17 Mayıs 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 6

17 Mayıs 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Türk Safosunun Hayatı Saray Halkı Endişedeydi TEFRİKA No. 45 Sokullunun Topkapı Sarayındaki Haznedarbaşıyı Bile Öldürmesi Endişeyi Arttırmıştı Bu derman da, o süzülüşü gi- dermedi ve Safo yine hasta kal dı. Gerçi geziyordu, dolaşıyordu, çocuklariyle meşgul oluyordu. Ko- casına geceleri, arasında yer veri yordu. Fakat dalgınlıktan ve za- yıflıktan kurtulamıyordu. Bu ma- temi sürünüş, Kıbrısın Türkler tarafından zaptı tarihinden iki ay sonraya kadar devam etti ve bü- tün Türk ilinde bir yas havası es- tiği gün, Bafanın solgun yüzü gül- dü. smanlı tarihlerinde Inebahtı bozgunu, Frenk tarihlerin- de Lepanto zaferi diye mukayyet olan korkunç deniz harbini tel- mih ediyoruz. Malüm olduğu üze- Te, 1371 yılı birinciteşrin ayının ilk haftasında Türk denizcileri müttefik devletler donanmasına karşı mağlüp olmak suretiyle ga- lebe etmişlerdi. Kullandığımız tâ- bir, sakat görülmesin. İnebahtıda Türkler, alevle su arasında ve bi- rinden öbürüne geçmek suretiy- le mertçe, arslanca öldüler, talih- sizliğin, batmağa mahküm ettiği gemilerini yakarak ve o yangın alevlerini kendilerine kefen yapa- rak denize gömüldüler. “Galip sa- yılır bu yolda mağlüp,, diyen şair, işte bu ayarda sahneleri, düşüne- rek söylemiştir. Fakat Türk ili, bir Türk havuzu sayılan Akdenizde böyle kanlı bir hâdisenin.. cereyan...edebilmesini, yüzlerce Türk gemisinin yanıp binlerce Türk denizcisinin şehit Oliüasını havs#laya sığmaz bir fe- lâket olarak telâkki etti, bir kış mevsimi içinde hazırlanan yepye- nİ bir Türk donanmasının Akde- nize çıkıp ta, altı ay evvelki ge- İipleri emana düşürdüğü güne ka- dar yas tuttu, heyecan içinde ya" şadı. Yalnız Bafo, İnebahtı felâ- ketinden manevi bir şifa iksiri çi- kardı ve onu ruhuna içirerek, dert- ten kurtuldu. Biraz sonra, realist Venediklile- rin, İnebahtı deniz zaferine bel- bağlamak gibi bir hamakatten uzak kalmamaları, yeni Türk do- nanmasının o zafer kuruntularım suya düşürmekte gecikmiyeceğini anlamaları ve Kıbrıs adasını unut- mağa rıza göstermeleri üzerine, Türkler de sulhe müsait görün- düklerinden harp faslı kapanmış ve sulh devresi açılmıştı. Safo, bu haber üzerine büsbütün iyileşti, eski halini — her bakımdan — aldı, şehzade Muradın yine gülü ve bülbülü oldu. Yalnız gülü ve bülbülü değil. O, dünya hâdiselerini tahlilde daima beceriksizlik gösteren . kocasinin dimağı olmak zahmetini de üstü- ne almıştı. Şehzade Murat, son günlerde, onun muradına göre, düşünüyor gibiydi. Çünkü Safo, İstanbuldan — muhtelif kanallar muhtelif ağızlar vasıtasiyle ve © vasıtaların takip ettikleri emelle- re uygun şekillere bürünmek su- retiyle — gelen haberlerin için - den çıkamıyan, hakikati bulamı- yan kocasına rebberlik ediyor ve onun idrâkini sıkıntıdan kürtarı- yordu. Bu hizmetler tabiatiyle za- yıf iradeli erkeği, zeki kadına bir kat daha bağlıyordu. Safonun ne gibi roller oynadı- ğına bir nümune vermek için Kıb- rıs meselesinden, İnebahtı facia- sından ve Venediklilerle yapılan sulhten sonra, İstanbuldan gelen BRİ dın babası gece gündüz içtiği, dev- let işine alâka göstermek kabili- yetini kaybettiği için, bütün işler sadrazam Sokullu Mehmet Paşa- nın omuzuna yüklenmişti. Bu tec- rübeli vezir demir bir elle devleti idare ediyordu. Fakat kazandığı nüfuz, padişahı gölgede bırakacak kadar büyüktü. Hattâ saray adam- larını bile istediği surette tekdir ediyor, cezslandırıyordu. I şte bu hal, İstanbul sarayın- da bulunanları telâşa dü- şürdüğü gibi Manisa sarayında o- turanları da endişelendiriyordu. Hele Sokullunun Topkapı sara - yındaki hazinedar başıyı, yani pa- dişahın en yakınlarından birini öldürtmesi o telâşı, o endişeyi son hadde yükseltmişti, Vâklâ da gerçekten mühimdi. Çünkü padişahın onedimlerinden, musahiplerinden birini sadrazam- ların idama mahküm etmesi gö- rülmüş, işitilmiş şeylerden değil di. Fakat Sokullu Mehmet Paşa, nüfuzundaki yükseklikten cüret alarak, yahut padişahın sarhoşlu- ğundan istifade ederek, böyle bir bid'at kurdu, İkinci Selimin hu- zurundan çıktığı bir sırada kendi- sini muayyen bir yerde selâmlı- yan hazinedar başı Yusuf ağanın kaftanına el attı ve kapıcılar kâh- yası Gülâbi ağaya dönüp bağırdı: — Tut bre şu melunu, söyletme boğl.. Topkapı ve Manisa sarayların - daki nedimler, müsahipler bü cü- reti bir türlü affedemiyorlar, ve- liahta kalemle ve dille #urnallar vererek, küstah vezir aleyhinde o- nu gazaba getirmeğe savaşıyorlar- dı. Sokullu, onun eniştesiydi, bu bakimdan köle ve musahip takı- mının jurnallarına kulak asılma- mak gerekti. Fakat Murat, baba- sının adamlarını öldürten bu vezi- rin kendini de tahttan, taçtan cü- da düşürebileceğini kuruntulıya- rak, teliza kapıldığından, © zua temas eden herkesi dinliyor” ve bir karar veremediği «için de dâlma Safonun irşadına baş vuru- yordu. Şeyh Şücalar, kadı Üveysler, Kara Mehmetler ve bunlara ben- ziyen nedimler, hazinedar Yusuf hâdisesini bahane tutarak ayrı ay- rı şehzadeyi sıkıştırmışlar, taht üzerinde bir değişiklik vukua gel- diği zaman kendilerini zalim ve- drin iradesine kurban etmiyece- Bine'dair söz almışlardı. Görünüş te can korkusundan harekete geç- tiklerini zennettiren bu dulavere- TAN ciğsrin hakiki maksatları, Sokul- Iu gibi bir veziri feda ettirerek meydanı kendilerine hasrettirmek- ti. Fakat maksatlarnnı ustalıkla saklıyorlardı, şehzadenin önünde göz yaşı döke döke şu teraneyi irliyorlardı: — O vezir, bir gün bizede kı- yar. Sen lütfet, sen, bizi onun şer- rinden koruyacağına şimdiden söz ver, Padişahlık hulyasına biraz ha- kikat çeşnisi getirdiği için bu ni- yazlar, Muradın hoşuna gittiğin « den istenilen sözü vermekte tered- düt etmiyordu. Lâkin — babası- nın velishtken bir adamı tek bir kâğıtla Mısıra vali yaptırdığını ör. nek tutarak — Sokullu aleyhinde Topkapı sarayına mektuplar yaz- ması, onun azlini padişahtan iste- mesi yolunda telkinler, teklifler ve tazyikler baş gösterince şaşa- Jadı, Safodan tenevvür etmek is- tedi. Zeki kadının kisa bir düşün- den sonra verdiği fikir şuydu: — Eniştenizin aleyhinde zinhar bulunmayın. Çünkü şevketlü pe deriniz sizin ricanızı kabul etmez de, onu yerinde birakırsa, büyük bir düşman kazanmış olursunuz. Bu düşman, ilk fırsatta sizi tahtı- nızdan mahrum edebilir. Murat bön bön “Nasıl eder,, de- yince, şu cevabı verdi: — İstanbulda bir kaç erkek kar- deşleriniz var. Sokullu bunlardan birini, babanızın hayattan çekil mesiyle beraber, tahta çıkarır, ye- niçeriler! de para kuvvetiyle ona itaat ettirirse, siz burada ne ya- pabilirsiniz?.. Onun için acele bu- yurmayın, gazabınızı ona hisset - tirmeyin. Hattâ vezire sik sık he diyeler yollayın, iltifata bulunun. Ve dudağını kocasının kulağı na yanaştırarak ilâve etti: — Bizim güneşimizin doğduğu gün ilk işiniz onu öldürmek olur! Bir taşla, iki kuş vuruyordu. Kocasına İstanbuldaki kardeşleri- ni rakip olarak gösterip, zavallı- ları babülarının sağlığında — sine si sinsi — idama mahküm ettiri- yor, Sokulluyu da “ayni vaziyete kendine de devlet idaresinde ra- kip olacak şahsiyetlerden. kurtul- mayı temin etmiş oluyordu. Tesadüf, bu işleri tam zamisnın- da yaptırıyordu. Çünkü Muradın babasında ölüm emareleri belir - miş gibiydi. Başta şarap olmek üzere, keyif veren zehirlerin hep- sini ölçüsüz kullanan Sarı Sultan Selimin beyni sulandığı gibi ba- Şina bir sallantı musallat olmuş- tu. O halinde yegâne düşündüğü şey, yine şarap, afyon ve kadındı. (Devame var) “HatayBaşvekiline ! Hediye Edilen Pirinç Tanesi Antakya — Başvekilimiz doktor Abdürrahman Meleğe Hindistandan bir “harikalı pirinç tanesi, hediye e- Nadide bir mahfaza içinde posta ile gelen bildiğimiz pirincin bu tek tanesine “harikı,, vasfını overmek hiç te mübalâğa değildir. Çünkü pi- rinç tanesinin özerine Fatiha Süresi tamam olarak yazılmışur, Ayni pi- rinç tanesi üzerinde İngilizce yazı!- miş üç fıkra da vardır. Birinci fıkın şudur: “İşte size mübarek olsün,, Tkinci fıkra da şudur: İskenderun- da Hatay devleti Başvekili Kkselâns Doktor Abdürrahman Melek Hazret- lerine,,. Üçüncü fıkra da aynen “Hindista. na bağlı Delhi mıntakasında Darü)- felâh müzesi tarafndan denilmek- tedir. Bütün bu yazılar, 255 harften mü- rekkeptir ve pertevsizle bakıldığı z4- man çok vazih olarak okunmakta. dir. Darülfelâh müzesi müdürü, Baş vekile gönderdiği mektupta, “buna benzer bir şeyin 14 üncü asırda Ti- murlenk ahfadından “Büyük Ekber Imparatoru,, adını taşıyan Mogol hü- kümdarına sunulmuş olduğunu ve bunun bir nohut tanesinin yarısı ü- zerine yazılan Kur'anı Kerimin âyet- lerinden birini taşıdığını, mezkür no- hut tanesiyle hediys edilen pirinç ta- nesi arr4'nda fark olduğunu, pirin. çin ve sathının daha küçük olduğu nu, 0 nohut tanesinde #7 harften iba- ret bir âyet bulunmasına mukabil bu pirinç tanesinde 255 harf yanlı olduğunu, söylemektedir. Pirinç tanesi üzerindeki yazılar, Derülfelâh müzesinde yazılmıştır. ——— Gazoz ve Memba Suları İmalâthanelerine Müjde: £ Sişelerin — ağızlarını kapatmak için en son sistem makineler ile A seseşi tarafından ih- Gazoz fabrikası tg edecekler için en son sistem Ortman ve Heröst fabrikaları amfilğtı makinalarla her pey m mâleeme SEVrO mü esetesinden tedarik edilebilir. Müracast: İstanbul Çakmakçılar yokuşu Sandalyacı- Jar şokök 1/14 numaralı Kumrulu banda SEVKO Tek 28207 imal edilen kapsüi-| "17 -5-939 Başı ağrıdan çatlıyacak gibi NEVROZİN En şiddetli Baş ve Diş Ağrılarmı Dindirir. NEVROZİN Bütün ağrı, sızı ve sancıları keser. NEVROZİN Nezle, Grip ve Romatizmaya karşı çok müessirdir, İstanbul 4 üncü icra Memurlü Zundan: Tan ve Son Posta gazetd lerinin 2/4/9839 tarihli nüshalaril 4/5/39 tarihinde birinci ve 19/5,/93! tarihinde ikinci arttırması yapılmal suretiyle 2280 No, lu kanuna tevf| kan satılacağı ilân olunan 3372 lin kıymeti muhammeneli Boğaziçind. Arnavutköyünde kilise sokağında e$ ki 4—4 mükerrer 6 yeni 14—14- 14 — 14/2. kapı No.lu iki kuyuy muhtevi zemini ahır üstü samanlı kâgir bir ahır ile ittisalinde “evvel ce yoğurthane halen kârgir mutbal yeri ve evvelce kahvehane halen 3 mele odası olarak kullanılan tel katlı ahşap üç bina ile bahçesinin bi kısmı bostan, çilek tarlası ve bi kısmı da gayri mezru arazi olan v tamamı 25548 M2 den ibaret bulu nan gayrimenkulün ikinci arttırmı tarihi “olan ”19/5/39 Cuma gününü: tatile tesadüf ettiği anlaşılmasın müddetin üç gün dah» uzatılarak i halenin 24/5/39 suli ginü saat 1 den 16 ya kadar dairemizin 34/434( No. su ile ve evvelce ilin oluna! şartlar dairesinde satılacağı tavzi hen ilân olunur. ve'Khap Bayı Vâkıt Akyaya've Şeri Abdul Şürupçu Bütün ihtiyaçlarmız temin edilir. Zührevi we efit hastalıkları mütehassır Öğleden sonra Beyoğlu Ağacam: karşısmda No. 133 Telefon:4358* ....... .... Günah Yazan: Kerime Nadir Heyecan içinde kalmıştım. Çarpıntım artıyordu. Kısık bir sesle: — Söyleyiniz.. Söyleyiniz.. Dedim. — Söylemeğe mecburum zaten!.. Karınız. biç ar- Zu etmediği Avrupa seyahatinde, bir tren kazasına kurtan gitti". Çenelerim kısılmıştı. Beynimin yandığını, kulak- larımın çınladığını duyuyordum. Koynundan bir zari çıkardı. Bana uzatarak” — Bu sizin, dedi. Üzerinde Nüvidin yazısını taşıyan bu zarfı, tit riyen parmaklarımla tuttum. O devam etti: — Kocası, kaza esnasında derhal ölmüş. Kendi- si ağır yaralıydı.. Ben, kazayı haber alır almaz, ya- ralıların nakledildiği “Mohilef,, hastanesine koş tum. Kazanın sebebi, bir tayyare bombardımaniyle hattın sakatlarmış olmasıydı... Nüvid Hanımı, baygın buldum.. Bir aralık açılır gibi oldu.. Kendimi tanıtınez, işaretle bir şeyler an- latmak istedi. Nihayet, pek müşkülâtla dedi ki; “Şayet ölürsem, koynumda bir mektup var. Onu Halüğa verin!.. Fakat yemin ettirin ona! Sakın mecbur olmayınca açmasın Kendisin! temin et- tim.. Şimdi bana yemin edeceksiniz. “Yemin,, kelimesi, kafamın içinde çin çın öttü.. Fakat, her şeyden mukaddes olan karımın arzusu- nu yerine getirmek için bir saniye tereddüt ede- mezdim.. Gözlerim yaşlarla dolduğu halde: * — Bütün mukaddesalım üzerine yemin ederim ki, Nüvidin arzusuna muhalif bir harekette bulun- mıyacağım., Dedim. Ve zarfı cebime koydum. O, ayağa kalkmıştı. Fakat hâlâ gözlerindeki ge rip bakışlar yerindeydi. Masanın üstüne bıraktığı pakete doğru yürüdü. Meraklâ harekâtını takip ediyordum. Paketin © ende mi? TEFRİKA No. 57 sssx sicimlerini kesti. Ağır ağır kâğıdını açtı. Meydana çıkan bir kutuydu, Kisa bir tereddüt ânı geçirdik» ten sonra, birdenbire dedi ki: — Size bir hediye getirdim. Fakat sakın bunu, bir intikam sanmayın!.. Aramızda böyle şeyler asla yoktur. Müteselli olmanıza âlet olmak gayesinden hiç ayrılmadım. Kutuyu açtı. İçindeki ince kâğıtları aralayınca, gözüme ilişen manzara ile ürperdim: Bu bir kuru kafaydı. Hafif bir feryadın dudaklarımdan fırlamasına mâni olamadım. Kekeliyerek: — Nedir 6? Diye sordum. Soğukkanlılıkla cevap verdi: — Sevgilinizin başı!.. Iğrenmeyiniz.. Onu sureti mahsusada hazırlattım. Uzerinde icap eden bütün fenni hizmetler görülmüştür.. Titriyordum. Bu adam, yaptığı hareketin borcu- nu, fabancamın bir tek kurşuniyle ödeyebilirdi.. Fakat, gözlerim bana sırıtan bir sıra sedef dişe di- kilmiş, hareketsiz duruyordum. Yanlış değildi.. Bu dişler, bu dünyada eşi bulün- mıyan güzel dişler, karımındı.. Fakat, bu iki büyük oyuk, ruhuma en tatlı heyecanlar dolduran bir çift elâ gözün mahfazası olan bu iki oyuk!.. Çıldıra- caktım!.. Başım zonkluyor, gözlerim kararıyordu... İniltiye benziyen boğuk bir sesle; — Benimle fena eğlendiniz, dedim, Fütursuz görünüyordu. Dudaklarında zalim bir tebessümle: — Onu size, ebediyen maletmek istedim, dedi. Şimdi şüphesiz müteessirsiniz.. Fakat ileride mem- nun olacaksınız. Annemin oğlu, belki de doğru söylüyordu. Lâkin, ben, kafamda kıvrılan istifhamların tahliline muk- tedir değildim.. Donmuş, katılmış kalmıştım... Biraz sonra, Piyer yanıma yaklaştı. Ellerini omuzlarıma koyarak, lekesiz bir dostluk ve sami miyet ışıldıyan bakışlı “Höğlerime dikti ve de di ki: — Siz, o insanlardansınız ki, onler kendi kendi lerini bedbaht ederler. Bazı âmillerin bahtsızlığı- nıza yer hazırladığını vehmedişiniz de, yine düştü- ğünüz hatalardan biridir. Hayatta hiç bir şeyden memnun olmamak, veyahut memnuniyetini azınsa- mak, insanım yaradılış kusuru olmaktay ziyade “Mantık,, denilen idare keyfiyetinin fena kullanı lışıdır bence!., Siz kendinizi belki herkesin fevki de gördünüz. Belki, kimsede bulunmıyan, meziyet- lere mülik olduğunuzu sandınız. Ve, bu “Mükem- meliyet,, e mukabil, hayatın size bahşettiği her şeyl mükemmel beklediniz. Halbuki, datma hayal suku- luna uğradınız.. Zannederim, size ilk isyan hamle sini veren ânnenizdir. Melez kan, damarlarınızı ya- kıyordu.. Ve böyle bir kadının oğlu olmayı, şeref- sizlik addediyordunuz.. Babamı öldürmenizi, ben yalnız böyle bir sebebe yükliyebildim. Hıncınız, intikam almadan yatışmıyacaktı.. Sonra, o kadar çok sevdiğiniz karının neden boşadınız?, Bir hiç için olduğundan eminlim!. Fakat bu “Hiç,, sizin kay- niyan ruhunuzda bir “Heyülâ,, idi. Zavallı karde- şim. Size ilk defa böyle hitsp ederken, kalbimin de ilk defa büyük bir merhametle ezildiğini itiraf ede- yim... Çünkü, dünayada hiç kimse, sizin kadar mer- hamete lâyık değildir. Bu sözlerin her kelimesi, kafamda bir ihtizaz yep- tıktan sonra, içime dökülmüştü, Kardeşim, hemen hemen bütün hakikati keşfet. miş demekti, Kımıldamadan dedim ki: — Haklısınız.. Sözlerinizin yanlış olduğunu iddia etmiyeceğim.. Fakat bir insanın, doğuşta fena doğ- muyacağım kabul etmelisiniz. Fenayı fena eden cemiyettir.. Buna ana ve babanın da suçunu katar» sanız, elbette ki, evlât kötü olur. Ben melez doğ- dum.. Anam kaçtı.. Babam intikam vasiyet etti. Şe- refine lâyık olmadığım bir mesleğe girdim. Vicdan azabiyle kıvranırken, yine bir ölünün vasiyetiyle aldığım karımı delicesine sevdim. Aşkım beni 18- Jah edecekti ve ediyordu. Halbuki bir hiç, evet bir o ya mıhlı, sordum: hiç Için, saadetimi tekmeledim.. Ve harbe girdim... — Haksız mıyım? Günah bende mi7. Fakat dalma düşüyordum.. O kadar ki; bir esire yol (Devam: nar) ö balikci dek iinde ğa akan kii söndü yiğ vermeyi, insani bir borç olarak kabul etmeğe ka- dar vardım. Esaret yılları da, beni süfliyetin en murdar uçurumuna sürüklemekte gecikmedi. Iki cinayete teşebbüs ettim.. Birinde muvaffak oldum.. Diğeri yarım kaldı. Bir kızı aldattım ve kaçtım. O kadar süratli düşmüştüm ve o derece Insanlığı- mı kaybetmiştim ki, fonalıktan başka her şey, ba- na mânasız ve gülünç görünüyordu.. Son cürmüm de, yine safiyetinden İstilade ettiğim, bir küçük kızı lekelememdir... Hem bunun için, kendimde hak gördüm.. Vicdanımın kirini hiç bir feragat ve doğruluğun temizliyemiyeceğini biliyordum. İş bu kadarla da kalmadı.. Bu kız benden bir çocuk doğur- du.. Bu çocuğun yüzünü bile görmedim. Ikisini de Asya ortasında bıraktım ve döndüm. © Beni dinlerken, hiç hayret etmiyorsunuz! Çün- kü bütün bunları, benden umuyorsunuz değil mi?,. Doğrul. Şeref, namus, haysiyet, insanlık, merha- met ve daha bir takım meziyetten mahrum olan bir adamdan ne beklenir?.. Bir sefil, dalma sefildir.. Çünkü, bir kere. süfliyet damgasını yemiştir. Bu damgayı ne alnından ve ne de vicdanından silemez. Sesim perde perde yükselmişti. Bir kahkaha sa- vurarak devam ettim: : — Ben fenalığı olduğu kadar, iyiliği de bilirdim... Beni sevketmeselerdi, kendi halime bıraksalardı, yine fenalık yolunu mu tutacaktım?. Yine cina- yetler, habasetler peşinde mi koşacaktım?.. Niçin “Evet!,, demiyorsunuz?.. Diyemezsiniz.. Çünkü in- sanların fena olarak doğmadığına siz de inandınız... Fenalık, doğan mahlüku kucaklıyan hayatın kolla- rında ve kucağındadır.. Bu kollar ve bu kucak han- gi maksatla açılmışsa, içinde neşvünema bulan, o maksada röm olup kalır... Piyer müteessir gibiydi, Fakat bâlâ, inatla başı- mı sallıyor ve bu hareketiyle; — Sen, ne söylersen söyle!.. Kanaatimi değişti- remezsin.. Demek İstiyordu. Elleri ceplerinde olduğu halde, odada gezinmeğe başladı. Ben, kollarımı kavuşturmuş ve susmuştum. Biraz sonra, gözlerim önümdeki sırıtan kuru kala-

Bu sayıdan diğer sayfalar: