11 Şubat 1938 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5

11 Şubat 1938 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

amm 11-2-938 TAN Gündelik Gazete —— TAN'ın hedefi: Haberde, fikirde, her #eyde temiz. dürüs. samimi olmak, karlin © gözetesi olmıya çalışmaktır. iel ABONE BEDELİ Türkiye Ecnebi 1400 Kr, 1 Bene 2400 Er. 7.» 6A 40 » 400 » 3. 0 180 »1>» 409 » Milletlerarası porta İtihadına dahil ol- Tuyan memleketler İçin 80, 16, 9, 35 H- Adros des Fadır. Abone bedeli peşindir. Biştirmek 25 kuru tuplar» 10 Kursi İ GUNUN MESELELERİ mn Almanyadaki Vaziyet (Yazan: M. Zekeriya) Almahyadaki değişiklik hâlâ günün en mühim meselesi olmakta devam ediyor. Bugün Nazi partisinin kuv- vetlenmesile neticelendiği söylenen hâdiselerin içyüzü biraz daha mey- dana çkımış bulunuyor. Anlaşılıyor ki, Almanyada Nazi Partisine ve Hitler siyasetine karşı muhalif bir cephe vardır. Bu cephe- ye ordu, büyük sanayi ve kilise da- hildir. Orduyu General Fon Frieth, büyük sanayii Şaht temsil etmekte- dir. Bunlar Hitlerin harici siyasetine muhaliftirler. Nazilerin (ideolojik #ruplara girmek, Almanyayı İüzum- suz yere tehlikeye sokmak gibi hata- lı bir siyaset takip ettiğine kanidirler, Almanyanın İtalya ile, ideoloji birli- da menfaatleri biribirine zıttır. Yine bu grup Nazilerin dahili ve ekonomi siyasetlerine o muhaliftir ler, Onlara göre Goering'in tahakkuk ettirmiye çalıştığı dört senelik plân bir rüyadır, Almanyayı yanlış ikti- sadi yollara sürüklemiştir. Nazi siya- seti memlekette müthiş bir iktısa- di buhran doğurmuştur. Bu muhalefet günden güne kuv- vetlenmiş, el altından tehlike teşkil edecek bir inkişafa mazhar olmuştur. Hitler 4 şubat darbesile bu muhale- MM 1. Dus kumandanları Berlinde içtimaa ça- ğırması, orduda umumi bir tasfiyeye lüzum görmesi, muhalefetin ordu i- şinde nekadar dalbudak saldığını göstermiye kâfidir. Hitler, Şaht ta- raftarlarını da işten çıkarmış, dev- letih askeri ve ekonomik makinesi- hi kendi eline almıya karar vermiş. tir. Bu icraat şimdilik Nazi partisinin vaktinde davranarak muhalefete ga- İebesi şeklinde görünmektedir. Fa- kat hakikatte henüz mesele kapan- mamıştır, Ordu Almanyanın en sağ- lam uzvudur. Eski bir an'aneye da- yanmaktadır. Macera siyasetine mu- baliftir. Hesapsız hareketlere muha- Miftir, Bugün kuvvetli bir tazyik al- tında sesini çıkarmasa bile, bu icra- At onun hoşnutsuzluğunu arttırabi- lir. Bu sebeple Almanyada daha ye- Bi birçok hâdiseler beklenebilir. Almanyada dahili vaziyetin inki- Hafı, Avrupanın mukadderatı üzerin- de mühim rol oyniyacağı için bu hâ- disatın seyrini dikkatle takip etmek Mâzumdır. Hitler orduyu tamamen Nazileşti- Tirse, harici siyaseti tamamen kendi #line alırsa, Almanya sülhe ml, yoksa harbe mi gidecektir, henüz kestirile- Mez, İstanbulun Filmi Evvelki gün bize İstanbulun #ilmi- Bi gösterdiler. Bu film İpekfilm tara. findan aşağı yukarı bir senedenberi birçok fedakârlıklar yapılarak vüeu | da getirilmiştir. İstanbulun eski ve ye Bi bütün güzelliklerini bir araya top- lamaya çalışmıştır. Burada tarihin İstanbulun süsliyen emsalsiz eserleri Yanında Cümhuriyetin kurduğu yeni Mektepleri, yarattığı yeni hayatı yan Yana görüyoruz. tanbulun filmi memleketin her ında (gösterilmesi lâzimgelen faydalı bir film olmakla kalmaz, İs- tanbulu yabancılara tanıtmak bakı da fevkalâde kıymetlidir. Yalnız bu iki maksadı ayni zamanda İstihdat ederek yapıldığı için ufak tefek bazı kusurları vardır, Birinin hatırı için ötekinden bazı fedakâr - yapmak lâzım gelmiştir. Fakat esas itiharile İstanbulun fil- Mİ iyi bir başlangıçtır. İpekfilm mü bu hizmetinden dolayı teb- tik etmek bir vazifedir. Azar akşamları, İstan- bul radyo stüdyosunda mikrofonun önünde fenni mev zular üzerinde yarım saat söz söylüyorum. İşim bitince bir dinlenme kahvesi içmek üzere diğer bir odaya çekilirim. Orada çoğu müzisyen olan ar- kadaşlarla enteresan görülen İlmi meseleler üzerinde konuşuruz. Ge- İ çen pazar akşam, bu dinlenme kahvesini içerken iki kemençe üs tadile başbaşa kalmıştım. Fiziğe giren geniş mevzular üzerinde ko- nuşuyorduk. Makrotozmus (yanl yüce kâinat) ile mikrokozmus (ya ni atom ve elektron âlemi) arasın. daki fasıladan tutun da, musiki ile fizik arasındaki münasebetlere Va- rıncıya kadar bir alay ilim mesele- lerine temas ediyorduk. Ben önle yordum, onlar da cankulağı ile beni dinliyorlardı. Ara sıra bazi sualler soruyorlardı. Meslek aşkı bu.. Onlar beni dinlerken bir ta- raftan da, mikrofonun -karşısına çıkmış olan, saz heyetinin çıkar dığı nağmelerle bu heyet karşı - sında okuyan sanatkârı dinliyor- lardı. Hattâ, bir iki falsoya da işa ret ettiler. sanatkâr nöbetini savduk- tan sonra, falsonun sebebi hakkında aralarında bir münaka- şa başladı. Anlaşıldığına göre, ça- İanlarla söyliyenlerin notaları ara sında küçük bir fark varmış. No- taların birinde (Mi Bemol) ve diğe- rinde (Mi Naturel) yazılmış. Bu fark o kadar küçüktür ki, müzis- yen kulağı olmıyan pek farkına varamaz. Fakat, ne de olsa bir küçük fark bile musiki parçasında bir dise— mans, bir kakofami"M&Si! eden â- Musikide Disonans hâsıl eden â- mil, notalar arasındaki (daraban) dediğimiz farktır. Bu fark, büyük olursa (tefaduli nota) hâsi olur, Bu da disonans yapabilir veya yap myahilis Bumu bilmek için mola ların frekansını bilmek lâzim. Okuyanın sesini bir bariton 6- larak alalım. Vasati bir bariton se- si, piyanodaki üçüncü oktavın (sol) lu ile beşinci oktavın (lâ) sı arasın- daki fasılaları işgal eder; yani tak- riben iki oktavlık bir sestir. Mev- zuubahis olan (Mi Bernol) ile (Wi Natürel) beşinci oktavda ise fre kansları sâhiyede 210 ile 326 stil. dir. Bu halde 19 freltüisiebir de. fazuli nota hâsıl oluyor ki, bu da bir kakofani yapabilir. Eğer çeyrek sesler fasılalarını mutedil gama göre almazsak, bu fark 18 den aşağı düşebilir. Bu takdirde disonans evleviyetle ö- Tur, u münakaşa devam eder « ken, mikrofon önüne gelen spiker sırası gelen diğer bir sanat- kârın okuyacağı parçaya ait bir mukaddime yaptı. Dede Efendinin yirmi dört makamdan dolaşmak Ü- zere yazılmış bir eserini okuyaca- ğını söyledi. Epey ağır olan bu e- seri dinledik. Birde baktım ki, radyo stüdyosunun iki odasını a- yıran geniş bölme üzerine dizilmiş $az heyetinin arkasında kuyruklu bir piyano var. Şaştım, kaldım. Ben müzisyen değilim. Fakat, bilirim ki, Türk musikisi bir oda musikisidir, bir monofonidir, bir melodidir. Yine bilirim ki, bu musikide çeyrek ses- ler vardır. Yani bir oktavlık fasıla 32 fasılaya ayrılmıştır. Halbuki pi- yanoda oktav on iki müsavi fası- Isya ayrılmıştır. Piyanoda iki mü teakıp ses arasında fasıla 1.06 ol- düğü halde Türk musikisinde çey- rek sesli fasılalar - mutedil gama göre, dizildiği farzedilirse - 1,025 ka dardır, Halbuki Türk musikisinde- ki fasılalarda bundan küçük olan- lsr da var. (Mi Bemol) fle (Mi Na- türel) arasındaki farkın yapacağı discanssı ehemmiyet verdiğimiz halde Tütk musikisine mahsus ci- hazlarla paralel gidemiyen piya- nonun saz heyetine nasıl sokuldu- ğuna aklım ermiyor. Ne yapalım ki, bizde şarkı söyliyenlerden ba- zlarının piyanoya pek sempatile- ri olacak. Güzel sesleri ve şarkı 0- kumaları yüzünden epey şöhret kazanmış olan ilki sanatkâr (biri er- TAN FEN VE İLİM DÜNYASINDA İlim Karşısında eklifsizlikler kek, but dişi) her nasılsa piyano- yu refakatlerine almakta Zevk du- yuyorlar. Musiki esaslarını ben - den iyi bilmeleri lâzım gelen ve musiki zevkleri her halde benim- kinden fazla olan bu sanatkârlar nasıl oluyor da gönüllü olarak bu hataya düşüyorlar? Piyano fasıla- larile Türk musikisindeki fasılalar arasindaki söylediğim farkı benim kadar bildiklerine hükmettiğim bu sanatkârların bilmeğikleri birnok taya da ben işaret edeyim. O da piyano seslerinin armonikleri ara- sında (Transiyeni) dediğimiz (Ge- çici) armoniklerin o bulunmasdır. Bü hassa bütün darbeli âletler de vardır. Onun için davulun sesi v- zaktan hoş gelir. Klâsik Türk mu- sikisine piyanoyu soktuktan son- ra, bu musikiye piyanodan daha uygun düşmesi icap edeh saksefo- nu niye sokmıyalım? Bana kalır sa, canım klâsik Türk musikisine güzelimpiyanayu refakat, Gifirmiz yelim. Böyle yaparsak her ikisinin İehine hareket etmiş oluruz. Bana öyle geliyor ki, böyle yap- mak bir ilim teklifsizliğidir. izde ilim teklifsizliği o ka- dar çoktur ki, yazmakla, saymakla bitmez. Bir tramvay ka zası olur, yolcular elektrik müherk disi kesilir. Birisi atılır: “Telde 200 amperlik cereyan var, bilir misi- miz, bü me yâpar?, diye başlar. Halbuki, burada rol, amperin de- Bil, voltundur. O zavalh vok ile amper farkını bilmez,fakat işe ka“ rIŞır, Ada vapurunda giderken sise tü tulutsunuz. Birçokları kaptan köp- rüsüne çıkar, “şu görünen Burgaz adası tepesine benziyor! İşte Kus tup yıldızı şurada! Yanlış yola gi- » Yazan: <n : Profesör £ Salih Murat / UZDİLEK Aİ Kararan diyoruz!,, diye sesler. başlar. İşte birer ilim teklifsizliği, Geçenlerde gönç şairlerimizden birinin İstanbul gazetelerinden bi- rinde neşrolunan bir makalesini okudum. Bu makalede orta devir- de yaşıyan Türk edip, âlim ve sanatkârlarının bir Jistesi vardı. Bu liste de Mimar Sinanın ismi de var. Ben tarihçi değilim. Fakat bi- lirim ki, İstanbulun Türkler ta- rafından alınması 1453 tarihin or- ta devrini kapamış ve son devri- ni açmıştır. Süleymaniye camiini yaratan Mimür Sinan da Kanuni Süley- man devrinde yaşamış. Kanuni Süleyman ise Fatih Mehmetten €- pey sonra gelir. Arada Bayazıt ile Selim var. Bunları okuyalı otuz seneden: fazla oldu. Hâlâ unutma dığımız noktalar. Bu da bir ilim teklifsizliği. sdyoda vermiş o olduğum konferanslarda bir santimet re mikâbı hacmindeki bir gazde bulunan moleküllerin (o adedini bildirmek zere, milyon kere mil yon kere milyon kere milyon mo- Jekül ve atom derim. Bir ko- lombluk elektrik ohamulesindeki elektron adedini yine böyle büyük rakamlarla ifade ederim. Diğer te- raftan bir elektron o kadar küçük- — Acaba bu meşhur kaptan gemiyi kurtarabilecek mi? tür ki, kütlesi bir gramın bin milk yon kere milyon kere milyon ke- re milyonda biri derim. Bu 'adet- leri karatahtada göstermek için Gugaritmik su) dediğimiz daha kolay tsul var, Fakat radyoda böy le söylemek icap ediyor. Dinliyen- lerden birinden aldığım bir mek- tupta, mealen diyor ki: “Pek w- zaktaki yıldızlardan, pek küçük atom ve moleküllerden bahsedi- yorsunuz. Bunlar, pekâlâ! Fakat is limle uğraşan birkaç genç, bana bunların tahmini olduğunu söylü- yor. Eğer siz, bunların kati olduk- larını iddia ediyorsanız, ilim adam larının atmadıklarını İspat İçin bunların hangi yoldan gidilerek bulunduklarını söyleseniz iyi o- lur.,, diyor. Gayet nazikâne bir üslüpla ya- zılmış olan mektupta (atmak) mas tarı kullanılmıyor, amma mânası oraya geliyor. Doğrusunu söyle * mek icap ederse kâihatta mutlak ölçü yok gibidir. Bir odanın boyu 3,30 metre dediğimiz zaman bu böy 340 ile 3.60 metre arasındadır. Eğer metre yerine santimetreyi va hit olarak alırsak ölçüde takribi- yet arlar, eğer santimetre yerine milimetre kullanırsak takribiyet daha artar ve ilâh.. Buna hudut yoktur. B iz ilim adamları bir elektro nun hamulesine veya küt- lesine ait bir rakam verirsek bu rakamda birkaç tecrübe ile bulu- nan ve biribirine uygun düşen miktarlar olduğunu anlamak lâ- zımdır. Yoksa elektrona dit ra « kamlar tahmini mahiyette olursa o zaman elektron dehilen varlık i- Mim âlemine giremiyeceği gibi, o- na alt miktarlar da ehemmiyetini kaybeder. Gerçi pek katiyet ara- mak doğru değilse de tahmin hiç doğru değildir. İlmin terakkisi tak ribiyet derecesini (arttırmaktır. Yoksa ilimde tahmin üzerine söz söylenemez. Bu söylediklerim müs pet (yahut tam) ilimler içindir. Maksadı bir iki misal ile izah &- deyim: Elektron kütlesi bir gramın on bin milyonkere milyon ke re milyon kere omilyonda birile* ölçülürse £ &pektrosko - pik usulile bulunan miktar 9,03510 4 0,010 ve inhiraf usulile bulunan miktar 8,99425 -- 0,014 tür. Görü- lüyor ki burada -- hata payları yar. Biz kolaylık olsun diye bunu 10 farzederiz. Bu takdirde elek - tron kütlesi bir gramın bin mil yon kere milyon kere milyon ke re milyonda biri olur. Bu da rad- yoda ancak böyle söylenebilir. Biz suyun kesafetini 1 olarak kabul e- deriz. Halbuki daha doğru ölçü 5 Hırçın 4 KÖSE Saracoğlu'nun Bana Gönderdiği Mektuptan : (Yazan: Aka Gündüz) Romanyanın Mecidiye * kasabasın- da da bizim Saracoğlu gibi genç, a- kıllı, milletçi bir Saracoğlu varmış. Kendisini bana bildirdiğine ve açık yürekliliğine pek memnun oldum. Bu değerli gencin mektubunu bay- ram ertesi olduğu gibi neşredeceğim, ifadesini ve imlâsını bozmadan. Mecidiyeli Saracoğlu Sadık Zeke- riya Kureların biraz uzunca ve bir. çok işlere ilişen mektubundan Yalnız bir parça alıyorum. Kitap ve gazete meselesi, Bu gehç, kitap ve gazete yoksullu- una dair olan yazımı okumuş, acı acı feryat ediyor. Babamın da, benim de zanaatımız saraçlıktır, diyor. Boş kalan her saatimi okumakla geçir- mek istiyortım. Yalnız ben değil, Ro- manya Türklerinin hemen her genci böyledir. Fakat birçoğu benim gibi kıtkanat geçinir takımındandır. İs- tanbul gazeteleri pek pahalı, yılda 38 ira abone parası verecek kaç kis şimiz var? Kitaplar da böyle. ' Sonra yanık yanık ekliyor: Ne © Tur, sen her sabah gazeteni okuyor sun. Okuduktan sonra rafa serme de veya sepete atma da bana gönder, ben de okuyayım, bizim mahalleli de okuyüp anavatanı, anadilini daha İyi öğrenelim. Posta parasına gelini te, sanki çek bir şey mi? Yılda üç; dört yüz kuruş vermek suretile üç, dört yüz vatan dışı katdeşini bir yıl okutacaksın. Bir kırtipil balo bileti nin fiyatı bile değil, i Aferin Saracoğlunun dilbazlığına! İşte böyle olmalı. İnsan umuma fays dah gördüğü bir şeyi saklamamalı, söylemeli. Ben Mecidiye Saracoğlusunun dile gini onay Okuyacağın gare- teleri, mecmuaları, kitapları göndere miye çalışacağım. Zor bir şey değil, toplarım toplarım, postaya giderim, bir pul yapıştırırm, yollarım. Acaba hu kolaycacık yapılabilen küçümeneik yardıma Kültür Bakan lığı, Halkevi merkezi, Çocuk ve Ha- va Kurumları, zepginler, gazete pat- yanları, kitapçılar ve saiteciler işti râk edemezler mi? İştirak etsinler diye teklifte bulun muyorum, haddim değil. Ben kendi dar çerçevem içinde kendi yapabile- ceğimi yapacağım. Demek istediğim, hani, yok mu ya, şey. Zannıma ka lırsa vatan dışı komşu millettaşları- mızın sayısı milyonu aşıyormuş. On- İara şöyle bir okuma ve inkılâp yar- dımı mı diyorlar ne diyorlar, işte onun gibi bir yol tutulamaz mı? Gerçi henüz vatan içi dahi bu min val ve bu ahval üzere ise de için iş nasıl olsa başarılır. Bilmem anlatabi İlyor muyum? Galiba (Muallim Ni hatı okuya okuya meşhur tekerle mesi tik gibi bona geçti: Anladınız değil mi? ile suyun kesafeti 0,999973 -- 0,000001 dir. Bunu biz kabul et- mekle milyonda 24 ilâ 26 hata iş lemiş oluruz. Nevton, umumi cazibe kanunu bu asrın başlarına gelinciye ka dar, doğru kabul ediliyordu. Bi nsteln mihaniği bizi daha takribi neticelere kavuşturdu. Bu yeni mihanikten sonra Nevton mihani Binin doğruluğu güneş âlemine in hisar etti Hattâ buna bile değil Çünkü utaridin mabrekine sit ra- sat ve hesapla bulunan miktarlar biribirini tutmuyor. Einstein mi- haniğinin, başlangıçta bu seyya- renin mahrekidir. Bu da ilimde takribiyet meselelerine bir misal teşkil edebilir. Binaenaleyh, radyoda vermiş ol duğumuz rakamlar tahmin üzeri ne değil, takribiyete göre veril - miştir. Bu rakamlar da bugünkü vasıtaların sıhhat derecelerile bu- lunan rakamlardır. Mektup sahi- bine ders veren genç âlimlerin bunları bilmesi Kizim amma, ne yapalım, bu da bir nevi ilim tek- Mifsizliği,

Bu sayıdan diğer sayfalar: