15 Nisan 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

15 Nisan 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

gr AYY YT Türk Safosunun Hayatı TEE TEFRİKA No. 13 Gemide Bafa Vardı Bütün Gemi Halkı Bir Mabut Saygısı Göstererek Bafa İle Alâkadar Oluyorlardı Kaptan, mâbetlerdeki resmi önder durumunda. cemaatin onunla de- ğil, azsmetine ve kudretine iman taşıdıkları mâbut ile ilgilendikle ri belli!, Orada o harp gemisi göverte- sinde mâbut. Venedikte trıdı - ğumız Bafadır. Tacir ve siyaset ba- kımından facir cümhuriyetin en şöhretli kaptanlarından oVenyeri Loredano'nun kumandası altındaki bu kıvrak gemi, Duçeyle Senato- nun mühim emirlerini Korfuya Kıbrısa, Venediğe götürmek için yola çıkarılmıştır. Loredano, ayni zamanda, Sinyorita Ağripin Bafa- Yı babasına teslim etmek vazifesi- ni yüklenmiş bulunuyor. Fakat .Cümhuriyet, kendisinden birçok siyasi hizmetler beklediği Bafanm yolda bir aşk kazasını uğrama « sından, yahut deniz tutması gibi bir arızanın ıztırabı arasında başka bir tutkunluğun hummasına da yakalanmasından (o korktuğu için yanma birbirini kıskanan ve bir - birinin sleyhinde yıllardanberi dolap çevireğelen sil ailelere *mensup iki de muhafız katmıştır. Bunlardan birinin adi Viktor Su- ranço, öbürününkü Piyetro Kapi - tanodur. - Her iki asilzade, dediğimiz gi 5 bi, birbirinin kanma susamış va « ziyettedir. Gerçi görünüşte dost- turlar, hattâ kardeş Sörülücek ka- dar samimidirler. Lâkin siyaset yolunda biri öbürüne daima kuyu kazmak, pusu kurmak ister. Vata- na taallök eden herhangi bir mev- zuda —belki bir asırdenberi— Su- ranço ve Kapitano ailelerinin dil birliği, fikir birliği gösterdikleri görülmemiştir. Onlardan birinin ak dediğine öbürü mutlaka kara der, Yalnız birnoktada Suranço ço - cuklariyle Kapitano o mensupları nın birleştiği vâkidir: Loredanolu- laar düşmanlık!. Venedik Du - çesiyle has müşavirleri işte bu ha- kikati göz önünde tulurak ve Bafa- yı herhangi bir kazadun korumayı emel edinerek Korfuya gidecek harp gemisine Lorcdano &ilesin- den br kaptan seçmişler, onu kon- trol için de yanma Surançolardan, Kapitanolardan birer asilzade ta « yin etmişlerdi. O devirde İtalyanın ne yaman bir ahlâk bozukluğu içinde bulunduğunu kavrıyabilmek için meşhur Makyavelin (Machiavelli) hikâyemize rastlayan tarihten kırk yıl evvel öldüğünü ve onun siya- sette yalancılığı, iki yüzlülüğü, fitnekârlığı, nifakçılığı tavsiye e- den eserinin basılmasından se —Bafanın Korfuya doğru yollan- dığı yilda— henüz otuz altı sene geçtiğini hatırlamak, kâfidir. Ve- nedikliler başta olmak üzere bü » tün İtalyanlar o sırada Makyave « le lâyık bir vatandaş olmaya çalı- #yorlar ve İncili bir köşeye atıp bütün dikkatleriyle Makyavelin “Prensini"” okuyorlardı. Bu meşhur ahlâksız adam, ma- lâm olduğu üzere, kuvveti yegâne ilâh olarak tanımış ve kuvvetlen »« mek uğrunda -dini, içtimai, ahlâki- hertürlü mukaddes mevzuların in- kâr edilmesini caiz görmüş idi.Onun mezhebinde aile bağlılığı, ahdüpey- man, kaygusu, şeref ve haysiyet endişesi, vicdan düşüncesi yoktur. Siyasetin manâsı onca “muvaffak olmak” dan ibarettir ve bu manâ- yı tahakkuk “ettirmek için de'her şeyin — yalancılıktan muhabbet tellallığına kadar her kepazeliğin— yapılması câizdir. Fakat Makyavel, siyasette mu- vallak olmak meselesini her şey- den ziyade “tefrika” dan bekliyen bir diplomattır. Bundan dolayı şakirtlerine ve vatandaşlarına: “İlkin parçala, dağıt. Sonra ez, hâkim ol!” demişti. Venedik cüm- huriyeti —Makyavelin adr sân ortada yokken— bu çeşit siyaseti takip etmekte ve bütün muvaffa- kıyetlerini de o siyasetteki maharo- tine borçlu bulunmakta idi. Mak- yavelin eserleri, birer ahlâksızlık incili gibi İtalyanın her köşesine yayılınca dost devletlerin, komşu hükümetlerin idari ve içtimai â - hengini —bin türlü entirikalarla— bozmak, o devletler halkını parti parti ayırarak boğaz boğaza getir- mek, siyasetinde kullanılacaak eller bulmak daha kolaylaşmıştı. Vene- dik politikacıları bu kolaylıktan dahili siyasette de istifade etmeği düşündüklerinden Makyavalizmin kendi aralarında da tstbikine gi - rişmişlerdi, mükemmel bir casus şebekesi kurarak asil aileleri bir. birine düşman etmekten başlıya - rak öz yurtlarmda yaman bir tef- rika vücuda getirmişlerdi. 1 $te Akdeniz adalarından bir kaçını dolaşacak olan, fakat ana vazifesi güzel Bafayı Korfuya götürmekten ibaret bulunan şu harp gemisinde birbirine düşman üç mileden bir kimsenin bulunma- si da o tefrika siyaseti yüzünden- di. Fakat Duçeyle Senato, Lore danoyu Surançonun ve onu Kapi- tanonun ve Balayı da her üçünün murakabesi altına korken tam Mak- yavelvari davrandığı için gemide kimsenin vaziyetten haberi yoktu. Ondan ötürü de umumi neşe ye - rindeydi, asilzadeler ve gemi za - bitleri —heyecanlı bir göğüs gibi kabarıp kabarıp inen- mavi deniz üerinde gülyorlar, eğleniyorlardı lardı. Gemldekiler —garip bir tesa - düf!— bep gençti, kaptan Loredano henüz otuz yaşındaydı. Kıbrıs ki mandanı Marko - Antanio- Braga- dinoya Senatonun mehrem emir. lerini tebliğe memur olduğunu söy- leyip duran Viktor Suranço Lore rdanodan üç yaş küçüktü ve Kor- fudaki istiratyotlere o (muntazam süvari) kumandanı tayin edilmiş o TAN lan Piyetro Kapitano ise her #ki a- silzadeden büyük olup otuz beş yaşlarında görünüyordu. Gemi za- bitleri ortalama bir hesapla ayni yaşlarda bulunduğundan güverte- deki umumi neşeyi tabli görmek dâzımgeliyordu. Lâkin bir hakikati de unutma mak lâzım, Geminin kaptanı, top- çu başısı, silâh endazlar başbuğu, dümencisi, hesap memuru, bunla- rın muavinleri, asaletmeap Viktor Suranço ve Piyetro Kapitano, ara- larında Bafa bulunmasaydı, yine böyle kahkahalar savurarak, çeşit çeşit oyunlar yaparak mı seyahat- lerine devam edeceklerdi?. Mu- hakkak ki, hayır. Onları böyle ba- rekete geçiren hep o yavrucağızın güzelliğinden yüreklere sızan, ya- yılan alevlerdi. Herkes, büyük ve küçük rütbede herkes, ona yaran- mak ve kendini beğendirmek is- tiyordu. Lâkin kiz, her yere ış ğını döküp te hiç bir yerin kay- gusunu taşımıyan güneş gibi on- ların hülyalarına karşı kayıtsızdı, oturduğu yerden gözlerini denize vererek derin derin düşünüyordu. Bir dişi, otuz erkek! o Bu, bir kemik ve otuz köpek demekti. Fa- kat ortadaki nimetle o nimete mi- delerini açanlar arasında şuurun hâkim oluşu hırlama, boğaz boğa- za gelme gibi vaziyetlerin belir - mesine mâni oluyordu. Yani ke - miğe herkes geviş getiriyor, fakat kimse pençe atamıyordu. İşte in- sanla hayvanı ayırt eden kuvvet- lerden biri de budür. İnsan, kala- balıkta veya kanunun tazyiki ul tında ihtirasına hâkim olur. Hay- van, böyle bir ihtiyatkârlığı gös- teremez! Bununla beraber kemikğe göz dikenler, yavaş yavaş ve derece derece (o şuurlarını da kaybetmek istidadındaydılar. Engin bir deniz, ılik bir hava, o hudutsuz bir gök, hüsnün o cazibesini çoğaltmakta, kalbin mukavemetini azaltmak - taydı, Tabiat denizin sesinde, gö- ün renginde, havanın iikliğında hep syni emri fısıldıyor: “Sevi - niz, sevişiniz,, diyor gibiydi. Ku- lağa değil, kalbe ve iradeye hi- tap eden bu sesten heyecana gel - memek imkânı yoktu. Lâkin Bafanın kayıtsızlığı bü - tün bu heyecanları sersemletiyor, hedefsizleştiriyor, şuursuzlaştırı » yordu. Bütün erkekler, o kayıt- sızlığı yıkmak kudretini nefsinde göremediklerinden aptal aptal gü- Tüp duruyorlardı. Ağlasalar, şüp - he yok ki, daha iyi yapmış olacak- lardı. Fakat, birbirlerine gülünç olmamak için, hep birden gülü - yorlardı, (Devamı Var) CEP KİTAPLARI 33 Artistin Ölümü Yazan: A. ÇEHOF Türkçeye çeviren: B. DENİZ Fiyatı 10 Kuruş Cep Kitapları serisi muvaffakıyetle neşriyatına devam ediyor, Bu seriyi takip ediniz. Senelik abonelere bir küçük kütüphane hediye edilir. Kütüphaneleri İdarehanemizden aldırınız. Abone Şartları : Senelik abone ö lira. Altı aylık abone 4 4 liradır. Satış Yerleri : Yeni Kitapçı: Ankara caddesi 8$| Na. Senelik abonelere bir küçük kü-| Ankara satış yeri: Bilâl Akba. tüphane hediye edilir. Adres: su 91. Ankara caddesi Reşit Efendi Hanı birinci kat. Posta kutu- Konya satış yeri: Yeni Kütüphane Bilecik satış yeri: Nail Kitabevi İzmir satış yeri: etini Kütüp- hanesi, MESLEKİ İSTİKAMET (Başı 5 incide) vemayülünün tatminini mümkün kılan kasaplık, avcılık, operatör. lük... gibi muhtelif meslekler var- dır. Bunlardan birinin intihabı, da- ha ziyade ferdin haricindeki yaban- cı tesirlere tâbidir. Allevi vaziyeti müsait, olan insanı, kasaplık yeri- ne operatörlük aslağini seçecek» tir, Der TET İTE ORT TRT ve tesiri etlerde bir iş- tikrâr EREL. v& bunlar, a , ha rici tesirlere karşı elddi bir a vemet göstermeleridir. © Son olarak şunu da ilâve edelim ki, fertlerin ekseriya değişen (mes- leki alâkaları — interets professi- onnelles), hakiki istidatlarına ve vaziyetlerine nadiren tekabül et- mektedir. Almanyada 1925 — 1926 senele- ri arasında mesleki istikamet ofis- lerine müracaat eden 230 bin genç şu üç meslekten birine girmek is- temişlerdir: Maden sanayli: 62.000, Ticaret 49.000, Tahta sanayii 21.000 Görülüyor ki, bu gençlerin he. men beşte üçü, üç meslek grupu üzerinde toplanmıştır. Kızlar için vaziyet daha fenadır, Ayni seneler içinde mesleki isti- kamet..bürolarından tavsiye isti- yen kızların üçte ikisi yalnız üç meslekte temerküz etmiştir; Elbise sanatleri 36.000, Büro işleri 38.000, Ev işleri 31.000. Bu makalemle, mektebi ve mes- leki istikamet meselesinin lüzum ve ehemmiyetini tebarüz ettirmiye çalıştım. . Memleketimizde henüz meşgul olunmıyan bir mesele ile, bilhassa sınai inkişaf vaziyetimiz gözünülde bulundurularak, yakın- dan alâkadar olmak zamanı geldi- ği kanaatindeyim. Günah ..ss-* Yazan: Kerime Nadir Aramızda uçurumlar açan şey neydi?.. Bu yakla" şan ayak sesi mi? Birdenbire (o mukavemetsiz bir kıskançlık kalbimi bürüdü. Bu engeli ortadan kaldırmanın pek te güç bir şey olmadığını düşündüm. Fakat yine bir anda sefil ruhumdan bir ürperme geçti. Bu derece alçalmak, bu derece insanlıktan çıkmak hangi eme- Je kavuşmak içindi?.. Nüvidle aramızda çürük bir bağ varsa, onuda artık koparmış değil miydim?. Daha ne bekliyor, ne umuyordum?... Birden çocuğumu sormağı hatırladım. Telâşla: — Nüvid!. diyebildim. Fakat devam edemedim, Zira Ali Rıza gülerek içeri girmişti. — Ehemmiyetsiz bir kaza olmuş, dedi. Mösyö Pi- yer pencereden bakayım derken sehpanın üzerinde duran büyük saksıyı devirmiş... Ben bir söz söylemiş olmak için: — Kırılmış mı? diye sordum. — Evet.. Lâkin ne ehemmiyeti var?. Kaza bu!.. Sonra bize yaklaşarak ilâve etti: — Ey, ne buldunuz-bakalim?.. : Pürüzlü bir sesle ve yutkunarak mırıldandım: — Hiçbir şey!.. — Nasıl hiçbir şey?. Muayene ettiniz mi?.. — Evet". Biraz mideleri üşümüş... — O halde korkulacak bir şey değil!.. zum mı? — Hayıt eföndim. Ali Rıza memnun görünüyordu. Ellerini uğuştura- rak; — Çok teşekkür ederim beyefendi, dedi. Size zah- met verdik., — Estağfurullah! diyerek Nüvidi başımla selâm» Jadım ve kapıya doğru yürüdüm. Ali Rıza galiba karısının yanında kalmak istiyon © du, Bunu ihsas eden bir tavırla biraz geriliyerek: Perhiz lâ- ende mi? TEFRİKA No. 25 — Buyurun, siz buyurun... dedi. Hemen kendimi dışarı attım. Fakat iki adım gi- demeden orada, duvara dayanıp karanlıkta hareket- $iz kaldım. Çektiğim ıztırabı, duyduğum vicdan a28- bını, hissettiğim nedameti ifadeden âcizdim. Nüvidsiz bir gün değil, bir saat yaşamanın benim için imkânı olmadığını artık anlamıştım. Bu kadın benim yalnız kafamda ve ruhumda yaşamiyordu. Onun aşkı vücudümün her zerresinde idi, Kendimi zorlıyarak merdivenleri indim ve salona girdim. Kontla oğlunun merak taşan gözleri derhal gözlerimi: bulmuştu. Bitkin bir halde oradaki bir is- kemle üzerine yığılarak başımı ellerimin arasına al- dım. Piyer derhal yanıma gelmişti. Saçlarımı okşiyâ- rak: — Ne oldu? Ne oldu?, diye soruyordu Doğrularak: — Hiç! dedim. Heyşey mahvoldu... — Ne diyorsunuz?. Niçin?.. Omuzlarımı silkmekle iktifa ettim. Kont ağır bir sada ile: —Arzularınızı red mi etti? dedi. — Hayır!,, Kendisine bir arzu izhar etmedim kit. — O halde?... Vakayı kısaca anlattım. Baba oğul hayretle beni dinliyorlardı. Sonra birbirine baktılar. Ben hâlâ va- ziyetimi bozmuyor ve iskemlenin üstüne düştüğüm gibi oturuyordum. Kont ayağa kalkarak yanıma gel- di. Ellerini arkasında katvuşturup bir an beni süzdük- ten sonra yavaş yavaş şu sözleri söyledi: — Bu, fazla heyecan ve asabiyetin neticesidir. Mantıki ve dürüst konuşabilmeniz için soğukkanlı ve sakin olmanız lâzımdı. Fakat yine ümitsizliğe düş- a miki hatamzı tâmir Başımı salladım; — Artık buna imkân yok«, Her şey bitti... — Hiçbir şey bitmiş'değildir oğlum.. Siz daima doğru ve aydınlık yolları bırakıp karanlık ve çık- maz sokaklara saparak hayatı takip ediyorsunuz. Buna yaşamak denmez.. Bir an sustuktan sonra ilâve etti: — Sizin sandetiniz için bir dostuma HKanefi derhal kabul edemezdim, Yine de vicdan azabından kürtul- duğumu zannetmeyiniz.. Fakat sizin iyiliğiniz için her türlü fedakârlığa razı olmağa yemin etmiş bu- lunmaktayım.. Bu yeminimi tutacağım.. — Teşekkür ederim Kont Cenapları.. — Oğlum da ayni gayededir.. Bundan emin ola- bilirsiniz... Piyer bir söz söylemek istedi. Fakat Ali Rızann. içeri girmesile sustu. O gece saatler nasıl geçti bilmiyorum. Şarabın kuv- vetile birkaç lokma yemek yiyebilmiştim. Sonra geç vakte kadar oturduk ve konuştuk.. Nihayet.. yanan ellerimin Ali Rızahın sert avuçları içinde dostane bir tarzda sıkıldığım hatırlıyorum... Başımı cinnet nöbetine “benziyen muhteris bir hal kapladı. Yatağımın içinde mütemadiyen çarpınmak- tan yanımdaki arkadaşlarım uyuyamıyorlardı. Ne- ler düşünüyordum? Bunları sıralamak ne kadar güç!,, İler şeye rağmen netice kararsız kalıyordu... Böylece iki gün geçti. Bütün saatlerini uykusuz geçirdiğim bir gecenin sabahında kahvaltı ederken emirber bana bir mektup getirmişti. Derhal yırttım ve Lidanın imzasını taşıyan şu satırları bir hamlede okudum: ği “Halük Bey; Birdenbire ortadan kaybolmanıza fena mânalar veriyordum, Teklifimin sizde iyi bir tesir uyandır. madığını zannetmiştim. Halbuki dün bir vesile ile arkadaşlarınızdan besta olduğunuzu öğrendim. Bu habere sevindim dersem bana gücenmezsiniz değil mi?, Çünkü sihhatte olduğunuz halde beni arama- saydınız kendimi pek ziyade bahtsız hissedecektim. Yakında şifa bulmanızı bütün kalbimle diler ve kıymettar cevabınızı beklerim, Iztırabımı bulandıran bu mektubu derhal buruş turup atabilirdim. Fakat birdenbire bu bana bir kur- tuluş, yahut bir teselli çaresi gibi geldi. Lida ile meşgul olmak ötekini unutturmazsa bile gönlümü #- vutabilirdi. Bu kararla biraz neşe bulmuştum. Oğle yemeğine kadar, birkaç zamandır terkettiğim dil şa- kasına başladım. Arkadaşlarım bunun bir fevkalâde- likten ileri geldiğini gülerek söylüyorlardı. Nihayet hazırlanmağa başladım. O gün yeni dik- tirdiğim lâcivert kostümümü giyinmiştim. Süsüme her zamankinden ziyade itina ettim. Dağınık saçla- rımı yandan ayırdım. Güderi eldivenler taktığım el lerim ârasına zarif bir baston aldım. Arkadaşlarım içinde beni kıskananlar var mıydı bilmiyorum.. Yalnız, müstesna bir hürriyete malik oluşum hayli dedikoduya sebebiyet veriyordu. Nibayet başçavuştan izin alarak garnizondan w- zaklaştım. Gayet güzel bir ikindi vaktiydi. Mevsim sonbahar olmakla beraber hava bir yaz günü gibi durgun ve sıcaktı. Dımağım mütemadiyen işlediği halde ağır adım- larla kasabaya geldim. Dalgınlıktan sıyrılmak, dö- şüncelerden uzaklaşmak; ruhuma ve başıma abanan bütün ağırlıklardan kurtulmak ve böylece âvüre ve kayıtsız bir mektep çocuğuna benzemek istiyor- dum. Bunun için bir çare araştırdım. Ve yolu uzatarak kasabanın çarşısından geçmeyi hesapladım. Bu fikir fena değildi. Hem başka şeylerle meşgul olur, hem devakit geçirmiş bulunurdum. Çarşıya daldım. Sağa, ola, dükkânlara, işportala- Ta bakarak, bazan hoşuma giden bir seyin flatını s0- rarak ilerliyordum. Böylece bir müddet oyalandıktan sonra artık akşamın yaklaştığını ve her şeye rağmen Lidayı görmeğe gitmek zamanının geldiğini gördüm. Başım biraz açılmıştı. Ruhumda eskisi kadar kasvet hissetmiyordum. Geri dönmeğe başladım. Lâkin birdenbire olduğum yerde kaldım. Denebilirdi ki, göğsümün üstünde bir dinamit patladı ve ben berhava olarak tamamile varlığımı kaybettim... Yanlış görmüyordum. Birkaç adım ötede Nüyid bir Rus çocuğundan alı; veriş ediyordu. (Devamı vari

Bu sayıdan diğer sayfalar: