K Ş kğr —1 — Başka harp sahnelerinde bu süküt devresi biraz da kıtaların istirahat, eğ- lence ve neşelerini yerine getirmek için birer fırsat addolunur. Çanakka- le sahnesi ise böyle bir şey asla tanı- maz, Başka cephelerde hattâ ilk hattaki bölüklerin ve subayların bile kendile- rine göre toplanıp eğiendikleri, soh- bet ettikleri, şarkı söyledikleri za- lar vardır. Çanakkale'de bunların hepsi akla bile getirilemez. Çünkü her dakika ölümle karşı karşıya, burun burunasınz. Normal bir cephede mese- lâ kolordu karargâhı hiç değilse on on beş kilometre geridedir. Burayı a- ğır topçudan başl di Üü tümen karargâhı da buna benzer bir emniyet altındadır. Alay da haylı ge- ride bulunur. Ancak tabur karargâhı bir dereceye kadar piyade ateşi altına girer. Çanakkale'de kolordu ordugâhmın cepheye mesafesi çok kere 1000 met- reden fazla değildir. Tümen karar- gâhları ise (Meselâ Atatürk'ün - kü) 300 - 400 metre kadar bir şey. Artık alay ve tabur karargâhlarını siz “düşünün. Bunlar cok defa birinci hat- tın hemen gerisindeki bir siperde bu- lunurdu. İki cephe hattının arası ve hattâ bunun haylı gerileri kaldırılması im - kânı olmıyan cesetlerle, ölülerle dolu idi. Başka cephelerde bunlara da rast gelmezsiniz. Çünkü iki hat arası ge- niştir. Kaldırılamıyan cesetler olsa bile bunlar bu genişlikte kaybolur gi- der. Halbuki burası o kadar dar ve kaldırılamıyan cesetler o kadar fazla idi ki üstlerindeki elbiselerden tanı- yarak biribirini takip eden hücum - ların sırasını bile bu vasıta ile tayin edebilirdiniz. Mesele ingilizler için dahi böyle idi. Hattâ bazı bakımdan belki daha fena bulunüyordu: Cephelerinsabilden ber zı yerleri dört beş kilometre, bir çok mıntakalarda ise ancak bir iki kilo- metre içeride idi. Bütün karargâh ve kumandanlıklar, bütün ağırlık ve de- Yazan : M. Şevki Yazman Çanakkale'de ganimet mitralyöz iunım zabiti Çanakkale'de ise ölüm, — taarruz, mermi her an ve her dakika Demok- les'in kılıcı gibi başınızın üzerinde a- sılıdır. Ha düştü, ha düşecek, ve bu kılıcın altında yalnız ve yalnız mem- leket ve şeref kaygusile çırpınan, di- dişen ve uyumıyan insanlar vardır. Ne hattâ sabah çaylarını hazırlıyan mut- bak yerleri meydana çıkar, Bizimkiler bu çok güzel görünen hedeflere, cep- hanelerinin pek az oln rağ dayanamazlar. Bir kaç mermi gönde- rirler. Zaten bunu bekliyen ingiliz ba- taryaları bizimkilerin inadına ve bol polar y ş tinde bulunuyordu. Bu yerlerin hiç birisi ise bizim topçu ateşinden masun değildi. Hem de meselâ ü dr'- de hem cepheden ve hem arkadan ge- len ateş buraları yakıp kavururdu. Bu şekil ve şerait altında ise harp hiç bir cephe ile kıyas edilemiyecek kadar kanlı, korkunç bir boğuşma halini a- İkıyordu. Avrupada ne garp ve ne de şark cephesi 3.5 metre mesafeden düşman- la mütemadi cidal halinde bir siper tanımaz. Biz Galiçya'da bulunurken ferler siperin kademesi üzerindi bay a kannA BU eeei inliğinde her an gelecek düşmanı, süngü hücumunu veya düşecek bom- bayı bekler. Başka şey akla bile gel- mez. Ben istikrar devresi zamanında Sed- dülbahir'de — bulunuyordum. Mayıs, hazi ve ağustı yl o taşkın taarruzları durmuş, en uzak mesafesi 50 - 100 metre olan siperler arasına on binlerce ölü bıraktıktan h ile öortaya çıkarlar, bire karşı belki beşyüzle ortalığı allak bullak e- derler. Öğleye doğru her iki taraf da susar. Bu kitabın baş tarafında tavsif edilen, korkunç, kanlı, tehlikeli siper hayatı başlar, (Sonu var) Otomobillerin plâkası değiştiriliyor İstanbul, 5 (Telefonla) — Dahiliye sonra nisbi bir sükün gelmişti. Bizim cephe ikiye bölünmüş ve her birine birer tümen verilmişti. (Bazan bu Brosilof'un meşhur taarruzl, rast- | cephede altı tümen bulunduğu da ol- lamıştık. Zayiat bazan kale'yi | muştu). dahi aşacak vüsat kesbetmişti. Fakat Eğer gece, baskın veya bir piyade orada hiç bir zaman Çanakkale harbı- | ateşiyle iş alevl iş ve nisbeti nın korkunç şekliyle karşılaşmadık. Taarruz gelir, gider, bazan alayları siler süpürür, fakat ikinci günü gene yeşil bir tabiat, rahat bir yer ve karar- gâh size fani dünyanın normale yakın hayatını iade eder. Hattâ gülüp eğle- nebilirsiniz. Cephe gerisindeki zemin- liklerde dans bile yapar, müzik dinler- Üit (k6lak üyükel veyü beşbalk t arruzu beklersiniz. sükün içerisinde geçmiş ise sabahleyin mutlaka karşılıklı bir topçu düellosu başlar. Şöyle ki; sabahleyin bizim ar- kamızdan doğan güneş dolayısiyle düşman mevzileri, karargâhları, ba- tarya yerleri, iskeleleri çok güzel ay- dınlanır, ileriye erzak, cephane taşı- yan neferler, hayvanlar, zeminliklerini yan neferler, hayvanlar, zebinliklerini temizliyen ihtiyat tuğaylarının erleri, Vekâletinin emri üzerine, otomobil- lerin plâkalarının resmiler kırmızı, hususi ve taksiler siyah olmak üzere değiştirilmesine başlandı. Mahkeme Röportajları On beş on altı yaşlarında saz beniz- li, sarrya yakım kumral saçlı, uzun kirpikli endamlı, alımlı bir kızcağız- dr bu. Sırtına penbe dallı sade bir en- tari geçirmiş, ayaklarında atkılı bir podsüet var; Dağımık saçlarını ikide birde eliyle kulaklarının ardına atiyor ve mahke- me koridorunda mütereddit ve müte- cessis dolaşıyor. Önünden geçtiği sa- lonların kapısına başını uzatıp içeriye bir göz atıyor, sonra bu yaptığından utanmış gibi hemen geri çekiliyor ve sanki bir tanıdığını değil de, yalnız- ca konuşmak için birini arıryor 'Güzel bir kızdı. Aradığını pek yo- rulmadan bulabilirdi; fakat ben şura- ya geleli belki yarım saat oldu; o ha- lâ dolaşıyor. Merak buya: — Bu hatunda bir iş var, dedim, pe- şini bırakmadım. Zaten ehemiyetli i- şim de yoktu. O, nereye gittiyse, ki- me baktıysa ben de oraya gittim, bak- tığına baktıra. Fakat itiraf ederim ki bu yorgunluk hiç de faydalı olreadı. Mana çıkaramadım. Ama, usanmadım da.. Beraberce bir turu tamamlıyorduk ki ikinci asliye cezanın önünde man- tolu bir kadın - hayaleti belirdi De- mindenberi beni arkasından koşturan güzel saçlı, güzel gözlü kızcağız bu kadını görünce nur görmüş hacıya döndü. Hemen yanına koştu: — Aman Leylâ hanımcığım, dedi, seni allah mı gönderdi, gökte ararken yerde karşıma çıktın. Ve sonra onu kolundan futtu, bir köşeye çekti. Sıkı sıkı koluna yapış- mış, sanki kaçıp gidecekmiş gibi em- niyet altına almıştı. Başkasının ko- nuştuklarını dinlemek ayıbtır ama o dakikada-bu bayanlarin muhaveresini dinlemek bana hiç de ayip görünmedi. Ben de onların köşesine doğru gittim. Dıvarın dibinde, cebimden çıkardığım gazeteyi güya okumağa koyuldum. Aramızda bir metre ya var, ya yok- tu. Konuştuklarını pek alâ duyabili- yordum. Kızcağızın heyecanlı oldu- ğu için biraz yükselse konuşması da bana yardım ediyordu. Söze uzun bir tereddütten. sonra a â. Sanki: t — Aacaba söylesem mi, söylemesem mi? Der gibi duralıyor, itimada şayan bir adam olduğunu anlamak için göz- lerini Leylâ hanımın gözlerinden a- yırmıyordu. Nihayet, anlatmağa karar verdi. Bu karara biraz da: — Söylesene kız ne söyliyeceksin? Bir derdin mi var? 'Gibi israrları yar- dım etti. Ben buradan aşağısmı, ismini bir türlü öğrenemediğim güzel bayana bırakıyorum. O konuşuyor, fakat, e- ğer sözlerini tamamiyle nakledemi- yorsam, arada kaçırdığım kısımlar varsa, okuyucular o dakika imkânsız- lık içinde bulunduğum için beni ma- Altı piyade kolu Hermansberg te- pesi üzerine diziliyordu. Zırhlarının soluk parıltıları göz kamaştıran süva- riler iki dizi halinde ormandan çıkı- yorlardı. Aelksei, kendinden geçmiş bağırdı: — Trampet, cem havası çal! Uzun bıyıklı yarsubaylar istihkâ- -min üzerine fırlayıp rüzgârın götür- memesi için üç köşeli şapkalarını iyi- ce başlarına geçirdiler. Trampeteler çaldı. Leopoldüs Mirbah, allah bilir neden neşelenerek parmağını uzatmış Alek- sei'ye bağırıyordu: “Bakınız; şu sü- vari Şarl'dır.” İntizamlarından, hare - ketlerinde insicamdan dolayı kor- künç, sanki hissiz, ölmez, tepeden a- şağılara doğru iniyor, koyu renk dal- galar gibi biribirin takip ediyordu... İleride, en yüksek noktada beş altı süvari duruyordu. Bunlardan ince en- damlı, önde duran bir tanesi elini sallryordu. Kendisine yaverler yakla- şiyor, sonra geriye dönüp dört nala, tepenin eteğine, ilerliyen kollara doğ- ru gidiyorlardı. Rüzgâr istihkâmdaki bayrakların gönderilerini, filâma sırıklarını bükü- yordu. Trşmpeteler. yüreklere üzün- *ü vererek çalıyorlardı. Kurşuni renk- e bir kar bulutu deniz tarafından yükselerek süratle bütün gök yüzünü kaplıyordu. Koşulu dört top, Brov- AUAKUGAAAACA KUKOA RA DU kin'in bulunduğu yerden iki yüz adım öteye dört nala ile gelip hızla bir ya- rım daire çizdiler, arabacılar atları çözdüler, yeşil boyalı cephane araba- ları da bu manevrayı aynı aynına tak- lit ettiler. Koyu lâcivert üniformalı ve sağlam yapılı delikanlılar hemen yere atlayıp topların yanına dizildi- ler, Bir piyade kolu, sırayı bozmadan, koşar adım yetişti; beyaz kordonlu bir çok erler sıralardan çıktılar.. Bun- ların yalın kılıçlariyle yaptıkları ha- reketlere itba eden İsveç safları ayrı- lıp bataryanın iki tarafına dağıldılar, yere eğildiler: Toprak, bunların kü- rekleriyle havalanmağa başladı... Aleksei ellerini boru gibi yan yana getirerek rüzgârın gürültüsüne hük- metmeğe çalışıyordu: “Bay sancak- darlar... Yarsubaylara söyletiniz ki er- ler ancak kumanda ile ateş etsinler. Aksi, ölüm cezası demektir” Leopoldüs Mirbah, bacağında uzun konçlu çizmeleriyle, istihkâm üzerin- de koşuyor, almanca bir şeyler bağırı- yor, elindeki bastonla etrafı tethdit e- diyordu... Çamurda - Yıkan - Fedka, sakalı saçına karışmış, kir içinde, tıb- kı bir korkuluk, aksi tavırla sırıt- tr. Leopoldüs onun kafasına bastonu- nu indirdi... Rüzgâr kaftanların etek- lerini uçuruyordu. Bir şapka havalan- dı, yükseldi... "Aleksei sabırsızlanarak bataryası- VDD LO na doğru döndü: “Ateş açsınlar, ça- buk!” Nihayet topun sesi kulakları çınlattı... “Abdallar, ateş etmeği bil- miyorlar!” Dört İsveç topu cevabı gürledi, ateş kusup geri geri çekildi... Yarım fer - sah kadar geriden, yalnız başlarına, Ayı ile Aarslan da, haşmetli, gök gü- rültülerini etrafa yaydı... “Ah, bizim- kiler! Nasıl da ağır ağır cevap veri- yorlar!” Dört çift at yaklaştı, topla- ra koşuldu ve bunları istihkâmın da- ha yakınıma çekti. Topçular koşa koşa toplarının yanına geldiler, bunları te- mizleyip tekrar doldurdular, geri çe- DDD Yazan: Alexis Tolstoi No: 141 AELLLLLLLLLLLLL Saz benizli uzun kirpikli genç kızın macerası! zur görsünler ve eksik kalan kısımla- rını lütfen hayalleriyle tamamlasın- lar... Muhavereyi aynen yazıyorum: — Leylâ hanımcığım haberin var mı başıma gelenden? — Ne oldu kız, geçmiş olsun, ne geldi başına? — Sahi mi bilmiyorsun, ayol duy- mıyan kalmadı sanıyordum ben... Oh hele biraz ferahladım. Demek başıma geleni bilmiyen de varmış Anka- ra'da, şükür allahıma... Leylâ hanım benim derdime ortak olursan sen olur- sün, yoksa yok... Ama güzel Leylâ ha- nımcığım, bak allahının, sevgilinin başı için söylediklerim yalnız sende kalsın, belki senin gibi daha duymı- yanlar vardır. — Ayol benden şüphe mi ediyorsun. Bilmez misin ben ser seririm de sır vermem, Bunu daha yeni anlıyacaksın e pardon sana doğrusu... — Hayır hani aklıma geldi de; yok- sa kendimden şüphelenirim de senden şüphelenmem. — E, anlat artık, bana da merak ol- du bu doğrusü. —Başlıyorum: Bundan altı yedi gün evel, geçen salı akşamı bakaldan öteberi aldım, eve dönüyordum. Yol- da şu Haççe hanımın oğlu Hüseyin'e ras geldim. Haççe hanım: bilirsin bi- zim hem komşumüuzdur, hem de gece gündüz beraber kalırız desem caiz. Onların gelip bizde, bizim de onlarda kaldığımız olur. İçtiğimiz su ayrı gi- der desem yalan olur. E tabii Hüseyin de Haççe hanım kadar bize yakın sa- yılır. Ben bu şimdiki hanımların ya- nına geleliden beri Hüseyin'i bizde görürüm. Arasıra, evde kimse yokken şakalaştığımız bile olurdu; İşte o gün yolda Hüseyin: — 04larmn k ri j . i e mı sordu. Ben dae .o]â;şıı.m' YPrğtir — İyiyim kardeşim, sen nasılsnı; dedim. O da iyi imiş. Sonra biraz daha yanıma yaklaştı: — Kardeşim, dedi, o elindekileri eve bırak da tekrar çıksana biraz, se- ninle iki lâf atarız. Canımızın sıkıntı- sı geçer. Ben de ona: — Peki kardeşim, dedim, dur şura- cıkta biraz da bırakıp dönüvereyim, dedim. Koşa koşa eve gittim. Öte beriyi bı- taktım. Hanımıma dedim ki; — Hanımcığım bir akrabamız gel- miş memleketten; bana ras geldi. An- nemiden haber getirmiş. Gidip de so- ruvereyim mi ne olur? O da bana izin verdi, Evden çıktım, Hüseyin dedi- ğim yerde bekliyordu, yanına gittim. Elimi sıktı sonra: — Kardeşim seninle biraz sinema- ya gidelim mi, diye sordu, güzel bir film de oynuyormuş: Ben de, düşündüm madam güzel bir film oynuyormuş: — E,peki gidelim kardeşim, de- dim. Burada Leylâ artık dayanamdı. — Kız, diye çıkıştı, ne diye öyle hemencecik kabul ediverirsin sinema teklifini, ya kötü bir niyeti vardı ise? Beriki: — Vardı ise değil varmış Leylâ ha- nımcığım, diye derhal cevap verdi, varmış fakat ben o zaman bunu ne bi- leyim. Bana kardeşim dedi, aklıma şüphe gelir mi benim? Kabul ediver- dim. Biraz yürüdükten - sonra cebin- kildiler: durdu, üçüncüsü elindeki fitille çö- meldi. Beyaz yakalı adam kılıcını kal- dırdı... salvo.., Dört gülle, siperin çam direklerine çarptı, demir çatırdıları işitildi, ağaç parçaları havalara uçtu... İkisi tekerleklerin yanında Aleksei geriledi, sarsıldı, tekrar a- yağa kalktı. Tıbkı şimşek çakıyormuş gibi, fakat müthiş bir vuzuhla (bunu ömrü uzunluğunca hatırlıyacaktı) şu- nu gördü: Karma karışık ordugâhta, tam derin hendeğin yanında, dim dik, parmak gibi ince bir delikanlı, başın- da üç köşe bir şapka, ensesinde küçü- Ankara : Öğle Neşriyatı: n neşriyatı — 12.50 Plâk: 'T. musikis şarkıları — 13.15 Dahili ve harici hi Akşam Neşriyatı: HDA neşriyatı — 19.15 T. Musikisi ve ha ları (H. Rıza Sesgör) — 20.00 Saat arapça neşriyat — 20.15 T. Musikis şarkrları (Amatör Cemile) — 21.00 rans (Şakir Karaçay) — 21.15 Stüd orkestrası: 1. Coleridge Taylor nische Suite — 2. Johannes Brahms rischer Tanz N. 1 — 3, Bortkiewici te - Caprice — 4. Robert Stolz But Signorina — 22.00 Ajans haberleri ! İstanbul : Öğle Neşriyatı: Zei musikisi — 12.50 Havadis — 13.05 türk musikisi — 13.30 Muhtelif plâk yatı — 14.00 SON. Akşam Neşriyatı: e ğ | sikisi — 18.50 Kadıköy Halkevi nami ferans: İffet Halim (Kadın ve ço 19.20 Nezihe Uyar ve arkadaşları: hicezkâr, Nehavent ve Uşşak — 19.5 haberleri — 20.00 Grenviç rasathani naklen saat ayarı, Şehir bandosu, £ mil Dölener idaresinde, 1. Anlevömi ray: Mözart, Uvertür — 2. Two Si dans: Dvorâk — 3, Lemilyon Dat Drtigo, Serenad — 4. Kas Nuvazet, | rap: Çaykovsky — 5. Şarkı nehavet Marş: Gladiyatoren, Jülyüs Fuçik - Hava raporu — 20.48 Ömer Rıza Doğ rafından arapça söylev — 21.00 S.A. | tra: 1. Verdi: La Forza del Destin Nedbal: Vals Trist — 3. Artemiyt Dorfe potpuri — 4. Naşez: Şan dö si 21.30 Tahsin ve arkadaşları: Uşşak İ 22.10 Tepebaşı belediye bahçesinden Müzi kve variyete. Avrupa : OFERA ve OPERETLER 20.00 Droitviç — 20.30 Floransa — Milâno — 21.00 Prağ — 21.30 Ştrazbi SENFONİ ve KONSERLER 20.00 Kln — 20,00 Viyana — 20.30 sel — 20.30 Kapenhag — 20.30 Ştrazbi 21.45 Budapeşte. ODA MÜZİĞİ 17.00 Berlin — 18.15 Hamburg — Prag — 22.25 Droitviç. SOLO KONSERLERİ ) 14,05 Lüksembürg — 15.20 Layepi 15,30 Viyana — 15.40 Hamburg — 16-İ ris — 17.15 Milâno — 18.10 Varşova — Danzig — 18.20 Viyana — 18,30 Brü 18.30 Köln — 19.10 Berlin — 19.10 21.30 Ştütgart — 22.10 Kopenhag. NEFESLİ SAZLAR İ 8.30 Breslav — 12.00 Breslav — TU 1200 Klön — 12.00 Layepi b | Frangfurt. Stokholm | HAFİF MÜZİK 5.00 Breslav — 6.10 Hamburg — 6. In — 8.30 Frankfurt — 10.30 Hami 12,00 Ştütgart — 13.15 Breslav — 13. In — 14.15 Berlin — 15,25 Hamburg Münih — 16.00 Hamburg — 18.00 Bi 18.30 Frankfurt — 19.05 Riga, den saatini çıkardı. Baktıktan — Kardeşim, dedi, daha sinı epey vaktimiz var. İstersen şöyl! ze geze şu hapishanenin arkasın' (anlaşılan Cebeci'de oturuyorlar? asfalt yoldan gidelim. E ben ne ' rim madam kardeşim diyor, kötü niyeti olmaz ya, diye düşündüm. | — Peki oradan gidelim kardtl dedim, derken yola düştük. Bira$ lınca kolunu koluma taktı, | — Kardeşim, dedi, böyle oluncâ rulmayız, çünkü yol biraz uzuncü duğu için... | Ben de: İ — Peki kardeşim, dedim, madaf yorulmayız böyle yürüyelim. Fi yolda Hüseyin kolumdaki koliyle lumu sıktı. — Ne yapıyorsun kardeşim, d sordum, o da bana: İ — Elbisen güzel de kardeşim, d kumaşına bir bakayım dedim. den aldın bunu? Zaten hava da yavaş yavaş kar ya başlamıştı. O yollarda epey kaldık. | (Sonu 8. inci Sath cük bir deri çanta kalkıp inerek kır a- tını köşturuyor; rus usulünün hilâfı- na bacaklarını ileri doğru uzatıp a- yaklarını topuklarına kadar özengile- re sokmuş, müstehzi müstehzi gülüm- siyen daracık yüzünü siperdeki müda- filere dönmüş, bakıyor. Ve arkasında da yirmi kadar zırhlı süvari, munta- zam iki saf halinde, çizme çizmeye, kemikleri çıkmış atları üzerinde onu takip ediyorlar, Golikof'un mustarip sesi Aleksei"- nin kulağına geldi: “Allah bizi koru- sun !...” Bütün gök yüzünü alçak bir bulut kaplıyordu. Hava çabucak kararıyor- dü. Ordukâhı bir kar tabakası örtü- yor, zırhlı süvari safları dört nala ko- şuyor, isveç piyade kolları hareketle- rine devam ediyordu. Rüzgâr uğultu- ları arasında toplar gümbürdüyor, a- levleri kesif infilâklar halinde fışkı- rıyordu. Tahrip edilmekte olan siper- ler çatırdıyordu. Gülleler, vahşi ıslık- lar çalarak başlar üzerinden geçiyor- du. Kar tipisi, dimdik ve kırıp dökü- cü, fırıl fırıl dönüyor, kar yüzlere çar- pıyor, göz kapaklarını birbirine yapış- tırıyordu. Ne ileride, hendeğin öte ta- rafnda olup bitenler, ne de geride, ör- dugâhta bir çeyrek saatten beri sira- yete başlamış olan karışıklık farkedi- lebiliyordu... Başka bir bölüğe mensup bir er, iki büklüm, deli gibi koşarken az kalsın Aleksei'yi deviriyordu... Aleksei! mı gövdesinden yakaladı. Aski miusizce bağırdı: “İhanet ettilef zel” Ve kurtuldu, tipi arasında görünmez oldu.. Aleksei, kar pt ötesinden ancak hendeğe yuvarl? çalı çırpı demetleri gördü. Y kaplıyan karları silerek bağırdı? — Ateşl... Ateşl.. Hendekte bir takım becerikli lar daha şimdiden bir şeyler yap! lardı.., 4 (Rüzgârı ve karı arkalarına alâ? veç küumbaracıları hendeği çalı d€ leriyle dolduruyorlar, ve merd kullanmadan istihkâma tırmanı lardı.) wAleksei şunu da gördü: Ateş * Golikof, süngüsünü kullanarak geri çekiliyordu.. Uzun boylu, &? içinde bir adam, bacağını sipert bir eli ile Golikof'un süngüsünü Y” ladı. Gölikof tüfeğini kendine $ yor, adam da onu ondan almağa şıyordu... Aleksei haykırdı, adaf? lacı ile, bir domuz gibi şişledi.. FA kar fırtınası içinden diğer bir t” adamlar zuhur edip istihkâma t nıyorlardı... Aleksei boşluğa, v& © zamanda yumuşak bir şeye de “| sallryordu... Gözlerinden ateş £ yüzü ve beyni darbe altında ezil? * (Sonu var)