4 Haziran 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5

4 Haziran 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

——— 4.6-939 4 Haziran 939 TAN ABONE BEDELİ Türkiye Evnebi 1 Sene say Say ray Milletlerarası porta fttihadma dehil Jeketler için sbone iştürmek n mektuplara 10 kuruşluk Pul ilâvesi lüzumdir. Almanya İle Ticaret Kârlı mıdır? İsise, Almanya ile olan ticari münasebatını miimkün oldu- $u kadar azaltmıya | çalışmaktadır. Almanyanın tecdidini istediği ticaret Mükavelssini hir türlü imza etmiye Yanaşmamaktadır. Çünkü İsviçreli- ler Almanyaya sattıkları mallarının bedellerini döviz olarak almak isti- Yorlar. Halbuki Almanlar İsviçreye *âyişmark o vermektedirler. oRayiş- Mark yalnız: Almanyada geçen bir Paradır. İsviçre ise sattığı malın be- “elini Alman malı olarak İsteme- Mektedir. Onun için Almanya ile a- İişverişi kesmeği te Ayni hal Polonyada da görülmek- edir. Son zamanlarda Almanlar Po- Yada ne bulurlarsa almıya baş lamışlardır. Bu yüzden Polonyanın Almanyadan alacağı çoğalmaktadır. Bu alacağa mukahli Almanya mal Vermeyi teklif etmektedir. Fakat bu Mah da vermemekte Bu sebeple Pelonya ile Almanya arasındaki ti- tari muvazene Polonyanın aleyhine olarak artmaktadır. Polonya bu alı Sağını tahsil edemiyeceğine kani ol duğu Için, Almanyaya yaptığı ihra- *atı yarı yarıya İndirmiye karar ver. miştir, KISSADAN HİSSE: Almanya bizden de deri kazıntısı- Dordullu mas olrak oduyor. “ımı den sonra da siğacağı kredi ile mah: Map edecektir. Bu yüzden alacağı" Miz orada birikmektedir. Alâkadar- ın dikkatini çekmeyi faydalı bu- * Türkişe Post Dostlarım iza e em Hakaret Edemez Almanların — İstanbulda © çıkan 'ürkişe Post,, bir gazeteleri Yazdır. Bu gatete, Türkiyenin mi- Hafirberverliğinden istifade ederek "atişar etmektedir. Bu itibarla bi. “m misafirperverliğimizi sutistimal #tmemek, ve Türkiyenin menfaat- aleyhinde o heşriyat yapmamak tmdiır. Halbuki Türk — İngiliz anlaşma» ndan sonra bu gazetenin lisanında | değişiklik hasıl oldu. Geçen gün Möğrettiği bir makalede Fransszlara “vahşi canavarlar,, demekten çekin- Miyordu, Fransızlar bizim © dostumuzdur. iyede çıkan bir yabancı güzete- Din dostlarımıza hakaret etmiye hak- * yoktur. Türkişe Post gazetesi, Mir Alman gazetesi olarak Fransızlar bakkında istediğini düşünebilir, fa- * bunu Türkiyede neşredemez. En 'SSİt terbiye ve nezaket kaidesi bu- Ba emredi Türkişe Post gazetesine Misafirperverliğimizi sulistimal. ete Memesini tavsiye ederiz. * Hava Bulutsuz LU ni ı Beynelmilel havadaki kara bü- Bigi muvakkaten dağılmış bulunu- or, Hitler Yiaziran ayını istirahat ayı Yapmıya karar vermiştir. Mussolini, bir cihan harbinin mü- p bisi olmuyacağını ihsas etmiş i Totaliter devletler, şimdilik hazir ik ve tereddüt devresi geçirmekte- ağ Bu sayede dünya bir iki ay için *r İstirahat ve siikân devresine gir- iştir. Simdilik ufukta harp korkü- *U sörünmez olmustur. “Vecize, İı Sohbet, İlan, Makale ve İhtar Yazan: REFİK HALİD B”* edebiyat ve hitebet, bir “yecize,, merakına kapıldı; vecizeli yazıyor, vecizeli söylüyo- ruz. Adi lâkırdılar bile vecize şek- lini ve azametini takındı. Hemen herkes sözünü sert, keskin, kati, muhakkak, şaşmaz, şek ve şüphe ye gelmez bir müna ve üslüba sok- mak illetine müptelâ, Sohbet ya- vaş yavaş kalkıyor, yerine emir, kumanda, nasihat, hikmet, cevher, ukalâlık kaim oluyor. Meselâ birine plâjda rast gelip “merhaba! Nasılsınız?,, dediniz mi yüzüne diklik, bakışına sertlik ver diğini görüyor, şöyle bir cevap alı- yorsunuz: — Denize giren dinç olur! Lokantada selâmlaştınız mi, yi- ne o maske: — Arkadaş meyvayrı, meyva yoksa sebzeyi, sebze yoksa herzeyi ye, et yeme! Bir kır gezintisinde karşılaştınız mı, ayni eda: — Açık hava, uzun ömür! Bilmiyorum, âşıklar ve nişanlı Tar da aralarında bu tarzda mı ko- nuşuyorlar, hikmet saçıp irfan mi satıyorlar? Faraza, kadın: —:İzdivaç bir aşıdır, her zaman tutmaz! Diyor, buna erkek şu cevabı ve- riyor: — Aşk kaymak kadar tatlıdır a ma yine kaymak gibi çabuk bozü Yurt Ve öpüşüyorlar; hem sevişme nin, hem bu stalar sözü kılıklı'ko- nuşmanın tesiriyle kendilerinden geçiyorlar. Benim bildiğim vecize denilen edebi marifet, evvelce pey gamberlerin, Pascal, Labruyere, Sizmet, Kamal, HAYİR #ihi har ae linin kâridi. Şimdi “belediye kü» tiplerinin işi... Hepimiz, artık Me- celle belâgeti, Kısasenbiya selâse- ti ve İncil tercümesi üslübunda başka çeşit, tok sözlü, ders şekilli konuşmıya yelteniyoruz. 7 başımı nereye çevirsem şehir vecize yaftalariyle do- Iu... Bunlara bayramların ve sayılı günlerin allı yeşilli, çarşaf kadar, cemiyet, kurum, dernek vecizele- rini de ilâve ettiniz mi yeni üslü- ba çarçabuk alışmamak münikün değil. Hoş, gazetelerdeki ilâç, rad- yo, banka, kahve; kumaş, piyango, kumbara İlânlar da hep vecize 1: saniyle yazılmıştı” Meselâ, böki- yorum, bir marifetli söz: “Kendine acımazsan ailene acı!,, Ben hem kendime, hem de aileme acıdığım için dikkatle okuyorum... Meğer. se buz dolabı ilâni imiş! Yine, me- selâ “Başın ağrıyorsa aklını başma devşir!,, Görüyorsunuz ya, herif â- deta çıkışıyor; pek kızdırırsan dö- vecek bile... Ürkerek bakıyorum: Bilmem ne kaşesini hatırlamak imişim! Bu tarz sohbet, makale ve ilâna gözüm o kadar alıştı ki artık sine- ma ve mağaza önlerinde de yazıla- ri vecize edasiyle okumıya başla- dım; telâffuzuma öyle bir keskin- lik, bir şiddet veriyorum: “Bugün iki film birden,, hemen, kendiliğimden o ilâve ediyorum: “Kaçırma fırsatı elden!,, “Dondurma ayakta beş kuruş. ekliyorum: o “Oturmağa o bakma, dik durmağa alış!,, “Burada pazarlıksız satış yapi- lır,, bağına bir cümle koyuyorum: “Medeniyet pazarlığa gelmez!,, Fakat bunlarla bitmiyor; vecize üşlübu kâbuslarıma da girdi; kâbus larımdaki acaip eşhas ta o üslüpla konuşuyor. Meselâ, hazımsızlık bu ya, birisiyle altalta, üstüste boğu- şuyorum, nihayet baş aşağı bir v- çuruma yuvarlanıyorum. Beni fir- latan izbandut adam, yukarıdan bağırıyor: - — “Ayağını sıkı basamıyanın başi sigarta edilemez!,, Bir minareye çıkıyorum, gözle- rim kararıyor, şerefeden fırlıyo- rum; müezzin hain bir tebessümle arkamdan sesleniyor; - “Baş: dönenin yüksekte yeri ilamaz!,, Hulâsa evde, yolda, rüyada, her yerde, ve her zaman nasihat, irşat, ihtar dinlemekten, hattâ azar işit- ieklen bana yeni kapılanmış, sa- çı ustura ile tıraş edilip başına sum sıkı yemeni bağlanmış bir bön ah- retlik ve evlâtlık şaşkınlığı geldi Möisr bir kısmımız ne kadar çok şey biliyormuşuz ve bir kısmımız da pe kadar az şey! Bu çok bilenler yalnız bilmekle kal mıyorlar, bildiklerini de derleyip toparlayıp öyle zemberekli"bir söz mekanizması şekline sokuyorlar ki Şök, “uu, Yüzü nese” kabağın! az nca İçinden yüzünüze soytari ka- fası m münasebetsiz oyun- cak kutularına dönüyor. Konuşur- ken ve okurken sakın boş bulun- mayınız, birdenbire, bir yaylı ves cize boşanıverdi mi ürkersiniz! Suratıma vecize ve kumanda çarpacak diye kimseye bir şey sv- ramaz hale geldim. Söze dinamizmi fazla verelim derken onu dinamit yapıp çıktık. Bana öyle geliyor ki “sanırım, zün- nıma göre, olabilir ki, belki, muh- temeldir... gibi lisanımızda bazı #şartler; edatlar, mahviyet ve ne- zeket tâbirleri vardı; bunları kul- lanırdık; sohbetin bunlar bir hoş çeşnisi, süsü idi; ağırlığını, kabalı- eni örterdi; hazmı kolaylaştırırdı, Hepsini atmıya başladık, cümleler, evvelce, bir büket gibi sunulurdu; şimdi koçan gibi kafamıza atılıyor. Bildiğimizi iyi bildiğimize delâ- let etsin diye'sözümüze bu keskin- liği verdik amma dünya yüzünde henüz öğrenemediğimiz bazı ufak tefek şeyler kalmış olsa gerektir. Ara sıra, değişiklik yapalım, bi- Taz şart ve şüphe edatlar: kullana- lim. İngiliz parlâmentosunda, bakı- nız, herkes iddiasız, yumuşak, se- rin konuşuyor. Bir mebus, hem mu halif mebus soruyor: “Şu mesele hakkinda Başvekil bize malümat verilecek zamanın geldiğine kani midir?,, Cevabt: “Bu hususta henüz vazıh bir şey söyliyecek vaziyette bulunmadığımı © zannediyorum. Kimse o sırada kalkıp ta vecize sartına yeltenmiyor; faraza: — Vatandaş, açık konuş, sözü ağzında geveleme! Demiyor ve ilâve etmiyor. — İngilizin bilmediği yoktur, bi- Jen! bilmiyenden çaktı Çkiden ders kitaplarında, mektep sıralarında, aile meclislerinde ve aramızda yapık ması ve yazılması âdet olan terbi- ye, muaşeret. nasihatleri nedense sokaklara döküldü, caddelerden ta şiyor, duvarları kapladı, Sağa sa- pıyorum, biri kalın, kaba sesiyle haykırıyor; — Çabuk ve toplu yürü! Hömen ayaklarımı sıklaştırıyo- rum ve yanımdakilere sokuluyo- rum. Sala dönüyorum, bir başka nd — Yere tükürme! Zaten bu niyette olmamakla be- raber hatırma getirdiği için he men yutkunuyorum, yutuyorum. Başımı kaldırıyorum, yine sesle nen var: — Reçel yap, tatli ye. Hemen bakkala ve manava gi- riyorum; paketler kolumda tram- vaya atlayınca başka bir ihtar: — Ocağını söndürme! Alev alev, pek hıraretli yanms- diği için içirme bir korku giriyor, tekrar İniyor, . gidip bir kumbara tedarik ediyorum. Sesler, yine her sr-Bonu “aim, geye: Şan bırak! Kapıyı ört! Camı açmat Si- garıyı söndür! mül Etten sakin! Domatese yanaş! Daha müthişi de var: — Frengi- ye tutulma! Daha iğrenci de şu: — Bitlenme! © Bunları okur okumaz, bilhassa yaralı sırt ve bönekli göğüs man- zarasiyle pavurya İriliğindeki çir- kin böceğin resmine bakar bakmaz ensemde bir kaşıntı düymamak ve göğsümde ıvil ıvil bir şeyin kımıl. dadığını hissedip boş yere meraka ve üzüntüye düşmemek kabil ola- miyor. İhtar ve İrşat ile oturup kalkmağa, gezip dolaşmağa, Yiyip içmeğe öyle alıştım, azar işitmeğe öyle idman ettim ki titiz hir kalfa» nın yanina verilmiş öksüz çırağa döndüm. Yaşım, başım, benliğim, bilgim arada kaynadı, gitti! Her okuduğum lâvhaya ceva- ben, ürkek ve itaatli: — Baş üstüne usta! Domediğime ve hattâ acemi he- fer gibi selâm vaziyeti almadığı ma şükür! AZ, B” ihtar, vecize, nasihat, ku- manda merakına bir had çekmezsek işi haddinden gö- türüp daha mahrem”yaftalara rast geleceğimizden ciddi surette kor- kuyorum. Şehrin dört bir tarafına duvarlardan, camekânlardan, gaze» telerden, sütunlardan ve damlar- dan yeni yeni vecizeler ve emirler yağacak. Meselâ (Temizlik Kurumu) nun bir ihtar: “Ayağım yikamıyanın başı dinç olmat!,, (Terbiye Esirge- me Derneği) nin nasihati: “Burnu- nu çekeceğine içini çek!,, (Moral Düşkünleri Cemiyeti) nin irşadı; “Gözün kimsenin eşinde, aşında, işinde olmasın, (Giyim Kuşam Kongresi) nin lüzumlu . tenbihi: Pencereden sark- SALLAMA 55 pi “Vatandaş düğmelerini yokla, son- ra utanırsın!,, “Çocuk Yetiştirme Klübü,, nün emri: “Sallama göbe- ğini, düşürürsün bebeğini!,, Bence belediyeler ihtarlarım, ti- carethaneler ilânlarını, hayır ce- miyetleri nasihatlerini, muharrir- ler makalelerini evvelâ şu vecize şeklinden ve senli benlilikten kur- tarmalıdırlar. Vecize o kadar ko- lay bir marifet değildir. Napol- yon, Pastör, Hügo, Lindenberg, ne bileyim ben, yeni ve eski nice bü- yükler o kadar şeyler yaptılar da yine bizim dükkâncılarla muhar- rirler kadar vecize yapamadılar; yapmak merskına düşmediler, Geçen gün sahanlığı kapalı bir tramvayda elimi tütün paketime götürüyordum, yatman başını çe- virdiz Yakma sigaram, hem yasak- tır, hem zararlı! Diyiverdi. İhtarına sözüm yok, fakat ukalâlığını da affettim. Her gün, üç yüzer defa geçtiği yollar- da vecize okumaktan adamcağızın dili ve dimağı vecizeleşmiş! Veri merakı yalniz lisanın güzell bozmak değil, bir kaç büyük adamın veya halk şuurubun dilimize kazandırdığı vecizelerin kadir ve kıymetini dü- sürmek itibariyle de muzır Olu” yor. Zannediyorum ki yalnız veci- ze söyliyen bir millet, yalnız veci- -« ila Uapratılan hir dil vnktür Her 4öz pırlanta “gibi parlak, hap gibi yuvarlak, tornadan çık- mış kadar ölçülü ve yuvaya uygun olamaz, her cümle kıravata takıl- mak veya lâvha yapılıp duvara a- sılmak için de söylenmez; zihinde yer etmesi, dimağa hâk olması da lâzım değildir. Günlük makale yazanların üş- lübunda öyle bir vecize edası hâ- sl oldu ki halkın bu tok, sert, komprime cümleleri kesip kesip muska gibi saklıyacağını, hükü- metin de büyültüp köşe başlarına asacağını bekledikleri zannını ve- riyor. Siyasi ve edebi yazılara göz gezdirdikten sonra, meşhur patlı- can fıkrasında olduğu gibi: — Aman, bir vecizesiz makale veriniz! Diye yalvaracağım geliyor. İlle nasihatten, irşat ve ihtardan ka- fam şişti Sert ve keskin konuşul- maz demiyorum; yeri var, meselâ itfsiye kumandanı iseniz yangın yerinde... Fakat rahat rahat, hasır sandalyelere uzanmış, denize na- zir, bir mehtaplı gecede sohbet &- dilirken çene kemiklerinizi kısıp heykel sertliğinde bir yüzle ku- manda sesi ve vecize üslübu kul- lanmıya lüzüm olmasa gerektir. Zannederim meydanlara, cadde- lere, nakil vasıtalarına asılacak bir lâvha da şudur: — Vatandaş Türkçe konuş, hem de vecizesiz konuş! ir Köylünün Dürüstlüğü Konya (TAN) — Hatip nahiyesin- deki tarlasında çalışan Ömer Ulus, küçük bir torba içinde on iki Osman- hı altını bulmuş, bunu doğruca hükü- mets götürüp teslim etmiştir. Dürüst köylüye, bulduğu paradan kanuni hissesi verilecektir. , ERA Devrekte Koşu ve Güreş Devrek (TAN) — İlkbahar st ya- rışları, 4 haziran pazar günü, Müsta- kimler köyünde Irmak mevkiinde Yapılacaktır. Ayni gün, büyük güreş- !er de yapılacak, kazananlara 40 hira» dan 150 liraya kadar ikramiye veri lecektir. ele 0Ay Damocles'in Kılıcı “6.59 Yazan: Sabiha Zekeriya Sertel Dirin kılıcı Avrupanın ü- zerine asılmış duruyor, Avru- panın içindeki sessiz İstilâlardan sonra, demokrasiler müdafaa ve sulh cephesini kuvvetlendirmek için faa- liyete geçtiler, İngiliz — Türk anlaş- masından sonra, İngiliz—Fransız— Rus anlaşması, dünyaya gelmesi yaklaşmış bir çocuk gibi beklenir. ken, İtalyan — Alman askeri anlaş- ması imzalandı. Bu anlaşmaların bi- rincisi müdafaa vaziyetinde olduğu için, fırtınanın ne zaman kopacağı- nı, tecaviz kurşunlarının hangi gün göğsüne nişan alacağını bekliy: Düne kadar, gere karar verip gün- düz istilâ eden tecavüz plânı durak- ladı... Ortalıkta zahiri bir sükünet var. Avrupalılar biribirlerine soru- yorlar: — Şimdi ne olacak? — Mihver artık kımıld duracak. — Mihver, iktisaden bozuk vazi- yetini ancak bir harple ya düzeltir, ya tamamiyle mahvolur, Harp et- mezse ihtilâl olur. Bu iki ateşin ara- sında harbi tercih edecektir. Bütün bu konüşmaların, düşün- melerin içinde, şüphe ile yarını bek- liyen bir huzursuzluk İles'in kılter, pamuk ii İpanın östüne asılmış de koptu, ha kopacak kuvvet veren en Bu tetoİ Alman — İtalyan anlaş- amaz, sd, Bu anlaşma münasebetiyle İtalyan Relazioni İnternationali yaz» dığı bir makalede diyor kiz “Almanyaya Danzig ve müs- temlekeler lâzım, İtalyaya, Tunus, Cibuti, Süveyş ve Akdeniz hâki- miyeti lâzim., Bu devletlerin bu küçücük ihti yaçlarını temin için, gök yüzünden kudret helvası . yağmasını bekliye- İcekleri ümit edilemez. İhtiyaçlar an- cak maddi faaliyetler sarfiyle temin edilebilir. Artık silâhsız zamunı da geçti, Bu “İâzım,, Tari ar tık ancak silâh temin edebilir. Ayni güzete yazısının aşağısında “Alman ya ile dünyayı görüş meselesinde | beraberiz. diyor. Bu dünyayı öyle. bir görüş ki, pertevsizin içine, Dan- Tg, Balkanlar, Türkiye, Merkezi Av veyş. Tunus sığa- henüz böyle bir pertevsiz keşfetmemiştir. e Mihver devletlerinin pertevsizmde büyüyen, liç edilmesi kararlaştırılan bu ülke ler, pertevsizin camlarını kırıp, göz“ İlerini kör etmesi tehlikesi var, İtalyan — Alman © anlaşmasının bir sulh anlaşması olduğunu iddin ediyorlar. Zaruri ihtiyaçlarını temin için, dünyayı paylaşmak siyasetine bizim bildiğimiz o tecavliz ve emper- yalizm derler, Sulhün Tügavi ve reel mânası beraber mi değişti? O halde şimdi harp halindeyiz, si- lâhlar patladığı zaman sulh içinde olduğumuzu iddia edeceğiz. Demago- jinin bu kadar mükemmeli, dünya- İnin hiç bir tarafında yapılmamıştır. Hayat sahası bulmak için, başka mil- İetlerin istiklâllerini yutmak, ancak ve ancak sulh kelimesiyle ifade edi- lebiliyor, Şimdiye kadar ortalıkta, yani demokrasilerde, ve Sovyet Rusyada küçük bir istilâ ve tecavüz hareketi yokken, mihver devletleri Japonya» yı da içlerine alarak bir birleşme yapmağa acaba neden lüzum gördü- ler? On beş senedenberi devam eden harbi durdurmak, sulh temin etmek için mi? Bu demagojiye göre hâdi. seleri bu şekilde görmek lâzım. Eğer dünyada sulhü bozacak hiç bir âmil yoktuysa, Çin — Japon harbinin, İs» panya, Habeşistan, Arnavutluk isti- lâlarının mânaları nedir? Bunlara, zayıf milletleri müstevlilerden, yani kendi milli hâkimiyetlerinden kur- tarma kavgası demek lâzım. Bütün ba hâdiseler gözümüz ö- nünde dururken, herşeyin oldı yerde duracağını zannetmek, bu- | günkü hâdiselerin başlangıç nokta siyle alâkalarını kesip, havada, Das mocles'in kılıcı gibi başımızda dai- mi asılı duracağını zannetmek olur. Pamuk ipliği ile Avrupa semasına bağlanan bu kılıc. nihayet konup düşecektir. 4 âların

Bu sayıdan diğer sayfalar: