14 Ekim 1935 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 5

14 Ekim 1935 tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

14 İLKTEŞRİN 1935 PAZARTE-İ Dil anketimiz: Anketimize gelen cevaplardan (Başr 1. ci sayıfada) Sapak'ın yakm akrabası (sapan), sa- ban şeklinde de konuşulduğuna — göre bu ardada p - b ses değişimi eksik de- Bildir. (Sabah) kelimesini araya sakar: sak sapak - sabah . savak - şafak olur, Sabah gecenin gündüze saptığı zaman bölümüdür. Şafak gecenin gündüze savıldığı zaman noktasıdır. Sapak, a6- lında (16 & ap * ak) seş zencirlenişi şeklinde olsa gerektir. Gecenin gündü- ze saptığı zaman bölümünde, —insanın aldığı iki ana duyuştan biri (scallık) öteki Çışık) tır: Burada (ap), (ak) 1 kuvvetlendiriyor. (Sıcak) kelimesinde x | sıcak: iscak, — sıcak şeklinde (18) düşmüş. Yoksa, hararet anlam — (ısıt- mak) ta olduğu gibi, (18) ın kökel an- lamıdır. (Ak) ise, Çap) İle kuvvetlen- dirilmiş olarak, doğrudan — doğruya Çaşak) 1 dile getirmektedir. (ış t ık) ta- ki (uk), (ak) an anlam yoldaşıdır. Ak- mak ve ıkmak, ikisi de seyelân, cere- yan ve (hücum) anlamında birleşmiş- kerdir. (Içık) ta seyelân anlamı vardır. (Tşkık) taki Çış) ın (16) ile bir olması çok olağandır. $-s ses değişimi savşk - şafak ta olduğu gibi çok yakın — bir ihtimaldir. (Sabah) kelimesinin etimo- kogisi, leksikal bir çözelme ile ve fone- tiko - semantik bir yöntemle şu şekil- de saptanabiliyor: Is 4 ap *H ak'ı * sa * pak, sa * pak, sa * bah. Bücün bu fonetikose- mantik gelişim, baş sesli olan (1) nm düşüşü ile p-b ve ksh ses değişimleri- mnin izeci olarak görünmektedir. İnsan, ilk ışığını gördüğü ve ilk e- taklığını duyduğu güneşin, her gün tekrarlıyan ayni evrimine bakarak ge cenin gündüze saptığı raman bölümüne (sabah) demiştir. Güneşi öğen ve öğle- yen ilk insan ökü (ök; akıl, şuur), o- nun, tam kendi tepesimin üstünden geç tüği zaman bölümüne, trpkı (yaylak - yaylağ - yayla) şeklinde olduğu — gibi Çöğlek - öğleğ - öğle) demiştir. Günc- şin batmadan önce eğilme Çiğilme, ikil- 1me) evresimden bir karakteristik zaman bölümüne (serpinti, Üzüntü) göbi Çikin- ti - ikindi) demiştir. Güneşi kunun ankasına astığı zaman bölümüne ak * aç * am, ak & şam, akşam, (ah- şam, ağşam, aaşam) demiştir. İnsan'ın aş: gıda ve aşam: tegaddi kavramları- man, gıdanın gündüz. yorgunluklarımın sonunda ve gict istirahatından önce a. lımmasile ilgide olacağı çok yakın bir tahmindir. (Aşmak), erkeğin dişiye binmesine de denir. Ağşam gıdasından sonra, gecenin karanlığında erkekle ka- danın münasebetine sıra gelir. Nitekim, yatmak, aslında (mücamaa) demektir. (Yatsı) kavramının yatma ve yatak ile gicenin (geç, geçme) İle ilgisi de or- tadadır. (Öğlek - öğleğ - öğle) deki (1c) son eki, onalogi yolile öteki kelimelerin de sonlarına gelmiştir. Sabah - la ve ikin- di * le gibi. En sondaki (in) ve Çın) son ekleri (zarf) anlamı taşımakta ve seslilerden osnra geldiği için (yin), (yin) şekillerine girmektedir. Akşam * Ja * yam, gice | le | yin gibi.. Ek, kök kavramlarıma gelince.. Bir dilde ve bele bizim dilimizde kelime- lerin leksikal çözelenişlerinde ek ayrı, kök aycı ve karşıkarşıya diye bir durum gözükmiyor. Kelimenin kökü değil, ke. Hmeyi olgunlaştıran (ek) lerin kökle rimi yani asıllarını araştırmalıdır. (re 4 ap-kak) ta, sadece her biri kendi başı na olarak ilk insanın inteleğinde doğ- muş anlamların taşıyzcısı &82 bölümleri temsil olunmaktadırlar. Yani (sabah) an kökü yoktur; (8) önekinin (18) şok. Hnde, (ab) ara ekinin (ap) şeklinde, (ab) son ekinin (ak) şeklinde kökleri yani asılları vardır. Etimologik araştır- malarla bunları bulmaya savaşabiliriz. Herhangi anlamlı bir sörz bölümü olan ayni (ek), hem önde, hem arkada, hem de sonda gelmek yollarile diğer anlam- lr söz bölümlerile, yani eklerle ekleşe- vek, kaynaşarak kelimcleri olgunlaştır. maktadırlar, Bu araştırma yönetimile yapılan bir etimoloği vargısının yanlışı çıkarılabi- fir yani (sabalı) n aslı 1s * ap * ak değildir de, başka bir şeydir: fakat bu- lunacak olan diğer herhbangi bir (ses zencirleniş şekli) yine şa görünüşü ve- recektir: Kelimeler anlamlı söz bölün. tülerinin bingeşmesile vücuda gelmek- tedirler. Meselâ (1ş) anlamlı söz bölü- mü, (ış-ık) ta başa gelmiş bir önek, (ak-tış) ta sona gelmiş bir sonek ola- rak gözüküyor. (Ak) anlamlı söz bö. lümü, (ak * şam) da başa (yat - ak) ta sona gelmiş bir ektir. Anlamlı söz bölümleri, kelimeden kelimeye anlam- Tarımı değiştirmiş olabilirler; — çünkü zaten kelimelerin leksikal gelişmesinde gözüken değişimler yalnız (ses) bakı- mından değil aynı rzamanda — (anlam) bakımındandırlar... O halde, *“ (kelime) nin (kök) ü yoktur, Her (ek) in bir (kök) ü yani bir ses - âan- lam kaynağı vardır. Her biri bir (kök) ten gelen (ek) der, biribirlerile ekleşe- rek, kaynaşarak ve bu arada ses - anlam değişiklikleri geçirerek - (kelime) leri yapan Öön, ara ve son ekler vardır. ,, Böyle bir görüş tarzınmım biricik id- diası, kendisini, değerli — uzmanların tenkidine sanmaktan ibarettir. — Memleket Postası — Niksarda ulusal bir sanat: Dokumacılık Niksar, öyle bir şehir ki, çok bere- ketli olan toprağında, her türlü ürün. lerin en iyisini, özlüsünü çıkanıyor. He. le, tütün, buğday, pamuk, mahlep, cc viz bu, arada sayılı yer tutar. Niksarlılar yalnız tarımla değil, ta- biatın kendilerine verdiği birçok ni. metlerden faydalanmayı bilmiş ve bu. nu becermiş kimselerdir. Un fabrikala rı, tabakhaneler, pirinç, ceviz döğümha- veleri. sayısız değirmenler. Niksar ha. Niksarda dokuma tezgâhleri vazında bir endüstri kokusu yayar gi- bi olmuştur. Son birkaç yıl içinde, do- kuma tezgâhlarının günden güne artan sayısı da buna eklenirse, bu, kokuyu niksarlıların doya doya koklamak — is- temelerindeki, isteği candan gösterir. Ben, bir öğretmen arkadaşla, doku. “a tezgâhlarından birisini görmek is. dim. Önünde ilk duraladığımız kapı- dan bizi geri çevirdiler? Meğerse için- de 50.60 kadın ve genç kız çalıştığı bu. kurumun sahibi içeriye erkek koymaz. Mlğem Başka birinin yolunu tuttuk. Bura- da bizi, diğeri ile taban tabana aykırı bir incclik ve sevgiyle karşıladılar. Her tarafını inceden inceye gezdirmek ki- barlığını gösterdiler. Baktım, tıkır tı. kır içliyen sıra tıra tezgâhların hoş bir abengi vardı. Yaşmaklarını burunları. na kadar çekmiş işçi kadımlar, kafala- rını kaldırmadan çatışıyorlardı. Buranın en göze çarpan özelliği tez- gühından, mekiğinden, yumağına, çık. rığına, işçisine kadar her şeyinin ka. tıksız yerli oluşuydu. Tezgâhlar bir nevi otomatik şekilde... Dokuma evinde alacalı, düz bezler, yatak, yorgan çarşafları, peçete doku- nuyor. Atölye kurulalı iki yıl oluyor- muş. Önceleri yabancı bir uzman var. mış. Bizim zeki türk kızları, az zaman içinde bütün — incelikleri kavrıyarak, hepsi birer uzman olmuş. Bir işçi, gün. de orta bir hesabla 20 metre bez doku- yabiliyormuş. “Yerli bezler, TAŞOVA bölgesinin ihtiyaçlarını karşılryamıryor- | muş. Bunun için tezgühların çoğaltıl - ması Tâzımmış. Yerli, dayanıklı ve u- cuz mal istiyen türk köylüsü, Niksar bezlerini seve seve, kapışa kapışa alı- yormuş. Dokumacılık, Niksar kadınları ve genç kızlar arasmda kârlı bir sanat ola. tak yayılmış. Hemen her evde kurul. muş tezgâhlar varmış Ve tezgâhların evlere kadar girmiş bulunmasındandır. ki, dokuma atölyeleri çalıştıracak ka- din işçi bulamıyorlarmış. v*. Şimdi düşünüyorum. "Yarım, içinden trenin dalga dalga du- 1 20 İlkteşrin pazar i ğ iGenel nüfus sayımı gunu Doktora, ebeye, ilâca ihti- yacınız olursa hemen xzabıta memurlarına ve bekçilere ha- ber veriniz. İhtiyacınız derhal temin &- dilecektir. Hükümet bunun i- çin tertibat almıştır. BAŞVEKÂLET İstatistik Umum Müdürlüğü DEŞ AMĞ ĞÜ e n manlar saçarak uzaklaşacağı Niksarın şerefini, övüncünü görür, sezer gibi ©. Tuyorum. 'Tarım ve endüstri alanlarında, ken- di başına ileri ve hızlr. adımlar atan yemyeşil tepelerinde — kurulacak bez kombinasının bir hayal değil, hakikat oluşuna inanıyorum. Niksur'da spor. Niksarda sporcu bir gençlik var. Bu, bir avuç gençlik, güzel ve cana ya- kaın şehirlerinin adını yükseltmek için çalışıyorlar. Vakıt vakıt Tokad, Ünye ve Erbaa çocukları ile yaptıkları maç- lar, verdikleri müsamereler, — Niksar gençliği için övünçlü ve verimlidir. ATATÜRK'ün anıtı Tokad'da yük. seldiği zaman, kara kışın bütün zorlu- Huna, nakil yaraçlarımın azlığına ve hattâ hiç olmayışına rağmen, Niksar gençliği, komşu ilçe gençlerine örnek olacak bir duyganlık ve incelikle, bü. yük Şefin büyük anıtımı renk renk çi- çeklerle bezeyip, saygı ve sevgilerini sunmuşlardı. Niksar sporcularının, en büyük dert. leri, spor yapacak alanları olmayışıdır. Tabiatın bu, gehre vermiş olduğu iniş, yokuş o kadar bol ki, düz bir alan bul- mak imkânsız gibidir. Tokad ilbayı Re- eai Gürelli, Niksar sporcularına yaptırmayı adamıştır. Niksar İdman kurumunun çok kuv. vetli bir temsil kolu wvardır. İçinde büyük bir içtemlik ve devrim havası esen Niksar idman yurdu temsil kolu Akın, Mete, Beş devir, Özyurt gi. bi piyesleri, —inanılmaz ve beklenmez bir başarı içinde temsil — etmişlerdir. Gençler şimdi (Mavi Yıldırım) © hazır- lıyorlar. Cumuriyet bayramında temsil edecekler. ULUS; Bundan önce çıkan Niksar mektabutıda tarihiğ — değeri olan kale yıkssına Bid taşların yapılarda — kulla. asuldığı yazılıyordu. Tokad — Hibaylığın. dan aldığımız bir mektubta bu baberrim doğru olmadığı ve tarihiğ değeri olan yıkıların muhafara edildişi — bildiril. mektedir. Böyle olmasından zevk duy- duğumuz bu dözettmeyi memmuniyetle Şelşilil d A B alan ilgisi ortadadır. (Gündüz) üm gün ile, Dr. C. SAVRAN Niksar sporcuları yazıyoruz. ULUS'un romanı: Tefrika: 8 Kırmızı Zanbak Yazamı Anatol FRANS Türkçeye çeviren: Nasahi BAYDAR Lö Menil, ancak birkaç gün sürmüş ve yerini tam bir sükünete bıraknış olan bu ah- İakiğ rahatsızlığı sezmedi bile. Aradan üç yıl geçtikten sonra Terez, hareketini zarar- sız ve tabiiğ buluyordu. Kimseye bir ziyanı dokunmamış alduğu için esef ettiği de yok- tu. Memnundu. Bu ilgi hayatında yapmış olduğu en iyi işti. Seviyordu, seviliyordu. Şüphesiz, hulyalarımızdaki sermestliği duy- mamışt. Fakat o hissolunurmuydu ki? İyi ve namuslu, kadınlarca pek takdir edılm. sasyetede çok aranılan, küçümser ve güç be- ğenir bilinen, ve kendisine karşı vıılını;ı di ular gösteren bir gencin sevgilisi idi. Oîıyıgverdiği zevkle onun için güzel olmak sevinci kendisini dostuna bağlıyordu. O Terez'e hayatını, devamlı surette _xıdı de- gilse bile pek kolaylıkla dıyaıulıbıle’:ek ve zaman zaman da, sevimli sayılacak bir hale getiriyordu. ; Belirsiz rahatsızlıkların ve nPebıız ke- derlerin haber vermiş olmasına rağmen, yal- nızlığı içinde tahmin edun:mîş'o?ğuğu şe- yi, karakterini, kadınlığını, hakikiğ varzife- sini hep o meydana çıkarmıştı. Terez onu tarıyarak kendini bilmişti. Bu güzel bir sürpriz oldu. Biribirine karşı duydukları sempati ne fikri,ne de ruhi idi. Terez'in ona karşı, çabuk tükenmiyen sade bir iştihası vardı. Üç yıldanberi buluştukları Spontini sokağındaki küçük apartımanda, ertesi gün birleşeceklerini düşünmekle şu dakikada bi- de, zevk duyüyordu. Şimdi, artık sönmüş ateşin köşesinde _yal- nız olan bu çok ince kadından beklenemiye- cek kadar sert bhir baş sallayış ve daha ka- ba bir omuz silkişle kendi kendine mırıldan- dı: “Ne yapalım! benim aşka ihtiyacım var!,, nuI Spontini sokağındaki birinci kattan çık- tıkları vakit hava kararmağa başla Rober dö Menil, oralarda dolaşan bir ara- bayı çağırıp Terez'le birlikte bindi. Gelip pencerelerin buğusunda ıslanan ışıklar gibi zevkli ve geçici duygularla gönülleri dolu, kocaman şehrin sokaklarından, zaman Za- man sert aydınlıklarla vuzuhlaşan silik göl- geler arasında, ilerliyorlardı. Kendilerinin dışında her şey onlara müphem / ve kaçıcı görünüyor, ve ruhlarında pek tatlı bir bos- luk duyuyorlardı. Araba, yeni köprüye gel- di. İndiler. Kuru bir soğuk, bu sankânun giü- ânün kapanıklığını çoğal yordu. “Terez, yüzündeki ince tülün altından, nehri yalıya- rak esip sert topraktan tuz gibi kekremsi ve beyaz bir toz kaldıran havayı neşeyle te- neffüs etti. Bilmediği şeyler arasında hür dolaşmakta olduğuna seviniyordu. Havanın hafif ve derin aydınlığının kucakladığı bu taşlı manzarayı seyretmekten; şehrin du- manlariyle kızarmış ufuk üzerine dallarının siyah tülünü geren ağaçlarla dolu rılıtım bo- yunca hızlı ve kuvvetli yürümekten; par- maklığa dayanıp Sen nehrinin facialı suları- nı sürüp akıttığına bakmaktan; bu kıyısız, söğüdsüz, kavaksız ırmağın hüznünü tat- mMaktan hoşlanıyordu. Gökyüzünde ilk yıl- dızlar, daha şimdiden, titreşiyorlardı. Terez: — Rüzgâr, sanki onları söndürecek, dedi. Lö Menil, yıldızların çok parladıklarına i etmişti, Köylülerin inandıkları gibi bu halin, yağmur alâmeti olduğuna inan- mayor, tamtersine, bunun, onda dokuz, iyi havaya delalet ettiğini söyliyordu. , , Küçük köprüye yaklaşırken sağ tarafta, isli lambaların ayndınlattığı demirci salaş- ları gördüler. Terez onlara doğru koşup ser- gilerin tozuna ve pasına göz gezdirdi. Son- ra, bir şeyler arayan kadın arzusu böylece uyandığından köşeyi dönerek bir/barakaya kadar ilerledi. Kirli camlar arkasında, bir mum, bir takım tencercleri, porslen kâseleri, bir kılarinetle bir gelin tacını aydınlatı- yordu. Lö Menil onun bundan duymakta oldu- ğu zevki anlamıyordu. — Bitleneceksiniz. Orada sizi bu kadar ilgilendiren ne var ki? — BHer şey. Tacı, şurada, bir cam kava- nuzun altında duran zavallı gelini düşünü- yorum. Düğün yemeği Mayyo kapısında yenilmişti. Gelin alayında herhalde muhafız mızıkası bulunuyordu. Cumartesi — günleri, Bulonya ormanında rastlanan hangi düğün alayında bu mızıka bulunmaz! Artık geçmi- şin büyüklüğüne sığınan bütün bu gülünç ve sdil insanlar size hiç heyecan vermiyorlar mı? Kırık dökük çiçek kâseleri arasmda Te- rez, saçlarını Mentönon gibi taramış, yas- sı ve uzun bir kadım biçiminde bir bıçak sa- pı bularak birkaç paraya satın aldı. Onu ne- :â!endifen şey, bıçağın bir de çatalı olması l. Lö Menil biblodan hiç anlamadığını iti- raf etti. Fakat Lanua teyzesi iyi anlardı. Kan'da bütün antikacılar hep ondan bahse- derlerdi. Oradaki şatosunu, eski üslübuna göre tamir ettirip döşetmişti. Bu çok eski bir şato idi ve alt kat salonlarından birinde, be- yaz dolabların dibinde, o vakitler Jan lö Me- nil'in toplamış olduğu bir takım eski kitah- lar duruyordu. Lanua teyzesi bunları düzelt- mek isterken aralarında öyle açık resimlerle süslü ve hafiflikle yazılmış kitablar bulmuş. tu ki şöyle bir göz gezdirince yakmaktan başka bir şey aklına gelmemişti. Terez cevab verdi: — Desenize, Lanua teyzeniz beyinsizin biri imiş! (Sonu var*

Bu sayıdan diğer sayfalar: