27 Eylül 1937 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

27 Eylül 1937 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

No, 76 Yazan : Ziya Şakir Şah İsmailin Hazinesi Herkesin İştahını Kabarttı gir bu tertibatı alırken, en emin adamların: asker ça dırları arasında dolaştırıyordu. Bw lar bir taraftan, Şii mezhebine Mensup olan askerleri şiddetli bir kontrol altında bulunduruyorlar.. Diğer taraftan da: — Şah Ismall, bütün hazinesini beraber getirmiş.. Askerlerinin e)- biseleri, kâmilen altır işlemeli, düş meleri de inci ve cevahirdenmi; Diye, propaganda yapıyorlar Bilhassa, karşıtepede görünen ça- dırların arkasındaki, erzak, tatlı ve meyva depolarının zenginliğini söyliye söyliye bitiremiyorlardı.. Asker, açtı. Günlerdenberi, acı otlardan yapılmıs saç ekmekleri, ve dağlarda buldukları ham meyvalar la yaşamışlardı Şah İsmailin hazinesi. altm işle- meli, cevahir düğmeli elbiseler. bol bol yemekler ve yemişler. askerle rin derhal iştahlarmı kabartmıştı. Artık herkes, sabahm olmaşmı sa- bırsızlıkla beklemiye başlamıştı. ece, zifiri karanlıktı, İlci ordu- G nun etrafında da çok siki em hiyet tertibatı almmıştı. Çadırların aralarında, öbek #bek ateşler yanı- yordu. Ateşlerin önünde, bileyi taş Jarı kurulmuştu. Bunların önünde toplanan askerler; birkaç saat son- ra düşmanlarını daha kolaylıkla bo Kazlıyabilmek için taşları mütema- diyen işletiyorlar.. kılıçlarmı, pala- larmı; teber ve baltalarını, mızrak ve harbi uçlarını bilemiye çalışıyor- lardır. ah İsmail; sabaha &srşi atına Ş binmiş.. ileri'karakol hatla TEM kadar soxuluruk Omni orda #unün tertibatını gözden geçirmişti Ve sonra, bir keşif postasile Osman W uç karakollarmdan birinin Üzeri - ne ani bir baskın yaptırmış. iki Os 'manlr askerini esir aldırmıştı. Bu iki esiri, ayrı ayrı isticvap et mişti, Onların verdiği malümat ile kendi müşahedelerini birleştirmişti. Bilhassa, topların yerini iyice öğ- renmişti, Ondan sonra, süratle plâ- hıı tasarlamış; artık son kararını vermişti. . — Dan.. dan., dannnnn. — Dan..dan., dannnunn... — Dan.. dan.. dannnan... Selimin ordusundaki büyük mu- harebe (Kös) nün azametli sesi, #eher vaktinin alaca karanlıkları i- çinde, semavi bir emir gibi yüksel di, Bu sesi, muhtelif asker kıtaları- nm davul sedaları takip etti... Bu, — Silâh başıma Emri idi. O anda, bütün ovayı, hazin bir i- ailti kapladı. Selimin ordusundaki yüz yirmi bin kişi, hep bir ağızdan tekbir getirmiye başlamıştı. (Otağı hümayun) un önünden, tiz. Ve tannan bir sada ile ezan sesi yük &eldi, Bu sese, çadırların arasinda (Fetih) suresi okuyan hafızların #adaları mukabele etti. Artık her taraf, mahşer gibi kay Diyordu. Sürekli tekbir seslerine, *ilâh şakırtıları, at kişnemeleri ka- Yişiyordu... Ordunun tellâları, — Ha babam, ha... Ha, aslanlar, ha... Gün bugün saat bu saat.. Dev. Vetlü hünkârm fermanı var. Vur, Vuranın.. sür, sürenin. Mali gani- Met, ele geçirenin.. Düşmanın mali (lâ), Kanı, hederdir.. Kelle geti- Tenlere, aşuri ihsanlar verilecek- tir Duymadık, işitmedik demeyin, hüüi, w bağıra bağıra dolaşıyorlar- Yöniçeri çadırlarınm önlerinde (Gülhank) Jer çekiliyor: — Allah, Allah.. Iüllah.. Baş ür Yan. Sine püryan, kılıç al kan.. Bu nice başlar kesilür, hiç “lmaz, soran., , Kılıcımız, düşmana yan. Kulluğumuz, padişaha ıyan. kör, beşler, kırklar.. Nüru Nebi.. *rem Ali,, Pirimiz, hünkârımız, Baci Bektaşi Demire devran na hu, diyelim; huuu!., Sadaları, silâhlarını kuşanan Bek taşi askerlere sonsuz bir heyecan veriyordu. ah Tsmailin çadırlarında, ay- Si matsarı yörtmyoree. Orada da, yanık sesli müezzinlerin ezan sesleri, kalpleri hüzünle titre- ten tekbir sadalarına karışıyor.. O- rada da Kuranın (Fetih nusret) â- yetleri; çadırlar arasında dolaşan münadilerin; Nasrun mineilâhi Ve fethüm karib.. Ve beşsiril mü'minine Yaaa Muhammet... Feryatlarile karşılaşılıyordu. Orada da Gülbankler çekiliyor. Orada da: * Her ssbah,her anbah Otüşür kuşlar, (Allah) bir (Muhammet) (Ali) diyerek,. Diye başlıyan (Kerbelâ şehitleri) ne sit nefesler, Şah İsmailin asker. lerine coşkun hisler ve heyecanlar veriyor.. Her tarafta: — Medet, yâ Hayder. Fözyatları yükseliyordu. Ortalık, yavaş'yavaş ağarıyordu. Şark ufukları, hafif hafif kızarıyor dt... Şu anda, iki ordunun başkuk mandanları.. Ayni Allaha tapan. Ayni peygamberi tanıyan. Damar- larında, eyni Türk kanını taşıyan iki kardeş milletin iki hükümdarı da secdeye kapanmışlardı. Ikisi de ayni lisan ile Allaha yalvarıyorlar: — Yarap!, Sen bana zafer ver.. Beni mahcup ve mahzun etme, Diye, inim inim inliyorlardı. H“ tarafta, kuvvetli müdafaa tertibatı almış olan Şah Is- mail; Osmanlı ordusu tarafından hücum edilmedikçe, katiyen silâh çekilmemesi için emirler vermişti. Kendisi de, gece yarısı esir edi- len ski Osmanlı askerini yanına ala- rak, bütün övaya hâkim olan kü- çük bir tepeye gelmişti, Buradan, Çaldıran sahrssı bir ta bak içi gibi bütün açıklığı ile görü- nüyor.. Şimdi, bir araya toplana- rak: coşkun dervişlerin zikirleri gi bi; fasılasız bir tempo ile çalınan davullam heyecanı arttıran s6sl6- ri işitiliyordu. Hafif bir sis arkasından doğan güneş, kipkozıl kana batırılmış bir tepsi gibi ağır ağır yükseliyordu. Karşı tepelerde, rengürenk bayrak lar ve çadırlar arasında, silâhlar parlıyor.. Biribirine karışan atlar ve askerler, he zerresi ayrı ayrı kı mıldıyan bir kütle, gibi, için için | kaynaşıyordu. Birdenbire yüzlerce kızıl bayrak dalgalanmıştı. Güneşin ilk ışıkları karşısında, silâhları pırıl piril pırıl. dayan bir süvari fırkası, ağır ağır ovaya inmeye başlamıştı. Şah Ismall, gördüğü bu manza- ra karşısmda hayrette kalmıs.. âde ta, gözlerine inanamamıştı: — Garip şey... Ovaya hâkim o- lan bütün tepeler bizim elimizde i- ken, bu atlılar ne cesaretle ovaya İ- niyorlar?. Acaba burada, ne yap- mak ıstiyuar?. Diye murıldanmıştı... Ve derhal başını arkasında duran İki esir a8- kere çevirmiş: — Bu atlılar, kimlerdir?. Demişti. Esirler, cevap vermişler di, — Öndeki kızıl bayraklılar; bü- tün ocdadı, Osmanlı akmcılarıns ku manda eden, Mihal oğlu Mehmet Be yin (Nikbolu) süvarileridir. — Ya, şimdi ovaya inmiye baş- ıyan şu yeşil bayraklılar?.. Onlar da; İsfendiyar oğlunun kumanda ettiği Bolu ve Kastamonu atlılarıdır. Şah Ismail, gittikçe artan bir hayret ve dikkatle süvarilerin hare Külinı takip ediyordu. Fakat, bunla rım yapmak istedikleri manevraya, hiç bir mâna veremiyordu. (Arkası var) SERBEST MUSİKİ MÜNAKASALARI | Musiki ile uğraşanlar Türk musikisi için neler söylüyorlar usiki davası: Bu davahm ne şekilde hallolunacağı anla. gılmaz bir hale geldi. Işin garibi, ortada davacı çok, fakat bu işi hal ledecek hâkim yok! Kanaatime göre iddialar şunlar- dır: Musiki meyhaneden kurtarıl- malıdır. Bugün bestekârız diye eser yapanlar, öz musikiyi sevenleri tat min edebilmekten uzaktıriar. Musi- ki mezbahadadır. Musiki iğneli fıçı- da boğazlanıyor. Hiç bir esasa da- yanmıyan bü musikiyi ne zaman de ğiştireceğiz. Müzisyenler, seneti bir kâr vasıtası yapmaktan çekinmeli- dirler, Hakiki musiki için icap eder se açlıktan ölmelidirler, Ve., Ve: ve saire, Mukadder bir sual karşısında kalmamak için şimdiden şunu söy- liyeyim: Kendimi bu mühim davayı halledecek bir hâkim olarak gör- mekten çok uzaktayım. Bu, büyük bir küstahlık olur, yalnız şu kadar ki, bu işin içinde bulunmuş olmak dolayısile, belki benim de bir fik- rim ve yukarıdaki iddinlara itiraz larım olabilir. Zavallı musikişinas- lar ve zavallı musiki!.. Bu haksız tarizlerden ne vakit kurtulacak aca ba?.. usikiyi meyhanelerden kak dıralhm da nersy: Rafa mı?. Halkın musiki ihtiyacı nerede ve nasıl tatmin edilecek? Se nede verilecek üç beş konserle mi? Hem bizde meyhane deyince yal- nız rakı içmek için gidilen yerler akla gelir, Büyük gazinolar, bahçe- ler, parklar, yani içmeden de otu- , rulabilen ve musiki dinlenebilen yer ler meyhane değildir. Oralarda | Sabahleyin Aynanıza Bakarken... Takma burunlu merhum Ridvan Efendinin hikâyesini elbette duy- muşsunuzdur: Her sabah uykudan uyanınca, daha yüzünü yıkamadan önce, aynasıma bakar ve © gilnkii benzi nasılsa ona uygun renkte 0- Jan eğreti burnunu takarmış... Siz de, onun gibi, her sabah uy- kudan uyanmca aynanıza bakmalı. smız, Amma, onun gibi yalancı bü- Tun takmak için değil, o günkü ben zinizin rengini anlıyarak ona göre sağlığınızı tanzim için. Herkes bilir ki insanın benzi bütün vücudun ay- nası gibidir. Vücudun en hafif ra- hatsızlıklarmı bile beniz erkenden haber verir ve omun verdiği haber- den istifade ederek rahatsızlığın ae rede olduğunu az çok yakın olarak, anlayıp düzeltmek mümkündür. Meselâ, yorgunbir vücudü, siyah bir halkayla çevrilmiş o gözlerden, yüzüm çekik çizgilerinden hemen anlarsınız. Yorgunluk sadece fazla çalışmaktan, uzunca bir yoldan, ya- but bir gece önce mutattan pek faz la oturmuş olmaktan ileri gelmişse, bir iki gün istirahatle vücudu din- lendirmek, benzi düzeltmek kolay- dır. Fakat o yorgun beniz türlü türlü kederlerden de ileri gelebilir. O va- kit kedere sebep olan şeyleri orta dan kaldırmak elinizde olmasa hile, kederlenmenin vücudunuza zarar vereceğini düşünerek ortadan kal dıramadığımız sebeplere mukave- met etmiye çalışmanız bir sağlık vazifesi olur. » İşlerinizde, hayatımızda 6 yor. gun benzi izah edecek bir hal olma- dığı takdirde, göz kapaklarınızı bi- raz ayırarak gözünüzün akına ba- kımız. Belki, beyazm kenarında az çok sarımlırak halka gibi bir şey görürsünüz: Karaciğer ve safra ke. sesi biraz rahatsız demektir. Bir gün önce, yememeniz lâzım gelen yemeklerden yiyip yemediğinizi dü. şününüz, Yediğiniz hatırmıza ge- lirse bir müshil çak defa işi düzel. tir. Aksi halde bütün vücudünüzü, bilhassa karaciğer tarafım mua yene ettirmeyi ihmal etmemelisi. niz. Birçok defa yorgun benizle bir- likte dil de paslı olur. Bunun mide- de ve barsaklarda rahatsızlıktan ileri geldiğini şüphesiz bilirsiniz ve bir iki gün perhizle önünü çabuk alırsınız. Yorgun benizle birlikte karaciğer tarafımda, onun üzerinde, kendi kendine yahat üzerine basınca mey- dana çıkan bir ağırlık yahut ağrı o- | lursa, az çok yakında orada kum sancısı çıkacağını haber verir. Bi- raz yaşlılarda yorgun benizle bera- ber yan taraflarda, böbrekler hiza- sında ağırlık veya hafif ağrı olur, O zaman da böbreklerde kum sân- cısı hatıra gelmelidir, Bazılarında yorgun benizle bir. likte, gözlerin akında yalmız sarı | halka değil, bütün ak az çok sarı olur. Bu renk bütün vücudun cildi üzeriede görülür. Kimisi baktığı seyleri bile sarı görür. Bunun sa- rik olduğunu şüphesiz bilirsiniz. Fakat sarı renk hafif bile olsa yi- ne ona ehemmiyet vermelisiniz. O vakit te eski bir romatizmayı, ya- nt eski bir sıtmayı hatırlatır. En hafif bir sarılık bile karaciğeri da- ima hatıra getirmelidir. Bir de kanserlilerin kara sarı, biraz da yeşili stırak benzi vardır ki birkaç gün devam edince, hemen hekiminize muayene olunmayı hiç unutmamak lâzımdır. Musiki bahsinde, bilhassa İ Türk musikisi için, “bu işte ihtisas sahibi olan B. Maz- har Müfidin TAN'da iki ya- zısı çıktı. Bu münasebetle bugün musiki ile ön safta uğraşanlar, bu hususta fi- kirlerini bildirmek istediler. Bugün bunlardan bestekâr | ve tanburi Salâhattinin ileri sürdüğü fikirleri neşredi- hulk hiç te tatbiyesini bozmadan ve ağzı burnu çarpılmadan saz din ler. Biz, konser dinlemiye gelen ne ağzı ve boynu çarpıkları da gör- dük. İçecek bir adamın konserde de içmesimi önlemek mümkilu değildir. Ya dışarıda içer, gelir, yahut cebi- ne şişeyi sokar, hem dinler, hem de İçer. Bu sözlerimle beni, musiki. yi ve konser mefhumunun ne oldu- ğunu bilmemekle itham etmiye kal kanlara ben gülerim. Bunu geçelim. emleketimizde Türk musiki M si erbabının sanatlerini teş hir edebilecekleri lokaller, umumi bahçeler, parklar ve büyük gazino lardır, Her artist, muannit bir kıs kançlıkla musikisini yabancı ku- laklardan saklamak istiyen mer- hum Nevres gibi olamaz. Fakat her sanatkâr da sazında, sesihde hissettiği kabiliyeti başkalarına duyurmak zevkindedir. Bunu mut aka para kazanmak için yapmaz, Hiç bir müzi y para kağlnmayı düşün iradesinin dışımda kalan bir hisle sazma sarılmıştır. Ulkü- sü, ruhunun coşkunluklarını, ta- hassüslerini ıztıraplarmı, #azının tellerinde veythut sesinin dalga- larında canlandırmaktır. O, sana- tinin vecdi içinde çırpmır, durur. Memleketimizde mevcut yüzlerce musikişinastar birkaçının aparti- man yaptırmış olması, diğerlerinin de ayni gaye ile sahnelere atılmış olmaları ap ettirmez. Musikiyi hazmetmiş bir sanat- kâr, musikişinas olmak sıfatı onun alnında bir damgadır. Bir ressa- mm, bir heykeltraşın bir edibin sa natinden para kazanması neden a yıp olsun, Bir musikişinasin elindeki sazi- le veyahut sesindeki cevherle geçi nebilmesi mümkün oluyorsa, ne Bunu yapmak ayıp- Sa; bu yüzkarası o işi ayıplıyan- ların olsun. mutlu ona!,. anaatimce!.. ğu gibi, musikide de en a- cıklı şey taassuptur. Her devirde, eskiler yenileri beğenmemiştir. Es- kinin eskiye bağlılığı, yeni bir var- lığı görebilmesine, hattâ onda bir sanat zerresi sozebilmesine engel- dir. Onun yeni birşey görmiye ta- hammülü yoktur. Biz de; şaheserler yapıyoruz, de- mek istemiyoruz. Hattâ sanatkârız diye bir iddiamız da yok. Amma her halde birşeyler beceriyoruz. Ne mu sikimizi boğazlıyoruz, ne de yoldan adam çeviriyoruz. Musiki herhangi bir mezbahada, kimin iğneli fıçısın da ve nerede boğuzlanıyor acabâ?, Bugünkü musiki erbabına isnat e- dilmek istenen suikastler hakkın- da fikir yürütebilmek için işi biraz tetkik etmek icap etmez mi?. Umu mi yerlerde çalan, okuyan artistler arasında kabiliyeti eksik olanlar bulunabilir. Musikide geri kalmış birkaç kişi için, bütün bir zümreyi lekelemek doğru olamaz. Birkaç sa natkür istisna edilirse, memlekette mevcut musikişinasların en iyileri nin umumi yerlerde çalıp okuduk larmı o unulmamalıdır. İçlerinde hakkı olmadan söhret alanlar oldu- Se alman, okunan eserlere ge- lince: Ayinler, ilâhiler, kârlar ve dü- raklardan başka klâsiklerin mühim bir kısmı zaman zaman repertuva- rımıza girer ve zannederim sahiple ri mezardan başlarmı kaldırsalar, eserlerini hiç te fena şartlar için- de okunur ve çalınır görmezler, On Jarı memnun etmek kabildir. Fa- kat yaşıyan ve eskiye bağlı muta- &assıpları tatmin etmek güçtür. Ölenlerin dünyada iddizları kal. mamıştır, Amma yaşıyanlar öyle değil, kendilerinden başka kimsö- nin sanatte muvaffak olmasına ta» hammülleri yoktur. Bu, derin bir yaradır. Musiki estetik sanatlerin en kolay gibi görüneni, fakat en güçüdür. Eski üstatların şaheserle ri karşısında diz çöker vecde geli- riz, Lâkin; hiç bir zaman eserleri- mizi onlara benzetmeyi düşünmeyiz ve düşünmedik. Tekniğimiz onlar kadar kuvvetli olmasada kadim tarzda besteler yapmak güç değil- dir. Yaptığımızı farzetsek te ne ka Zzanırız, Vücutleri bu âlemden göçen üs tatlar yaşadıkları devrin hislerini terennüm ettiler. Biz de bugünü ya, şatmak istiyoruz. Amma, belki lâ- Hi zım olduğu kadar muvaffak olam : yoruz. Bir gün gelecek mutlaka ve mutlska bu işi başaracağız. Biz bu imanla çalışıyoruz. ta musikimizin klik bahsine: Türk musikisinin mevzu bulunduğu esaslar ve ali deler çok ilmi veçok kuvvetlidir. Farabi, Tbni Sina, Safyuddin Abdül) milmin, ve Abdülkadir Ragıp gibi eski Türk üstatlarının telifleri o- kunmadan musikimize kıymetsizlik isnat etmek pek büyük bir insafaız hik olur. Ikalarnın çokluğu, değişikliği, nağme zenginliği ve santiman İti- bârile, Garp musikisinden çok Üy. tündür, Onun harici bir süse ihtiya © yoktur, Yani bugünkü halile ar. moni kabul edemez. Ve lüzumsuz dur. Eksikliği: Eserlerin, sadece âyini ilâhi, kâr, durak, peşrev, murabba ve şarkılar ra inhisar edişi, ve aşağı yukarı bir şarkı musikisi oluşudur, Garp musikisinde olduğu gibi (senfonik) yani şlirsiz, yalnız enstrümanlarla tasviri musiki yapamayışımız ve eskilerin de bunu düşlinememiş ol- malarıdır ki; musikimizin sahasını genişletememiştir. Biraz darlık içinde olduğumuzu itiraf ederim. Amma bunu birden yapak mümkün değildir. Musiki bir. bakımdan ilin meselesidir. Onu da, bu işi bilirim, diye geçinenlere des gil, hakikaten bilenlere bıraksak artık!., Bestekâr ve Tambur Selâhattin İzmirde Bir Aile Faciası Izmir, (TAN) — Burada bir a faciası olmuştur. Salepçi camiinin arkasmdeki Os. manın aile evinde oturan amele $ lim oğlu Yusuf, karısı ile iyi ge ne miyor, kayınpederinin de bu işte pap. mağı olduğunu ve hattâ karısını ! o satıp başka birisine vermek İstedi. Bini sanıyormuş. Bu meseleden dola. yı aralarında çıkan münakaşa sında Yusufun başma kayınpederi Haydar bir testi fırlatmış, o İn Haye darı muhtelif yerlerinden ağır suret te yaralamıştır. Bundan #oüra körist Hediyeyi tehlikeli surette vürri tur. Yanf vakalanmıstır. i VS di

Bu sayıdan diğer sayfalar: