28 Haziran 1935 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 11

28 Haziran 1935 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

-— 28 - 6 - 935 PSİKOLOJİ Utangaçlık Üzerinde Kime utangaç derler? Bunu önce edebiyatçılara sormalı. Ro manda olsun, piyeste olsun en ince nüanslarıyla yaşattığı bu ti- pi edebiyatçı, şüphe yok daha ya kından, daha içten ve daha can lt tarafından kavramıştır. Karakteroloji bakımından ©- debiyatçının tip tasvirleri; halk bilgisi ile ilmi bilgi arasında bir yer tutar ve karakterlerle uğra şan her psikolog daha derin bir çöze (tahlil) yapmakta, bu şema halinde kalan ve çokluk, karikatürize edilen tasvirlerin rolü olduğunu bilir. Bir roman- cıdan ziyade yüksek bir tiyatro münekkidi olan F. Sarcey, utan gacı, “yerinde söylenmesi lâzım gelen sözü söyliyemiyeceğini,ya pılması gereken hareketi yapamı yacağını, alınması icap eden du rumu alamıyacağını önceren kestiren adam,, diye tarif eder. Şu halde utangaç öyle bir adam dır ki, bir beceriksizlik yapmak, çam devirmek korkusile - titrer, durur. 'Tanınmış utangaçların (J. J. Rousseau Maine de Biran,Amiel, v. s.) otobiyografilerini karış tıralım; hepsinde aşağı yukarı aynı tasviri buluruz.Hepsi de bu sıkıntılı hallerinden acı, acı, şi- kâyet etmişler ve bütün enerji- lerile bundan kurtulmağa çaba- lamışlardır. Utangaçlık, balmu- mundan bir tabaka halinde bun- ların hakiki şahsiyetlerini kap - lJamış, gerçek yaşayışla temas - larını kesmiş ve kendilerini deru ni hayatın çevresine hapsetmiş- tir, Bütün bu biyoğrafilerden an layoruz ki, utangaç, kendi hali- nin farkıdadır; ayni zamanda, bu iztırap verici tazyikten ken - di kendine kurtulamıyacağını da bilir. 'Utangac, yapyalnızken nor- mal bir adamdır. Fakat başkala rile karşı, karşıya geldi mi der - hal değişir. Kızarır; jestlerini, hırekedenm kontrol edemez o- lur. Kafasında hazırladığı bir fikri ifade etmek kabiliyetini kaybeder çünkü kendisine gü - veni yoktur. Konuşma ve düşün menin hizımı denk getiremez ve bu sebeple söz söylemedeki be- ceriksizliği, kekelemeleri, man - tıkının bozuk işlediğini zannetti rir. Utangaç ona derler ki, ben - zerlerile karşılaşınca, sarsıcı bir heyecarn içinde kalır ve bu heye- canım neticesi olarak, bütün ru- hi komportömanında karışık- lıklar meydana gelir. Bu karışık lıklar, “beceriksizlik,, gibi hare ket, “salaklık,, ve “şaşkınlık,, gi bi zihin ve duygu sahasında ken dini gösterir. Acaba utangaçlık dediğimiz halet, bütün bu teza- hürlerin şuurlaşmasından mı iba rettir? Her hangi bir heyecanı, sade ce o heyecanım fiziyolojik ve pe riferik tezahürlerile izah etmek, biraz da, otomobildeki motörün çalışmasını tekerleklerin dön - mesi, makinanm hırıltısı ve nihayet otomobilir yol almasile izah etmeğe benzer. Utangaçlı- ğın izahında da bazı psikolog- lar bu hataya düşmektedir. Nete kim bazılarına göre utangaçlık başkalarile hemhal (sempatize) olamamaktan ileri gelir. İnsan Jarın biribirlerile hemhal olmak istemeleri bir ihtiyaçtır ve insa- yın bütün ruht komportömanı, buna kendiliğinden yönelir. Fa- kat beceriksizlikte olduğu gibi iradenin bir an için felce uğra - ması, fikir ve duyguların düzen sizliği, perişanlığı, bu hemhal ol mak isteğinin gerçeklenmesine engel olur. İşte utangaçlığı do- ğuran şey, başkalarile hemhal olamamaktır. Acaba başkalarile sempatize olamamak mı utangaçlığın sebe bidir, yoksa bu hal, utangaçlığın tabii bir neticesi midir? Sebebi netice, neticeyi sebep olarak al- mak, zamanımız psikolojisinden tamamen kaldırılması gereken bir görüşün, finalite görüşünün düzeltilmez bir hatası olmuştur. Utangaclık, korkudan başka bir şey değildir diyenler de var. Gerçekten, utanma ve korkma da biribirine çok benzeyen iki he î'ecın haline rast gelmekteyiz. kisinde de çarpıntı, can sıkısı, soğuk ter dökme, titreme, yü- zün morarması gibi hallerle kar şılasıyoruz. Bu ifade benzerliği- ne dayanarak korku ile utangaç lık ayni şeydir dersek, utangaçlı ğı da kendini koruma (muhafazi nefs) insiyakile izah etmek im- kânını elde ederiz. Korkuda ol- duğu gibi utanma halinde de in san, kendini bir tehlike karşı - sında, bir tehdit altında hisse - der ve bu muhtemel tehlikenin önüne geçmek için lâzım gelen kudreti kendinde bulamaz. Utan mada mevzuu bahis olan tehli - ke, tabii, bizim fiziki varlığımı- za çevrilmiş değildir; bu, sosyal hüviyetimizi tehdit eden bir teh likedir. “Kendini koruma,, insi- yakımız, böyle bir tehdit karşı - sında, derhal faaliyete geçer. Çünkü sosyal benliğimiz, lik bütünümüzün kendi benzer- lerimize arzettiğimiz bir parça - dır. Sosyal temaslarla kendimi - zi, başkalarının kıymet hüküm - lerine Aarzediyoruz. Bu kıy- met hükümleri lehi- mizde olduğu kadar aleyhimiz de de olabilir. Aleyhte verilen bir kıymet hükmünün istihza şeklinde tecellisi, utangaç için ne âmansız bir darbe, ne kor- kunç bir tehlikedir! Kendisile alay edilen bir utangaç, bütün ben  mahvolduğunu hissedi ve böyle bir tehlikenin kendisini daima takip ettiğini sanarak, kurtuluşu insandan kaçmakta ve yalnızlıkta arar. Utangaç, kendisinin böyle sürekli bir tehdit altında bulun- duğunu hissetmekle beraber, bu na karşı koyamıyacağını da bi - lir. Şu halde derin bir utangaç - | lığın varacağı netice, kendine güvenmenin kaybolması ve gü- lünç olmak korkusunun âdeta patolojik bir hale gelmesidir. İşte “kendini koruma,, insiyakı- nm böyle anormal bir şekilde ge lişmesi, zamanla itiyat haline ge çen aşırı bir heyecanlanma ka- biliyetini, yani utangaçlığı do- ğurur, e Şimdi hatıra şöyle bir mese - le gelir: utangaçlık, normal bir hal midir? Buna cevap verebil - mek için önce “normal - anor - mal,, terimleri üzerinde anlaş - mak icap ediyor. Anormal keli - mesile neyi kasdediyoruz? Her sahada olduğu gibi psikolojide de hâdise ve halleri bu iki smrf- tan birine ayırırken, ele aldığı - mız “kriteryom,, a ekseriya, ba- kıma, zamana ve mühite göre değişen bir takım kıymet bü - kümleri de karışmaktadır. Bil - hassa utangaçlık gibi içinde mu hitin tesiri olan ruhi bir hali nor mal veya anormal kategorisine sokmak, bu yüzden bir kat daha güçleşir. Yeni blüğa erenin utan gaçlığını gayet normal bulmak- tayız; “hazırol!,, kumandasını bir türlü veremiyen bir subayın utangaçlığını ise anormal adde- deriz. Utangaçlığın normal olup ol- madığı mesclesi, biraz da, zarar l1 olup olmadığı meselesidir. Bu nu gelecek yazımızda anlatma - ga çalışacağız. Sabri ANDER Psikoloji ve Terbiye Doçenti nin hice sayıldığını, eri - | TAN KÜLTÜR SAYFASI ESTETİK Sanat Ve Libido Sigmond Freud Fröydizme göre insanın en köklü temayülü “libido” yani cinsiyet insiyakıdır. Fakat ter- biye, din, sosyal telâkkiler, libi- do'yu baskıları altında bulundu- ruyor ve gerçeklesmekten ala- koyuyor. Her neviden birçok cinsi hayaller bu suretle, atılmış oldukları alt şuurda “com- plexe ” ler, hayal kümeleri vücuda getiriyor . Alt şuurun karanlık koridor- larında havasızlıktan bunalar bu hayaller, bol aydınlığa ve açıklığa biraz kavuşmak ister- ler; fakat kendilerini de tanıt- mak istemediklerinden, bir kar- naval eğlencesinde görüldüğü gibi, bin bir kıyafetlerle “müte- nekkiren” şuurda seyahate çı- karlar. Bu hayaller şuurun eşi- ğine şu dört halde ayak basıyor: 1 — Lapsüslerde, $ 2 — Rüyalarda, 3 — Nevrozların buhsanında, 4 — Artistlerin eserlerinde ve mitolojide, Mitoloji ve san'at alt şuura tepilen cinsiyetin, hususile ço- cukluğa ait anormal temayülle- rin sonbolik ifadeleridir. Her san'at eseri bir itiraftır. Wagner, operalarında hemen bütün kadın kahramanlarını da- ima iki erkeğin aşkı arasında bulundurur. Bunun sebebini, Wagner'in çocukluğunda ara- malıdır. Wagner'i, annesinin ikinci kocası büyütmüştü. Eski Yunan tiyatrosu bize OCedipe'i annesile evlenirken gösterir. Bütün eski Yunan mi- tolojisi . anormal aşkı heyecanla anlatan hikâyelerle kaynaşır: Grek'lerin alt şuurlarında yaşı- yan “complexe” ler kendileri- ni bu hikâyelerde göstermekte- dir. Bu suretle tehlikeli olan bu “complexe” ler, tehlikesiz sen- bollerle şuura akıtılıyor. Freud'e göre yaratının (ibda) ve güzel verdiği heyecanın etkesi (amili) alt şuurda geli - şen cinsi komplekslerdir, . Psikanalizin san'ata tatbi- ki hakkmda ilk örneği bizzat Freud (Leonardo'nun bir ço- cukluk — hatırası) adlı eserile verdi. Bu alandaki araştırmalar al- dı yürüdü, Madam Marie Bona- parte, Edgar Poe'yi, Doktor Ren& Laforgue, Beudelaire'i ay- ni usülle tetkik ettiler. Bau- douin, (sanat ve psikanaliz) ad- lr bir kitap yazdı, â Bu yoldaki neşriyat büyük bir hızla devam edip duruyor. San- atım psikanalizle izahr tama- mile yanlış değildir. Çünkü bir- çok eserler, doğrudan doğruya veya senbolik bir — tarzda, cinsi mevzuları içlerine almaktadır - lar. Remy de Goürmont'nun de- giği bir dereceye kadar doğru- lur: “Aşk kaldırılınca san'at yok- tur, ve san'at kaldırılınca aşk fiziyolojik bir ihtiyaçtan başka bir şey değildir.” Gerçekten, cinsiyet insiyakı, Aristo'nun da dediği gibi, en kuvvetli hayvani temayüldür, bazı hallerde ,şid- detçe, korunmak insiyakını bile geçer. Mademki san'at, insan işidir, o halde insanın en kuv - vetli insiyaklarından birini san- atta görmekle niçin hayrete düşmeli? Fakat şimdiden şunu söyle- meli ki, bütün bunlar san'atın niçin san'at olduğunu hiçbir za- man izah etmez. San'at senbo- lik bir ifadedir denecek. Fakat san'at her zaman senbolik bir ifade değildir, sonra, cinsiyet insivakı kendisini rüyada da senbolik bir surette gösterir. San'atın özü, artistik şekildir. Psikanaliz, san'atın. bu ka- rakterini izah etmiyor, Artist, cinsiyetin tasallutundan — her- hangi bir şekil ile bir şekil için- de kurtulmuyor, artistik bir şe- kil ile, artistik bir şekil içinde kurtuluyor. İptidailerin v e çocukların yapmış oldukları eserleri göz- den geçirmek, san'atın libido ile izah olunamıyacağını göster - mek demektir. İptidailer ve ço- cuklar hayvani tabiate daha ya- kın bulunmaktadırlar,bu itibarla vücuda getirmiş oldukları eser- lerin daha örotigue olması ge- rekirdi; Halbuki bunun tersi gö- rülüyor. Tarihten önceki resim- ler, şimdiki vahşilerin dansları ve ziynetleri, Hint, Grek ve Cer- men epopeleri, münhasıran ero- tik ihtiyaçları ifade etmezler. Şüphesiz bize müstehcen gö- rünen bazı fetişler vardır. Cinsi hayata ait bazı sahneler acık bir surette gösterilmiştir. Fakat bunlar çok vakit, sadece birer bolluk sembolüdür. Bunlarda, iptidailerin meşru ve ahlâki saydıkları dini ve sihri maksat- lar bulmak güç bir şey değildir. Fakat libido'cular diyorlar ki: İptidailerde cinsiyet insiyakı alt şuura tepilmemiştir vey: çi onların san'atları en az cinsi, en az senbolik olan san'attır. Fakat bu takdirde, aşkın ser- best olduğu yerde san'atın bu- lunmaması gerekir. Ve yakın akraba arasında birleşmenin ya- sak olduğu yerde de, anormal bir cinsiyeti ifade eden bir san- atmım bulunması lâzım gelir. Sönra alt : şuura tepilen hayal- ler daima cinsi ildi iradeleri” ni veya — “enperya- lizm” lerini alt şuura atarlar. Korkudan, kıskançlıktan, inti- hara olan meyilden v. s.... gelen birçok değişik hayaller de alt şuura atılır. Bu hayaller de sem- bolik bir surette ifade olunabi- lirler, Bütün meyillerin, libido'nun değişmelerinden başka bir şey olmadığını ileri sürmek imkân- sızdır. Hele doğruya ve iyiye olan bağlılığımız nasıl olur da cinsiyet temayülünün bir yatak değiştinmesi addolunur? Dini istiğrakta cinsiyetin bir rol oynadığı mümkün olabilir. Fakat bundan dolayı, sarsılmaz bir surette inanan ve iradesile hareket eden bir adamın inan ve ibadetinde cinsiyet insiyakımım değişmiş şekillerini görmek im- kânsızdır. İnsan kalbinin diğer. ihtirasları da cinsi temayüller gibi alt şuurda yaşarlar, onlar da orada complexe'ler - teşkil ederler ve bir tehlikenin veya şiddetli bir hiddetin etkisi (te- sir Jaltında şuuru kaplarlar ve bize, bilmediğimiz, ikinci bir “ben” gösterirler ve bucom- plexe'ler de, san'atta nefes ala- cak bir yer bulurlar. Artist, insan. olmak itibarile damarlarında aşkın aktığını his- seder, ve herkes gibi omu az çok boğmağa, alt şuura tepmeğe mecbur kalır, Ve karanlıkta ya- şıyan bu gizli kuvvet san'at ese- rinin yıııı.ıhgmıh etkin (uni.l) 4 Yeni 0Iru|un URBANIZM © Psikolojisi Rasyonel şehirciliğin bir örneği. İstanbulun her tarafında topraktan beyaz mantarlar halinde fışkıran apartmanlara her baktıkca on altıncı asır Fransız şairi Du — Bellay'in bir soönnet'sini hatırlarım. Bu sonnet'de bacası tüten bir ev ve şaire Roma'nın mermer sütunlarını unutturan bir yu- va hasreti vardır. Apartmanla bacası fakat benim” cümlesinde göre şıyan bu söz bütün «bacası tüten ev> sahiplerinin düsturudur. Yeni otrulda sahibinin ruhu ve mül- kiyet iddiası sezilmez. Şahsiyeti ol« mıyan bir eve hiç kimsenin “benim” demeğe dili varmaz. Apartmanın kat- tüten'ev arasındaki derin psikoloji | ları iki Ford otomobili kadar biribiri- farkına rağmen bu 'ki otrul yalnız be- nim muhayyilemde değil, İstanbulun her köşesinde yanyaı.ı yaşamaktadır- lar. Fakat bacası tüten evin ocağı, etrafındaki romantik gür halesile bir- likte sönmek Gzeredir, o Yeni adamın otrulu beyaz bir kâğıt kadar çıplak, bir hendese kadar mü- cerrettir, Ne damında hislerin yuva- lanmasına müsait bir üslüp, ne de yal- çın duvarlarında hatıraların tutunaca- ğt renkli bir kıvrım yahut bir leke... Eaki ev içinde yaşıyanların bütün zevklerine bir köşe, bütün telâkkile- Tine bir renk ve bir şekil verebili. yordu: Eski ev bir çamaşır dolabı gi- bi sahibinin ruhuna benziyordu. Ka- Seri olarak yapılan evlerden, pısında, bacasında, saçaklarında, mer- diveninde bu »-<nelerin gördükleri işle alâkası olmıyan pitorcek, yani tufeyli güzellikler vardı. Bacası tüten evin penceresinde bir genç kızın üze- nini, ihtiyar Bir annenin temizliğini yahut ölü bir ruhun kasvetini görür- dünüz. Yeni mimart bütün “temsili” şekil ve renklerden siyriln * insan ruhile münasebetini kesmek yoluzdadır: Ye- ni otrulun şahsiyeti yoktur. Bir bur- juvanın apartmanma kendinden koy- duğu şey yalnız apartmanın ismidir: “Şen Yuva”, — “Saadet”, “Ümit”, «Şefkat>... Home (İngili: aile oca- Bı) edebiyatının son izleri olan bu isimlere bazan mavi boncuklar ve at malları da karışmaktadır. İşte ev pl- toreskinin son 800 izleri... Apartman sahibinin bayat zevki yeni mimarinin çıplak sütunlarında kendine biçbir tü- nek bulamaz olmuştur. Sabit ve şahst bir otrul, burjuva ideallerinin en köklüsü idi. Bu ideal için, istiyerek veya istemiyerek, çalış- mamış hiçbir san'at yoktur. Şaheser- lerin dönüp dolaşıp girdikleri yer bur- juvanın süslü mahpesi değil mi idi?. Bir müzeye benziyen cski misafir odalarını, yerlerini değiştirmiyen süs- lü koltukları, konsulun üstüne sırala- nan bibloları, yelkovanla akrebi bin bir çeşit tezyinat içinde kaybolan sa- atleri düşünün... Keki ax varı yo- ğu evinde idi. Ona göre yaşamak, bir yuva kurmak ve onu bir karınca sab- rile mütemadiyen süslemek ve dol- durmaktı. — Burjuvanın - yuvası için duyduğu dar ve inhisarcı sevginin çok karakteristik bir ifadesini Alman 1s- viçresinde küçük köşklerin kapıları üstüne yazılan “Klein aber mein — olur ve yaratı ile artist görün- miyen ezici yükünden, kurtulur. Bunlar inkâr olunamaz, Fakat artistik şekli, tekniği, güzellik heyecanını cinsiyetle izaha kalkışmak.. işte bu, müşa- hedeye karşı gelen, san'at ruhu- nu anlamıyan bir iddiadır, Bu iddia kabul olunamaz. Suut Kemal YETKİN Estetik Doçenti ne benzemektedir. Birinci katın kira- cısı bir akşam — şaşırarak ikinci kata girse yatağına girinciye kadar yanlış- lığın farkında olmıyabilir. Bilmem kim demişti: “Gemi bir seyahat maki- nesidir, ev de bir oturma makinesi ol- malıdir”. © çekten yeni otrulun ih- tiyaçlara adeta ölçü ile tekabül etmek- ten başka ülküsü yoktur. Ve onlarda yalnız akli, yani gayeye uygunluktan doğan bir güzellik aramak lâzımdır, Apartman, asrımızdaki sistematik ba- sitleşme | anım en tabil neticele- rinden biridir. EKaki otrulun şahsiyetini ve pitores kini biraz da malzemenin doğurduğu zarüretler taylı — .yordu. İki mahal- le, iki şehîr yahut iki memleket evle- ri arasındaki üslüp farkı, gerek teknik ve gerek malzemenin artık kolayca nakledilebilmeleri yüzünden ortadan kalkacaktır. Betonarme,sinema kadar evrensel bir şeydir. Maballi renkleri- ni daha şimdiden .kaybetmiş şehirler yoksa bile bir ı kovanı kadar rasyo. nel mahalleler çoktur. Yeni mimarla. nn t - ladıkları Jdarında pi- türesk hiçbi. «üşe yoktur. Eskidan her mesl-2ni çabucak be- nim” “ insanlara serseri ” slerdi. Eğer öyle ise yeryüzü bugünkü kadar Serseri zörm. niştirl. Yeni adam bir vapur kamarasında, bir yataklı vagon- da, bir otel veya apartman odasında kendini evinde hissetmektedir. Bu ça- bucak benimr>y * psikolojinin sembo- 1ü, açıldığı zaman bir gardrop olan ve her köşeye yakışan yeni bavullardır. Otruldaki / çıplaklık ve “gayeye mobilyeye de sirayet ede- idi. Yeni masanın masalık- tan başka hiçbir üslübu, hiçbir şahsi- yeti yoktur; yeni koltuğun yalnız bir renk ve dört beş çizgi' ardır. Zaval- b antikacılar!. Onlara artık hiçbir. iş kalmryor demektir. Kendi hesabıma ben, bir mezarlık kadar mefret etti- &im antikacı dükkânlarının ortadan kalktığı gün yeryüzünü daha temiz ve daha taze hissedeceğim. Güneş ve ha. vadan başka bir şeye ihtiyacı olmıyan odalara tarihin tozlu nefesini ve Ççü- Tük tahtalarını dolduran antikacılar, bomboş bir güzellik telâkkisi yaşatı- yordu: A ları sevenler, güzelliği “işe yaramıyan” ve “başkalarında bu- lunmıyan” şeylerde arıyanlardı. Ar« tık ebkilik ve m cetin güzellikle alâ. kas iyoktir, © Yeni otrulun — plaklığından, şimdi- den zihnin kucaklıyamıyacağı kadar geniş ruhsel ve esayal neticeler doğa- caktır Eski mesken ruhları bir taraf« tan yalnız yalnızlığa ve istiklâle da. vet eder, diğer taraftan ev eşyalarına ve hatıralara bağlardı. Yeni otrul in« sanları ruhşel benzerliğe, yuvasızlığa, ve mazisizliğe götürmektedir. Bir müze havası içinde yaşıyan eski adam Fötichiste'ti ve eşyasını her gittiği yere ardı sıra taşırdı. Yeni adam eş- ada eşyalıktan başka bir hassa gör« memekte ve yuvasını gömlek değişti. rir gibi değiştirmektedir. Ruh ecski ot. rulla beraber kaybettiği istiklâle mu- kabil (ki bu bir zindan istiklâli idi) büyük bir serbestlik kazanacak ve her an başka bir İklime kaçmağa, “övasie on” a hazır bulunacaktır. Yuva idea- lini gütmek mülkün esiri olmaktı. Apartman bizi bu esaretten sıyrılma. ğa alıştırmaktadır . Sabahattin EYİBOĞLU Batı Edebiyatları Doçenti X1) Otrul: Mesken “Yeni sözlükten,,

Bu sayıdan diğer sayfalar: