok geçmeden, Tacı Ci- han, bu muhayyel cür'etkârı, gözü hiç bir şeyden yılmaz âşığı keşfe- der gibi oldu. Evet, buraya kaçıran, bu yüzden bubasına o kadar eziyet ve ıstırap çektiren, olsa olsa Yakup olabilirdi!.. Yakubu, babası kurtar- mıştı. O da bundan cesaret âlarak 'Tacı Cihanı istemiş, lâkin nedense red cevabı alınca, cür'etini büsbü- tün arttırmıştı. Tacı Cihan, Yakubu, babasına çektirdiği bu üzüntüden, - evet... bütün bu olan şeylere ancak <ü- züntü» diyebiliyordu! - dolayı af- fetmek istemiyor, ona ara sıra: — Ah, namkör!.. diye söyleniyor- du. Fakat affetmek istemeyişine rağ- men Yakubu mazur gösteren bir ses vardı ki, ona: — Yakup hep seni düşünüyor, yalnız seni seviyor.. Senin için her şeyi göze aldı, Niçin ona böyle mer- hametsiz davranıyorsun?.. diyordu. n (Devamı var) Eski Dersimi nasıl - tanırsınız (S inel sayfadan devem) (16) Hozat, Plümer, Kızılkilise arasında oturan Maksut uşağı halkı da Türktür ve müsalemeti sever. Müuhitlerinde iyi buğday ve â14 tü. . tün yetişir. Fakat datma Hidranltla. rın tegallübü ve tehakkümü altında | zaruri, tabli bir müttefik gibi idi- ler. Vaktile 300 tüfek çıkarırlardı, (17) Levendane tavırları, mavi ve yeşil gözleri, beyaz çehreleri ve | mzun boylarile Kafkasyadan geçen kavimlerden ve Finlere çok benze- yen Pilvik âşireti belki dünyanın en güzel insanlarıdır. Bunlar Zaza- ca konuşurlarsa da Jisanları arası- na karışmış bir takım kelimeler vardır ki, diğer Dersimliler anlıya- mazlar. Bunlar icabında iki yüz tüfek çıkarırlarmış. Lâkin sertlik- leri ve çeviklikleri sayesinde di - “ğer üşiretler bunlara sırtaramazlar" dı. (18, 19) Yukarı Abbaz, Aşağı “Abbas fşiretleri Azerbaycan Türk- deri ahfadındandırlar. Hükümete mutl ve askerliğe gidenleri çok Çilt. çi Insanlardır. Bunların diğer âşi- retler kadar evliyası, aslanlı şuhe- da (?) Abideleri yoktur. Şayanı hay- ret denecek derecede tenessuh etmiş| bir ilâh telâkki edilen Seyit Rıza- nın nüfuz mıntakası en ziyade bu- ralarıydı. Vaktile ikişer yüz tüfek çıkarırlardı. Dersimin en yeğit a- :ımlın bu iki öşiret arasından çi- ar. (20, 21) Bezgiruşağı, Şamuşağı Munzur çayı etraflarında ve Koçu- Şağile komşudurlar. Zararsız, çift- çi ve Türkmen ırkındandırlar. Bun- lar da vaktile üÜçer yüz tüfek çıkarır. larmış. Daha dört âşiret varsa da bunlar şube halindedirler, Plâmerde oturan Difican Türk- menleri tâ Paloya kadar icabındı konar, göçerler. Yine o havalik Delicanlar vardır. Pırat kenarla rındaki İzvollular da Dersime mü- cavir sayılırlar. Fakat Diricanlılar Alevt, diğerleri Şafti olmakla be. raber, Dersimlilerle münasebetle- ri ve alâkaları yoktur. b Dersim suca o kadar Zengin sa- to, Çapakçur tarafları suluyan ufak sulara ııı:ıııM dı=l Tacoris ve kısmen Bingölden çı kan Perisuyu Pola tarafları 1 . le Dersimi ayırır. Munzur dağla- rından çıkan ve mukaddes sayılan Munzur suyu Dersimin — vasatına yakın bir mecrada garptan çıkarak Poriçayı ile birleşir ve Murada 1. ner, Suyu ve ala balığı gayet bol bir sudur. KUTUDERE Kutudere gayet sarp ve çetin ka- yalar ve fundalıkları havi derin va- diden akarak Peri suyuna karışır, Kâlan suyu o kadar suyu olmıyan ufak bir nehirdir. — Dersimde saat- lerle gidilir de, akar suya tesadüf -0 N Bi Yan/ b mer gel H, SAD e b edilmez. Mazkirt - Kızılkilise a- rasında cesim bir yabani elma a- ğâcı altında toprağı delmiş bir se- dirden yanyana bir karış aralıklı çıkan birisi lık, birisi gayet soğuk iki su vardır ki ılığı çok karbonlu ve çeliklidir. Soğuğu ise çok en- . fes ve İstanbul sularından üstün bir sudur. DERSİM VE HAVALİSİNDE İTİKATLARA NÜMUNELER Mazkirde yakın köylerden birin- de vaktile bir ağa varmış, — hacca gitmiş. Evinde Dimitro isminde bir hizmetkârı varmış. Evin hanımı bir gün taze buğday pilâvı yapmış. Ağa da taze buğday pilâvını çok severmiş. Mimitro hazretleri hanı« ma: «Büyük bir lenger pilâv ver de, ağa sever, ona götüreyim.» de- miş, Hanım, ağa hacta, bu kefe- renin canı pilâv çekti; diye düşü- nerek bir sahan vermiş, Dimitro sahanın kapağını da istemiş, al - mış. İki saat sonra hanım, Dimit- rodan sahanı ve kapağını isteyin- ce, «Ağa gelince getirecek!» ceva- bını almış. Altı ay sonra Ağa gelince, Dimit- tonun, Ağa Mekkenin sıcağında, yarı baygın veet içinde bulunur - ken, Dimitronun elinde sıcak pilâv- la geldiğini karısına ve etrafa hikâ- ye edince, Dimitro kalıbı değiş- tirmiş. Bu zatın Dersimin hattâ civar kazalar halkının ziyaretgâhı olan bir türbesi vandır. Vaktile Koçuşağı ağası hacca git- miş. Haceril esvedi öpmek isterken bakmış ki çobanlarından Munzur da orada ve kendinden evvel kara taşı öpüyor. Bundan Munzurun yüzlerle altın sarfile hacca gelemi- yeceğini ve vilâyete erdiğini anlı- yan ağa, avdetinde tüfeklerle şen- lik yapıp rekâbını öpmek - istiyen- | lere: «Bana bakmayın, hikâye şöy- le şöyledir, Munzurun ayağını öpü- nüz» demiş. Munzur bakraçlarla süt getiriyormuş. Bu evliya cenap- ları, halkın kendi ayağını öpmek i- çin seğirttiğini görünce korkmuş, kaçmış! Kaçârken sütlerden az, az dö . külenlerin yerlerinden — pınarlar çıkmış, nihayet bir taş kovuğuna Birmiş ve sütler dökülmüş, Kovuk- tan Munzur çayının ana mecrası, pinarlar da ufak mecraları olmuş. Dersimin büyük evliyası ismine 1- zafeten Erzincan - Ovacık arasın- daki karlı dağa ve ondan çıkan su« ya Munzür denilmiş. Munzur su- yunda an okkalık ala balıklar var- dır. Hiç bir Dersimli mükaddes sa- yılan bu balıkları yemez. Hattâ yabancılardan avlamak istiyenleri silâhla menederler, Dersimdeki hu. rafelere nümune ölsun diye bu iki misali arzettim. Bunların hep bi« ribirine benzer yüzlercesini say - mak mümkündü’r. .. N Okuyucularla | |Bas basa -Tokatlıyanın Önünde Dilenciler Taksimde oturan bir okuyucu » Ymüz yazıyor: «Dilencilerle nasıl mücadele edi- liyor, bilmiyorum: Bu mücadele, vakit vakit yapılan bir şey midir, | yoksa, dalmi surette midir?. Evvel- ki gün Galatasarayda, Tokatlıya « nn tam karşısında tramvay bekli- yordum. Beş dakika içinde iki di- lenci önüme gelerek avuç açtı. Bun- ların kılığı kıyafeti çok pejmürde idi. Burada, bilhassa eenebilerin fazlaca bulunduğunu hepimiz bili- riz. Yabancı gözlere karşı, hiç de iyi bir manzara teşkil etmeyen bu dilenciler tamamile ortadan kaldı- rılamıyor mu?.. Dilenciler - böyle kalabalık tramvay caddelerinde, bekleme yerlerinde bilhassa sık sık tesadüf edilen kimselerdir. Bu hu- susu alâkadarların nazarı dikkati- ne arzetmenizi bilhassa rica ede- rim.» ı HİKÂYE I | Bir ihanet (4 üncü soyfadın devam) zel konuşarak, tıpkı kadehlerin bi- ribirine vurdukça - çıkardığı — tatlı ses gibi sesi vardı kadınin. — Saatim yanlış galiba. Lütfen saati söyler misiniz Beyefendi — Beşe on var Hanımefendi. — Teşekkür ederim beyefendi. — Estağfurullah hanımefendi. — İsminiz Hulüsi değil mi beye » fendi?. — Evet hanımefendi? — Bankada şefsiniz değil mi be- yetendi? — Evet hanımefendi. — Ve hâlâ bu muammayı çöze- mediniz değil ml Hulüsi beyefen « di? Hulüst kıpkırmını olmuştu. Yer yarılsa da yere geçseydi keşke, Fa- kat, bu kadın nereden biliyordu bu işi? z — Ben, -dedi, kadın- Osmanlı Ban- kasında memurum. Henüz on do « kuz yaşındayım - ve bir annemden başka kimsem yok. Ve yavaş yavaş yerinden kalktı, Hulüsinin yanına doğru yürüdü. Hulüsi, hayatında bu kadar güzel kadın görmemişti. Hulüsiye öyle bakıyordu ki, delikanlı hemen-ye - rinden fırlamak ve göğsüne sarılıp orada kaybolmak istiyordu. Olur a, mecnunane bir düşünüş amma, bu kadının karşısında da akıllı kalmak müşkül şey. — Sizi seviyorum. Ben koca de- Bil henüz bir erkek dahi tanıma - dım. Park otel müdürünü banka- dan tanırım, Bu işi onunla hazır « ladık. Sizinle başka türlü tanışmı- ya imkân göremedim. Velhasıl kadının fendi, erkeği yendi ve Hulüsi, alçak ruhlu bu ka- dının hâin âşığı olmakla da kalma- dı. Biçare ve karısının ihanetinden bihaber muhayyel kocasını da unut- turup bizzat (***) bankası muame- lât memürü Bayan Bedriyenin met- ut kocası Hulüsi oldu. sankeeni e mneameünancneN | NÖBETÇİ ECZANELER Bu akşam şebrin muhtelif semt- lerinde nöbetçi olan eczaneler şun- lardır: İstanbul cihetindekiler: Eminönünde (Beşir Kemal), Be- yazıdda (Cemil), — Küçükpazarda (Yorgi), Eyüpsultanda — (Hikmet Atlamaz), Şehtremininde (Nâzım Sadık), Karagümrükte (Kemal), Samatyada (Teofilos), Şehzadeba- şında (İsmail Hakkı), Aksarayda (Sarım), Fenerde (Emilyadi), A - lemdarda (Esxd), Bakırköyde (Mer- kez). Beyoğlu eihetindekiler: i İstiklâl caddesinde (Della Suda), Galatada (Hüseyin Hüsnü), Tak - simde (Limonciyan), Şişlide Ha - lüskür caddesinde (Nargileciyan), Kasımpaşada (Vasıf), — Hasköyde (Barbut), Beşiktaşta (Ali Rıza), Sarıyerde (Osman). Üsküdar, Kadıköy ve Adalarda- | kiler: Üsküdarda fAhmediye), Kadı- | köyünde Muvakkithane caddesin - de 4(Saadet) - Büyükadada (Halk), ) er—ÜW'USınışilg*if: asbad T| — Eski İstanbul batakhaneleri: KUM AR.. —Yyazan: M. S. ÇAPAN Akinci kısım İFaçada gördüğü kupa valesini o KA içabuk çekti aldı ki, bile bunun fa (V.) yalan söyledi: | - Çök paralı bir oyuncu... No di- | ye getireceğim, tırtıklamak için!, - Ya kurnaz, bir şey yemiyen bir oyuncu ise?, — Zannetmem.. fakat bit kere is- kandil edersiniz, bunda ne güçlük | var sanki?.. Oyuncu çok olduğu için, beşer kişi oynamıya karar verdiler, esa- sen, sair günlerde de böyle yapı - yorlar, oyuncu kalabalık olursa, be- şer kişi oynuyorlardı Beşer beşer ayrıldılar. Kâğıtlar çekildi, herkes yerine oturdu. Oyun başladı. Apartmanın de - mirbaş trigörleri, her kareye ikişer ikişer dağıldı. Yalnız bir karede üç trişör var « dı: (M.) in karesinde ... Eski trişörler, karelerinde üç e- nayi olduğunu zannediyor, (M.) de dört gözü kapalı oyuncu arasında bulunduğunu, bunların topuna bir- den satır atacağını düşünerek se - viniyordu. Oyun bir müddet normal gitti. İki trişör (M.) mi köntrol ediyor, kurnaz, tehlikeli bir adam olup ol- madığını anlamadan işlemek. va- zifeye (!) başlamak istemiyorlardı. Tetkik epeyce sürdü. Kontrol bir hayli devam etti. Bu geçen zamanlar içinde, şüp- helenecek bir vaziyet karşısında kalmadıkları için, iki demijrbaş tri- şörden biri, yerde mühimce bir pot olduğu bir sırada, hemen arkadaşı- na bir kapak yaptı. (M.) bunu görmedi. Filhakika, onun gözünden böyle bir hareketin kaçmasına imkân yoktu. Böyle nu- maralar geçmezdi ona!.. Fakat, ilk tetkiklerinde, masada şüpheli, kor- kulacak bir adam görmemiş, kuş- kuülanacak bir harekete, bir jeste rastlamamış olduğu için, her kâğıt verişi kontrolü bir külfet saymış, bu sebepten bu hareketi göreme - mişti. Kapak işinden sonra, ik! trişör, bir kaç montaj yaptılar, bu kolpöla- Ti da geçti. (M..) hakikaten yine | farkında olmadı. Nihayet, bir' pas- pas neticesinde yine ortada bir Çok para toplandı. Kâğıtları (M.) tevzi ediyordu. İlk oyuncu (30) lira ile üvertür yaptı. Hepsi gördüler. İkinci oyun: cu da gördü. Üçüncü kaçtı, dör - düncü rolâns yaptı: — Altmış lira! Dedi. (M..) rolânsı tereddütsüz tuttu, Evvelce otuzar lirayı koyan- lar, öbür otuzu da görmiye mecbur oldular. Oyuncuların biri iki kâğıt aldı, biri hiç kâğıt almadı. (M..) e gelin- ce, bir kâğıt değiştirdi. Fakat bu kâğıdı destenin eni altımdan, fa - çadan çekti, aldı. Bu hareketi o kadar çabuk, 0 kadar güzel, o ka- dar ustacasına yapmıştı ki, kâğıt de- Biştirirken ve alırken, kendisine baktıkları halde, kimse, alttan kâ- Bit aldiğının fakında bile olmadı. (M..) in alttan aldığı kâğıt, bir kupa bacağı idi. Bunu, daha kâğıtla- rı dağıtmadan evvel görmüş, elin- de de kupadan: — Flöş manke! Olduğu için bidayelte oyunü iş- tirak etmediği halde, rolâns üÜze- rine girmiş, ve blttabi hem artada- ki potu, hem de iki oyuncunun res- tini almıştı. Rest aldığı oyunculardan bir de, demirbaş trişörlerdendi. Öteki oyuncular, bu oyunda gay- ritabil bir hal görmediler. Fakat, iki trişör şüphelenmekten kendi - lerini alamamışlardı. Ve bir ba - kıma göre, oyuna hiç iştirak etme- den, en son bir oyuncunun rolânsı üzerine elinde sağlam bir kâğıt ol- madan oyuna girmesi, biraz şüphe uyandıracak bir hareketti. Bu pozisyon karşısında, bütün dikkat kesilerek, (M.) i kontrola başladılar. Kontrol ve teftişlerinin hemen ilk beş on dakikasında, (M..) in trişörlüğüne kanaat getir. diler, Ve o kâğıt dağıttığı zaman altından — kâğıt. çektiğini — gör- düler. Façadan — kâğıt — aldığını sezdiler. Montaj yaptığını, kuca - ğında kâğıt sakladığını anladılar, Fakat, bunları 0 kadar ustalıkla yapıyor, faça isfölisini 0 kadar güs z€) çekiyordu ki; bu hareketlerin? — 1107 dar iki demirbaş t rkına varmadı e başka kimse farkedemezdi. e a ar ince montajları, köprüleri © k:;'_ z işliyordu ki, - tâbir Cai yüğe, & şaheserdi! Bu ustaca trişöri y | teki işcilerin bile ağızlarının Si aktı. Maamafih onlar da Bof madılar, kolposu gelince Hattâ bir defasında, bunlardan B ri güzel bir (iki ıskarta) yaptı. ei günca bir pot aldı. Fakat bu (M.) min gözünden kaçmadı: Ü Velhasıl ne (M.) onların W:ü_ rını alabildi, ne ötekiler nt * Ne alduy” sa yine oyunculara oldu, "":; kaş göz, el ayak işaretile at lar, onlardan üç yüz küsur İft dılar. Hem de bir seansta... 5'" ı lar tevali ettikçe, bu miktaf 97 tı. Bazı trişörler, çok yüzsüz, #SU ve utanmaz olur. Başkalarının İ | ne göz dikerler, adamlarını C: ü mıiya çalışırlar, bir günlük bi çön için çağırıldıkları yere ü yine damlarlar. İstiskal bile Nî_ ler, daha ertesi günü de gelir. | deta, kumarbazların dediği # — Metazori! İşe ortak olmuya, pay - MN kalkarlar, v Bazıları da, kimsenin işile ıli;_ dar olmaz, adamını apartmıya İ kışmaz, kendi işinin arkasında şar, gündelik çıkarmıya bükar- İşte, (M.) de, bu ikinci kısımt şörlerden olduğu için bir daha tınbakkaldaki apartmana uğfü dı. (M.) le karşılaşan triq'î""*'d (S.) diyor ki: A — Her şey aklıma gelirdi? lerken, montaj yaparken tutul! Yi altı kâğıtla piyastos olmak-. v kat günün birinde karşırna bir 3“ çıkıp ta paramı almıya, beni $0 mıya çalışacağı hiç hatırıma mezdi. Ne denir?.. Hayat, her ye karşımıza çıkabilen binleret binlerce hatırıma gelmez şeyi' doludur. K Hilekârlıkla kazanılan, baZt Ş hnan parayı eksik göstermenin ı Ni de şudur: a Bazı kere, bir kareye iki w;'_ birden girmez, bir kişi dahil n'v , Arkadaş dışarda kalır, o da b:r v | nerlerini geçirebildi. ms- v Ab bir kareye girer, yahut — giref i arkadaşile ortak gider, Karedt trişör, önüne kâğıt para bunları büker: büker, küçük L muska haline getirir, sonra aVWT — nün içine alır, parmaklarının — köşesine iliştirir, usulca cebine ? 3 ı Oyun bittiği zaman, kayıpları 1 Jemek âdettir. Her oyuncü : miktar söyler: 1 — Ben elli Tira kaybettim! ğ ı 4 : ! | söye C — Ne eksik, ne fazla, tamam * sen papel!.. — Ben kapı gibiyim! Ya bi kazanırım, ya 'iki lira kaybödeti” Trişöre gelince: — Benim kârım, der, bir kuruş fazla değil! Seksen, elli dâha 130 edef mi?. Kazanç (95) olduğuna (85) lira eksik demektir. Z) Nerededir bu para?. Nerede olacak, trişörü! ç Tirü 95 l;rdd"' değil n cebin * fDeııqmrğ,ç BUGÜNKÜ PROGRAM Akşam Neşriyatı: isl Saat 1330 plâkla dans 1930 Konferansı Eminönü Halketi Sosyal Yardım Şubesi n"’“;.. Dr. Galip (Sosyal Yırdm.;:'mı ; nekleri), 20 Belma ve arksöl Iç tarafından Türk musikisi VE şarkıları, 20.30 Ömer Rıza “"z: dan arapça söylev, 2045 Cemâl İPç mil ve arkadaşları tarafı ayt Müsikisi ve halk şarkıları (88İ 4, rı), 21.15 radyo fonik dram (K men), 2215 Ajans ve borsa MAPİ) ga Ti ve ertesi günün programlı Plâkla mlnhîloporı ve ow"":rj çaları, 28 Son, # YARINKİ PROGRAM Öğle neşriyatı: 12.20 Plâkla Türk musi “Havâdis 1305 Muhtelif P

Bu sayıdan diğer sayfalar: