9 Nisan 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

9 Nisan 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Türk Safosunun Hayatı TEFRİKA No. 7 Elçi Altın mii Üzattı O, kendine pek çetin görünen bu İşi nasıl başaracağını düşünürken Kubat Çavuş “Davetlilerinizi ta - mıyalım,,'dediğinden tanıma ve tanılma merasimi başladı. Salon- da bulunan erkekler ve kadınlar, uzak veya yakın birer alâkadan istifade ederek çift bir durum alı- yorlar ve o halde Kubat Çavuşun önünden geçiyorlardı. Baş teşri - fatçı her kısaca elçiye tanı » tıyor ve bu tanımadan, tanınanla- rın göz bebeklerinde kalan yadi » gâr, Kubat Çavuşun küçük bir te- bessümü oluyordu. Bununla be - raber o, Venedik asilzadelerinden bir kısmının isimlerine âşina çık- maktan geri kalmıyordu. Meselâ Antuvan Grimani, Mark Artuvan, Jerom Yesaro gibi isimleri dine takdim olunan o kimselerin vaktiyle yapılmış harplerde, Türk- lere karşı silâh kullanan kuman- danlara mensup olduklarım hatir- lıyor ve o gibilerle bir iki kelime konuşmak tenezzülünde bulunu - yordu. Bu merasim bittikten ve biraz n. daha konuşulduktan sonra, yemek odasına gidildi. Şeref mevküi, Du- çe tarafından, elçiye bırakılmıştı. Elçi de bu mevkii Karakadıya ter- kettiğinden bütün program altüst oldu, Lâkin küçük Bafa, uzun bir lâhza süren hercümerce iki denizeinin arasından çıkmadı. Onun sağında Karakadı, solunda deli Cafer, karşısında da Kubat Çavuş oturuyordu. Sofralar bir değil, bir kaç ta- neydi. Fakat — Şark usulüne gö- re — baş sofra demek olan elçi Sofrasına kadınların en güzelleri oturtulmuştu. Bu suretle mideler- den ziyade gönüllere ziyafet çe- kilmiş ve damaklardan çok daha fazla ruhlar doyurulmuş oluyor- du. Muhtelif tipte ve çapta güzel İiklerden sofraya dökülen rengü nur gerçekten sarhoşlatıcı bir ha- Sofranın En Güzel Büyük Bir İltifattı, Bütün Şahsiyeti Olan Bafaya Sofra Halkı El Çırptılar Ressamı: Münif Fehim Resimlerin her hakkı mahfuzdur Kara Kadı, derin derin Bafanın yüzüne baktı bu havanın ve bu sahnenin tesiri- ni çoğaltmak için şarap sürahile- “ini ve billür bazulari harekete geçirmekte İstical gösterdiğinden sofradaki yüksek vakar yavaş ya- vaş bulutlanmak üzereydi. Şimdi her kadın, muaşeret kal- delerini ve cinsi gurur icaplarını ayak altıma alarak, elçiye ve iki tâcir Türke şarap sunmak kay- gusuna düşmüştü. Bu tehalükten çok rengin bir kargaşalık, boy boy kilmesinden, birleşip çözülmesin- den doğma yumuşak ve muatfar bir anarşi vücude geliyordu. Her Türkün ağzına üç beş yalvaran tebessüm ve üç beş kadeh birden onanıyordu. İşte bu neşeli haylar, arasında Kubat Çavuş, bir ara geri çeki — Hanımlar, dedi, boş yere yo- ruluyorsunuz, beni de üzüntü için- de bırakıyorsunuz. Her elçi, ne kadar büyük salâhiyet sahibi o- Jursa olsun, nihayet bir emir ku- huylar sofradan iradesine, fermanına göre hareket etmeğe mecburum. Benim kudret- 1ü, azametlü padi te bulunduğum müddetçe, bas hazinelerinden verilen tası kullanmaklığımı altın emir bu- yurmuşlardır. Başta Duçe hazret- leri olmak üzere hepiniz bilirsi - niz ki, Sultan Fatih devrindenbe- ri Venediğe gelen Türk elçileri bep bu taşla su, şerbet ve şarap içmişlerdir. Ayni şeyi yapmaklı- ğım ferman buyurulduğundan gü- zel ellerinizle sunduğunuz kadeh- Teri kabul edemediri, — Ozüldüm. Müsaade ederseniz o ziyanları te lâfi edeyim. Ve belindeki sahtiyan kutular- dan birini açtı, yarım kilo şarap alabilecek büyüklükte görünen al tın bir tas çıkardı, Bafaya uzattı; — Lütfen doldurunuz! Altın kitaba Bafa adının yazıl- ması ihtimalini düşünerek hep bir- den kıskançlığa kapılan öbür ka- dınlar, başka yoldan ayni hedefe yürümek düşüncesiyle teker teker TAN lıyorlardı. Bir kısmı içmiş olduk- ları kadehlerini deli Cafere, Kara- kadıya sunuyorlardı. Onlar zaten Baz elmiyor, niyaz da ettirmiyor- lardı. Her sunulan kadehi tek cür'a bırakmadan içiyorlardı. Fa- kat sofra halkı — Kubat Çavuşla Duçe müstesna — çakır keyif ke- sildikleri halde bu çok yaşamış genç Türklerde küçük bir deği - şiklik görülmüyordu. Fakat neşeliydiler, boyuna Ba- fayla şakalaşıyor ve onu kahka- hayla güldürüyorlardı. Elçinin al- tın tası güzel kıza uzattığını gö- rünce el çırptılar, bir ağızdan ta- kıldılar: — Kubat Çavuş Kanatlanmak istiyor, kanadı da küçük hanımın elinde ariyor. Fakat elçi, bu lâtifeye cevap vermedi, Bafanın doldurduğu ta- sı bir çırpıda boşalttıktan sonra, başka bir kadına uzattı ve gelen doluyu boşaltır boşaltmaz üçüncü bir madamın sakiliğine çanak tut- tu. Kubat, fasılasız ve altın ka- dehi sıra ile her kadına doldurta- rak içiyordu. Bu çılgın hareketin sonu şüphe yok ki, tavus kuyruği- le karışık iğrenç bir $ızış olacaktı. Fakat kadınların sevine ( sevine, Duçenin düşüne düşüne, deli Ca- ferle Karakadının da üzüle üzüle bekledikleri bu netice belirmedi. Kubat Çavuş vakarından bir zer- re dahi kaybetmedi, yalnız yü- zünü ekşitti, altın tası bir havlu ie güzelce kurutup kutusuna sok- tuktan sonra iskemlesini sofradan biraz daha uzaklaştırdı: — Biz Türkler, dedi, bir çanak ayranın hakkını kırk yıl tanırız. Şu halde benim Duçe hazretle- rinden, oSenatörlerden, müşavir. lerden ve hele madamlardan gör- düğüm ikramı ömrüm oldukça unutmaklığıma imkân © yoktür. Her fırsatta Venediklilerin kibar- lağıni söylemekten ve Venedik hükümetine elimden gelen yar - dımları yapmaktan geri kalmıya- cağım, Fakat biz Türkler, doğru özlü ve doğru sözlüyüz de, İçimiz- neyse dışımız da odur. Düşündü- ğümüzü saklamayız, açığa vuru - Tuz. Onun için — yine başta Du- çe hazretleri olmak üzere has mü- şavirlere, Senatörlere ve iltifatla- rını görmekte olduğum güzel ma- damlara — küçük bir öğüt ver - mek isterim. Öbür sofradaki erkekler ve ka- dınlar da sıra sıra gelmişler, baş solra etrafında heyecandan titri- yen bir halka çevirmişlerdi. Ku- bat Çavuş, kısa bir lâhza düşün - dükten sonra sözüne devam eti İYİ URUBU Zâfı umumi, kansızlık, romatizma, sıraca, kemik, sinir hastalıklarına, cılız yavrular, yürümiyen, diş çıkara- mıyan çocuklar, dermansız ihtiyarlar, solgun kızlar, vereme istidadı olanlar HASAN KUVVET ŞURUBU 'ndan içmelidir. Kanı arttırır, iştiha verir, şifai tesirleri çok- tur. Fenni surette imal edilmiş, içilmesi kolay ve lezzetli bir şuruptur. Küçük büyük her yaşta istimal edilebilir. RADYOLİN le SABAH, ÖĞLE ve AKSAM Her yemekten sonra günde 3 defa muntazaman dişlerinizi fırçalayınız. Üniversite Rektörlüğünden : Tıp Fakültesi Çocuk hastalıkları ve bakımı küniği asistanııı açıktır. Asistanlık talimatnamesinde gösterilen şartları halz olanların Tıp Fakül- va ve sahne yaratıyordu. o Duçe Yudur. Ben de şevketlü &fendimin veya çifter çifter yerlerinden fır- (Devamı var) tesi Dekanlığına müracaatları, (2369) »* Yazan: Kerime Nadir Herifi temin ettim ve sivil olarak kışladan uzak- Taştım. Güneş çoktan batmış, ortalık kararmıştı. Kasabanın gündüzden hiç farkı olmıyan elektrikli manzarasını ilk defa görüyordum. Caddeleri, sokakları geçtim. Hamaina yaklaştı ğım zaman vücudümde soğuk bir ürperme hasıl ol- muştu. Gönlümün arzusuna değil, ( hevesime tâbi olarak ilerliyordum. Nihayet binanın önüne geldim. Antrede kimseler yoktu. İçeriye girdim. Biraz yürüdükten sonra vez- hede oturan Lidayı gördüm. Ayak sesimi duymuş ve başını kaldırmıştı. Şansım bundan uygun olamazdı. Hemen o tarafa doğru yürüdüm ve ciddi bir tavırla cebimden beş Hralık bir sikke çıkarıp uzattım. Hayretle yüzüme . bakıyordu. Sualine meydan vermeden: — Geçen günden kalma borcumu ödemeğe gel- dim, matmazel! dedim. Hayreti büsbütün artmıştı: — Hangi borcunuz? diye sordu. — Banyo parası, — Fakat böyle bir şey hatırlamıyorum mösyöl., — Ben hatırlıyorum. Unutmuş olacaksınız! Bir saniye düşündü. Sonra kat'i bir sesle: — Hayır, hayır! dedi Bu işte bir yanlışlık var. — Lâkin kabil değil. Size borçlu olduğumu çok iyi biliyorum... — Ben de çok iyi biliyorum ki, siz daima borçla. rını ödeyen bir adamsınız. Güldüm. O düşünüyordu. Defterleri açtı; uzun boylu aradı, taradı. Nihayet başını sallıyarak elle- rini birbirine kil li; — Yok mösyö, Siz yanılıyorsunuz.. Belki başka bir tarafa borcunuz vardı da bizi zannettiniz... — Bu derece dalgın olduğumu sanmıyorum mat- mazel.. * — Peki, bu parayı bize zorla mı vermek istiyoru . TEFRİKA No. 19 ***-*- sunuz?.. — Bu sizin hakkınız da ondan.; — Haksız bir hakkı kabul etmek âdelimiz değil- — O halde ne olacak?.. — Hiç!.. Eğer muhakkak kasamıza cüzdanınız- dan bir kaç kuruş girmesini istiyorsanız, bir banyo yaparsınız.. Maksat hasıl olur... Gülerek yüzüne bakıyordum. Kirpiklerini indir- di. Elindeki kalemi defterin kenarına vurarak mü- tebessimane süküt ediyordu. Uzun süren bu sessizliği bozmak için bir söz araş- tırırken, birdenbire dudaklarıma gelen bir suali soruverdim: — Matmazel Lida!,. yorsunuz?. & Başını kaldırdı. Gözlerime sual dolu nazarlarını dikerek; — Ne gibi?. dedi. — Yani. Sempatik şeyler mi? Yoksa; — Oool. Devam etmeyiniz. Hepsi pek yılışık, pek cüretkâr... Maamafih, bana fazla zararları do- kunmuyor... Derhal ne demek istediğini anladım. Sormağa devam ederek: — Ya diğerleri? dedim. Onlar hakkındaki fikri- niz nedir?.. — Hangileri?.. Türk olmıyan ecnebileri mi kas- tediyorsunuz?, — Eveti, — Onlar daha küstah!.! Bir an tereddüt ettim. Sonra birdenbire: ——- Ya ben?.. dedim. Derhal yüzü değişti, Fırtınaya muntazırdım. Lâ- kin korktuğum olmadı. Tatlı bir tebessümle göz- lerimin içine bakarak mırıldandı: — Siz hepsinden kibar ve naziksiniz.! Arkadaşlarımı nasıl bulu- — Bu kadar iltifat beni pek ziyade bahtiyar edi- yor.. Fakat takdirinize lâyık olmak için size karşı ne yaptım?.. Bunu bilmek isterdim — Bugün beni fazla meşgul etmeyiniz. Size va- adediyorum; başka zaman bu sebebi izah edeceğim. — Niçin beni merakta bırakacaksınız?.. Sizi bir daha böyle yalnız bulmak bakalım mümkün olacak m1? — Elbetti — Ne zaman?, — Meselâ yarın akşam. Yine bu sastte.. — Belki başka kimseler de bulunur.. Yahut müş- teri olur.. — Canım siz merak etmeyin.. salona geçer, orada konuşuruz. Gözlerinde kuvvetli bir vaat şulesi yandı, söndü. Uzattığı elini avuçlarımda bir saniye tutarak — Şimdilik Allaha ısmarladık! dedim. — Güle gülel. diye mukabele etti. Caddeye çıktığım zaman büyük bir neşe içindey- dim. Kendi kendime: — O, bana çoktan gönül vermiş!.. Diye söylenerek ilerlemeğe başladım. Daha olmazsa iç — işte vaadettiğim saatte geldim £ matmazell.. Lâkin şu iki müşteriyi görünce, korktuğuma uğra- dığımı anladım.. — O halde yanıldınız. Beni iç salonda bir daki- ka bekleyiniz. Vezneyi.dayıma bırakır, gelirim. Sevincimden omuzlarımı oynatıyordum. Bu kız beni az çok teshir etmişti. Kadife kanapelerden bi- rine oturmuştum ki, Lida göründü. Onünden geçti- ği büyük aynada saçlarına ve elbisesine bir göz at- tıktan sonra yanıma gelerek oturdu: — Evvelâ isminizi öğrenmek isterim mösyöl., — Halük Giray... — Nasıl? — Siz yalnız, Halök deyiniz. Halâk.; — Güzel!.. Mülâzimsiniz değil mi?.. — Eveti, — Evli misiniz?, — Hayır!., — Pekilâ!.. Niçin sizi takdir ettiğimi söyliyece- ğimi vaadetmiştim, zannediyorum... Değil mi? — Evet!, — Bunu belki siz de tahmin ekiple Ben vakur insanları dalma beğenirim. Siz her zaman dalgın ve meyustunuz.. Fakat hiç bir gün bana his- lerinizi izhar etmediniz.. Ben, garip değil mi? Bu ânı bekliyordum. Çünkü, beni mütemadiyen, izaç eden ve durmadan aşk mektubu gönderen arkadaş- larınız ve diğer zabitlerle hiç meşgul olmadığım halde, sizi göz hapsinde bulundurmaktaydım.. Ti. raflarımla hayrete düşüyorsunuz değil mi?.. Lâkin, yine diğerleri gibi hareket etseydiniz, yani doğru- dan doğruya aşkınızı ortaya koysaydınız, her şeye rağmen bunu reddedecektim... — O halde hiç bir zaman bu bahsi açmağa cesa- ret edemiyeceğim. Gülmeğe başladı. Sol yanağı hafifce çukurlaşı- yordu. Fülursuz ve teklifsiz bir tavırla ellerimi tu- tarak: — Onu açan ben oldum, Halük Bey.. dedi. — Devam edebilir miyim, Lida?.. — Hayır, hayır!.. Başka şeylerden konuşalım; — Bu doğru olur mu?. — Niçin olmasın?.. — Çünkü zamanımızın ne Kadar kiymetli oldu- ğunu biliyorsunuz. Ve size Söyliyecek pek çok sö- züm... Derhal atıldı: — Başka bir gün söylersiniz..; — Lâkin siz, beni oyalamak İstiyorsunuz! — Böyle bir şeyi nasıl hatırınıza getirebilirsiniz? — Getirmek istemiyorum.. Fakat... — Hiç kimsenin zerresine nail olamadığı iltifat ve teveceühlerimi, tamamiyle size verdim.. Bunun- la kanaat etmiyor musunuz?... — Benim susamış ruhumu bu kadarcık şey kan- dırabilir mi, dersiniz?.. — Kanmak mevzuubahs değil. Halük Bey... — O halde size itaat edeceğim Lidal.. Ne arzu ederseniz, onu konuşalım... Bir buçuk saatten ziyade süren görüşmemiz, iki gün sonra için vine ayni yerde ve ayni sentte bir randevu temin etmekle bitti, Kanaat lüzum (Devamı yar)

Bu sayıdan diğer sayfalar: