26 Temmuz 1935 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 10

26 Temmuz 1935 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

e——— 10 TAN KÜLTÜR: “D, GRUPUNA iTHAF D Grupunun Çıka “Bir tek san'at vardır; Mirvri, — Bir temam — — Keşke Necip Fazıl'ın muhayye- Jesi konferansına pırl pırıl yanan imajlar arayacağına, “D” grubu için ışıklı bir sergi yeri arasaydı. Sahi öyle. "D” grubu nerede ise havasızlıktan boğulacak. Altı san'at kâr bir odada oturabi fakat altı san'atkârın ruhları içiçe girince biri- birini yiyorlar. Ne sıkıntı Yarabbi! Cehennemde bile ruhlar bu kadar sw kışmıyacaklar. Elif Naci'nin şikâyet etmekte hakkı varmış. — Hayır azizim; bence Elif Naci- nin sözleri sergi için bu daracık oda- dan daha zararlı oldu. Bu matem ka. na ne lüzum vardı? Biz ondan D” giubu I Jar renkli ve güneşli sözler bekliyorduk. Bir san'atkâra en az yakışan şey şikâyettir. San'at kendine acındırmaz: San'at kendini kabul ettirir. Güzelliğin en derin sır- Tı gürur ve gururun en Öz Vaslı sü- küttur, Gözlerine kimse bakmıyor dil ye ağlıyan bir Venus tasavvur ct! Yahut getirdiği yenilikleri yalvara yalvara kabul ettirmek istiyen bir in. kilâpçı! — Peki ama, ya bu memleketi» san'at İsarşısındaki alâkasızlığı Ve - nus'ü bile ağlatacak kadar korkunç. sa?. — Hangi alâkasızlık rica edetim? Bu memleket hiçbir zaman san'ata bu kadar alâka göstermemişti. San'at hiçbir zaman bugünkü kadar halkı inememişti . Eğer “D” grubu bu memleketin alâkasızlığından doğdu ise yâşasin o alâkasızlık... — İşitiyor musun! Sergiyi gezen- Yerin ağzında bir tek kelime var: 'Ta- biat! Her tuvalin önünde halk bir münasebet bulup tabiati işe karışı yor. Nedir resmin bu tabiattan çek- tiğil. Şair mavi bir çift gözü mavı gökler kadar büyültür, yahut kâinatı avuç içine sığacak kadar küçültür. Kimse bir şey demez; fakat ressam Nurullah bir kızcağızın kolunu aztek No. 15 ———————— iğ...“ Abanoz Bilezik RENE CHAMBE — Bereket versin ki, bugün deniz pek sakin. Yoksa çok rahatsız olur- dunuz. Bir iki hafta içinde biraz da dalgalı bir deniz görece derim. — Fena mı? Ona di Hiç istemiyerek verdiğim bu cevap da soğuk kaçmıştı. Möewe oralı o) - madı. Bilâkis cebinden paketini çı - kararak, bana bir sigara ikram et - ti 5 — Denizciler, her nedense biraz fazla sigara içerler, dedi. Kendisi de bir sigara yaktı. Süvertede bir aralık yalnız kal « muştık. Konuşacak hiç bir mevzuu - muz da yoktu. Lâf olsun diye * — Bt sigara hiç de fena, değil, sk Sergisinden rken uzattı diye kıyametler kopar. Vay efendim, sas'atkâr tabiati tashih mi edecekmiş.. Ne hakkı varmış. San- atkâr tabiattan daha m: usta imiş. Elbette daha ustadır ya. Size tâbia- tı sevdiren, güze bulduran san'at de gil midir?. Vahşi tabiati size beğen- direbilmek için edebiyat neler çekti.. — Ben bu tabiat iptilâsmı biraz da | seyircinin tenkit ihtiyacile izah edi - yorum.” Bir'tablonm muvaffak olup olmadığını takdir etmek çok zor iştir. Halka kolay, zahmetsiz ve wv- rensel bir miyar lâzım; onun &w boylu tenkide vakti ve tahammi yoktur. Resmin tabiatla alâkası yole- tur, dediğiniz zaman halkın muhay- yelesi ve muhakemesi boşlukta kalı- yor. Artık resimde ne arasın? Neyi ne- ye benzetsin? Neye nazaran bu eser olmuş veya olmamış desin?. Yeni re- sim karşısında burjuvayı er çok si - nirlendiren bu işte: Adamcağız söy- liyecek söz bulamıyor. — Mutlaka bir şey söylemesi lâzim mı ganım? Muhakeme etmesin; mana olmıyan yerde mana aramağa kalk. masm, “D” grubu onun düşünmek bassasına değil, görmek hassasma hi. | tap ediyor. Tuvalin arkasına değil, önüne baksın, — Evet ama, resim durgun güzel liklerin san'ati olduğu için muhake - mesiz beğenilmeğe çok 4x müsaittir. Onda, meselâ şiir ve musikideki sü. rükleyici kudret yoktur. Renk ve şizgilerle ruha ağır ağır sirayet eder, Göze hitap eden güzellikler en fazla zihnileşen güzelliklerdir: Göz zihne en yakın olan duygumuzdür. Eakan adam bir “ipucu” bulmadan rahat edemez, — O halde yeni resim seyirciye ipucu vermekle, renk ve çizgilerin mana'arını boşaltmakla, zihnin yolu- nu kapamakla bir çıkmaza mı girmiş oluyor? Resim musikileşemez mi2, Göz ahenk karşımda kulak olamaz mı? — Göz kulak olabilir. Terbiye ile tabii,, Mimariye bakan göz &deta ku- lak * kesilmiyor mu?. Gözümüzden — Evet, öyledir. Halis Silezya tü tünü, . — Silezya tütünü mü? Ay, orada da tütün yetişir mi? — Tabii.. Nedense insanlar çok şey leri öğrenmek istemiyorlar. Bir İsaç senedir, orada da iklimine göre, tü - tün yetiştirmeğe başladık. İlk tecrü- beler muvaffakiyetli neticeler verdi. Bunun üzerine geniş mikyasta zira ate başladık. Bakıyorum ki, siz iyi bir tütün amatörüsünüz, Kamatamda daha çok iyi kalite tütünlerim var, ei buyurursanız, takdim ede - m. Hülâsa havadan, sudan kabilinden, bence ehemmiyetsiz şeyler konuşu « yorduk, Kaptan Möewe'nin yüzünde derhal kaybolan bir tebessüm belirdi, İlk önce bu tebessüme pek ehemmiyet vermemiştim. Fakat sonradan ne ka- | dar ehemmiyetli olduğunu öyle iyi anladım ki, , | i İ nın gölgesinde portakal satan beyaz | ti. Resime sonradan giren fikri kıy- iKi Sergi ik Sanat Temmuz: Pâj, sayfiye ve dondur- ma mevsimi. İstanbul: ya Boğaziçin de, ya Adada, yahu? Suadiyede hâsir koltuğuna gömülmüş, içinin boşluğu ! nu denizin boşluğuna salrvermiş, don durma yiyen bir adam gibi halinden memnun, kışı beklemektedir. İstan - bulda yaz, Cezairde, bir hurma ağacı meşlâhir Arap kadar uyuşuk, Jâkayıd ve miltevekkil geçer. Başka diyarlar da, dört mevsimin biribirinden ayrı | renkler, şekiller, zevkler ve timisler- le dört ayrı hayat yarattığı yerlerde insan, suları zaman, zaman renk de- Ziştiren bir nehre bakiyormuş gibi deruni oluşunun farkma varır. Ken- di “derun,, unu, bir başkasının haya - tiymiş gibi uzaktan ve heyecansız seyretmenin sırrına erer. Çünkü de - Zismiştir. Çünkü çevrenin gene de - işimi, ruhunda mevsimler yaratmış ve bu mevsimlerin birinden ötekine geçip duran insana, sonsuz bir yaşa ma hamlesi, sonrasız bir tekâmü! duygusu vermiştir İstanbuldaysa dört mevsimin far - kını ancak rasathane bilir, içimiz de- gil. Dışarda sürekli bir oluş, içimiz | de mıhlı bir “olamayış,. Dışarda | dört mevsim, içimizde bir tek mev sim,. Şark tevekkülü, şark musikisi kadar monoton, hareketsiz bir ruh ku raklığı, Hepimiz, tıpkı değişmiyen bir mevsimin hep ayni yerde tozla » nan, karlanan, bazen kırlangıçları, ba zen kargaları seyreden kaskatı, mâ - nasız, yemişsiz, fakat halinden mem nun, garip bir ağacma benzeriz. İki resim sergisi içinde geçir: bir pazar yünü, bütün bunları düşü - nüyordum. Birinde bol ışık, bol ko- ku ve bol ses vardı: Lisenin geniş camları, yerli mallarmın müşterilere bedava damlatılan esansları ve hb « parlör.. Üç büyük salonda bir tek mevsim bağdaş kurmuştu, İçimde ge çen sentdeyemişim gibi bir hal var. Sanki on bir ay silindi. Sanki 1944 temmuzu ile 1935 temmuzu arasında oğru di” dö - pi A SEYE Şa A e sütunla da m'na aramıyan hlk bir gün “D” grubunda da mana arama- mağa alışacaktır. Resim doğduğu za“ man zihne hitap etmiyordu ki, O da bir zamanlar, bütün süs ve ziynetler gibi, tasvir ve temsil etmiyen, dış âle mec uymayan, kendinden müessir olan, “non reprösentatif” bir güzellik metler, renk ve çizgileri ağırlaştıran manalar tezyini kıymetleri yani reg- min musikiye benziyen tarafın: göz- den düşürdüler. — Yine Rönesansa çatacaksın ga- — Hayır. Rönesansın yıktığı gü- zellikleri yine Rönesans sayesinde gö- rebiliyoruz. Anlamadığım şey halkın yeni resmi daha kolaylıkla benimse- memesidir. 'Tezyini kıymetlere dön - mek halka, basit ve çıplak ruhlara dönmek demektir. Ismine bile mana koymak istememiş olan “D” grubu halka en iyi bildiği bir dille. musiki- nin dilile hitap ediyor. o Yeni resim gökyüzü kadar manasız ve boş, fakat gökyüzü kadar derin ve zengindir. Maviliği seven bir adamın yeni resmi sevmemesine imkân yoktur. Fakat maviliği sevebilmek meseledir. Ah o Jokond'un tebessümü! Bize renk ve çizgilerde mana aramağı © öğretti. Gülmez olâydı o manalı gü“ len kadın! Sabahattin EYİBOĞLU Sant yediden az evvel, yolcular gü” | o Ben kendimi #üyada sanryordum. vertede toplandılar. Yavaş yavaş da | ortalık kararıyordu. - Aviatik'de ilk defa yemek yiyecektik. Etiket yoktu. Olsa da pek sadey - di..Ne smokin, ne yol ve spor kıya - feti.. Lauffen baştan aşağıya beyaz lar giyinmişti, Kravatına kadar be » yazdı. Bü kıyafetle kendisini tam güstoy la giyinmiş sanıyordu, Halbuki ne eri gülünç olduğunun farkında de gildi. Maryse, yarabbi, o bu akşam ne ka dar bambaskalaşmıştı, ne kadar daha çok güzelleşmisti Uzun boyu, inceliği, zarafeti, çıp- lak kolları ve siyah bir kordelâ çevrilmiş saçlarımın. altın rengi ile, bu kız yaşamak zevkinin ve şevkinin tam bir timsali idi. Gözler, tertemiz ten, bütüm bunlardan başla da neşe, i zekâ, tazelik, espri, yolculuğumuzu | cana daha yaklaştıran en büyük s€- | beplerden biriydi, , j iki Portre bir göz açışp kapama mldideti geç - | dereler, ayni miş. Ayni kur renkler içinde uyukleyoz; ayni mev. | nalar, tıpkı Heliçteki benzerleri gibi | uzak yelkenlilere ayni tahaşsürle ha. kıyor. Bir yanda ayni çiçekler, ayni vazoların içinde, öbür yanda ayni ye- mişler, ayni tepsilerin üstünde Size ne peyizajlardan, ne de natür mort lardan bahsedeceğim. Ne isim, se de resim. Niyetim, sadece iki ayrı sergiyi dolaşan bir seyircinin, kendi içinde bulduğu iki ayrr sanat duy - gusudur. Birinde bir portre var: i numaralı portre diyelim. Kaşları yukarıya kal krk, dudağı boyalı bir kadın başr. Parlak gözlerile, boyalı yüzü ve du - dağile bu kadın başr, belli ki, iki res saman elinden çıkmış, Orijinali ya - pan ressamın - ki portredeki başın s4 hibidir - ismini kataloğda göreme - i dim. Kopyesini yapan ressamın is - | mini İse mazur görün, söyliyemiye - ceğim. Bu kadın ne kadar canlı, he- men dudaklarını aralayıp “merhaba, nasılsın !,, diyecek kadar canlı. Fa - kat canlılığı bu cümleyle tükeniyor. Sonra susacak, ebediyen susacak, si - | linecek, sokakta rastladığımız ber hangi bir çehre kadar bizi bir an alâ- kadar ettikten sonra unutulacak. Bu başı bir yerde daha görmüştüm gali- ba, Hatırladım: Beyoğlunda, bir fo- toğrafçı camekânmda.. Vesika fotoğ aft lâzımsa adresini verdim. Fiyi hususunda anluşmak size düşer. 1 nu maralı portrenin önünden iki Tse ta lebesi geçti. Gülümsediler. Size iki Kodak makinesi hediye etmeği ne kadar isterdim bilseniz! 1 numaralı sergiden çıkarken, sa- kin, Jâkayıd ve mütevekkil bir s2 - natın, mevsim değiştiren bir ruhun oluşuna bir tek mevsim kadar mâna - #ız ve monoton geldiğini biraz da- ha iyi anlamış bulunuyordum. Şimdi iddia edebilirim ki, Bu pazar: ben, hiraz Adada, biraz Buğazda, biraz da Beyoğlunda dolaşarak geçirdim, tıp- kı geçen pazar gibi. Denize baktım, bir dondurma yedim ve halime şük- rettim, &epkı 1 numaralı zesim sergi- si gibi 2 numaralı sergi boş bir tiyatro- Mun aş. bir salanandadır. Tenhadr ve biletsiz girilir. Ne resim, nede isim. Sadece seyirciyim. Pazar gü- ki resim sergisine bölen bir se yirci.. 2 numaralı portre bir genç a- dam kafasıdır. Bir tek ressamın elin den çıkmış bir kafa. 2 numaralı por- re konuşmasını biliyor, Bana sa - matın zorluğunu resmin benzetmek değil araştırmak, göstermek değil du yurmak, başkasını değil kendini an- latmak olduğunu uzun uzun fısılda dı. Bir Föerie içinde kaybolmuşa ben- #iyen bu başm kısılmış dudakları, me kadar içten, ne kadar iyi ve derin konuşuyordu. İçimde bi ni kova Jiyan dört mevsimin değişimini, son- Tasız sanat duygusunun çırpmışını duyar gibi oldum. 1 owmaralı portrede sanat, olup bitmiş ve pazara çıkmıştır, alıcı bek- liyor, 2 aumarali portrenin © gözlerinde ise sürekli bir oluşun, ber bakışta de- Biş mânasmı görür gibi oldum. 1 numaralı sergi, halinden mem - aun olanların sergisi İdi. Bu memnu- niyetin bendeki intibar, bir portakal soymak kadar periferik ve geçici ol- du. 2 numaralı sergi halinden mem- aun olmıyanların sergisi idi, ve bun- dan aldığım intiba, sanat yemsişini diş liyenlerin duyduğu buruk bir İeazete benziyordu. Bu lezzeti uzun zaman duyacağım. Boş bir tiyatronun İoş bir salonun da açılan 2 numaralı sergiye tekrar gideceğim. Sabri ANDER Yalnız Lawften'in de orada oluşu içi- mi sıkıyordu. Saat yedide hizmetçi Hermann, il kıyafetiyle, elinde çan, gü- vertede göründü. Çanı elinde sa'lıya- salya güvertenin -bir ucundan öbür ucuna kadar gidip geldi. Hepimiz sofraya çağrılıyordük. Bu çan sesleri hâlâ kulağımda çm- İryor, Hermann'ın hayali de bir türlü gözümden gitmez. Sofrada şen şen konuşuyorduk. Nedense insanlar seyahate İlk çık - tuzları zaman, kendilerinde böyle har ik, genişlik ve en sıkıntı geçiren- leri neşenin içine alan bir ferahlık duyar ar, Meuve bile o kadar asık suratına rağmen, şakalaşmağa başlamıştı. Maryse'in sofrayı daha nasıl güzele leştirdiğine lüzum yok. Yat sahibinin emniyetli adamların» dan olan Hermann ve Ludvig sarı düğmeli koyu lâcivert ceketleri ve 26: ç | D Grupu ve Bir Tel ! İsi ÇİNGENELER “TURGUT, “D” grubunun beşinci plâstik san- | dalaa ettiğinden atlar sergisini, her san'at meraklısi | gazetesinden ayi gibi ben de gezdim. Herbiri birer | & Salon, onlardan “kıymet” olan bu gr'p ressenları | yordu. hakkında söyle: :e : şeyleri daha sa-| o Fakat onlar dit lâhiyettarlara bırakarak burada yalnız | ve birçok yerler†bir noktaya ilişiyorum. Cumartesi | des Refuses) de | günü, serginin açılışında ressam Elif | Uzun yıllar, yıp Naci'nin söyledikleri ve “Tan” ım 23 | sonra ancak 1886 - Temmuz ça: ba günkü nüshasında | ru muhiti kendile! çıkan Nurullah Berk'in düşünceleri Önceleri alay ve Üzerinde duracağım. Bu iki san'atkâ- | empresyonizm sofi rn söyledikleri, “D” grubunun ve ge- | yılmış ve Amer niş bir zümrenin ruh haletini ifade | İngiltere'de, Norvf$ ettiği için de ayrıca dikkate değer. | da, Belçika'da, İsp# Söyledikleri daha doğrusu gikâyetle- | yük san'atkârlar ri şu İkİ noktada toplanıyor. Sergi- Hareketi ve mize rağbet yok! Biz bedbiniz! biliyetli olan, ve Fakat niçin bu şikâyet? ei içinde Te O gün serginin açılışında görülen | nistler ilk önce nasil Kalabalık; “BÜ” yerğiersi zari arz du- a yulmağa başlanan alâkanın ifadesi de | mi? San'atça bizden ço kilerde o- n Avrupa da bile birçok sergilerde bu kadar kalabalığa çok vakit rast- lanmaz. Nurullah Berk diyor ki: “Şan'atkir ya kalamaz. Ne Hollanda'da, ne Rönesans'ta, ne Atina'da ve ne Ro- ma'da san'atkâr yalnız değidi. Rem- brandt gemicilere karışır ve hayran- klar toplar. Mikel-An) kasan 2 erken parmakla gösterilirdi, ve i» Sinsi aşk ümez dibinde bekliyen orospular severlerdi; Yarım tanrı, san'atkâr diye.” San'at havası içinde yaşıyan bu yüksek dehalar açılmış bir yol üze - rinde yürüyerek artistik ideallerine vardılar. Ve onun için de mukave- mete uğramadan muvatfakiyet kazan- dılar, Fakat san'at sahasına alışılmamış şeyler getiren ve yalları açmak ken- dilerine düşen san'atkârlara bir baka- İm. Bunlar smuvaffakiyeti değil, dik- kati bile üzerlerine çekememişlerdir. “D” grubuna mensup san'atkârla - nn çoğunu tekemmül ettirmiş olan Fransa'yı, on dokuzuncu asır sonla- rındaki Fransa'yı gözden geçirirsek bakiki kıymetlerin, değil halk tarafın dan, san'atkârlar taraimdan bile anla- şılmadığını görürüz. Pissarro, Monet, Sisley, Renoir, Berthe Morisot, Cuillaumin ve C&- zanne, akademinin an'aneciliği ile, ütlenin alayı ile şiddetle mücadeleye mecbur kaldılar. Mi ner sür İ'herbe) ini (Salon) kabul et- medi Olyıpia isyanlar ve tehevvtir- ler uyandırdı. (Charivari) mizah ga- zetesi (Monet) yi ve arkadaşlarını tahkir etti, Emile Zola, Manet'yi mü- vatfakiyetsiz(ige zeneyi ve devami #ionnistler de ve ekolleri has mt ist rak mütemadiyen , Eğer babası zengi saydı. Çözânne ölürdü. Fakat bu vatlakiyetsizliğe dur. Hem, memlek âti yaymak isti mücadeleye zum da yok. Gül nidir. “ğ grul yorulmadan, ve bir “hava” e işidir. Her san'at © te varmak için ay”. beyaz pantalonları ile kusursuz hiz- met ediyorlardı. Sofrada mevsimin en nadide çiçekleri vardı. Batan güneşin pencerelerden #alo- mun dekorlarma vuran erguvaniiği ayrı bir ziynet teşkil ediyordu. | Senenin &n uzun günlerinde idik. Yontulmuş kristal gişelerdeki likör. iu, yatın dalyalara «yan akengi ile Birlikte kirmen, yeşil akislerile bu erguvaniliğin ve renk renk çiçekle. rin içinde emsalsiz mücevherler gibi parlıyorlardı. Yemeğimiz hayfi uzun sürüyordu. Günes, kan gibi denizin içine yavaş yavaş kendini. bıraktığı üokika'arda İdik. Hizmetçiler sofranın iki ucuna gümüş şamdanlar getirip koydular. Solranm üstüne aşık pembe bir isle yayıldı. O kadar Kuba görünen Pt mond'un böyle ince zevkleri vardı. | Hulâsa yemeğimizi yedik, içkileri» | izi içtik. Şer şatır sofradan kalk tık. Füruarde kahvelerimizi de al » dıktan sonra, güverteye çıktık. Rahat transatlantik koltuklarında kendisini ne Korsikiza kin denite © vapura bensij”. | Sabahan sasi bir sevialik £“ cvları hez “lardı. Beni neşeli, yat” Ki Seyyaherimiiti Bilin meli !

Bu sayıdan diğer sayfalar: