27 Ağustos 1939 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 7

27 Ağustos 1939 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

j No. 67 # . Akşama kadar gemide tek “altadam kalmaz!, >Ne yapalım... çare yok ki!. Ç Canım kapitet sabahtanberi “Meyi haber verişimde ce- _:ıııı eçüre» yok ki., diyor- Bi çe İşte bunun çaresi pekâlâ " Donkiler işlemiyorsa efrad ü da onu işletirler. Su - ” '.*' Ünzerine çıkalım, havayı değiş- ı * _:V-n güldü Çarkçıbaşının hid- u favırlarına tamamen zıd bir a Aindi. Müstehzi bir eda ile L Sikzbele ottir .; Suyun üstüne çıkalım değil Silivrinin, işlek bir Türk Ji- Siyln önünde boy gösterelim.. &n hoş geldin derler değil mi?.. _'::u hesab ediyorum, yoksa ön maçunalarla işletil - ' Seini değil!.. n Ç Canım sen bir keze havayı bi ltir hele, böyle bir tehlike o- ;ehıı- dalarız... ine maçunalarla! pt lvıu.ı.ı.“çu b Bir defa görüldük mü, taki- Osmanlı dananmasına Uçurulur. Destroyerler bu- Relir. Biz hareket edemedi- g—.'î:n tabli burada kalır, ol- '__ yerde bekleriz. Destro- Tpi Pizi görürler, Ondan sonra İi Se eei ile suyun didine gö- | u, * yahut da çıkar, kendimi- l teslim eder, Tritonu bir İi “Yerin arkasına bağlatır, bo- D ) İ N, #idecek, donanmamıza ka - yerdo İstanbula gider, ü- | .._::mı:mam birine yerle - İ ç *kat bu bir ihtimaldir ka - | %Halbukı burada kalıp bek- İ öye ölmek muhakkaktır. Size Üİ Yi Sirmdilik mürettebatın sağ- A Üa temin etmektir. Ölüm gele- d —n'qböyle bizi tarla faresi gibi ç Çöfle bunaldığımız şu dara - Bölmede bulmasın!.. Varsın denizde suyun üstünde bizi L %ın kaşları çatılmışlı; egi Mönin sön sözleri ona çok İ AM gelmişti.. Müstehzi tavır- e ç birakan Klavye ciddi bir ses ÜÜ ük kaşlarla sordu: | demek istiyorsunuz? t istediğim şu: mürci- Üİ &, turada fare gibi zehirle öl- İ K Setinize, bir deta suyun üs- y tarın orada, muhtemel teh- t Varsa onlarla çarpışmağa, hazırız. Öleceksek ns- rr ç : ğ 81 kocasının düşüncesini ber dedi, kendi — işimizi görelim, Avadanlığımız Prank ile Hanri de yar - vler, Bir tekerlek yapmak T 20r bir iş değildir. Biz Şok daha zorluklar çek- 1 yüzünüz gülsün. Ar - lüra gece yetişiriz. Tn tamiri bitip yola çık- Zaman güneş batıyardu. ilmedikleri için karanlıkta /!;v Ş 124 A,_ f LA “maları ihtmali vardı. Dur - kh Âteş yakıp oldukları yer- K, Slemeğe karar verdiler eei Sabah ka ? Ve kervanın İzli do « ini ta- F F Gideriz, Ya şerefimizi muhafaza edebilineli - yi — Yani görülürsek bir düşman- la harbe mi tutuşalım! — İcab ederse evet kapiten! —Fakat herkes sizin fikrinizde değildir. Göz göre kendini düş « man destroyerlerinin ateşine ata- cak, biraz &ıkıntı çekip de geceyi beklemek yerine müebbed sıkıntı olan esarete kendini bağışlryacak kadar beyinsiz değil mürettebatl, İsterseniz sizi dışarı koyuverebi- Jiriz., anladınız mı dastum! Çarkçıbaşı kamara kapısını açtı. başını dışarı uzattı, tekrar havayı kokladı, burnunu iylee çekti, son« Ta süvariye döndü: — Buyurun, dedi. Kapiten, bir de siz bakın, gazlar kapıya kadar gelmiş, şimdi sizin kamaranıza da dolacak. İsa bilir mangadakiler baygın haldedirler şimdi... Klavye yerinden kalktı, sükü- petini muhafaza etmeğe çalışarak iki adım attı, kamara kapısına gel- İ İ (5 inci sayfadan devam) (eğer tabir caizse) pek iyi idi. Son zamanlarda bu havalide seyahat eden bir sefer heyeti gemiciyi görmüş ve onu İngiltereye götür- mek istemiştir. Tam bu sırada yatanına kavuşacağından sevinçle| | yol hazırlığı yapan gemicinin ö- nünde beliren ve sefer heyetini , dehşetler içinde bırakan iri ve korkunç bir dişi goril kolları ara-| V sındâ tuttuğu insanla maymun a-, İ rasında küçük bir mahlüku ge- micinin kucağına — atmış ve bir (5 inci sayfadan devam) | ilmiş etikette Sicilya prenslerin- | den birinin ismile şu tarih yazılı: 1T53 - 1760... O devirde, kibar ailelerin Ölü- lerini muhafaza etmeleri âdet i- di. Palermo papasları, kibar - ve zengin ailelerin ölülerini tahnit etmenin usulünü bilirlerdi. Bu â- det, 1881 senetine kadar devam et- Ü. Palermo'nun dışında Kapuçini manastırının - mahzenlerinde bir- ÇOCUK ROMANI | kib ederek ilerlediler. Herhalde kendilerini karşılamağa gelenler olacaktı. Öğleyi buldular. Gelen giden | yoktu. Rolflarla öküz arabası ço- Dyak, çakıllı bir vadide, tektük bo- dur ağaçlı bir çölde ilerliyorlardı. Bir dağa doğru tırmanırlarken bomba gibi birşey patladı. Bu da ne demekti? Kervan Santo - Fe | hükümetine bomba götürüyordu. Acaba kendilerine yol göstermek | için bunlardan birini mi patlat - | mışlardı? Yoksa yerlilerle sar | a u girişmişlerdi? Rolfün karısı: — Hayır dedi, eğer vuruşsalar- da bomba sesleri kesilmezdi. Yazan: Rahmi Yağız Yirminci Asrın Robensonları No. 6 | Ya Bir Mermi İle Suyun Dibine Teslim Oluruz Nibayet Bizi İ.ı;mbula Götürürler, Kamplardan 1 Birine Yerleştirirler, Orada Otururuz di. o da tıpkı çarkçıbaşı gibi başı- ni dışarı uzattı, derin've gürültülü bir teneffüs alışla havayı kokladı; koku süvarinin de bir anda gen- zine dolmuş. gıcıklamış, gözlerini yaşartmıştı. Klavye başını içeri çekti, kapi- yı kapadı, yüzü buruşukluğunu muhafaza ederek çarkçıbaşına söy- lendi: — Doğru, hava sahiden bozul- muş. Teneffüs edilemiyecek ha- le gelmiş... Bu vaziyet karşısında fazla tahammül güç... Sonra bir dakika düşündü.. su- yün yüzüne çıkmakla bu vaziyet- te geceyi beklemenin falde ve mahzurlarını teker teker kafasın- dan geçirdi, bir defa tekmil gemi- yi dolaşmak, mangayı gözden ge- çirmek, mürettebatı tetkik etmek, geminin her tarafında gaz mevcut olup olmadığını anladıktan sonra karar vermek üzere tereddüdünü yendi. Çarkçıbaşıya işaret etti: (Devamı var) " Maymunların Aşkı müddet kindar nazarlarla süzdü- Bü gemiciye arkasını dönüp or- manın derinliklerine dalıp git - Bu hüdise, Kaliforniya üniver- sitesi profesörlerinden Rodolf Al- traşi maymunlar üzerinde mübim ve dikkate şayan tecrübeler yap- mağa sevketmiştir. Şimdi profesör tedarik — ettiği dişi ve erkek maymunlar üzerin- de tecrübeler yaparak insan ve mâaymun arasi yavrular elde et- meğe çalışıyor. Bakalım netice ne olacak?.. Çocuk Mezarlığı ufak bir bahşiş mukabilincd bi ları gösterirler. Mahzenlerden ikisinde, mum- yalanmış erkek ve kadın cesedleri vardır. Üçüncüsü papaslara mah- sustur. Elbiseleri üzerlerinde bulunan bu ölüler tamamile cam ve yahut yalnız üst tarafları cam tabutlar içine konulmuş ve yan yana du- varlara dayanmıştır. Bu mahzen- lerde beş yüze yakın ölü vardır. Hepsi derin bir uykuya dalmış çok mumyalar vardır. Papaslar, — gibidirler. K ölmeliyiz. Kalacaksak da İ p Türkçesi; SİS Raber Rolf biraz düşündü: — Bir kaza olacak dedi. Çünkü bomba iki kere patlar, halbuki biz tek ses duyduk. Allah vere de ya- ralanan olmasa. Yarım saat kadar durup etrafı dinlediler. Ses seda duymayınca tekrar yola çıktılar. Araba dağın tepelerine vardığı zaman güneş yine battı. — Burada geceliyecek miyiz? Karısı: — Hayır dedi, yürüyelim, ker- Dünyada o kadar çok garib hâ- dieler oluyor ki; bir gün bakı- yarsunuz — gazeteler beş kardeş birden doğuran analardan bahse- diyorlar.. Hani bundan altı yedi sene ev- vel Kanadada bir ana beş çocuk birden doğurmuştu. İki, ve hatta üç çocuk birden doğuran analar çoktür. Fakat beş| çocuk birden bir karında yaşat - mak ve doğurmak oldukça mü - him bir garibedir. doğuran anayı, Kanadalılar baş- | larında taşıdılar. Bu, fıkara ana ve baba, Kana- | dalılar tarafından vücude ge len cemiyetler vasılasile di yardım gördüler. ; Kanada zenginleri ve halkı bin - lerce lira toplayarak bu fıkara a- mu ve babaya ev ve irad aklılar, Beoş kardeş de Kanada hüküme ti, kendi evlâdları sayarak bakıp | büyütmeğe karar verdi. | Bu, beş kardeş — şimdi birer | | kraliçe ve kral gibi büyütülüyor Yedişer yaşına kadar geldiler.. |/ Resmini gördüğünüz / çocuklar ikizdir. Fakat; bu ikizler bedbaht kar- ir. Çünkü mideleri birbi- rine yapışık olarak doğmuşlardır. Dünyada, bu çocuklardan gayri) bir ikiz hemşireler de vardır. Bu İkiz Ve Biribirine Yapışık Cocuklar * halde kapılarda ve pencere dip * | lerinde beklerken aperatör ameli-| Bu sebeble, Kanadada beş çocuk , ;, | gizi de gönderirseniz Çocuk sahi! | mizde neşrederiz. ikiz hemşireler birbirlerin sırtla- rından yapışıktır. İşin tuhafı, birisi yemek yemek istediği zaman öteki stememek- istediği iştihasız bulunmaktadır. müş, yerlerde yaralılar yatıyor- du. Kurdlar cesedlerin üstüne a- tılmışlar, karınlarını doyuruyor- | Tardı. Çocuklar bu manzarayı görün- ce haykırıp gözlerini kapadılar, Si Kervân kızıl derililerin hücu - muna maruz kalmıştı. Rolf ce - sedleri muayeneye başladı. İki oğ- lunu ellerinde tüfek, ârabanın ya- nında nöbetçi bıraktı. Küco ile beraber dolaşmağa başladı. Kervan arkadaşlarının hepsi ölmüştü. Kurtlar cesedleri tanınmaz bir hale koymuşlardı. Orta yerde patlıyan bomba du- ruyordu. Kuzıl derililer yükte hafif pa » hada ağır ne varsa alıp gitmişler- di. Ancak denk yapıldığı halde kılan eşyalar da vardı. Hay - n acele ile körkup kaçtı lari da anlaşılıyordu. (Devamı var) Birisinin uykusu geldiği halde öbürüsü uyumamak arzusundadır. Birisi gezmeğe ve yahud yüz | numaraya gitmek isterse öbürü istememektedir. | Görüyorsunuz ya? Çok müşkül| bir vaziyet ve çok meraklı ve bed- baht bir yâşânak. Resmini gördüğünüz ikiz er - kekler de tıpkı ikiz kardeşler gi- bidir. Mideleri ayrı almakla be- raber birbirine yapışıktır. İkisi birbirinden ayrılamaz. Biri istemediğini — diğeri — mecbu yapmakladır. Resmini gördüğünüz ikiz ço - cuklar, yedi sekiz yaşına kadar böyle yaşamışlardır. Nihayot, ” üstad ve mütehassıs bir operatör bu ikizleri birbirin- den ayırmağa karar vermiştir. Ameliyat oldukça — tehlikedir.. Çünkü, mide meselesidir İkizlerin anası ve babası ço - cuklarının birbirlerinden ayrı! - masına karar verince dokter da mes'uliyoti üzerine alarak ameli- yatı yapmıştır. Ameliyat çok meraki. binlerce halk hastane: doldurmuşlur. Herkes meraktan çatlıyacak bir dinı muvaffakiyetle bitirmiş ve; ikizleri birbirinden ayırarak ay- | rı, ayrı yataklarda yatmak saade-| tine mazhar kılmıştır. ı İkizler, hastanede bir ay kadar| kaldıktan sonra çıkmışlardır. Şim-| di, birbirlerinden ayrılmış olduk-| ları halde istedikleri gibi gezip oynamakta ve istedikleri gibi ya- tup kalkmaktadırlar. | İkiz çocuklar, bu hürriyete sa- hib olduktan sonra; alışkanlık i- gabı. birbirlerinden ayrılmamakta| Çok garib değil mi? işler. 1 — Dünyanın en uzun nehri; k ağacı. | Ağustos bilmecemiz yukarıda yazılmıştır. Dünyanın en uzün ve | büyük Behrile en büyük ve uzun ağacı nerede ve hangi isimde ol- duğunu bir kâğıda yazarak bi- mece memurluğumuza yollayınız. Hal varakalarınızla birer rtesmi- 2 — Dünyarün en bi Birinciye; bir iskarpin, İkinciye; bir çorab, | Üçüncüye; Bir mürekkepli ka- lem, Dördüncüden ellinciye kadar | muhtelif güzel ve faydalı hediye- | ler verilecektir. YAZISIZ BİRAZ DA GÜRELİ Lord Sinkopur, boyacıyı çağıra- rak şu emri vermişti: — Bana bak! Şu bizim mahalle- Hasan baba, balık avlamak için sahile inmişti. Elindeki voltayı de- | nize salladı Fakat; voltanın ucuna ağır bir cisim takılmıştı. Hasan baba voltasına Bgörmemişti. Halbuki; voltayı tutan - denize dalmış bir kadındı. takılanı — Bir lira. — Peki, fakat dikkatli boya, Sonra, kurumadan evvel de bo- zulmasın hat. — Baş üstüne Lord Sinkopur.. Baoyacı; kilisenin çan - kulesine çıktı ve horosu göz alıcı kırmızıya boyadı. Nihayet; kuruncıya kadar birs şey olmasın diye de üzerine şöye le bir levha astı: — Boyaya dikkat edin! İşini bitiren boyacı aşağıya indi, Artık işi bitmişti. Lord Sinkopur işin farkında de- ğildi. Boyacının bir lirasını verdi. ve başından savdı. Sabahleyin kiliseye gelenler baş- larını çan kulesine kaldırıp bak - tıkları zaman şaşa kaldılar. Bir- birlerini dürterek gül bir yandan da kilisenin mütevellisi Lotd Sinkopurla alay ediyordu: Yu... Havaya levha asılır mı?. Kim geçip horosa - sürünecek de boyasını bozacak?. Allah akıllar versin!. Zavallı Lord Sinkopurun habe- ri yoktu. O da sabahleyin kiliseye geldiği zaman herkes gibi bu lev- hayı görmüştü. © da, herkes gib bayretle levha> yı temaşaya daldı. Ve şu süretle söylendi: Hay Allah müstahakını ver« Ulan ne budala bayacı imiş sin! bu.. Fakat; kilisenin kalesinden bu manasız levhayı şimdi kim indire- cekti? Nihayet boyacıyı buldu. Ve bas Hırmağa başladı: — Deli mi oldun be adam?. İn- dir gu levhayı.. Boyacı kemali sükünetle şu ce- vabı verdi: — Lord Sinkopur, bırakın levha boya kuruyuncıya kadar dursun... Ben onu insanlar için değil, kuş- lar için astım.. OYUN: Hasan baba voltasını zorladı. Ni- hayet, bin müşkülâtla suyun yü- züne çekebildi. Lâkin; volta ile beraber suyun yüzüne çıkan avını görünce ödü patladı. Fenalıklar geçirdi. Ve nihayet işi anladı. Lükin ih- tiyar Hasan babanın da yüreği ye- rinden oynamıştı.

Bu sayıdan diğer sayfalar: