21 Haziran 1938 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5

21 Haziran 1938 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

21-6 -938 TAN Gündelik Gazete TAN'ın hedefi: geyde karlin Habarda, fikirde, here temiz, dürüst, samimi olmak, gazetesi çalışmaktır. gem ABONE BEDELİ Türkiye 1400 Kr, 1 Sene 70 Kr, GAy 400 Kr, SAY 800 150 Kr, 1Aş 300 Milletlerarası posta ittihadına dahil ol- mıyan memleketler için 30, 16, 8, 3.8 lira dır. Abone bedeli peşindir. Adres değiş- irmek 25 kuruştur. Cevap için mektup İ GUNUN MESELELERİ | İ İm mniğ lm Stoyadineviçin İtalya Seyahati Yazan: M. Zekeriya SERTEL Yugoslavya Başvekili Stoyadino - viçin İtalyaya giderek Hariciye Na - zırı Kont Ciano ile görüşmesi birçok tefsirlere yol açtı. Bu müzakerenin, Almanyaya karşı Balkanlarda, Tür- 'kiye de dahil olduğu halde, bir blok tesisi gayesini takip ettiği ileri sü - rüldü. Bu şayianın ortaya çıkmasının se-| bebi şudur: Avusturyanın işgalinden sonra Al- manya, Yugoslavya hududüma daya nınca, Yuzoslavya hükümeti düşün miye başladı. Yukarıdan gelen 30 milyonluk muazzam bir kuvvete kar | $i tek başına duramazdı. Fakat An - şelustan Roma da memnun olmamış. | tı. Çünkü Almanya ayni zamanda İ-| talya hududuna inmiş bulunuyordu. Şu halde İtalya ile anlaşarak onun| dostluğunu temin etmek ve bu suretle | Alman kuvvetine karşı bir müvaze- ne tesis etmek faydasiz değildi. Nite- kim Anşelustan sonra İtalyada Yu - goslavyaya karşı dostluk temayfilü artmış bulunuyordu. O halde bu men | faat iştirakini daha esaslı bir bağ şek line sokmak mümkün idi. İşte Stoyadinoviçin Venedik mülâ katının gayesi budur. Bu mülükat Ad riyatikte sulhün muhafazasım te - mine yarıyacak tedbirlerin alınma - sına hizmet edecekti. Fakat Yuyoslavya Türkiyenin mit | tefikidir. İtalya ile böyle bir sulh anlaşması yapmıya kalkınca, bu - nun Türkiye ile de alâkadar oldu- Zu zannedildi ve ortaya yukarıda bah settiğimiz şayia çıktı. Halbuki Stoyadinoviçle İtalya Tia- | riciye Narırı arasında yalnız Adriya- tik va konuşulmuş, Balkanlar» daki vaziyete temas edilmemiştir ve Türkiyenin bu konuşma ile hiçbir a- lâkası yoktur, * Şocuklara Bedava Plâj İstiyoruz Denizle alâkası olmıyan büyük Av tupa şehirlerinde çocuklar için yazın girebilecekleri havuzlar yapılır. A - tina bile her semtte çocuklar için böyle havuzlar yaptırmıştır. Sokağa düşen çocuğu yazın cehennemi sı - tağından kurtarmak için buna şid- detle ihtiyaç vardır. İstanbul deniz kenarındadır. Fa - kat çocuklarımız için hususi ve beda va plâjlar olmaması yüzünden ço - *uklar kendi semtlerinde ekseriya lâ Rum ağızlarında denize girmiye mec bur kalırlar, Çünkü çocuklar paralı Plâjlara gidemezler. Bedava girdik- leri yerin de sıhhi şartlarını tetki- © müktedir değildirler. Çok defa da tehlikeli yerlerde suya girerler. Bu Yüzden her sene birçok da kurban ve ir. , İstanbulu çeviren denizin muhte. Vi yerlerinde çocuklara mahsus be- Ava yıkanma yerleri ayırmak mim ündür. Bu yerler temizlenir, çocuk şen girebileceği hale sokulur, ora- &a konacak can kurtaran bekçiler de çocukların hayatı korunursa, X Parayla şehrin çocuklarına büylik İr hizmet edilmiş olur. Çocuklarımızı kör kaderin eline Yarakmıyalımı, Bugünkü Bugünkü Arap âleminde büyük bir gale- yan vardır. Geniş Arap ülkelerinin en fe- yizli yerlerine Yahudiler ve Avrupalılar yerleşiyor, Arapları çöle doğru sürüyorlar. Bu işte Fransa gibi emperyalist devletler baş rolü oynuyorlar. Aşağıdaki yazıda bu büyük davanın tahlilini bulacaksınız. ngiltere hükümet maha- İ filimin Füfietini parça” lamak siyaseti üzerinde ısrar etikleri bu sırada Filistinde si- yasi hararet mütemadiyen yük- selmiştir. Parçalamak projesi- ni hazırlıyan komisyondan sonra Filistine gönderilen ikin- ci komisyon çalışmalarına de- vam ediyorsa da karışıklıklar da mütemadiyen artıyor, katil hâdiseleri biribirini takip edi- yor ve İngiliz zabıtası ile as- keri kuvvetleri Filistinde inti- zarı ve emniyeti korumanın güçlüğiyle karşılaşıyorlar. B u zabıta işini halletmek &- çin ileri sürülen son teklif Filistinin etrafında demirden bir parmaklık çevirerek onu Arap âle minden tecrit etmektir. Fakat bu teklif te meselenin künhünü anlat maya kâfidir. Fi tecride im- kân bulunursa avuçiçi kadar ve 1400/000 nüfuslu bir memlekette emniyeti sağlamlamak, İngiliz kuv vetleri için işten değildir. Halbuki tin! teeride imkân yoktur. Hat tâ onun etrafında telden bir örgü ö rerek yeni bir Hindenburg hattı vü cude getirsek bu neticeye varıl Bı şüphe götürmez. Çünkü Filistin bütün Arap âlemine bağlı olan bir köşedir. Hiç bir maddi engel, Fili tinin bir milyon Arabın, Filistin haricindeki kırk elli milyon Arap gibi düşünmekten ve hareket et- mekten menedemez, Arap âlemi Filistinin şimalinde, cenubunda, şarkında ve garbında uzanıyor. Şimalde İskenderun ve Türkiyeye, Şarkta İran ve Basra körfezine, cenupta Aden ve Hartu ma, Cenupta Çad gölüne ve Garp- te Fasın Atlas Okyanusu sabilleri- ne kadar uzanıyor. Bütün bu geniş sahrada arapça yalnız umumi lisan olmakla kalmaz, yalnız arapça As- yanın cenubu garbisinde ve Afri- kanın şimalinde bütün ikamet © denlerin ana dilidir. Buralarda yal nız birkaç adada yabancı dil konu Şulur. Bu adalar, Araplıktan ev velki devirlerden kalmadır. Arap- lıktan evvelki devirden kalma, di- ğer bir iz, barbarca konuşan Ceza- yir kabileleri Rif ahalisi ve Atlas dağları sekenesidir. Bütün bu saha ya sokulan üç yabancı devlet var- dır. #rikanın şimslinde Fransaya ait olan topraklarla onun himayesi altında olan ülkelerde bir milyon kadar Fransız vatandaşı yerleşmiştir. (Ve bu Fransız vatan daşının mühim bir kısmı aslen İs- panyol, İtalyan veya Maltalıdır). Bu Fransız 1030 da Fransanın Cezayire yerleş- mesinden beri teşekkül etmiştir. Tunusta ise yerli ahali ile beraber Fransız vatandaşlarından başka yi ne Avrupalılardan müteşekkil Fa- kip bir unsur bulunmaktadır ki bunlar 100,000 İtalyandır. Bunlar geçen asrın ortalarından başlıya- rak Tunusta yerleşmişlerdir. Sonra Büyük Harpten sonra Filistinde de vatandaşları, kitlesi, | 400,000 kadar Avrupalı Yahudi yer Jeşmiş bulunuyor. V aziyet bu merkezde olduğu- na göre bundan ne çıkabi. lir? Arap memleketlerinde yerle- şen Avrupalılar çoğalacak, çoğala çoğala Arapları şehirlerden köy iç- lerine sürecekler mi?, Birtakım Si- yonistler ibreniceyi Tel-Aviv ile Hayfsdan başlıyarak Suriye çölü- nün uçlarına kadar uzanan sahada Çölde bir Arap bedevisi biricik konuşulan mek fikrindedirler. Ayni ümidi bes liyen ve #ransızcuyı Oran ile Ceza- yirden başlıyarak Büyük çölün v- fukları arasında konuşulan biricik dil görmeyi uman Fransızlar da vardır. Bunlar henüz araplaşmamış olan o Berberileri Fransızlaşır * mak fikrindedirler. Acaba Avrupa lıların hesabına besledikleri bu ge nişleme ümitleri halis muhlis hayal mi? Yoksa umumi siyaset olarak gerçekleşebilir düşünceler mi?, Ce- vabı, Avrupanın bu tazyikına k: $i Araplı âleminin göstereceği ak- sülâmele bağlıdır. GÖN Gönül “Sevdiğim evli bir adamdır ve benden yirmi yaş ihtiyardır. Fa- kat hayatta ondan başkasını sev- miyorum, sevebileceğimi de zan- netmiyorum. Umitsiz bir aşka da düştüğümü biliyorum, fakat ken- dimde kurtulma kabileyetini gör- müyorum, siz benim yerimde ol saydınız ne yapardınız? Cevabinı- zı sabırsızlıkla bekliyorum.” Ben sirin yerinizde olsaydım kendimi “bu. yanlış yoldan kurta mağa çalışırdım. Bir insan istik- bali olduğuna kani olmadığı bir sevgiye uzun müddet bağlı kala- maz. Sizin bugünkü sevginiz gay- ritabildir. Ve öyle olduğu için de geçicidir. Siz bu sevginizi herkese söylemekten korkuyorsunuz. Kor- kumun girdiği yerde sevgi olamaz. Onun için ipleri koparınız, ve ken- dinize başka bir saadet kaynağı a- Pim dil olarak gor- * “Onu her gün görüyorum. Işe Şimli Afrika İhtimaller ne merkezde? Berberilerinden bir grup O halde tarih tekerrür ix alnız dil birliği müşterek Iç- timal vicdan Made etmediği gibi müşterek idare veya müşterek maksat ta ifade etmez. Araplar a- rasında da henüz böyle birşey gö- rülmemiştir. Arap âleminin siyasi haritası üzerinde görülen bayrak yamaları da Araplar arasındaki iş bötaberliğinin aksaklığını gösteri- yor. Bugün dört Arap memleketi, yani Suudi Arabistan, Yemen, İrak ve Mısır, tam istiklâline sahiptir- ler, Üç Arap memleketi, yani Suri- Lübnan ve Erdün devletleri de müstakil olmak üzeredir, İki Arsp memleketi, yani Tunus ile Fas bi- rer devlet sıfatile dış gösterişlerini muhafaza etmekte ve Fransız hi. miayesi altında yaşamaktadır. Filis Sudan ve Lebye namını taşi- iç Arap ülkesi fiilen birer müs leke vaziyetindedirler. Fakat Hukuk bakımından Filistin manda ya tâbi ve Sudan Misir ile İngilte- reye aittir. Cezayirde ise Fransa Dahiliye Nazırı tarafından idare e- dilen üç dalre bulunuyor ve Cezayir Metropol Fransanın ayrılmaz bir parçası sayılıyor Am Aleminin bugünkü vazi- yeti, Haçlılar harbi sırasın- daki vaziyetinden pek farklı değil- dir. O zaman da bugün gibi Filis- tin ile Tunus Avrupa müstevlileri- alin Arap âlemine karşı kullandık- ları iki esas nokta idi. O zaman da bugün gibi tehlike, Arap âlemine iş beraberliğini telkin ediyordu, ve neticede Fastan gelen halâskârlar Normanları Tunustan sürüp attı- lar ve Salâhaddini Eyyübi, Suriye, İrak ve Mısırın kuvvetlerini birleş tirerek üçüncü Ehli Salip harbini muvaflakıyetli bir neticeye vardır işte, GL iş mü ediyor? unu gösteren emareler var- dır. Küçük ve zayıf bir kit- le olan Filistin Araplarının Birle- şik Yahudi ve Britanya imparator- luğuna karşı nevmidane mukave- meti Arap âleminin her tarafında geniş bir heyecan uyandırıyor. Fi- listinden uçuşan kıvılcımlar, Afri- kanın şimali garbinde yangınlar tüttürmüş ve buradada Yahudi düşmanlığın kökleştirmiştir. Ceza- yirde, yerli Müslümandar”esirge - nen Fransız vatandaşlığı, tâ 1870 de Yahudilere toptan verilmiş, Tu nüs ve Fasta Fransiz idaresinin Ya hudilere temin ettiği künla ma: iktisadi im- dan İstifade etmeleri müslü- rın kıskançlık ve düşmanlı- Bını tahrik etmiştir. Bugün Tünus ve Cezayir “Afapları, Yahud'erle yaptıkları mücad Arabın şartları bakmakta, raplar, Yahudilere karşı, ler!” nidalarile meydan okumakta- dırlar D aha geçenlere kadar Fas bü tün Arap memleketleri için de en geri ve en kayıtsız memleket sayılıyordu. Atlas ve Rif dağları Fas Arabını Tunus Arabından ayı- rıyordu. Fakat 1930 da Fransa ta- rafından Fas Sultanı neşrolunan bir emirname bu memlekette de milli şuuru birden bire uyandırmış tı. Emirnamenin hedefi Berberile- ri Arap ve İslâm nüfuzundan çıks- Tarak Fransız nüfuzuna bağlamak ti. O zamandan beri Fas Arapları mücadele yolundadır. İspanya Fa- sındaki Arapların eski İslâm fatih- leri gibi, İspanyada harbetmeleri, LArkan: Sayfa 6, stün 4 te) LERİ Doktorunun Nasihatları eyni vapurla gidiyoruz, Beni gö- rünce gülümsüyor. Fakat konuş- mağa cesaret edemiyor. Ben de Dir genç kız olduğum için ona faz- la yüz veremiyorum. Fakat ona karşı lâkayt de, settirmekte ve ona birez cesaret vermekte mahzur var madır?,, O tebessümle iktifa edip ileri gitmiyorsa, terbiyesi daha ileri git mesine mân! olduğundandır. Sizin de onu teşci edecek bir hareket yapmanız hakkınızda şüphe uyan- masına sebep olabilir. Buna mey- dan vermemek sizin menfaâtiniz iktizasıdır, Ikinizi biribirinize tanı tacak bir sebep veya müşterek bir arkadaş olmadıkça ciddiyetinizi bozmayınız ve onunla alâkadar gö- rünmeyiniz. * “Kirk yaşındayım. Şimdiye ka- dar evlenmedim. Çünkü kendime eş olarak seçeceğim kadın hak- kında kendimce muayyen ölçüle- rim vardır. Yüzü şöyle, görü böy- le olsun, boyu şu kadar, yaşı şu kadar olsun, filân diye hayal et- miş durmuş ve bütün hayatımda bu ölçülere uygun bir mahlüka rastlamadığım için evlenemedim. Bu gidişle evlenemiyeceğim de, Siz ne dersiniz?” Hayat bu kadar hesaplı ve ölçü- lü değildir. Insanın bütün aradık- larını bir arada bulmasına imkân yoktur. Zaten güzellik müsabaka- sına kadın mı arıyorsunuz, yoksa kendinize hayat arkadaşı mi arı- yorsunuz? Birincisi için ölçülerin ehemmiyeti vardır, fakat ikincisi için ölçüden ziyade aranacak va- sıflar mevcuttur. Bu vasıfları bul duğunuz kadın ölçünüze uygun olmasa da sizin için iyi bir hayat arkadaşı olabilir. Yaşınızı da al- mışsınız. Artık güç beğenir ol- maktan vaz geçme zamanı gelmiş demektir. Gönül Doktoru İ gelmiş nüktelerle Tulâatçılar Yazan: Mahmut Yesari Birkaç gün oluyor, yazetelerde şu nkara şehir tiyatrosu rejisörü sanatkâr Raşit Rıza, tulüatçiları tensik etmek ve onlarla yakından alâkadar olarak tetkikler yapmak ü- zere şehitimize gelmiştir... Bunu; kulaktan da duydum am- ma, henüz görmek, konuşmak mü yesser olmadı. Maamai kesmiş değilim; tetkiklerde bulu ken, elbette Sirkeci taraflarına yolu düşer. “Tulâatgıların tensiki,, çok iyi dü- #ünülmüş hayırlı bir teşebbüstür. Bu işin tetkikinin bir sanatkâra havale edilmşi olması da'çok doğru ve ye- rinde bir harekettir. Raşit Rıza, tulüatçıları, çok iyi tanir. İster kitapla, ister kitapsiz © nasınlar, bütün “Ti rocular,, , bi. ribirlerini tanırlar. “Ehli dil birbi - rini bilmemek insâf değil!,, Fakat Raşidin, yüksk sanatine, pi- rıl pırıl zekâsına hürmetim ve itima- dım var amma, bu İşi nasıl başara - cuk? Onu, pek merak ediyorum. İç yüzünü bilmiyenler, “Tulüat, ve “Tulüatçı,, der, geçerler. Hattâ Şehir Tiyatrosuna dört kere giden- lerden, tulüatçılara, istihkarla ba - kanları da gördüm. Halk, tulü; gülmek için gider. Halkın, gülmek il acını karşılı - an “Tulğat,, tır. “Tulüat,, , “Halk sahnesi, dir. “Tulüntçi,, , soytarı des #ildir; kendi nevinde bir sanatkâr » dır. Tulüatçı, evvelâ zekidir. Zekâ, o- İnun sanatinin temeltaşıdır. Zeki ol- miyan bir insan, alık taklidi yapa- maz. Güldürmek, ağlatmaktan çok güçtür. Bir tulüatçı, halkın sempa - tisini kazanmıya mecburdur; bunu ancak zekâsile kazanir. Tulüatçı, da- ima uyanık duracaktır; tulünt sah- nesi, bir saniyelik gafleti bile affet- mez. Tulğatçının artık klişe haline allık ettiği de söylenebilir. Bu leri, birçok a- damın eline verelim ve sahneye Çi karalım, apişir kalır; yerinde kul - lanmak, hünerdir. Tulüatçının sanat aşkı, edebi sa - natkârların sanat aşkkından az değil, ir. Çünkü tuldatçi, her türlü yoksulluğa, sefnlete, açlı ğa, sürünmiye katlanır, fakat sann- tini bırakmaz, Eğer içinden doğacak olursa, tn- lüatçı coşar, ve köhne klişe nükte - leri , orijinal olur. O, ne zaman, ne için, neye coşar? Bumu, tahlil €- demezsiniz. Tulüntçi da bilmez. O gün, o gece, neredeyse, “İçinden öy- le gelmiş,, tir. Tulüatçı, bu sanat askı uğurun - da, rahatını, refahını, hattâ sevgili. lerini terkedip yollara düşer. “Ku - yunto,, dediği kulisten başka şey, gö- zü görmez. Tulüata giren, 6 çeşmeden bir ke- re su içen, artık “Bâranı belâ, dan “bir dahi baş alamaz. Tulüntçılık, bir huy olarak onun kanına girer; hiçbir kuvvet, bu hu- yu söküp atamaz; ne para, ne sevgi, ne şiddet, ne şu, ne bu! Tulüat resmen menedildi; fakat tw lântçının sahnede tulünt yapmasının önüne geçmek kabil midir? Eski bir hikâyeyi anlatayım: “Ma nakyan,, , bir Ramazan, sekiz on per- delik, eşhası kırk elliyi bulan bir me- lodram oynuyor. Kumpanyadaki ak- törler, çifter rol aldıkları halde, açık roller kalıyor. Tulüatçılardan “eks- tra,, almaktan başka çare yok. Bir tu- lüntçi peyleniyor. Sahnedeki vazife. si de bir nöbetçi neferi rolünden iba- ret. Kapıda duracak, gelenlere: — Parola? Diye soracak. — Anatel Rinçer! Cevabını alırsa: — Geç! Diyecek. Rol, kısa ve ehemmiyetsiz değil ? Oyun gecesi, sıra tuldatçıya ge sahneye girene sorar: — Parola? — Anatol Rinçer! Tulüntçı, fırsatı kaçırmaz: — Anadolu rençberi isen geç! Kuliste bunu duyan Manakyan, küplere biner; perde kapanınca tu- Iüatçıya çıkisacak olur, fakat tn - Ihatçı, hiç istifini bozmaz; cevahı da. yatır: — Senin bir gecelik oyunun için, ben, kırk yıllık sanatimi feda eder miyim? Tulüatçı, disiplinle değil, hür ha- va içinde yaşar, Onlar, soğuğa, sıca- ga, kara, yağmura aldırış etmezler; lArkası; Sayfü 10, sütün 6 da)

Bu sayıdan diğer sayfalar: