7 Mayıs 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 7

7 Mayıs 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

-Portre UY ü Sultan Mustafa, deli. # ini kitaba uydurmak İs- yen hükümdarlardandı. Yıllarca kafeste yaşadığı ve her dakika ze- İrlenmek “korkusu geçirdiği için tahtası sağlam değildi, yani kafası Beyli bozuktu. Fakat Deli İbrahim 8İbi zrzop sayılamazdı, İstemeyi Ve Yaptırmayı bilirdi Onun zamanında İstanbulda bu- İunmuş olan Baron de Tott kendi. sini şöyle tarif ediyor: “Sultan ötafanın bacakları çok kısay- “. Lâkin ata bindiği vakit, uzun boylu görünürdü. Yüzünde hemen öze çarpan bir sarılık vardı. Bu- Mu şehzadeliğinde — alışıklık te- Mon «dip müafiyet kazanmak fik. #iyle — bol bol içtiği zehi tesirine hamlediyorlar. Gö üdeta başka bir yapılıştaymış his- SİNİ verirdi. Çok iri olmakla be - Taber, ta başının hizasında bulunar bu gözler, hiçte görmezdi. urnu kocaman ve yassıydı, “Kâğıthane âlemlerinin, helva #ohbetlerinin Çırağan eğlencele - Şahinşahlığını yapan ve bu sebeple tacını, tahtını kaybeden Şüncü Sultan Ahmedin bu garip Yaradılışlı çocuğu, şüphe yok ki, zeki bir adam deği #iz filozofu Volter'in ikinci Kate- TİN'e yazdığı mektuplarda karike- türünü çizdiği Osmanlı hükümdarı da Sultan Mustaf a benze- Mez. Volter, Katerine yaranmak için yö Il a ai - i dir HİP olarak tasvir ediyor. Üçün- cü Sultan Mustafa, ömrünün' hiç bir devrinde tasvir et Miştır. Daima siyaha boyanan bir Sakal içinde onun sarı çehresi, or- ta bir zekâ göstermekten geri kak mmiyordu.,, O smanlı tarihçileri onun tahta çıkar çıkmaz bir kaç şöh - retli kafa kestirdiğini, sonra kı - Yafet işleriyle uğraştığını yazar - lar. Onun üç büyük merakı vardı: Tebdil gezmek, halkın kiyafetiyle uğraşmak, yıldızlardan haber s0 - Tup haber almak! Bu tebdil gezişlerde bir çok tu- haflıklar yapardı, alış veriş baha- Besiyle girdiği dükkânlarda, nar- ha riayet gösterilip gösterilmedi - ğini sraştırırdı. . Meselâ sarayda İstanbul sırmalısı denilen kıymet- li kumaşın görünmez olduğunu an- layınca kılığını kıyafetini değişti. Terek çarşıları dolaşmış ve o ku- maşın piyasada neden bulunma - dığını inceleyip araştırmıştı. Bu zahmet sonunda o, Istanbul sır malısının Venedikten gelen ayni Seşit kumaşla rekabet edememek Yüzünden yapılmaz olduğunu an - ladığından sadrazamı sıkıştırmış, yeniden tezgâhlar kurdurmuş ve umaşın yapılmasını temin ettiği &ibi, vezirler başta olmak üzere bütün devlet ricali tarafından bay- ramlarda saraya verilen hediye - ler içinde İstanbul sırmalısının da bulunmasını mecburiyet altına al- muştı. Yine bu tebdil gezmeler sırasın da bir gün kale haricinde gezinir- ken, o devirlerde Tatar adı veril - mekte olan postacılardan birinin Sala kamçı yol aldığını gördü, ya- Rındaki atlılardan birini koştura- rak heriti durdurdu, götürmekte olduğu posta çantalarını açtırdı, i- şindeki mektupları bire: kudu. Bu Tatar Eflâk nın postacısı olup İstant yazılan mektupları tat n arasında Hekimbaşı Arif e- de bir kâğıdı vardı ve sa- rayın bu meşhur adamı E! vodasındari bir takım eşya İs du. Üçüncü Sultan Mustafa kendi adamlarından birinin bir Voyvo - dadan öteberi istemesini çok çir- kin buldu, sarsya döner dönmez gi kıyafetiyle uğraşmak ta onun için bir dert veya bir zevkti. Bir gün şu unsurun kara yazma sarmasını, başka bir gün diğer bir unsurun mavi papuç giymesini emrederdi. Bir gezinti sırasında kakum denilen kürkler- den birini sırtına geçirmiş ve ar- kasına da bir kaç uşak takmış o- lan bir adam gördü. Devlet rica- linden gibi görünen o adamın zen- gin bir kasap olduğunu öğrenince, devlet hizmetinde olmıyanların ve büyük mesnet sahibi bulunmıyan- ların böyle kerli, ferli dolaşmala- rını yasak etti. Onun fikrince kıy- metli kürk giyebilmek için mut- laka memur ve büyük memur ol- mak lâzımdı. . Kadınların sımsıkı kapanmaları” ni, mesirelerde dolaşmamalarını iltizam edecek kadar (o taassuba mağlüp olan bu padişah, siyasi münasebetlerde taassubu birakır- dı, nezaketli davranırdı. Fransa donanmasında küreğe £ vurulmuş otuz kadar Türk bulünduğunu du- yar duymaz, Kral on beşinci Lpi- ye haber yollamış ve bu Türkle- rin serbest bırakılması talebinde bulunmuştu. Kral onun iltimasını kabul ederek küreğe konulmuş Türkleri serbest bıraktırdı ve İs- tanbula yolladı. Elçi Vergennes te onları giydirdi, kuşandırdı, saraya getirdi, Üçüncü Sultan Mustafa bu cemileyi karşılıksız — bırakır,adı, Osmanlı donanmasında kürek çe- ken hıristiyanlardan üç yüz kişi- yi bürriyetine kavuşturdu. Fakat onun en çok uğraştığı, merak sardırdığı şey, yıldızlardı. Gece ve gündüz hesaplar yapar, yaptırır ve gelecek günlerin sirri- nı yıldızlardan anlamağa savaşır- dı. Prusya Kralı Frederik'in yedi yıl süren bir harpte bir çok zafer. ler kazandığını işitince, onun mü- recelmler yardımiyle bu muvaf- fakıyete erdiğine hükmetti, bize “Hulâsatilitibar,, adlı güzel bir ri- sele bırakan küçük evkaf muha- sebecisi Giritli resmi Ahmet efen- diyi Berline yolladı, Kral Frede rik'ten üç müneccim istedi. Mak. sadı, o müneccimleri kendine mü- si damandan ” si ğe siyasi, askeri, mali te- şebbüslere girişmek ve iyi vezir- ler, kumandanlar seçgbilmekti. ral Frederik halden © anlar bir hükümdardı. Osmanlı elçisinin resmi bir üslüpla kendi- ne yaptığı iltimas üzerine istihza etmedi, Üçüncü Mustafanın adam- sızlıktan nasıl bunaldığını ve sui- idareden nâsıl müteessir olduğu- nu sezdi, resmi Ahmet efendiye e avene UYAEYI — Azizim, elçi efendi! Şevket- lü padişahınızın kazandığım mu- vaffakıyetleri tetkike değer bul - masından memnunum. Benim po- Utikada, harplerde muvaffak olu şumun sırrı üç noklaya inhisar eder: 1 — Tarih okümak, eski tecrü- belerden istifade etmek, 2 — İyi bir orduya malik ol mak ve sulh günlerinde de hu or- duyu — muharebede bulunuluyer- muş gibi — talim ettirmek, 3 — Hazineyi dolu tutmak. Muhterem dostum Sultan Mus- tafaya bu üç sırrı söyleyiniz, kul- landığım müneccimlerin bunlar - dan ibaret olduğunu da ilâve edi- niz; Tarih, ordu ve para!.. İşte hiç aldanmıyan üç müneccim. Üçüncü Ahmedin oğlu ve Ü- üncü Selimin babası olan Üçün- cü Mustafa kendisine tavsiye o- lunan üç müneceimden etti mi?.. Tarih bu suale karşı ko- caman bir “Hayır!., demekte te- reddüt etmiyor. | Erbistan Kapıdere Yolu Elbistan, (TAN) —- Kapıdere — Elbistan arasındaki 65 kilometrelik yol her ilkbaharda tesviye edilmek- ten ve her sonbaharda devamlı yağ- murlarla harap olmaktan artık kur- tulacaktır. Elbistanın malı olan ve şimdiye kadar Maraşta bulunan si- lindir getirtilerek yolda faaliyete ge- mesabesindeki bu yolun şose haline getirilmesi kararı, halkı çok sevin- dirmiştir. —. Kütahya Köylerinde Kütahya, (TAN) — Vali Hâmit Os- İ kan, yanında Ziraa* Bankası müdü: Emin Okçu olduğu halde, Aslanapa nahiyesine gitmişler, Bahiyenin bir kısım köylerini gezmiş, bir kısmının da mümessillerini merkezde toplıya- rak ihtiyaçlariyle meşgul olmuş, ta- vuk yetiştirme ve ağaçlandırma hak- kındaki evvelki tebligatını takip ey- lemiş, kağnı arabalarının kaldır. ması hakkında meclisi umumice ve- şevir yapmak ve onların yıldızlar- İrilen kararın tatbikatına dair temas- dan alıp tebliğ edecekleri haber. | larda bulunmuştur. istifade | irilmiştir. Elbistanın hayat damarı | ral ve Kraliçe ünde Şehirde ezinti Yaptılar K“ Zogo ve refikası, İstan bula geldiklerindenberi dün ikinci defa olarak odalarından ve otellerinden çıkmışlar, öğle yeme- ğini Parkotelde yedikten sonra, Büyükdereye kadar bir otomobil gezintisi yapmışlardır. Bu “gezinti esnasinda kendileri- ne, yanlarına verilmiş bulunan iki emniyet o memurumuzdan başka kimse refakat etmemiştir. Benim, şu satırları yazdığım si- rada, saat tam 19 dur. Hesap edi- yorum: Şu anda, Zogo'nun, refikası, yavrusu ve maiyetiyle Sirkeci rına ayak basışının üzerinden tar 88 saat geçmiş bulunuyor. Bu ka- dar zaman içinde, ( ötellerinden, hattâ odalarından yalnız iki defa çıkan, ve her iki çıkışlarında da şehirde iki, azami üç saatten fa la kalmıyan Kralla Kraliçe, ken- di kendilerini âdeta hapsetmiş sa- yılmazlar mi7, Fransız gazetelerinde, onların Larissa'da yaşadıkları acıklı gün- leri de ayni şekilde geçirdiklerini okumuştum. Dün, Perapalas oteline girer - ken, herkes gibi ben de, onların. seksen küsur saati, İki oda içinde nasıl geçirdiklerini, nelerle oya land: düşünmüştü, veler konuştuklarını ve daha evvelki gün olduğu gibi — vie, Re ii Adalar. ari da, yah, köşk, konak tutturmak istiyen açık göz simsarlarla, tek lâllarla, mal sahipleriyle doluydü. Onların topuna birden, Kralın ya- veri tarafından verilen kat'i ta şu oldu: kirdir: Fakat şimdilik, yerini de- giştirmek niyetinde değildi Halbuki, onları oradan nezaket- le savmak maksadiyle verilen bu cevap, hiç te hakikatin ifadesi de- ğildi: Çünkü ben, Kralın, Büyük- derede oturmıya karar verdiğini, hattâ kendisine gezdirilen yalılar. dan birisini tercih ettiğini, kendi- siyle her gün görüşen nasırların « dan birisinden öğrenmis bulunü- yordum. ibi otel holünün bir köşesi de, çiçek buketler luydu. Ortada dolaşanların esra- renğiz ve eşsiz ketumiyetlerine rağmen, bu buketlerin Kral Zogo- ya ve Kraliçeye, İstanbuldaki Ar- navut bahçıvanlar tarafından he- diye edildiklerini anlıyabildim. Sakın bu basit malümatı edine- bilişimi küçük bir marifet sanma- yın: Zira emin olun ki, otelin en geveze garsonları, Kralın ne ye- mek yediğini bile, insanın kulağı na, âdeta korkunç bir sır ifşa eder Bibi korka korka fısıldıyorlar. On- lirdan öğreniyoruz ki, Kral, ve Kraliçenin yemek ( intihabindeki zevkleri, birbirine tamamen gunmuş: İkisi de balığı, diğer et- lere, ve hafif sebzeleri, hamurlara fâzla yağlı ve ağır yemeklere ter- cih ediyorlarmış. En sevdikleri, ve hemen her gün yedikleri Y ler şunlarmış: Domates dolmasi, kabak dolması, zeytinyağlı engi- nar, ve portakal kompostosu... İ- kisi de, hiç bir içki kullanmıyor. larmış, İçkiye karşı bu sıkı ve muvak- kat perhizin asıl sebebi, Kraliçe- min, çok ağır şartlar içinde atlat tığı lohosalık sarsıntısından henüz tamamen kurtulamamış bulunma- saymış. uy- ün, birbirleriyle konuşan o- tel mensuplarından bazıla- rının sözlerine hırsızlama — kulak misafiri olarak öğrendim ki, Kral da, Kraliçe de, düny nın her ta- vutlardan, bitmez tölgrafları almaktaymış - Anlaşılan, konuşanlardan birisi- nin kuleğı duha delik. O, bu ma- 1imata, şu cümleyi de ilâve edi yor: “.— Dün Amerikadan gelen mek- tuplardan birisinin üzeri, bir film kumpanyasının ântet Galiba, Kraliçeye, film çev teklifini ısrarla tekrarliyorlar... ırsonlardan birisi de, içlerinin altın dolu olduğu sanılan ağır ba- vullardan üç tanesinin açıldığını görmüş. Diğer yedi bavul, hâlâ ka- palı olarak Kralın kendi odasında duruyormuş. Açıkgöz garson, ar- kadaşına: “— O, diyor, üç bavuldan birisi, resimler, kalın kalın kitaplarla do- tuydu. Diğer iki bavulda da, kiy- metli kılıçlar, murassa kamalar, ve altın, gümüş sofra takımları vard; Soruştura, soruştura, ve küçük- lü büyüklü havadis kapma hilele- rine baş vura vura, Kralla Kesli. çenin bir günlerini nasıl geçirdik- lerini öğrenmek İm Tabildim: Her sabah, saat sekizde kalkı - yorlarmış. Kralın ilk işi, traş ol mak, ve banyo yapmakmış, içenin de banyosunu ından rını İçiyorlarmış. U- zunca süren bu hafifçe kahvaltıyı müteakip, Kraliçe, ya Zoğo'nun hemşireleriyle, ya kendi biraderi- İe sohbete, yahut ta bir kitaba da- lıyormuş. O sırada, Kral da, bü- tün İstanbul gazetelerini dikkatle okuyormuş! Kralla Kraliçe, birbirine geçme iki odayı işgal ediyorlarmu Bu odalardan birisinde, veliahi- İs, iki guvernandı yatıyorlarmış, Kral da, Kraliçe de, yıkılan sal- tanatlarının olanca acısını, bu kü şük ve tombul yavrunun sevgisi le unutuyorlarmış. Kral da, Kraliçe de her sabah, her akşam, ve günün bazı saatle rinde, küçük yavrulariyle, birer çocuk neşesiyle oyalantyorlarmış. Kral, küçük veliahtı: Benim canlı tacım! kucaklıyormuş. Kralın da, Kraliçenin de, gece yarısından sonra, o yataklarından kalkıp yavrularını yokladıkları da rını da bu diye Bütün bunları söyltyen li Alman guvemani de, yav- ün ana ba Geldiğimiz lerinden, ve den evvel, gün, sordular tavsiye olunan edilir not ettiler. Fakat, çok şükür, bugüne kadar. doktor çağırmak lüzumu duyuk madı. Zira, çocuğu tarttık: “Bir buçuk aylık yavru, 11 kilo geli - yor. Sıhhati, tamamen yerinde, Yalmz, biraz » mea... Fakat bu da, kâfi derecede hava ulama- mış bulunmasından olacak. O- nun, etrafında olup bitenleri, in- siyakiyle sezdiğini, ve ondan mah- zun olduğunu söyliyenler de var.” Yine garsonların söylediklerine göre, Kral Zogo, fransızcayı da, almancayı da, italyancayı da türkçeyi de, kendi lis kus laylıkla görüşüyormuş. çey- ie daima almanca konuşuyorlar- Kral, hemşireleriyle, bazan ve miş İransızca, bazan da italyanca gö- Tüşüyormuş. kendi diliyle hitap ediyor, garsonlara e mirlerini de türkçe veriyormuş! Öğle yemeğinden sonra, bir kaç #aatleri uykuyla geçiyorr Nazırlarına uş. Ak- şam üzeri, Kral, nazırlarını kabul ediyor, ve onlarla uzun uzun ko- nuşuyormuş. Günün bir iki sa tuplarını, telgarflarını onlardan münasip ini de, mek- okumak, gördüklerine cevap yazmakla geçiriyormuş. kşam kahvaltısından, akşam yemeğine ka Kraliçe de, kimseyi kabul etmi - yorlar, ve baş başi Akşam yemeğini de odalarında yedikleri sırada, o Ankara radyo- sunun neşriyalını dinliyor Kral alaturka şarkıları, hissedile- silecek derecede aşikâr bir zevk duyarak dinliyormu$. Ankara rad- yosunda alaturka kesilince, kendi Öz vatanının sesini dinl ihti. yacını duyan Kraliçe, Peşte istas yonunu ararken, Kral Zogo da, Fransız gazetelerine uzanıyor, ve onların sayfalarmda, n kaldığı hâdisatın a liyormuş! kalıyorarmış. ERİŞ, Şimdi bu satırları yazarken. © gözlerimin önündedir: £ Radyoda, Ankara istasyonunu arıyor. E düğmenin ucundaki ir Tiran istasyonundan ; ler getirirken eli titriyor... Ve tip- kı, bu milli kıskançlığın acısına âşina olan benim gibi, onun da... Gözleri ıslanıyor! iz iğne ci ses

Bu sayıdan diğer sayfalar: