17 Ocak 1938 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 4

17 Ocak 1938 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

19441 senesine doğru ALMANYA » İTALYA » deniz kuvvetlerini Yeni sene büdçesinde ayrılan bir kaç milyon daha mi sene girdi, her hükümet de bütçesini yaparken haline göre ka- ra,»deniz ve hava kuvvetlerini art- tırmak için para ayırıyor. Büyük devletlerin 1998 bütçelerindeki si « lâhlanmak masrafına — dair verileri malümatı yazarken - «Son Telgraf» bir kaç gündenberi bunların mev- <cud olan ve daha da arttırmağa ka- rar verdikleri kuvvetlerine dair de izahat vermektedir. İtalyanın 1941 senesine Gığına dair yazılan yaz matbuatında yeni deniz inşaatına da- —— ir İtalyan matbuatında görülen ma- lümattan bu sütunlarda bahsedildi. Bugün de Fransanın 1941 senesine kadar nasıl hazırlanacağını gösteren — EĞ0 e © yeni rakâmları pârlâmentaya veri- rlan- İtalyan len yeni ve mühim bir rapordan şöy- İniz inşaatını takib ediyorlarsa da |bunu ağır ağır yapıyorlardı. Fakat Eransızlar şu ön -beş senedir de- lartık zaman böyle ağır gitmeğe mü- lece çıkarmak mümkündür. ae Uzak Şark ve Avrupa Fransız Kabinesinin istifası, Uzak Şark meselelerinin bu günkü hali ne şekil alacak ?. Yazan: T. S ilâve —— « anid değildi. Çünkü bir taraftan fa- şist İtalya deniz kuvvetlerini arttır- mağa başladığı gibi Hitler Almanya- Buzlar arasında duş/!. Fransada kabine buhrahi çıktı. Kabinenin çekilmesinde telgraf ha- berlerinin verdiği para işlerinin bü- 'yük bir âmil olduğu anlaşılmakta- dır. Fakat bir zamandanberi harici işlerin Şotan kabinesindeki üâzayı bi- ribirinden ayırdığı rivayetlerine de şaşmamalıdır. İspanya işlerinde ademi müdaha- le politikası takib edilmeğe başlan- dığı zaman sosyalist başvekil Blum 936 da buna itiraz edenlere: harbin önüne geçmek için ne kadar eziyet çektiğimiz vesaikle meydanıa çıkacaklır; gibi bir şey söylemişti. Blum kabinesinden sonra gelen ra- dikal sosyalist Şotan kabinesi harici işlerde bir Çok müşkülâtla karşılaş- tığı gibi bir de Uzak Şark vaziyeti i- le uğraşmağa mecbuür kaldı. Çin - Japon meselesinde de İspanyada ol- duğu gibi «ademi müdahale» dendi. |Fakat geçen gün Fransız kabinesin- sı da Versay müahedesini yırtıp a- tarâk kendi istediği gibi silâhlan - mağa başlamış ve harb gemilerini yaptırmağa koyulmuştur. Öyle ki e- ger bundan sonraki senelerde de Fransa hizlı hareket etmezse kendi- ke sahibi olma arile ikinci oldu- ğu halde deniz kuvveti itibarile dör- düncü dereceye inmiş bulunmakta- dır, Fransanın bu mal ederek kadrodan çıkarılacak hal- de bulunan harb gemilerinin tonu 540000 tutuyor. Bu ton yi ayrılışı da şöyledir. 6 tane saffı harb , 2 tane tayyare gemişi, birin- ci sınıf 8 kruvazör, 2 inci sınıf 12 kru- (Devamı 7 nct sayfamız la) İ kuvveti itibarile öbürlerin- | ün henüz yaşını ik- | mana bu karanfiller, genç bir mı tebli tarafından bir çiçekci dükkâ- nından satın ahınarak küçük ve renk- 14 bir mektubla beraber gönderilmiş bir aşk hediyesidir. Bunlar buraya gelmeden evvel çi- çekci dükkânımda ayrı ayrı buket- lerde öteki arkadaşlarile birlikte pas- lt bir teneke konserve kutusunun İ- çindeki kirli suyu içerek yaşıyorlar- dı. Bu genç mektebli her paketten birer tane seçti ve bu üç karanfili Nerimana yolladı. Şimdi Nerimanın mavun renkli etejerinin üstündeki şu küçük yeşil |ikisi penbe, biri kırmızı. Daha odadan içeri girer girmez: —| — Aman bunlar ne güzel karanfil | Neriman? Dedim. Gülümsedi. sanıyorum. kıldı. Yukarıda verdiğim izahatı kendilerinden öğrendim. Odada yalnız canım $- ” ç İ — Güzeller karanfiller siz buraya belenmesin 'diye biruz "evvek Yerde inereden geldiniz? dedim. Penbe karanfillerden biri hemen cevab verdi — Ben düğünden geldim. Ve anlattı. Kenanlara düğün hediyesi olarak gelmiş ve sonra di- ğerleri gibi onlar da yine bu çiçekçi dükkânına satılmışlar. Ve ilâve edi- yor. — Siz zanneder misiniz ki düğün- lerde getirilen demet demet çiçek- ler zifaf odasında solarlar. Asla, Mi- safirler dağılır dağılmaz onlar da İbemen çiçekci dükkânına -avdet e- İderler. Tilkinin dolaşıp döneceği yer nasıl kürkçü dükknı ise, çiçekler de çiçekcilerinin elinden zor kurtulur- lar, — Maşallah dedim, sen akıllı ka- ranfilsin böyle?, Hakikaten o kadar fasih konuşuyor ki bayıldım. Pen- be karanfil iltifatıma tebessüm, et- | ti. | Öteki penbo karanfile sordüm. — Ya sen?. Sen nereden geliyor- sun?. V: | — Konserden, Ve anlattı. Ses kraliçe: HİKÂYE - | Vazoî;;ıki Üç D fi al'ttı rm F h k t - - ' Bunlar her biri bir başka yerden |gece yarısı tekrar çiçekei dükkâmına ası ransayı are e e ge 'r l Hi İSelmiş üç karanfildi. Şu küçük ye- g İşil bilür vazoda buluştular. Neri — aa — milyonlara ..- ediliyor vazonun içindeki temiz suyu eme - |le girdi. Şimdi bir fincanla kahve rek yanyana üç gündür beraber ya- |getirdi bana. Karanfillere baktım. yorlar. Büyük, güzel karaniller, |Üçü birden parmaklarıni dudakları- di o dışarıda bana kahve pişiriyor | Karanfillerle - konuşuyorum. | bizzat | kamdan: gözlerim fanteziler unumumuz avdet etmiş. | Gülümsediğimi görünce: — Anladım, dedi. Acaba ses kra- liçesi tarafından mı salılmışız? De- mek istiyorsunuz değil mi?. Hayır, Ses kraliçesi temiz, ütülü ve bayaz |kolalı genç bir gersona vurgun, Bu- nu da, bizi ona hediye ederken kulis mrasında garsonu öpüşünden anla « dık, Garsön o kadar pişkin ve bu iş- lere alışkın ki. Çiçekçi ile pazar'ık bile etmeden uyuştular . — Ya sen? dedim. Kırmızı karan- fil gülümsiyerek cevab verdi: — Ben karanfil bahçesinden geli- yorum, Yeni koparıldım. Neriman elinde gümüş bir tepsi i- na göütürmüş ba - Sus! Diyarlardı. Nerimana birdenbire: — Kim bu mektebli aşkına, dedim. | Neriman şaşırdı ve yan gözle ka- ranfillere baktı ve buna: — Hangi mektebli çocuk, dedi. Koranfill in gevezeliğinden şüp çocuk Allah halının üstünde bulup ta cebime ât- tığım vesikalık kasketli bir fotoğrafı gösterince Neriman kıpkırmızı oldu kl: — A... Dedi o kadar. — Zaten ben de farla sormıyacak- |tım. Diyerek resmi mavun renkli e- |tajerin kenarınma bıraktım. — Bir daha ihtiyatsızlık böyle resimleri yerlere düşürme de- dim. Göz ucu ile karanfillere bak - tım. Üçü de rahat birer nefes aldı. Ötedenberiden konuştuk. Kalk- tım. Nerimandan lirken — yeşil vazodaki dostlarım üçü de başları- ni eğerek beni selâmladılar ve ar- ederek — İnşallah yimne buyurunuz. — Bekleriz yine: — Bizi unutma: Diye seslendilor. * Belki aradan'iki aydan - fazla za- yine Nerimanâ içeri girer girmez l billör vazoya ilieti. 'a20 boştü. Sordum. — Neriman buradaki karanfiller — Bir gün gelecek, bi: şimdi | Bir buçuk sene de böyle geçti. Neden ve niçin?.. Bunu tyi kestiremiyorum. Bir çarşamba sabahı efendi beni Fındıklıda büyük bir konağa götürdü: — Senin hanım ve beylerin artık bu konaktaki- lerdir. Terbiyeli ol. Sakın beni- mahcub etme... Bun- lar dâ bizim beylerimizdir... Dedi, bırakti. Ne olursa olsun buna memnun- dum., Çocuk ta, muhakemesiz de, kendi iz'an ve dü- şunuşüume değil hâdiselere tâbi olsam da gayrişu- uri ve sonsuz bir hürriyet havası aldığıma emindim. Her halde, o kötü yaradılışlı hoyratlar sürüsünün içinde aşına aşına mahyolup gitmektense burada değişik bir kaç yüz görmeyi tercih ediyordum. y Konaktakileri sayayımıt: Beyefendi, hanımefen- di, küçük bey. İki hzimetçi, bir uşak. Beyefendi: Elli yaşında vardı. Gümrük müdü- rü mü idi, müdürü umumisi mi idi, bir şeydi?.. Uzun boylu, zayıf vücütlü, yanık benizli; beyazı çok, siyahı az sakallı; zekâ ateşi ile yanan koyu kes- tane gözlü, yüzü sevimli bir adamdı, Metin bir tav- rı, tok bir edası vardı. Kibardı, titizdi, az konuşu- yordu. Her gabah siyah redingotumnu giyinir; dik, kolalı beyaz yakasını değiştirir; üşak pardösüyü koluna a- hır, bey önde, Hasan ağa arkada konaktan çıkarlardı. Akşamları da ayni halde, fakat, bey biraz daha yor- (Devamı Yedinci sayfada) Dile kolay.. Biz İstanbul soğuğun- | dan paltolarımıza biraz daha sarılır- | ken bazı yerlerde karlar arasında | kayak yapıldığı, kar topu mubharebe- | lerinin hararellendiğini duy ynmuk.w Fakat buz dolu bir odadaşbuzlaşmı- ya yüz tutan su*ile duş- yapanlara rastlamamıştık. Rüsyada 'nakıs 8 de- recede buz odası içine küçük bir de- re halinde soğuk su sevkedilmekte- dir. Ve.. bir adam çırılçıplak bir hal- de bu su altında duş yapmaktadır. Resimde buz odası ve duş yapan 3- dam görülmektedir. No: 1i7 gun dönerlerdi. Yeknesak, vakur bir hayat. Eski 2a- man kibarlığı... Hanımetfendi. Şen, şirin, narin yapılı, kibar, hasta mizaçlı bir kadın. Evin içinde ve dışında, bü: tün mahallede kendisini sevmiyen, saymıyan kimse yoktu. Bu ne asaletten, ne zenginlikten, ne de şöh- retten; sırf sevimlilikten, incelikten, kibarlıktan ve kendisini saydırmaktan toplanan bir hürmetti. Be- nim müuhabbetime karşı 0 da beni öyle çok sevdi ki... Daha ilk gün, konağa verilir götürüldüm. Beni dikkatle süzdü. Nereli, kimin kızı olduğumu, okuyup yazma bi- Jip bilmediğimi, kimlere hizmet ettiğimi sordu. Ce- vab verdim. Bana dedi ki: — Sen benim kızım olacaksın. getirttim., verilmez yanına Seni onun için aSt SAKARY ve hayecanlarımı.. Dahi ve sihirkâr yıldız. CHARLES BOYER BO Sonra, beni yıkattı, elbise verdi, yeni yeni ta. kımlar yaptırttı; odasının yanında bir oda ayırttı, kendi kızı gibi benimle meşgul olmıya başladı. Za- ten, yirmi beş senelik evlilik hayatında bir tek oğ- Jundan başka hiç kız çocuğu olmamış. Beni onun için aldırmış. Küçük bey, burada yalnız tarif edeyim: Yirmi üç, yirmi dört yaşında. İri dolgun vücüdlü; kuraral, gürbüz; kara bıyıklı; lâciverd gözlü, keskin bakışlı, beyaz; kudretine, gençliğine mağrur bir delikanlı. Çapkın edalı, hovarda yaradılışlı. Fakat, annesinden, babasından çok korkuyor. Maliye nezaretinde bir memuriyeti var, Şık giyiniyor; akşamları eve gel- dikten sonra gezmeye çıkıyor. İşte: Birinci saftaki bütün eşhas. Konakta geçen ömrümü herşeyden ve hepsin- rinde meftunlarından bi -u" sinema- " sında BÜYÜK BİR AŞKIN bütün kuvvetini... Bülün ihtiras Ona lâyık sahne arkadaşı JEAN ARTHUR BİR SAADET GECESİ | En güzel.., En cazip... ye baş döndürücü aşk romanında gözleriniz. önünde canlandıracaklardır. Yerlerinizi evvelden aldırınız. Telefon: 41341 sik değil, dâ1 'ne oldu? Dedim. Yüzü penbeleşerek Hangi karanfiller? Dedi. | Geçen defa geldiğim zama: İkisi penbe biri kırmızı. Üç güzel ka- jranfilin vardı. Ha! Onlar soldu attım onları Ve bana zamandanbe | Neriman yine dışarıda & riyor. Yalnız canım sıkılıyor. 1 vun renkli etâjerdeki kitabları ka- rıştırıyorum. Mahmud - Yesari'inini «Bahçemde bir gül açtır romanını Jaçtım. Kırk dokuzuncu sahifede biribiri- İne sarılmış üç tane kuru karanfil cesedi yatıyordu. İki penbe karanfil sapsarı boylu (Devamı © ımer sayfada) den daha iyi hatırlıyorum, Belki, bir zerresi bile ek- Beyefendiden Binnaz dadıya kadar bütün ev halkı tarafından çok sevildim. Hele, bir seneyi dol- durduktan ve haniımefendiden çok ciddi, şefkatle dolu bir terbiye aldıktan sonra bu sevgi iki üç mis- line çıktı, Hizmetçiler de bana: — Küçük hanım... Diyorlardı. Hakikaten küçük hanım İdim. Evin tek kızı, Şen, avare, sevilen ve güzel bir küçük hâ» Nim, Bir yıl içinde maziyi tamamile unuttum; bu yeni, sevgi taşan hayata gönlümün bütün hududile katıldım. Zaten, bir çocuktan ne beklenir?. Su gibi değil mi? Hangi kaba konursa onun şeklini alır, Ben de öyle... On #n bir yaşıma gelince büsbütün serpildim. büyüdüm, delişmen, çok neşeli ve nazlı oldum. Saç- — larımı filân toplamak, yahut giyiimek için aynanı" | karşısında bulunduğum zamanlar bazan kendimi | hayli güzel bulurdum. Vecdet'in şimdi ay bakışlı de- | diği gözlerim o vakit mehtab gibi idi. Bemheyaz, fa- — kat, hafif bir kızıllıkla süslenen tenim, iri, dolgun vücudüm, bakışlarım, beden kıvrımlarıra çekici ve göz alıcı idi (Devamı tar)

Bu sayıdan diğer sayfalar: