9 Şubat 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

9 Şubat 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Yola Yine Aksilik Başgöstermişti Çıkışımızdan Beş Saat Sonra Arabacı Panoy Donup ölüvermişti. Gideceğimiz Yolu Bilmiyorduk Bulunduğumuz eve yerleiif tik. Nikola Odesaya dönmüş“. Angelikaya bırakmıştı. Hiç yere çıkamıyor, âdeta bir mah hayatı yaşıyorduk. ANESİ - ev sahibimiz “Mihaile, ile ale sinin şefkatji muameleleri Ba dertlerimizi unutturuyor; ve mini mini kızları bütün Be. kederlerimizi uyutti üne evde dokuz gün in il günü sabahı Angeliks, geldi. künden biraz daha eri üyordu. Biraz da kederli ads Gİ rken Gi Kahvaltı ede! syliyecok - yeni bir kara Keyfim gibi kaçmış, aldığım loka- iştahım da diziliyordu. Dura - Yar bağ mn: mağım ve rusça PO yi , bugün seni yine çok tasalı görüyorum. Yine bir şey mi var?. n Önüne bakıyor, tereddüt için- yutkunuyordu. Dudaklarını kı- tıyor, kızarıyor, başını sallı- , Fakat bir türlü yüzüme bakamıyordu. Sözüme devam et - tim: — Hiç çekinme Angelika, de dim. Biz saadetten ziyade felâ - ketle yoldaşlık etmiş, kahır ve kasavet çekmeğe alışmış insanla. rız. Ne varsa açıkça söyle de ba - şımızin çaresine bakalim. Gözleri yaşaran Angelika ağ - lar gibi bir sesle: — Petersburg'taki adamlarımız- dan bir kaçının ihaneti yüzün - den sizin de, bizim de vaziyetimiz müşkülleşti Sadık, dedi. Bu ak - şam sizi emniyetli bir adamımız- la civar köylerden birine ir reci Ben de bugün trenle O - ne döneceğim, Sizi bu köyde daha iyi saklıyabileceklerini dü- Şündük, oraya gönderilmenizi mü- nasip gördük. (O Benon beş gün sonra oraya gelirim, sizi görürüm. ok hakikatli, iyi kalpli bir kızmış Al ön ken, paramız olup olmadığını mak, hattâ sözlerime emiri cüzdanıma bile bakmak gibi bri reketlerle bana karşı beslediği si met ve muhabbetini gösterim Ayaş da çok acil ve alla olmuştu. Kesik kesik has — Gideceğiniz köyde be! Ni - kardeşim vardır. İsmi Gabay ik kolayeftir. Orada ki yapar, Sizi götüren ii Doy da yabancımız meki dak Olunuz, kö; burü rahat ln ve bilhassa serbes gezebileceksiniz. a Demiş, komlta taratın bay Nikolaya yazıl. ya uzatarak yıldırım iziyle muzdan uzaklaşmış” ye O günün saşe her ea e siki kapalı uzun —— kovadan çıkmıştık. BİZ Beri nı yüzümüzü tırmalıyof, mizi kemiriyordü- ık sık aldığımı? ip vücudümüze yi te- geçici sıcaklık ile OY: yollarda çi kerleklerin buz Kapl! z kardığı ahenk$iz takırdılar © liye dinliye cenuba Ml yorduk. Moskovadan saat olmuş, yan bulmuştu. Hare! hasta olduğunu yo pe kere çok üşüdüğüNÜ bacı Panoy, oturduğu denbire bize doğru © mekten söz söylüyo” kekeliyordu: — Büyü gti YAY me Diyebilmiş, sözünü mişti. Tam gerisinde oturan Hü- seyin çavuşun kucağına uzanıver- mişti, Baygınlık değil sayın uku- yucularım, adamcağız biz.m uğ - rumuza donmuş, ölmüştü. Sade Panoy değil, onunla beraber bü - tün ümitlerimiz de ölmüştü. Bi - zim için yola devam etmekten baş ka yapacak iş yoktu. Fakat gide- imiz köylin isminden başka da bir bildiğimiz yoktu. Karanlıktan iz değil yolu bile zorlukla seçebi- liyorduk. Hayvanları durdurduk. Arabayı sürmeyi ben üzerime al- mıştım. İlk iş zavallı (Panoy) u soymak, üzerindeki içi kürklü ye- lek, ceket ve kocuğiyle keçe kal çınlarını, tiftik çorapları ile bo - yun atkısını uzun yün kuşağını, eldivenlerini aramızda pay et - mek oldu. Adamcağızın — belinden bir de otomatik tabanca ile 37 tane fişek çıktı, Yanımızda birer bıçaktan başka silâhımız yoktu. Fişekleri cebime, tabancayı belime yerleş- tirdim, G idiyorduk.. Nereye gittiği - mizi bilmiyorduk. © Gerçi hayvanların dizginleri benim elim deydi, Fakat, bu buz çölünde ha- yatımız, istikbalimiz de © kader ve taliin elindeydi. O da gösterdi. Ğİ şu uygunsuz cilve ile bize pek te yar olamıyacağını göstermişti işte. Bütün ümitlerimi hayvanla - rın alışkanlığına, © bağışlamıştım. Kendi kendime, elbette diyordum. Hayvanları sıkmamış, kendi hal lerine bırakmı: . Sabah yak - Yaştıkça ayaz ini arttırıyor, sivri dişlerini kudurmuş gibi her tarafımıza batırıyordu. Bereket versin, bizim şefkatli Angelikanın getirdiği votka tene- kesine. Eğer o da olmasaydı, ara- bamız hiç şüphe yok ki, dört ce - haze ile (Firişko) köyüne girecek, Gabay Nikolayefin meyhanesi ö - 'nünde duracaktı. Çünkü, tahmi - nim doğru çıkmıştı. Ortalık ağar- mağa yüz tuttuğu bir vakitte hay- vanlar bahçelik bir köye girmiş, henüz kepenkleri o açılmamış bir dükkânın önünde durmuştu. Ara- badan atlar atlamaz koştum, hay- vanların gözlerinden şapır şapır öptüm. abay Nikolayef, bizi cidden G dostça karşıladı. Dükkâ - pının arka tarafında sıcak bir oda- ya aldı. Hayvanları ahıra saldı ve kucuklıyarak odaya getirdiğimiz zavallı: (Panoy) un donmuş cese- dine baka baka ağlamağa başla - dı. Şimdi sizden saklıyacak deği - İlm a, doğrusu bu sıcak odaya ka- vuştuktan, biraz ısınıp uyuştuk - tan sonra, ilk hissettiğim ihtiyaç ağlamak değil de biraz uzanmak oldu. Üçümüz de uyumuşuz. Hem de ne kadar o biliyor musunuz?,. O gün akşama ve o gece sabaha kadar. Yani tam yirmi dört saat ve hattâ kımıldayıp kıpırdama - dan, Biz uykuda iken zavallı “Pa- noy,, gömülmüş bile. le andığım zaman m 9 va ocağa odun atıyordu. Ki- ymldandığımı farkedince baş ücu- ma geldi. Tatlı bir dil, güler bir Di dedi, Meraktan çıldırt- tanız. Bu derin uykunuzu donma- dan sandım ve çok (| tasalandım. Nasıl rahatsız olmadınız ya?.. Kalkmak, bu iyi kalpli adama sarılmak, şükranlarımı anlatmak istedim. Fakat kımıldıyamıyor - dum ki. Adamcağız dükkünmda, evinde ne bulduysa üzerimize yığ gelika gibi çok melek huylu bir adammış. Bizi tam dokuz gün sak- ladı ve cidden bir kardeş muhab- bet ve ihtimamiyle baktı, Gerçi hamam kadar sicak bir odadaydık. Çok ta rahattık. Pakat sıkılıyorduk. Her gün üç arkadaş, ocağın başında oturuyor, konuşu- yor ve bir gün evvel yola çıkmak, yurda kavuşmak çarelerini düşü » nüyorduk. Aradan bu kadar gün geçtiği halde Angelikanın görün - memesini ben pek te hayıra yora- miyordum. Vaziyet.mizi çok teh- likeli buluyor, zihnimde türlü tür lü ihtimaller kuruyordum. Geçen günler on ikiyi bulmuştu Hâla Odesadakilerden bir ses çıkma - miştı. Artık ümidimi kesmiştim. O akşam, meyhaneyi kapa - dıktan sonra yanımıza gelen bü - yük kalpli adama: — Gabay, dedim. Hakkımızda gösterdiğin insanlığın karşılığını ödemekten âciziz. Sana burada gerçekten büyük bir yük, işine de engel olduk. Fazla olarak bizim yüzümüzden başına büyük bir teh like gelmesi de mümkündür, Ha- valar da biraz yumuşadı. Bizi yolcu etsen nasıl olur acaba?.. Adamcağız bu teklifim kar şısında şaşaladı. Gözleri yaşardı ve: — Gelmesi ihtimalinden bah - settiğinibz tehlikeyi hatırıma bile getirmedim ve getirmem de, Yalnız beni bir nokta çok üzü- yordu. Hükümet bizi de silâh ak tına çağırdı. İki gün sonra Mos - kovaya gitmek mecburiyetinde - yim. (Devamı var) HIÇKIRIĞA İLÂÇ... Korkutmaktır, derler. Çocuk hıçkırmağa başlayınca onu yalan- cılıkla, hırsızlıkla itham ederler, çocuk sakayı sahi sanırsa hiçkiri- ğı kesilir. Bunu herkes bi yiğitlerden olduğu için gazeteye gönderdiği bir mek- tupta hiçkirığın nereden İleri gel diğini buna karşı ne gibi ted- lmması lâzım geldiğini 80- ruyor. Okuyucumuzun hakkı da var, çünkü ber hiçkirik yalnız korku İle geçmez. O türlüsü uncak ço- cuklarda fazla yemekten o yabut dokunacak bir şey yedikten sonra gelen hıçkırıktır.. Pek küçük, #Mmeme emen çocuk hıçkırınca sü- tü fazla geliyor demek*i*, onun çin meme vermek milddetini ki- saltmak lâzım ol Çocuk olmıyanlarda da mideye dokunan bir şey yed'kten sonra hıçkırık gelebilir. Fakat çocuk ol mıyanlar arasında en çok hiçki- ranlar sikol kullananlardır. O- nun İçin hıçkırık gelip te öyle haf- talarcn sürerse İnsan her şeyden önce rakı içip içmediğini hatırla- mağa çalışmalıdır. Az, şöyle ape- retif kabilinden bir iki kadeh bile içse, hıçkırık rakının mideye de- kunduğunu haber verir. O zaman ya İnn vazgeçmek yahut hiç- kırığa katlanmak zaruri olar, Şu kadar ki hıçkırığa katlanıp ta İç- meğe devam edilirse alkol başka marifetlerini de göstermekte ge- <ikmez. Hıçkırık yalnr mideden gel- mez. Karın hastalıkları en ziyade karın zarının iltihabı, karam yu- Karı kısmında bir çıbanı zatül cenp, yüreğin etrafındaki ozarm iltihabi da hıçkırığa sebep olur... Bazı hastalıklarda | hiçkirik ağır gelmesi fena alâmet sayılır. Fakat hastalığı Sinirli bayanların da, rene in mem kırığa benzer ses ye ği — Sabahtanberi başımın ustune gölgesini takıp tepemde havan dö- vermiş gibi hep güm güm edip hiç ilerlemiyen bu matah nedir? Yok- sa göklerde yine harp oluyor da a- teş ilâhı Vülkan Etna yanardağın- daki demirhanesinde ilâhlara ok döğüp yetiştirmekle mi meşgul o- Tuyor? diye sordu: Esosetler gülmekten katıldılar, — Hayır, dediler. Tepemizde mahlı duran şeye vapur derler, içi fâni insan dolu. Bir gün doğar ya- şarlar, bir gün de biter ölürler. Ya- şarken kendilerine biçtikleri bir Şok tahdidat vardır, o tahdidatın o rasına kendilerini hapsederler. El- lerine geçen kısacık vakti öyle saç ma sapan şeylerde kullanırlar ki, deme gitsin. Yapmak isteyip de yapmıya korktukları, ve yapmak is- temeyip de kendilerini yapmak mecburiyetinde tuttukları şeyleri yapa yapa yanıbaşlarından geçip giden hayata budala budala bakı nırlar. İşi ciddiye bind'rdiler mi idi, dünyada ne kadar hava varsa zehirli gaza. ne kadar demir çelik varsa kafa patlatacak gülleye çevi- rirler. Bunu duyunca Posaydon şastı: — Aman kendilerini bu kadar zahmete sokmasınlar. Mademki top yekün gürleyip gitmek istiyorlar, ben yeri gökü biribirine karıştıran bir fırtına çıkarırım. Esosetler: — Aman Posaydon onlara hor bakma. Onların lâyemut bir sev gisi ve gönlü olmasa, hiç gönüle malik olmasını isterler mi? Ve bir gönülleri olmasını İstemeselerdi, ço- cukluk çağındalarken bile seni hiç © yaratırlar mı idi? diye bağırıştılar. Posaydon düşündü. Okyanusun dibi sükut kesildi. Sonra titredi. larlar. Bunlarm da çoğu yapma. cık sayılabilir. Bu türlüsü kor! makla gecmezse de, hastalığı gercek olduğuna — İnanıİmiyarak hıçkıran bayana ehemmiyet veri) meyince hickırık kendis'ne lü- zum kalmadığını anlıyarak kendi kendine kaybolur... Bir de sale hickirik hastalığı vardır. Yirmi yıl kadar oluvor, Avrupada bunun büyük bir salgi- »ı görülmüs, o vakit İstaskulda da salgın hickırığa tutulanlara tesa- düf edilmisti. O zamandanberi de Deni sırada salgın hıçkırığın adı ir, Bunun salgın olması bulasık” lığı gösterir. Üc dört rün süren bir tefrih devri bile vardır. Sonra bütün vücutta kırıklık, yorgunluk hissedil'r. Hararet derecesi de bi- raz yiikselir. Ayni zamanda bu runda ve pözlerile nesle de oldu- Eundan rahatfserkih | İnsan soğuk algınlığından gelmiş sanır, Halbu- ki arkasından hiekrrik o mevel çikar. Durun dururken, günde defa, üç defn gelen, fakat geldiği vakit yarım saat, bir saat devam eden bir hickırık nöheti, Mem de bir dakika içinde altıdan on bes defaya kadar sik sık., Hıçkırık nöbeti gelince İnsan yemek ye- mez, söz söyliyemez. Bazıları hiç. kirik korkusundan uyku'/“ını bile kaybederler, halbuki uykuda hıç- kirik gelmez. Bereket versin ki, bu sale hıçkırığın başka ehemmiyetli alâ- metleri yoktur. Hirkırik nöhetleri İnsanı sıksa da, korkutsa da birkaç gün içinde geçer. Bu salgın hıçkırığı bizde uyku hastalığı denilen ansefalit su liğile karıştırmamak lâzımdır. O hastalıkta da hıçkırık olur ama bu salgın bayağı hickirik bir şeydir ve arkasından hiçbir sa- katlık bırakmadan gecer gider, lez nöbetlerinde e için reçete verecek hekim bu» lamadığınız. yerde çasmmn üzerine birkaç damla sir- ke ile - bulursanız - birkaç damla eter damlatarak onu yersinir. Halikarnas Balıkçısı — Öyleyse söyleyiniz. Bizim çi- Jingirbaşı Vülkan'a şu vapura bir halt eylesin. beni yaratmış olan şu insanların zincirlerini kırsın, dedi. D eniz seyahat'nin insanlar ü- zerinde mutlaka müthiş bir uyandırıcı tesiri vardır. Neden? Belki insanlar denizde işsiz kak dıkları için. Belki de... hele bu da- ha muhtemeldir... İçinde yaşan- masına alışılmış bulunan muhitiz değişmesi. Etrafta sabahtan akşs- ma kadar görülmesine alışılmış 0- lan, hep yerinde durucu hep ulku kapatıcı apartımanlar, sokaklar, insanlar yerine göz alabildiğine u- fuklar; açıklıklar, dalgalanan, oy- nıyan değişen sular seyredilmesi; şehirde ve köyde yaban otları gibi türeyip üremiş kanaatleri temelin- den sarsar. İşte bu Posaydon'un tesiridir. Arşipelin dünyada hiçbir deni- zin erişemlecyeği mavisi Posay- don'un üfürdüğü bir sağanakla ko yulaştı. Rüzgâr pülür püfür esi- yordu. Üstlerinde apaydın gök, iliklerini bile aydınlatıyordu. Şa- rap gibi bir havaydı. İnsan içinde bir şarkının ötmiye başladığım du yuyor. Sanki gönlü ümitlerle çıl- dırıyor, inançlarla sarhoş ol Kl ie a denizimsi olmıya başladı. Açık de- nizlerin koyu O mavileri, koyu ye- şilleri, leylâkilerile, kapkara ka- yarışları biribirini kovalıyorlardı. Çakırların bakışı çakır, elâların e lâ oluyodu. İnsan yavaş yavaş kendi kendine şu insanlar ne gü- zel şeylerdir diyor, ve gözünü bakışların üzerinde çepçevre dola- yordu O bakışlarda, engin, yapa- yalnız, kıyısız bucaksız açık de- nizleri, en güzel kara parçasından bin kere daha güzel âlemlerin ü- midini görüyordunuz. İnsanları yavaş yavaş kendi egoizmlerin- den, hergünkü alelâde çerçevele- rinden, kendilerinden geçiren, aş- tıran, taştıran Posaydon'du. Artık o konuşuyordu O ancak bir ses ol- muştu, Ve insanın iç kulağına fı- sıldıyor, tan yerinde, kızaran ışık gibi, İnsanın gönlünde, müstakbel imkânsız dünyaları ümitlerle im- Kâna uyandırıyordu. K aralar ancak iki ay sonra ışı- ğa cevap vererek ilkbahar- da uyanırlar. Deniz en uzak yıldı- zın sesine med ve ceziriyle bemen o anda cevap verir, Kardeş yıldız- ların çağırışına Posaydon dünya- nın “Selâm sana, diyen dilidir. Yıldızlara “Bak sırtımda taşıdığım insanlarımı, yavrularımı ben ne kehkeşanlardan öte taşıyacağım, diye bağırır. Vapurdaki yoltular da bi- ribirlerine © öylece © pırıldaşmı- ya koyulmuşlardı. e Biribirlerile konuşmaktan, mevki bilmezlikten çekinip kaçmanlar, insan gönlün- den insan gönlüne bu ayırıcı hiyo- rarşik uçurumu aşan sempati lâ- miseleri uzatıyorlardı. Halbuki o ane kadar biribirlerine uzatilan kolları, hep kırıp, bir filizi kopa- rırcasına koparmış olan âdet, hük- münü icra edemiğordu. İçlerinde- ki bir zincirin kopmuş olduğunu oracıkta gören İnsanları hoş bir hayret sarıyordu. Bir aralık, kendi kendine “o ka- mara yolcusu, bense güverte yol- cusuyum, ben ona bakmamalıyım,, diye düşünerek ciddi olmıya ni- yetlenmiş, ve başını başka tarafa çevirmiş olan bir gencin bakışı, kendiliğinden kızdan tarafa kayt yordu. Hem de asıl fenası dudek ucundaki gülümsemeyi, ne de etse bir türlü ciddiyete düzeltemiyor- du. O semapti gönlünden geçip yü- züne gelince bu sefer tebessüm et- miyen bir yeri kalmıyordu. ve bütün gülümsiyen varlığu yıldız- ların şan parlıyan çakışı gibi, öte- kinin sempatisine cevap oluyordu. Bir insan başına gerdanına kadar inen bir kara kokoleta geçirmek ve başını örtmekle başını, gözünü, burnunu berhava mı eder ve başı gözü burnu olmadığım mı ispat e der? İnsanların gönülleri Posaydon un serin esen o rüzgârinda çırçıpla! kendi oluyordu. Bakışanlar hayat- larında ehemmiyetli saydıkları © bomboş hiyerarşik hayali dün- yaların; hakiki dünyanın tâ kenarına getirmişlerdi. Ikisi de birden hür bir kahkahanın tekme- siyle o saçma şeyi boşluğa fırlatır verdiler, Ve biribirlerile mektep- te ezberledikleri ilmi kimya ve hendeseden bahsettiler. Gönülleri kabuklarından, egoizmlerinden fır layıp çıkmıya hazırlanan yemiş- ler gibi ermişti. anı başlarında kalender Mehmet Efe, güverteye ser- diği kilime yirmi dokuzluk şişe- sinl karşısına almıştı. Zeytin me- zesiyle çakıştırıyordu. Zeytin çe- kirdekleri, Possydon'un tahtından aşağı yuvarlanıyorlardı. Tâ dipte budala bakışlı, yayık ağızlı hanos- lardan biri kelepir buldum diye çekirdeği yuttu. “Kârşısındaki ha- nos, yangözle ona koca bir kirpik- siz bakış kaydırdı. Vay o yuttu ben yutamadım diye ağzı sulandı Bir iki geviş getirdi. Çekirdeği yü- tan Hacı Recep adlı hanos kati lokmayı geveliyemedi. Kustu. Göz lerini fıldır fıldir çevireni: “Hah kelepir benimdir!,, dedi. O kadar aç gözlülükle yuttu ki muvazcne- sini kaybetti. Tazyikine alışmış ol- duğu iki yüz kulaç diplerden bir mantar gibi yukarıya doğru fır. ladı. Ve seviyesinden yukarı çıka- rılan her balık gibi birden foyası meydana çıkarak, makadı ağzın- dan patladı. Çatlamış balık deni- zin yüzünde ters gelerek karnını güneşe verdi. Yukarda kalender Mehmet Efe boyuna kafayı çekiyordu. “Neden elendim çekmiyeyim. İçtikçe da- marlarımdaki kanı bal ve ateş sa- nıyorum,, diyordu. Yanı başındaki Hacı Halil hamir içene sırtını çe- virmiş, gözlüklerini takmış halebi tefsirini okuyordu. Küpeşteye da- yanarak kimya ve hendeseden bahseden çiftin kahkasını duyan kalender; makaraları salıverdi, Ha cı Halil de ne kadar gayret ettiy- se kendini tutamadı. O da güldü. İçinden “Galiba kahkahayı fazla hızla salıverdik, abdestim bozuk du'zaten,, dedi, Gözlüklerini çı kararak (o sayfayı kaybetmemek için, cildin arasına koyup kapadı. Etrafına göz gezdirdi. İçinde tuhaf bir neşe vardı. Siftah olarak ken- di gözleriyle bakıyordu. Zaten bi- tün Hacı Davut vapurundakilere ayni hal vâki oluyordu. Ortalığı bir samimiyet ve safiyet sarıyor- du. Bir kaç saat evvelisine kadar meselâ elbisenin astarı içe, yüzü de dışa gösterilmesi gibi, fena sa- yılan şeyler içe gizlenir, ve iyi diye tanınanın maske gibi yüze gi- yilirken artık herkeste bir içini aç- mak özleyişi vardı. Vardı amma o kadar, U sırada Vülkan işe girişmiş- ti. Ambardaki yolcular bu- runlarını havaya kaldırmışlar, baş larını çepçevre döndüre döndüre kokluyorlardı. Ortada tüten lâm- ba isi gibi bir koku vardı. Yolcula- rın birisi “a canım zift kokusu dur!,, dedi, Mektebe giden talebö- nin biri de “öyleyse sıhhate çok nafidir,, diye cevap verdi. Fakat ambarın tavanına biriken sarımtı- rak duran yavaş yavaş aşağılara (Arkası ve sonu yarın) i

Bu sayıdan diğer sayfalar: