16 Ocak 1939 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 4

16 Ocak 1939 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

4—8SON TELGRAF—İG 2 inci Künun 1929 | İspanya'da Kan Gövdeyi Götürürken... | Cebhe Gerisinde Kadınlar da Açlık Mücadelesi Yapıyorlar Lile Arasnda: Herkesin Vazifesi Kendine Göre Taksim Edilmiştir İn giliz Muhabiri Neler Anlatıyor ? ükümetçi İs- papya top - rak ların da tetkikat yapan bir İngilir — gazetesi muhabiri — tesadüf eylediği entere - bir vak'ayı Şöyle anlatıyor. Fransız - hudu - dundan — geçerek Barselona — doğru etomobil ile gidi - yordum. Yanım - da pek boldu. Bu kadar bolluj sonra Barsalona gittiğim zaman herkesi ken dimden nasıl mem- Dun - edeceğimi düşünüyordum. Yolda giderken ileride bir jandar- maya benzettiğim birisinin bana işaret ettiğini gördüm. Fakat biz Kadın otomobili böyle durdur muştu İspanyada kendimizce şu kaide- ye riâyet ediyorduk: Yolda bize işaret eden kim olursa olsun dur- mamak!. Bize ışaret eden adamın Hükümetçiler Palear Zırhlısını Nasıl Batırmışlar? İspanya Hizmetinde Bulunan Bir ıngilizin Anlattığı Enteresan Malümat Balear böyle spanyada Cumhuriyet hü- metinin deniz işlerinde ça- hışarak iki sene İspanyada kaldıktan sonra İngiltereye dö - ——— Dedi, Yıldız: Darılırlar bayanım.. İş vaktimiz dedi, yürü- mek istedi: Güney: — Ben doktora söylerim. Ne yapayım canım sıkılıyor. Bıktım artık yatmaktan... Diye sordu; — Benim hastalığım için sen ne duydun?. — Hiç bir şey bayanım. — Doktorlar hiç bir şey söylemiyorlar mı? — Sormadım. Onlar da söylemediler. Bu başlangıçtan — sonra ikisi konuşmaya başladılar. Yıldız anlatıyordu: — Burası Mısırlı Atiyenin konağı imiş. Atiye büyük savaş İçinde ölmüş. Çocukları, Mısıra gitmişler, oranın zenginleri oğlu Prens Safaettin küçük oğlu da Prens Rıza Başarükneddin. Ben de bütün bunları büyük ba- bamdan biliyorum. Kendisi bunların yanında ve bu konakta uzun zaman ahçıbaşılık yapmış. O anlattı. Onlar çekilip Mısıra gittikten bir kaç yıl tütün deposu olarak kullanıldı. En son, ki altı yıl oluyor. Satılığa Çıkarıldı, bizim Bay, doktor Fazıl aldı, işle bu yurdu yaptı. Bu yund demek Fazılın kendisinin?. batmıştı. nen İngiliz Marşal Londra gaze - telerine şayanı dikkat şeyler an- latmıştır. (Devamı 7 inci sahifede ) de uzun uzun torunları imişler, Büyük elinde tüfeği yoktu. Onun için biz de yolumuza devam edebilirdik!. Fokat ben buna rağmen yine durmüştüm?. Adam otomobilin ka- pısini açlı. Kendine eşyalar ara- sında bir yer bularak geçti, be - Rim yanıma oturdu. Bu eli tü « fekli bir adam değildi. Fakat elin- de büyük bir kutu vardı. Bir ka- dandi!. Bana dedi ki: | — Siz Barselona gidiyorsunuz değil mi?. Tekrar yolumuza de- vam ediyorduk. Başımla tasdik ettim. Gözümle yola, biraz da bu kadına bakıyordum. Sırtında ko- yu renkte sade bir elbise, ayak- larında da eskimiş bir çift yük - sek ökçeli ayakkabı vardı. Yirmi yedi yaşlarında, dudakları boyah, iri siyah gözlü bir kadın idi. Bu kadın şehirden uzağa gide- rek köylerden ucuz fiatla yiye - cek tedarik etmek üzere bir çok kadınların her gün yola çıktığını anlatıyordu. Fakat köylerde de herşey pahalı idi. Meselâ Barselon şehrinde 8 peçeta fiat konan bir şeyi gidip köylerde aramak lâzım gelince $0 peçeta vermek lâzım geliyordu. Barselonda yiyecek şey- lere narh konuyordu. Fakat yi - yecek bulunmuyordu!. Bir kilo tuz &labilmek için ka- labalık bir halde beklemek lâ - zım geliyordu. Sonra elindeki büyük kutuyu göstererek: — Bunun içinde, dedi, yumurta ve palates var. Hepsine 1,500 pe- çeta verdim. Kendi kendime düşünerek res- mi fiata göre bu kadar poçeta 15 İngiliz lirası demekti. -Bununla alınan şey pek azdı!. Kadın dedi ki — Oh, öyle düşünmeyiniz! Pa- | tanın hiç kıymeti yoktur. Biz iyi | para kazanıyoruz. Çünkü bizim | ailede herkes fabrikada çalışıyor. Silâh, cephane fabrikasında da ak- rabamızdan 5 kişi var ki ayda 2,000 peçeta ücret alıyor. Bazan bu pa- | ra artar. Fakat ben cephane fab- rikalarında çalışmam. Benim işim yiyecek tedarik etmektir. Aile - mizde herkesin bir işi vardır. Bu işi de bana vermişlerdir. Hafta - nın çok günlerinde böyle köyleri dolaşarak yiyecek aramakla ge- çiriyorum. — Peki, sizin gibi gidip dolaşa- mıiyanlar ne yaparlar? — Siz Barselonda bulunmadınız mu?, — Bulundum. (Devamı 7 inci sahifede) — Evet kendisinin. — Biç ortağı filân yok mu? — Hayır. Doktor çok zengindir, — Çok iş yapıyor mu bari?. — Ne diyorsun bayanım. 'Tek yatak boş de- Bil, Bütün servislerde yetmiş yatak var. Yetmişi de dolu. İçlerinde gündeliği on beş lira olan yataklar var, Operasyon, lâboratuar, röntgen bakımları pa- rası da ayrı- Acaba sizden kaç lira alacaklar?, — Hiç birşey konuşmadık. Fazıl hastalığımın ne olduğunu araştırmak için beni yatırdı amma kaç lira alacağını hiç söylemedi. Yıldız gülümsedi: sonra konak — Size böyle yapmış. O çok cimridir. Yurdun dört odasını ayrı bir ev gibi bölmüştür. İkisinde ken- disi oturur, ikisi de birisi bekleme, birisi bakım o- dasıdır. Gündelik bastaları oraya gel Çokları yurdun, doktorun olduğunu bile bilmezler. giderler. DİLİ Meraklı Şeyler MÜHÜR MUMLARININ eğer çiçeklerin dili olduğu Eibi Möriza lt nulan mühür mumlarının da kendilerine mahsus bir dili varmış. Bunu, resmi bir vesikadan öğreniyo- ruz. Ölüm baberlerini bildiren mek - N Terine de beyaz balmumu yapıştırma- mın çok eski bir âdet olduğunu bili » S Fakat, doğrusu nişan mektublarına menekşe rengi, akşam yemeği için AT zümrüd, tecssürnamelere koyu renkli Balmumular yapışlırıldığını bilmiyor- dük. Dahası var; Mavi reuk vikaye, koyu SK S açi Hre ae balmumular kızıldır. En siyade ümid veren, boşa giden de bunlardır. Cünkü | ekseriyetle içlerinden ya bir çek, ya da birkaç bankaot çıkar,, BODUR VE BİÇİMSİZ AGAÇLAR Japonyada bahçıvanlık çek müte - rakkidir. Seyyahların anlattıklarına göre Japonlar, istedikleri ağaçların boy- darmı uzaltıkları gibi, btemediklerini de bodür birakmanın sulünü çok İyi Biliyorlarmış. — Birçok ağaçları, >sun'l vasıtalarla büyümekten alıkoyarlar - meş, bunlara garib garib şekiller de veriyorlarmış. Çiçeklerin renklerini de değiştiriyorlarmış. — Ağaçların — bodur kalması için, daha fidan iken dallarını büküyarlar, — biribirlerine — geçiriyor- darmıs. Bunlar sarmaş dolaş ölüyor- lar, büyümüyorlarmış... HEYACANLI HAVADİS NEDİR: Amerika gazetelerinin, haftalık ri- zalelerinin rezaletlere verdikleri ebem- miyet malüm. Böyle birşey haber aldı- lar mi, hemen kocaman harflerle, bi- Tinci sahifenin göze çarpacak yerlerine yazarlar. Okuyucuları heyecan içinde birakmak . İçin meseleyi izam etmek- ten de çekinmezler. Adi bir haberle, heyecan hüsule ge- tirecek bir haber arasındaki fark me- dir? İşte bunu, gazeleciler kralı J. Pülli. çer çok heş bir şekilde anlatıyor: «Bir muhbir; bir köpeğin sokaktan geçen bir adamı mırdığını yazarsa bu, adi bir haberdir. Fakat bir imsanın, bir köpeği mardığını haber verirse bu, çok mühim ve heyecanlı bir haberdir.» BU DA BİR REKO! Son devrin icadı olan birçek pma- kineler, tayyareler, radyolar insanları Sinirli yaptı. Herşeyi çabuk öğrenmek, az zamanda almak İstiyorlar. Meselâ, mektubları yirmi dört saal zecikti mi asabiyetleri artıyor, yikâvet ediyorlar. 1919 senesi temmuzundaki şu bâdi- geye biz uğramış olsaydık me derdik? İşte posta muamelâtında bir ağırlık re- koru: Fransada Sen Özüslen köyünde o- turan dö Sen adlı bir adam, 16 haziran 1857 de Klermon Ferada, — hastahane sokağında 7 numarada oturan karıcına bir mektub yazıyor, postaya veriyor, Madam dö Sen mektubu almıyor, meden sonra ölüyor. Fakat, yeçen haziranın 15 inde bir posta müvezzli, hastane sokağındaki ? numaralı aparlımana geliyor, kapıcı ya soruyor: — Madam dö Sen burada mıf Ken- Gisine bir mektub var. Kapıcı, Madamım 18 sene evvel ve- fat ettiği cevabını veriyor. Kızı, Ma- dam K, yi çağırıyor. ? Bu meçhul. Malüm olan şa: 110 kilemetroluk mesafeyi tamam A2 senede kalelmesi. Şu halde ayda li&, Künde 5 metro, saatle de 20 sanilmetro. Bu da bir ağırlık rekoru değil mi? —— N0 15 aa Yazam ETEM İZZET BENİCK aa Kesesine sel gibi para akar; çıkarmıya gelince beş parayı verirken eli titrer, — Bu kadar parayı ne yapacak sanki?. — Ne yapacağını kimse bilmez. Yeryüzünde bir kız kardeşi, bir de onun çocuğu var. Onlara da metelik sıçratmaz. — Demek bu kadar para canlı?. — Para canlı da lâf mı bayanım. Para için ö- lür, Bizi, bütün işçileri; doktorların hepsini burada su parasına çalıştırır. — Bari kendisi yese, yazık!. — Yiyemez. Eğer bir gün paralar 1 koynunda sa- rılı ölü bulunursa hiç şaşmamalıdır. — Oysam bu kadar cimri olduğunu hiç göster- mez de. — Göstermez, göstermez amma nekesin neke- Bidir! Güney dudaklarını ısıra ısıra; İKÂYE cenin saat yirmi ikisi ol - muştu, Sara Taksimdeki a- partımanının önünde otomobiline bindi. Araba sessiz kayıyordu. Caddeler tenha idi. Elektrik ışık- ları altında, karın yağışı, bir ke- lebek düğününe benziyordu. Sara, birkaç dakika sonra, To- katliyan önünde arabasından inmiş ti. Daha bir sant evvel kavaför'de yaptırdığı güzel başını, kürk man- tosunun yakasına saklamağa ça- lışarak, adeta zıplar gibi, otelden içeri girdi, Bu gece, «dul kadınları hima- yecemiyeti» nin balosu vardı. Sara, gardrobda mantosunu bi- raktı. Üzerinde ipekli dantelden koyu mavi, dekoltesi fazlaca bir tuvalet vardı. Açık bal renginde- ki saçlarının itinalı bukleleri ara- sındaki gölgeler, — yüzünün ince hatları, göğsünün düzgün ve be- yaz inişi, yürüyüşündeki hariku- lâde tempo, ona, daha çok bir kra- liçe edası Veriyordu. Sara güzel | olduğunu, bu gece baolda, en gü-| zel kadınlardan biri olduğunu bi- liyordu. Bunun İçindir ki, man « tosunu gardiroba bıraktıktan- son-| ra, yol üzerindeki, kırmızı kadi - feli dış salonun safi yaldız kenarlı endam aynalarında dakikalarca kendisini seyretti. İnce, uzun, ma-i Lıpı Tâpa kâr yağıyordu. G’X şünmezdim. Dodi ve bir saniye daldı. Yıldız bilgisini daha çok anlatmak ister gibi sözünü sürdürdü: — Şaştım doğrusu. Hiç de böyle olacağını dü- nikürlü parmaklarının, oozmak- tan korkan hafif temaslarile, saç-| larının kıyrımlarını, — kaşlarının ni uzun uzun muayeneden geçirdi., sara, artık salona girebilirdi. Fakat, aynanın önünden uzakla- şırken, dönüp, iki defa daha, tek-) rar tekrar boydanboya seyret - mekten kendisini alamadı. Bil - hassa, aynanın önünden sonuncu çekilişinde, gözleri bir lâhza kris-| talın üzerine takılınca, çıplak o « muzlarının ve sırtının yandan gö- rünüşüne, bizzat kendisi de fev- kalâde hayrandı. Tatlı bir gurur ve memnuniyet duydu. Yüzünde bir gizli saadetin hazzı vardı. Artık, ağır ağır yürüyerek salo- na girdi. Caz, Saranın on sekiz ya-| şını hatırlatan, eski fakat ürper - tici, reahvet verici bir tango ça- lıyordu. * Sara, ayni zamanda, <dul kadın- ları himaye cemiyeti» nin nüfuz- du azasındandı. Kendisi de dul bir kadındı. Henüz yirmi sekiz yaşına yeni basmış olmasına rağmen, ko- casından ayrılalı üç yıl olmuştu. Zengin bir avukatla evliydi. Bu | avukatı, işine çok düşkün, evde geceyarılarına kadar tomar tomar| bir takım evrak arasında bunalır-) casına çalışmakta olmasından do- — Ne diyorsun bayanım? Bu adam para kor - yıldır buradayım. gideyim! Derken yeni birşey bulmuş gibi sözüne ekledi: — En aşağı yarım milyon lirası vardır. diyor- lar. Hem de hep altın lira biriktirirmiş!! Ve Yıldız bunu söyler söylemez getirdiği su bardağını eline aldı, odadan dışarı çıktı. miştir. Pençeletir pençeletir onu giyer. Ayağındaki çizgili pantalonun on yıllık olduğunu bilenler var, Her gün giymecesine belki de daha eskidir. Siz bu kadar gündür burada yatıyorsunuz. Hiçbir gün kı- lığını değiştirdiğini gördünüz mü?. Güney birdenbire huysuzlandı: — Aman Yıldız artık söyleme, içime fenalık geliyor. Bu kadar para canlı adamlardan iğrenirim. Dedi. Koridorda zil çalıyordu. Yıldığ: — Dışarıda kimse yok galiba. Zil çalıyor. Ben kusundan şimdiye kadar evlenmemiştir. Ben dört Ayağındaki ayakkabı değişme - (Devamı var) yordu layı istememişti. Sara ihmal edi mişti. Genç kadın ihmal edilişt * nasıl taamhmül edebilirdi?, Ni yet ayrılmışlardı. * le Genç kadın, esans, alkol kakü * 'k" Jarile buğulanmış sıcak salandA bf başdöndürücü bir zevk içinde, F | deta koldan kola uçuyor, gittik$f — mahmurlaşan gözlerinin - parlak — * kadife güzelliği yarı baygın bif — m hale geliyor, ince, kıvrak kahkif halar alayor, dans ediyordu. Vakit geceyarısını bir santttf| fazla geçmişti. Sara, artık sarhif | denebilecek kadar keyifli ve B#| h eli idi. Bol bol konuşuyor, herköf y fitifat saçıyor, hoşuna giden BÖ erkeklere karşı, artık hislerini #7 lyamıyordu. Onlara ya bir W0 yı kım imalı kelimelerle, ya geki bi yıcı gülüşlerle, ya oynak hart | ki ketlerile, yahud da, dans edef ” ken, kendisini tamemen bırak| teslimiyet ifade eden ıuılışll"( kı cesaret ve ümid veriyordu. bi in le N F Yarım saattenberi Saranın bi hassa mütemadiyen o genç mü' — V: harrirle dansettiği, kimsenin &f — |a zünden kaçmıyordu. Fısıl : tatlı tatlı, gülüşerek bir Fyll'“ ko konuşuyorlardı. - BUGÜN 16440 Proğram, 4 18,35 Türk müziği Çİncesaz: BOfÜ migür, Sebâ faslı), — Okuyan: ııâ Karakuş. Çalanlar: HL Derman, B. | vi K, Gür, B. Üller, 1L Tekay, me 19.20 Konuşma (doktorum aeti ) » 1935 Türk müziği (Kilsik geee Bt 1— Rauf Yekta — Mahur peşreri, Ze Bekir ağa — Mahur besle: F Sel. âfeli mehpeyker ile nüktelerim VW kar 3— liri — Penegâh beste - Hem # tt beli dildar, Yağ #— Dede — Mahur yürük semek — (St &— B. Üfler — Ney taksimi, ö T— Mustafa İzzet — Begüh yti — tul Doldür getir en sâki. bat S— Dede — Mahur şarkı - Va) adlı bülbülüm. dür; 8— Sadullah ağa — Hicaskâr #f — Li Hıram el gülşene. İ 10 — Çorlulu — Hicazkâr çaf Aldı benl iki, B a il— Şevki — Hicaakâr şarkı « ( di nümü düçar eden. üze it— Vecihe — Kanun takslısık lendi. L 14— Mustafa Çavuş — Hüseyal kü kı - Bir dilberdir beni. tan Okuyanları Küme okuyuculark f — tah danları Vecihe, R. Erer, F. “ Fersan, K. N, Seyhun, C. Koit Üller, R. Kam, lar 2015 Saat, afans, metcorelefi mü berleri zirsat borsası (fiat). len 2045 Müzik (Oda müziği). 21405 Konuşma, 2120 Müzik (Küçük orkestra * Necib Aşkın) 28.20 Saat, esham, tahvilât, mukut borsası (flat), 22.15 Müzik (Bir solist ve dant ları). 2345 - 24 Son ajans haberleri Yt7 Finki program, 'YARIN 1230 Müzik (küçük erkestra * Necib Aşkın), 18 Saat, ajanı, meteoralaji

Bu sayıdan diğer sayfalar: