25 Ekim 1935 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 6

25 Ekim 1935 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

RE Reportaj Rakının Ve Sigaranın Ucuz Ve Kötüsü Sağlığımıza Dokunuyor Içkiyi Kullanmasını Bilmiyenler de Çok! Yeşil Hilâl Hiç Olmazsa Piyasadaki Kötü Rakının Sürümünü Durdurmalı ! Meyhanenin içi, cigara du - manlarının ördüğü bulut altın « da, sisli bir güz gecesi kadar ka- ranlıktı. Yarı ölü, sararmış am- pullerden çiğ bir ışık parça par- çâ yağlı masaların üstüne dökü. | lüyordu. Kıranta bir müşteri, küçük bir kavun parçasmı ağzma götürür. ken garsona seslendi: — Ne zıkkım rakı imiş be!. Ağzımın tavanını yaktı. Değiş- | tir şunu... Sonra, kısık sesile, yeni öğren diği bir şarkıyı karma karışık mırıldanmağa başladı: Sarıyerde tanıştığım bir hanrm.. Yine tenha bir akşam gel, gel a cânım., Masa komşusu hatırlattı: — Hanım, yok, şimdi bayan varl, Traşlı buruşuk yüzünü gös - terdi : — Hepsi bir.. Ha hanım cl « muş, ha bayan.. Biz bayatladık- | tan sonra. Öteden bir başka yaşlı aksam cı, lâfa karıştı: — Hani, neydi 0... vardı: “Açıldı, Tan yeri, ben şem'idan arar gezerim, Ağardı rişi siyahım civan arar, | gezerim!,, Böyle karşılıklı gençliği ha - tırlayış, ikisini de coşturdu he - men ahbap oldular. Ömer Hay- yam'dan, Nef'i'den,. Fuzuli'den, | Nedimden gazeller, rübailer baş ladı; bu arada sağdan soldan sesler geliyor: — Mıgırdıç, oğlum, salataya sirke getir!.. — Pastırma, doğra, şuraya.. Eşek pastırması olmasın. Man- da etine razıyız!.. Garsonlar, ellerinde bir sü - rü meze tabaklarile masalar ara sında, dört dönüyorlar. Ağız eğri, göz Şaşı, İtalyan » Habeş harbinden dem vüran - lar var; — Herifler çevirme yapıyor, şevirme!.. — Ne çevirmesi be?.. Bir şey ler yaman aşçı imiş... — Bırak şakayı amma, muha rebe iyi kızıştı! — Ben şehir adlarını, aklım * da tutamıyorum. Ual-Ual mi idi. neresi idi? İtalyanlar, orasını al. | mışlar. eğlence gecesini anlatıyor - — Kapıyı şöyle bir aralayıp içeri girdim, Pakize, Melâhat, Canan, hepsi orada... Gülboy ha vasma kalkmışlar. Beni görün - ce, çalyaka edip karga tulumba, masanın başına geçirdiler, Zati, ben zom olmuşum. Yandan çark İı vapur gibiyim. Orsabaca yürü yorum. Orada da başladık çak » mağa.. Gel git, büsbütün olduk. Kaptan köprüsüne çıkıp: — İstoper! dedik amma, ki - me dinletirsin... Sabaha kars: gözümü açtım ki, vapur kamara sr gibi daracık bir yerdeyim. Me Zerse, masanin altma düşmü. şim. Ahbaplar bizi bıraktp oda- larına çektimişiğr. Kenarda, xO- şede iki tek bulup yuvarlama * sam, işim işti. Saatler ilerledikçe meyhage'- nin iç durumu da değişiyor. 7 ile 7,5 arasında, ayaküstü birkaç “tek,, atmağa gelen akşamcı « lar... 8 de, bellibaşlı müşteriler.. Ondan sonra da, gelişigüzel, meyhane meyhane dolaşıp en so nunda postu bir yere serenler... Bu bellibaşlı müşteriler, içeri girince, garsonları bir telâştır a- iyor: — Galip Bay geldi!.. Galıp Bay... Tezgâh başından patronun se sı: — Bayımın bastonunu al, Pa- nayot... Böyle elden ayaktan karşıla - nabilmek için, en aşağı, bir otu- ruşta yarım kilo rakı devirmek lâzım... Öyle kadehi süzer gibi damla damla içenlere meyhane- lerde pek iltifat edilmez, İçkici müşteriyi garsonlar gö- zünün bakışından, adımını atı - şından anlarlar.En kerrüferli me zeler, onlara gelir: Sahanda yu- murta peynirli, siyah havyar, balık yumurtası, İstakoz salata- Şi... Saz ve söz ehli olanların da meyhanelerde itibarları vardır: gelip geçici müşteriler gidip te meyhaneden el ayak çekildik - | ten sonra, birkaç masa birleştiri lerek hep bir araya gelinir. Biri- Si, tatlı tatlı fıkra anlatır öteki nehaventten gazele başlar, bir ' başkası, eski çapkınlık mâcera - Ötede bir başka grup, sözde | bi larmı anlatır, Sıra ile hepsi birer birer kendi marifetlerini ortaya dökerler, Yaşlı bir garson, genç bir müşteri ile hesap başına otur - muş, çekişiyordu. Bir aralık garson, iş tokata, silleye binince çekildi. Kendi kendine söyleniyordu: — İki paralık rakı yüz dirhem keyif çatılmaz ki... Sonu böyle olur işte... Pençe pençe kızartılarla ihti - müştü: — Ne var, ne oldu? diye sor « dum, Anlattı: — Her akşamki müşterimiz dir. Gelir, rakı ister. Götürürüz: 45 derece rakiyı pahalı bulur, çalkama TAKT yor TM Uye” rar, Çalkama rakr, hani şu 43 dere celik... İncir rakısı mıdır, talaş rakısı mıdır, içinde değiliz ki, bilelim... Şişeyi diker, bir şişe daha arar. Onu da yuvarladı mı, gelsin kavga, gelsin maraza... Ucuz rakınm sarhoşluğu da böyle tatsız olur. Gel gelelim, müşterilere bunu anlatamıyo” ruz. se, insana dokunmaz. Fazlalık iştah verir. Rakmın derecesi in dikçe; içinde karışık şeyler ço - ğalır. Şişede durduğu gibi dur - mamağa başlar. Kafaya vurur, yüreğe, böbreğe dokunur. Bu - lantı yapar, baş ağrısı verir. Da ha nelerim var, nelerim... Şimdiki müşteriler, az para ve relim, çok rakı içelim, güzel kef olalım diyorlar. Bunlarm üçü bir arada olmaz. İhtiyar garson, bir cigara yak tr, belli ki, içinin bütün dertleri- ni bu gece boşaltmak istiyordu: — Ah, bayım, dedi, nerdeo eski kayık düzleri, o barut gibi dumanı üstünde fertikler... İç iç, sabahlara kadar, sil ağzını, git işinin başına.. Şimdi de iyi rakı yok değil. | GÖR TAN ile dört| Eskiden, herkes, iyi rakı arar | dı. (50) derecelik rakı, az içilir | İ şeyden heyecana geldiği vakit yi yar garsonun suratı, kırk yrl fr. | pen an em çıda kalmış şarap tortusuna dön | emen kemüei ki ense SAGLIK ÖGÜTLERİ LL Tansiyon merakı En son moda hastalık, aslan gibi delikanlılardan tutunuz da en yaşlı larına kadar herkeste bir tansiyon merakıdır gidiyor. Seksen yaşındaki koca bayan bi — Oğlum... Bir şeyim yok ama, şu tansiyonumu ölçüversene, Diye kolunu uzatıyor. Bu işi ince- Temiş olduklarını sanan bilgiçler de var: — Doktor, sizin tansiyon aletiniz | hangi markadan? Diye derin sorgular soruyorlar. Doğrusunu isterseniz, hangi ma kadan olursa olsun, tansiyon aleti nin hiçbiri gerçekten tansiyonu gi teremiyor. Bunu “fiziyoloji hocaları- nm höcasr Richet, koskoca ilimler akademisinde söylemişti. Birkaç ay İ oluyor, onun söylediğini frenk gaze- tesinde okuduğum vakit Tan'da oku- yucularıma haber vetmiştim. Ancak, aletler tam doğrusunu gös- termeseler de herkesteki merak kay» bolmuyor. Zaten tansiyonu ölçmek hekimlerin, kendi işleri için de kesin bir ihtiyaçtır. Bu zamanın hekimli. dinde, herhangi bir hastalıkta, tansi- yon ölçülmeyince muayene tamam sayılamıyor. Fakat, bunu düşünmek Mizumunu hastalar hekimlere birak- #alar, işleri daha iyi gidecek sanıyo- Tum Çünkü, aletin gösterdiği tansiyon sayısını öğrenmekle iş bitmez. Vakrâ herkes bilir ki, alet en yüksek sayıyı 13 ile 15 arasmda, en az tansiyonu da 8 ile 9 arasında gösterirse tânsi- yon iyi sayılır. Fakat bu hiç te ke- sin değildir. Tansiyon erkeklerde ka» dınlardakinden biraz fazladır. Sonra | da iyi sayılan tansiyon yalnız genç- | İer içindir. Yaşlı adamlarda tansiyon daha yüksek olduğu halde bunu bir hastalık saymak doğru olamaz. Daha sonra da, bu işin en önemli tarafı olarak, unutmamalıdır ki, tan- siyon — daha bir hastalık sayılma. dan — vakit vakit artabilir. Meselâ hazım zamanı tansiyon arttığı gibi insan zorlu, fazla kuvvet sarlettiren bir iş gördüğü vakit, herhangi bir yükselir, Bayanların sayılı günlerin- de de tansiyon ziyadeleşir. Onun için tansiyonu kesin olarak şu kadardır Doris'in Gelişi 25-10-93$ omuz mmm YAZAN: eri (Hatıra defterimden) Şu Amerikalılar ne saf insanlar! Fennin harikalarını başardıkları, te- kömülün — maddi tekâmülün — en son noktasma vardıkları halde çocuk ruhlu, saf ve safdil kalmışlar. Champs-Elysöes kahvelerinin birinin geniş taraçasında ooturuyotuz. Ya- nımda Doris var. Doris: Kıvır rr sare saçlı, sülün vücutlu, her zaman ve her şeye hayretle bakan yeşil göz- lü bir Amerikan kızı. Doris beni se- viyor, Daha doğrusu sevdiğini söylü- yor. Ben Döris'i sevmiyorum. Ona olan bağım, çok güzel bir Amerikalı ile münasebet peyda etmenin guru- ruhdan başka bir şey değildir. İstan- bula. döndüğüm saman Doris'in (o-| toğrafıı arkadaşlara gösterip: “Bu kız beni çıldırasıya seviyordu” diye böbürlenerek Deris'in bir milyoner kızı olduğumu da tabil ilâve edeceğim. Doris şarklılığıma bayılır ve bana “İstanbul prensi” der, Türkiye ve Ts- tanbul hakkında hiçbir fikri yoktur. Daha doğrusu Loti, Farröre ve The- ophile Gattier süzmesi klişe ve ba- yat bir malâmatı vardır. Birkaç kere doğru yola götürmek istedim. Bak» | demeden önce, onu ayrı ayrı zaman- larda birkaç defa ölçmele lâzımdır. Ayrı ayrı zamanlarda başka başka hekimlere gidenlerin tansiyonları de- recesi başka başka çıkması da bundan ileri gelir. Lokman Hekim 50 derece rakıların * hepsi iyi... Amma, kimse içmez oldu bun - ları.. Ucuz rakr.. Ucuz rakı. Al sana ucuz rakıyı... Biz eskiden bu meyhanede, her gece beş yüz şişe birinci nevi rakı satardık. Şimdi de yine o kadar rakı gi- diyor, Amma, bunun iki yüz şi- şesi, 45 derecelik, yüz elli şişesi kırk üç derecelik rakr.. Geriye ne kaldı? Elli şişe... Demek, kos ca meyhanede en alâ rakıdan an cak elli şişe gidiyor!,, Meyhanecinin anlattıkları bu- rada bitti. Tanınmış bir tekerle- me vardı; Birinden şahit istemiş ler, meyhaneci ile bozacıyı gös - termiş, derler. Amma, bu bahiste, bir meyha necinin sözünü pek yabana at - mamalıdır. Halkın, ucuzluğuna tamah €- derek kötü rakılara düşmesi; ırkımız için yarm önüne geçile- miyecek bir tehlike doğurabil - mek istidadındadır. Burada, ye- şil hilâlcilere, bir vazife düşü - yor: mademki akşamcılıkla için- de bulundukları şartlar altında ciddi bir savaş açmak kabil ol - | muyor. Hiç olmazsa, akşamı rı, az içmeğe teşvik ederek rakıların piyasada sürümünü a - zaltmak çaresine bakmalıdır. Sigaranm ucuzu, insanı niha- yet öksürtür ve en çok tıknefes eder, fakat rakının köti ldü- rür, öldürmese de süründürür. Bundan sekiz yıl kadar önce rahmetli Ahmet Rasimle bir mü lâkat yapmıştım. Değerli üstadı, araya araya Kadıköyünde Papasın bağında buldum. Kızarmış bir hindiyi meze yapmış, tatlı tatir içiyor - du: — Üstadım, rakıyı nasıl içme- li? Diye sordum: Verdiği cevabı hiç unutmam; — Oğlum, rakı kadehe konu- lur, fakat kadehle içilmez. — Ya nasıl içilir üstat? — Yudum yudum içilir, oğ - Tum.. Yudum yudum içilir. Halkımıza rakımın iyisini, yu- dum yudum içirmenin çaresine bakmalıyız. — Salâhaddin GÜN tım, hoşlanmıyor. Hayalihde büyült- | tüğü klişe Türkiyesinden bir türlü | vazgeçemiyor. Doris, pek sevdiği Alexandre kole teyini dikiverdi ve: — Ah! Şu sizin İstanbulunuza bir gelebilsem, dedi. yPosi Bera, Opsıg. ve Çer: venin içinde göremediğim için bu ih- mali düşünmedim bile, ve dedim Evet, ruhum, bir gelebilsen! Se- ni Altınboynuzda alt çifte kayık içinde gezdirir, Boğariçinin mavi sw- lârma bakan bahçelerin havuzları ba | şında gül tatlısı yediririm, Saraylara, baremlere (o gireriz. | Bojaziçindeki mermer sarayımızın bin bir salonla- rıhdan birinde seni misafir eder, em- rine on iki cariye veririm. Istanbu- un beş bin minaresini, iki bin kub- besini, lâle bahçelerini, zümrüt gibi berrak denizini, şırıl şırıl akan beyaz çeşmelerini görür, tatlı, ılık havası- nı dolduran tayihaları koklarsın. Bunları dedim ve kahkaha ile gül meğe hazırlanarak Doris'in yüzüne baktım. O, hayran gö; bana doğru çevirmiş, bin bir gece masal dinler gibi beni dinliyor ve inanıvor- du. . 15 Ilkteşrin 1934, Istanbul: İnce, fakat günlerdenberi dürma- yan bir yağmur şehri bir bataklığa çevirdi. Gökyüzü, deniz, kurşun ren- gine büründüler. Ne kasvetli, ne ka» ranlık günler geçiyor. Parii düşünü. yorum, İçimde oranın ışığına, sevki- ne doğru büyük bir hasret var, Kapı şalımıyor. Evimizin paslı, eski çıngır rağ, Evde kimse yok. İniyor, kapı- Yı açıyor ve hayretimden sekir adım İ geriye fırlıyorum. — Bonjur dearling, işte ben gel dim Karşımda, elinde küçük bir bavul, ipek çorapları dizlere kadar çamura İ bulanmış, - bayretimi o kahkahalarla karşılıyan Doris var, Beynimden vu» rulmuşa döndüm. Nefes almasına bile meydan bırak- madan iki elini de yakaladım ve göz» lerinin içine bakarak dedim ki: — Doris! Ruhum, eğer Istanbulun Altınboynuzunda altı çifte kayık içi de gezmeğe, eğer Boğariçinin mavi sularma bakan bahçelerinin havuzlar rt başında gül tatlısı yemeğe, eğer saraylara, haremlere girmeğe, eğer mermer sarâyımızın . bin bir salonlas rından birinde on İki cariyeye hük- mederek aklınca bir şark sultanı ole mağa, geldinse hemen, zeriye döl durulan şark omasallarıdır. Ben se» P iç ummadığım için bu klâsik fanteriye kapıldım. Halbu- ki burada tarihinden kalma güz eserlerden başka her eski maddeyi Halicin ve Boğazın sularına gömmüş bir inkılâp vardır. Sen 6 bin bir gece- yi ancak silik bir çıkarima balinde İstanbul sularmın dibinde görebilir. sin. Paris yalanını Türk hâkikatine tercih “ediyorsan geriye dön, Türk hakikatini Paris yalanına tercih edi- yorsan burada kal? Cevap olatak dizlerime oturdu ve boynuma sarıldı. Uç sene sonra, Parise dönmeze mecbur olduğu gün, hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Eminim ki benden ziya yeni Türkiyeden ayrıldığı için. POLIS Bir Kadını Eşinden Ayır- dılar Ve Tecavüz Ettiler Dün öğle üzeri Edirnekapıda sur haricinde bir tecaviz vak'ası olmuş- tur, Nuri İsminde bir genç, yanma al- dığı bir kadınla Beylerbeyi gazinosu civarında gezmeğe başlamış, bu sıra- da önlerine üç kişi çıkmıştır. Bu üç kafadar, kadına tecavüze başlamışlar ve hattâ kızarak Nurinin de Kulağını kesmişlerdir. Yapılan tahkikat ve s- kı izlemeler sonunda bu üç yol kesici mütecaviz tutulmuş, bunların İsmail, Cevdet ve Hüseyin adlarındaki mü- seccel yankesiciler oldukları anlaşıl- maştır. Suçlular, dün adliyeye verilmişler- dir. Nuri tedavi altına alınmıştır. * Bundan iki ay önce yeni kapı dan Şükrünün sandalıyle denize açı lan Eskişehir uçak okulu talebelerin- den Sabahaddin, Vefa lisesinden Şe- hab ve arkadaşları Asım ile Alinin sağlıkları hakkında henüz hiçbir ma- lümat elde edilememiştir. Biçare ço- cukların aylatdanberi kayboluşlarına göre, bir kazaya kurban gittikleri ve boğuldukları tahmin (edilmektedir. Maamafih, polis inceleme ve izleme- lerini sürdürmektedir. © Sayım günü, bekçi tarafından dışarıda yakalandığı yazılan Küçük - pazarda tesviyeci sokağında 25 nu maratı evde oturan Mehmedin dışarı çıkmadığı anlaşılmaktadır. Yapılan tahkikata göre, Mehmet gazete alırken bekçi İsmail kapıya gelmiş ve Mehmedi içeri itmek İste- miştir. Bu sırada hem Mehmet, hem de Ismail yere düşmüştür. * Dün İstiklâl caddesinde bir oto- mobil kazası olmuş, 1898 numaralı Ismailin idare ettiği otomobil Agav- ni adında birisine çarpmıştı. Baca » ğından yaralanan Ağavni hastaneye kaldırılmış, şoför tutulmuştur. * Küçükmustafa Paşada Bostan sokağında 1) numaralı evde oturan 2 yaşlarında İsmet, kapının önünde oynarken tuğla yüklü bir arabanın tekerlekleri arasında kalmıştır. Ara“ bacı tutulmuş, yaralı çocuk hastane ye gönderilmiştir, * Ayva Molla Aşkı mas hallesinde an Sürmeneli Lütfinin kaçak hayvan kestiği haber / alınmış İ ve evinde bir arama yapılmıştır. A * raştırma sırasına 30 kilo dana eti gö- rülerek müsadere edilmiştir. * Kocamustafa Paşada Uzunca 0* va sokağında 43 numaralı evde otu- ren Zarifi, su taşırken ayağı kaymış ve merdivenden yuvarlanmıştır. İki buçuk aylık çocuğu olan kadı” nın kaybettiği kan ve çektiği sancılaf şüpheli görülerek Ermeni hastanesi ne kaldırılmıştır. Çocuk, düşmemiş * tir. * Fatihte, Talip ve Mahmut ismin de iki şahıs, Sürtli Abdullah (oğlu Mahmutla kavga etmişler ve bunlar» dan Taliple Mahmut, öteki Mabmu- dun Üzerine hücum ederek tabanca kabzasiyle kendisini ağır surette ya” ralamışlardır. Yaralı Mahmut, Cerrahpaşa basta* nesine kaldırılmıştır.

Bu sayıdan diğer sayfalar: