15 Nisan 1938 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5

15 Nisan 1938 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

——— 15.4.9323 IAN Gündelik Gazete e TAN'in hedefi: Maberde, fikirde, her- #eyde temiz, dürüst samimi olmak, Karlin gazetesi o olmıya çalışmaktır. ABONE BEDELİ Türkiye Ecnebi Meg Kr, 1 Sena 2000 Kr. 70 Kr Gay 1500 “Kr, 400 Ke s az #00 Kr, 130 Kr, | s0 Kr, My 7 İMetleraras pontn #ttihadma dahil ol- Biyah memleketler Tein 30. 16.9, 35 Tir Ür Abone bedeli pesimdir Adres deriş- Urmsek 28 kuruştur. Cevap için mektup ra 10 kurusu on üvemi türde | conen MESELELERİ Pazarlık Yok Yazan : M. ZEKERİYA Finlândiyadan yeni gelen bir dos- tum anlatmıştı — Avrupanın her tarafında olduğu Kibi, Finlândiyada da alış veriş esna- sında pazarlık yapılmaz. Satışlar maktu fiyat üzerinden yapılır. Harp- ten sonra bazı Avrupa memleketle- rinde pazarlık eden mağazalar türe miştir. Fakat Finlândi; maktu fi- Yat milli bir anane haline gelmiştir. “Bir gün bir saat almak üzere bir mağazaya gitim, Yanımda da Fin- lândiyalı bir dostum vardı. Onun de- lâletile saatleri çıkarttam. Bir tane- sini beğendim ve fiyat sordum. On lira istedi. Benim Şarklılığım tuttu. — Bunu sekiz Hraya veremez mi- siniz? dedim. Satıcı tereddüt bile etmedi. — Hay hay, dedi ve santi sarıp u- zattır Ben şaşırdım. Yanımdaki arkada- Şıma; — Haniya, dedim. Sizde pazarlık etmezlerdi. Aldığım cevap, hayatımda unut- cağı derecede beni mahcüp et- — Sizden böyle bir teklif bekle- miyordu, Çünkü sekiz liralık saate istemekle ona ahlâksızlık is- Dat etmiş oldunuz. Size bu hareketi- dir Peel im or Pazarlık ne demektir? Satıcının. müşteriyi aldatmak iste mesini bir emri tabii olarak kabul etmek ve aldanmamaya çalışmak de- ZİL midir? Demek ki satıcı pazarlığı kabul et- mek suretile bu ahlâksızlığı benim- semekten çekinmiyor, biz de ona pa“ Zarlık teklif etmekle bu ahlâksızlığı- Bi Yüzüne vurmuş oluyoruz. İnsan Sarak evvelâ bundan iki tarafın da utanması lâzımdır. İş bu kadarla da kalmaz. Pazarlık usulünün iktisadi ve ah- Mâki birçok kusurları daha vardır: Esnafı hileye ve * yalancılığa sevke- der. Müşteriyi daima, aldatılmış ol- mak hissi altında rahatsış eder. Müşterinin ve satıcının birçok va- kit kaybetmesine sebep olur. Vesa- ire vesaire... Bütlin bunların önüne geçmek için bu kötü şmaneye bir nihayet vermek lâzımdır ve zaruridir. Bu sebeple hü- kümetin pazarlık sistemini ortadan kaldırmak teşebbüsünü — alkışlama - mak mümkün değildir. # TAN İNGİLİZ KARİKATURU : “DAYLY EXPRESS, DEN ÇIN - JAPON HARBİNİN UÇ SAFHASI: Birincide Çin, nakavt olmuş görünüyor. İkincide Çin yere serilmiştir. Uçüncüde Çin kendini topluyor ve ilk yumruğunu indiriyor. Ş işli halkevinde okullarda inzibat meselesi hakkında münakaşalar devam ediyor. Bazı arkadaşlarım soruyorlar: “Geçen haftaki münkaşada Obulundunuz mu?” Sonra ilâve ediyorlar; “Çok hara retli oldu, filin dayak lâzımdır, dedi; falan da karakter değişmez dedi. vileiminin fikirlerin çarpışmasın- dan çıkabileceğini © düşünenler vardir. Bu gibileri ber münakaşa- yı iyi karşılarlar. Ben bu iddiaya gelişi güzel bel bağlıyanlardan de- Bilim. Bence hakikat kıvılcımı an- cak ve yalnız uzun ve üzücü bir metodik çalışmadan çıkabilir, O da her zaman değil, bazan. Eğer ça- lişma metotlu, yani ilim tekniğihe uygun olmazsa ondan hiçbir ha- yır beklemeyiniz. Zira piyanist ol- mıyan bir insanın bir oturuşta ve tesadüfen Beethoven'i çalması na- sıl mümkün değilse, #0syolog. psi- kolog ve pedagog olmıyan adamın bir münakaşada disiplin te- sadüfen halletmesi de mümkün de- ğildir. Bu işler sırf teknik ve ih- | tisas işi olduğundan her şeyden önce teknik ve ihtisas ister. B ence okullarımızdaki inzi- z bat işinin halline doğru bir adım atılması için yapılacak en hayırlı münakaşanın mevzuu Şu o labilir: “Disiplin işi bir pedagoji işi midir, değil midir?” Eğer bu iş sahiden pedagoji ve pedagog işi ise, ne #osyolog, ne psikolog, ne de pedagog olmıyanların bu işe karış- mamaları gerektir. Dün muhtelif satıcılarla ve esnaf- la temas eden muharrirlerimiz, dük- kön sahiplerinin bu kararın tatbi- kinde bası müşkülâta #astgelineceği kanaatinde bulunduklarını görmüş lerdir. Halbuki hu telâkki kararın yanlış anlaşılmasından doğmuş olsa gerek- tir. Çünkü İstanbulda pazarlık usu- Minün şiddetle hüküm sürdüğü bu Zamanda bile maktu fiyatla iş gö ren mağazalar vardır. Ve bunlar pi- Yasanın en çok ahş veriş yapan mü- #sseseleridir. Onların, hiç bir kanuni mecburiyet olmadığı halde, sırf ken-| di teşehbüslerile senelerdenberi mu- vaffakıyetle tatbik ettikleri maktu fiyat usulünün her sahada tatbik © dilmemesi için hiç bir sebep yoktur. Bu işi müşkül görenler hâlâ Şark- hı kafasile düşünenlerdir. Biz artık Garplı olmak istiyorur.Garplı gibi dü Şüneceğiz, Garplı gibi hareket edece- Biz. Alış verişte dürüst olacağız, iş bundan ibarettir. b di Münkaşa kargaşalığının önüne geçildikten sonra pedsgoglar için şu soruyu soracağız: “Okullarda gördüğümüz ve disiplinsizlik dedi- ğimiz şeyler hakikaten okul disip- linini ilgilendiren © şeyler midir, yoksa ancak hususi eürümler me- hiyetinde olan ve okulu değil, bü- yük ve milli sosyeteyi ilgilendi- ren şeyler midir?” Eğer okul suçlarında .bu genel, mahiyet varsa işi okul çevresi ginde değil, sosyete çevresi içinde düşünmek ve icap ediyorsa ted- birler almak gerektir. Bütün bu münakaşalarda göze çarpan bir irtica temsyülünü de bem kaydetmeliyiz, hem de açik- tari açığa ayıplamalıyız. Oda şu; Münakaşacılar ikide birde yerin den fırlayıp: “Dayak ister, dayak. 'dayaksız terbiye olamaz.. diyorlar. Bu insanlarm şuur altlarında ga- liba “ “Dayak, cennetten çıkma,, hükmü de gizlice yatıyor! Yoktur D ayak hakkındaki kanaatimiz şudur: Biz dayağı herke- sin sandığı gibi - gayri insani ol- duğu için değil, terbiye zıddı anti- pedagojik olduğu için istemiyoruz. Dayağı, terbiye etmekten âciz ol- duğu için istemiyoruz. Bakınız: Bir hekim hastasında apandisit teşhis etti. Bu apandisit uzviyet İ- çin marazi bir haldir. Olmaması lâ- zımgelen bir şey. Hekimin yapaca &ı şey apandisiti yok etmektir. Na ıl? Hastaya kızarak, onu hapse- GÖNÜL Yazan: İ. Hakkı Baltacıoğlu, derek, ona dayak atarak değil Önce apandisiti vücude getiren â- milleri bilerek ve onları yok ede- rek,. Bunun adına da tedavi diyo- Tuz. . Terbiye de böyle. Herhangi ço- cukta olmaması lâzım gelen rgane- Yİ, ahlâki cinsten marazi bir hal gördük, değil mi? Eğer hakikaten ilim adamı isek, bu olmaması lâ- zım gelen şeyi olduran tabii âmil- leri, hastalik sebeplerini arayıp İŞLERİ Genç Yaşta Evleniniz G ençlerin karşılaştıkları ©n mühim mesele şudur: “Genç yaşta evlenip istikbal teh- likesini göze almalı mı? Yoksa sevginin ilk heyecanlı ve konirol- $üz devrini göçirip ve hayatta sabit bir kazanç temin edinciye kadar beklemeli mi?,, Bu sualin cevabını size evliler verebilir. Genç yaşta evlenenlerin hayat- larını tetkik ediniz. Göreceksiniz ki bunlar erkenden evlendikleri için pişman değildirler. Hayat ev- lenme çağı gelince size evlenmeyi telkin eder. Ve yukardaki sual o va- kit sizi meşgul etmiye başlar, Bu Sual, size evlenme çağına geldiği: #i hatırlatır. Demek ki tabiat vazi- fesini yapmıya başlamıştır. Tabia- tin bu ihtarma uyup evlenenler yanlış hareket etmiş değillerdir. Genci evlenmekten © meneden sebepler vardır. Parası yoktur, Ka- zanci yerinde değildir. Hayatta he- nüz tecrübesi yoktur. Bütün bun- lar onu tereddüde ve düşünceye sevkeder. Halbuki evlenirken hu kadar ince düşünülürse evlenmek mümkün olmaz. Geç evlenenler veya bekâr kalanlar hep bu düşün- celerin tesiriyle vaktinde evlene memislerdir. Evlilik çağı geldi mi, tabintin s6- sine uymalıdır. Sevgi başlangıçta" evi kurmaya kâfidir. İki sevgili az bir para ile de yaşamıya razıdırlar. Zaten kazanç ve refah yaşla ve za- manla gelir, Evlenenler hep bol ka zanç devrini beklemiş olasalar- dı, bugün gördüğümüz ailelerin ço- Zu teessüs edemezdi. Erken evlenenler hayata bera- ber girer, güçlüklerle beraber çar- pışırlar. Mahrumiyetin tadım be- raber tadar, hayatta beraber yük- selirler, Genç yaşta başlıyan bu ha- yat arkadaşlığı evliliği kıymeti bu- lunmaz bir müessese haline getirir. Erken evlenmiş dost, akraba ve tanıdıklarınıza tecrübelerini soru- nuz, size şu cevabı vereceklerdir: “Evlendikten sonra biribirimize dayanarak yaşamak kadar büyük saadet olamaz. Parasızdık. Fakat sevgimiz bize kâfi geliyordu. Ya- vaş yavaş yuvamızı birlikte kur. duk ve gördük ki fazla bekliyerek vakit kaybetmemekle isabet etmi- şizdir.., Bilâkis bekliyenler daima hayal sukutuna uğramak mevkiindedir. ler ve güç mesut olurlar. Mesut olmak istiyor musunuz? Genç yaşınızda evleniniz! Gönül Doktoru - Dayağın Mektepte Yeri ve ortadan kaldıracağız. Buna da terbiye diyoruz. Hastalık karşısında hiddet, şid det, ceza nasıl tesirsz kalıyorsa, bir soy, tekâmül ve muhite inti- bak hastalığı demek ölan terbiye- sizlik karşısında da hiddet, şiddet ve ceza Öylece tesirsiz kalmıya mahkümdur. İnsanın bukadar açık hakikate hası gözlerini yumunası için kör olması, yahut hissi bir durumu ol- maması lâzımdır, Düyak taraftar- larının mürteci temayüllerinden şüphe etmiyorum: Türkiye kültür teşkilâtı yeryüzünün en hür ve en insanlıkçı değerlerine sımsıkı - bağlı bulunuyor. Okullardaki ço- cuklarımız bugün korku, dayak, hapisle değil, sevgi ve yardımla yetiştirilmiye uğraşılıyor. Bu ni- metin kadrini bilelim. Büyük in- kılâbımızın emeği olan kültür sis- temimizi yıkmak değil, daha ve büsbütün olgunlaştırmak gerek- tir, endisini mükemmel bir öğ- K retmmen sanan budalalar-. dan biri değilim, Yalnız şunu söy- liyeceğim, Doğrudur: 30 yıldır hocalık ediyorum. İlk okuldan tutun da en yüksek ilim kürsülerine kadar hepsinde ders verdim. Bu 30 yıl içinde ne ufağı- Ba, ne de büyüğüne tek ceza ver- medim, çünkü böyle bir infiale meydan bırakmadım. Herhalde bu eserim tesadüfün eseri olmıyacak. Bizler yeryüzünde bir pedagoji kültürünün varlığına ötedenberi inanmış insanlarız. —— — ——— KONYADA: Selin Bastığı Yol Konya, (TAN) — Meram deresi taşmak, tehlikesi gösterdiğinden faz- la su Müftü gediğinden boş araziye saliverilmiştir. Bu yüzden de Abdür- reşit Yöresi ve Hasan Köy yolu ge- çilmez bir hal almıştır. Köylüler 9- radan yarı bellerine kadar suya ba- tarak geçmektedirler, / Aksarayı Su Bastı Konya Aksarayı, (TAN) — na- sabamızın ortasından geçen Ulu. mak ansızın coşmuş, kasabanın bir kısmını su altında bırakmıştır. Cüm huriyet caddesi harap olmuştur. Bu âni feyezan, Melendiz dağla- rındaki karların erimesinden (ve Sürekli yağmurlardan ileri gelmiş, Yeşilova, Aratol köyleri ile Uluirmu gan geçtiği diğer birkaç köyün ekil MİŞ arazisi su altında kalmıştır. EZ Hâdiselere Tk Uygun Hikâye Ne Sana Hayır, Ne Bana Kâr. Yazan : SABİHA ZEKERİYA Eski bir İngiliz diplomatı anlatı- Gi yer: “Siyasetten çekilmiş, deniz kena- rındaki sayfiyemde vaktimi okumak, bahçede çalışmak, dağlara tırınan- mak gibi hususi zevklerime hasret- miştim. Bir gün çok sevdiğim, itimat ettiğim bir dostum geldi. — Neye böyle inzivaya çekildin? dedi. Daha yaşın müsait. Siyasetten çekildin, âlâ... Fakat, paran var, neye ticaret yapmıyorsun? Hem sana bir meşgale, hem de kazanç vasıtası olur! — Ne iş yapayım, dedim, Ticaret- Şununla ortak ol, işi o idare eder, sen de kazanırsın, Arkadaşımın fikrine uydum, Ja- ponla müşterek dükkânı açtık. o Dükkânımız Londranım en işlek bir yerinde idi, Ben elektrik levazi- mı, oda spor eşyası satıyordu. Yarım gün ben çalışıyor, yarım gün o çalışıyordu. İşimiz tıkırında gidi- yor, ortağımla gayet İyi geçiniyor. duk. Bir gün Habeşistan istilâsının başladığını gazetelerde okuduk. Ben kızdım, Artık dünyanın yeni baştan taksimi zamanı geçtiğini, milli istik- lâilleri tanımak lâzım olduğunu söy- ledim. Bu defa o kızdı, dünyanın haksız taksim edildiğini, istiklâle lâ- yık olmıyan milletlerin beli kırılma- h dedi, soktu, Fakat yine ticaretimize deyam ettik, Günlerden bir gün İspanyada harp başladı. Ben cümhuriyetçilerin kazanmasını istedim, harici müdaha- lelerin doğru olmadığını, bunüner. geç bir harp vesilesi olacağını söy” masını İstedi, dahili kavgayı yatış tırmak için ecnebi müdahalesinin. Tü- harbin zaruretini müdafan etti, Bu defn ortağıma yan gözle bak- dar.... Yine ticaretimize devam ettik, o Fakat bir gün, Japonyanm Çine saldırdığını gazetelerde okuduğum zaman kanım başıma çıktı. Serbest nüfuz mıntakalarına Japon askerleri. nin girmesi, İngiliz fabrikalarını topu bardıman etmesi, hele o masum Çin man ortağıma zoraki bir selâm ver- dim. O, küçük, tahtakurusu gibi göz- bebeklerini, yüzüne dar uzun bir çiz. gi gibi çizilmiş hadekasının içinde alaylı alaylı oynattı; — Sir good morning, dedi. O gün hiç konuşmadık. Zaten dük. kâna ben girer, biraz sonra o çıkar. dı. Ben © kadar kızdım ki, şu edep. sizin mallarını satmıyacağım, dedim, Me e topu, tenis raketi yı almadı, diyordum. Camekân. ee zaman onlar mümünelik deyip başımdan savıyor. dum. ve Japon bunun farkına vardı. O öğleden sonra benim malları, bi mamıya başladı. “Öyle mi, sen görür. larından üç tanesini patlattı; si günü © benim büyük bi aki makinemi kırdı. Ben dükkâna geli, bunu görünce, şeytan başıma çıktı. nesi yok kır diye bağırdı, Ben de şeytana uydum, onun bütün dükkâna geldiğim zaman, binlerle sterlin tutan emi makinelerim, levazımım, yerlerde tuzla buz olmuş yatıyordu, Artık satacak bir için dükkânı kapadık, 23 Nisan çocuk bayra mından sonra bir hafta sü- yen çocuk haftası gelir. rr Bu münakaşa aramıza soğukluk zumunu, ve insanlığın kurtuluşu için tım, dişlerimi gıcırdattım. İşte © ka | tutması, Çinin açık şehirlerini bom- gocukcağızlarının perişan hali gönlü. me dokundu, dükkândan girdiğim za. sün, dedim, onun kocaman futbol top sey kalmadığı. ledim. O kral taraftarlarının kazan. eşyasını parçaladım. . Ertesi pr ğ Dp

Bu sayıdan diğer sayfalar: