15 Temmuz 1937 Tarihli Yarım Ay Dergisi Sayfa 5

15 Temmuz 1937 tarihli Yarım Ay Dergisi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

lar dünyası: du; aşağıda deki demir ran çöpcüye | nün ağzında | rdı, pamıştı; nes ındı? cüplü Faizci | ifetlerini dt ş bizim ke ları, o m pe iştir! diye ı bir kapağıt kırtı, bir te arkadaşımı nutfak tars sını, yanda du; ağzındi | çöp sandık | eyazlı, sarılı o ardı sın | maki attaniyesini eltişle göğe di, hamdolsun, fakat Kadının ve mah- kemesinin işleri o kadar açıktı, o ka- dar dilde geziyordu ki.. acaba iftira mıy- dı? diye kimseye şüphe gelmiyordu. Fa- © izci Hoca için, adı anılır, hatırı sayılır, demiştim, öyle değil mi?.. Hakikaten de öyle idi. Zamanın telâkkilerine göre, kelli felli bir hoca efendi idi. e karşı «Fa» izci Hoca!» demek.. si kimin hadı dine idi? Şunu da söyliye m ki hac boş adam değildi. Kendi miki biliyor: du. O zaman için; bu, kâfiden daba çok fazla birşeydi! Hoca, her işini kitaba uyduruyordu. Yalnız, size, şunuda ba: trlatmalışım kiz herhangi bir işi, kitas durmayı bilmek te bir hünerdi. zamanlarda, bir şabsiyetten bahsolunur- ken, “İlim ve hüner sahibir dir, derler- di. “İlim ve hüner, in hakiki mânaları- 51, mektepte değil, hayatda öğrendim. Gölgesinde yattığımız ağaçlardan bi» rinin yüksek dalları arasından bir bü- yük kozalak düştü, Bu kozalağın kop» mak üzere olduğunu görüyor, düşmesi- ai mi bekliyordu? Arkadaşım, gözünü bile kırpmadı; ses ve bakışları uzaklar- da idi: — Faizci Hoca, sağlam kefil ve pa- raya çevrilmesi kolay rehin gösterilirse, borç para veriyordu. Hocanın senet hü» yerlerini, size şimdi anlatamam. Anlat- mağa kalksam, beceremem; çünkü onun hesaplarına benim değil, kendisinden gayri, kimsenin aklı ermemiştir. Faizi sizami alır. Çifte senet yapar; sonra . Senedi tevhidi” der, senetleri biribi- rine karıştırır, senetlerin birine rumi âbürüne hicri tarihler koydurur, bun- 'arı birleştirince ayrı faizlerden ayri fai- si mürekkepler çıkartır. Arkadaşım, yine sessizsessiz gülme” ğe başlamıştı; — Size bunları söyliyorum ya, belki bu, tamamiyle bu söylediklerimin aksi- dir. Yalnız, muhakkak olan birşey varsa, hoca, şer'i ve nizami faiz, diye, resül- malin iki mislini, hattâ üç mislini alır, borçluyu kuru tahtaya oturtur, hoca” nın eline geçen rehinler, bir daha #a- hibinin eline dönmezdi. Hocanın faizci- liği, kendisine sorarsanız, bir ticaret, «Kür ve kisp» değil, bir «Emri hayır? dır. Hocanın mantıkı ile de kafanızı şişirmiyeyim. Arka yolda bir köpek bhavlıyordu; Tarkadaşımı, yüzünü € ekşitti; ince uzun parmaklarını, yararlı gibi batta- niyeye ei rile Hacabin aralarından su Bi içtikleri su, ayrı gikmiyord Bu iki kurnaz ipsandan da başka türlü Hi beklenir mi? ca, kadıya muhtaç! Çünkü, bü- tün kilelerini ve hesaplarını kitaba uy» ö MAHMUD YESARİ » duran İlocanın, kadı ile dost olmâsı lğ- zımdır. Kadıda, Hocaya muhtaç| Çün- kü Hoca, memleketin yerlisi ve dediğim gibi adı anılan, hatırı sayılan bir şah- siyettir. Yerini beğenmiş, işini tıkırına koymuş bir adam, yani Kadı efendi, böy» İe mühim bir şahsiyetle bozuşurda pos- tu tehlikeye koyar mı? İli canbazın bir ipte oynıyamayacaklarını bilen bu iki canbaz, ayrı ayrı iplerde oynayıp duru yorlardı. Günler gün, Kadı efendi, Paizci Hocayı bir kündeye getirir; yani hocanın on iki sarı altınını “ karezen * alır. Kâdıya para kaptırmak, sizin, be- nim, şunun, bunun gibi alelâde insanlar için, pek şaşılacak mesele değildir, hattâ çok adi bir-iştir. Kadı efendinin bu hu: suştaki “İlim ve büner,i, mütbiştir. Fakat Hocanın para kaptırması da, dün. yadaki şaşılacak şeylerin en müthişidir. Demek ki, Kadi efendinin “İlim ve hü- neri, İloca efendinin “ilim ve hüner,» inden bir kat üstünmüş | Kadı efendinin, vasıl bir kadı efen di olduğunu, şimdi bir parçacık anlaya- bildiniz, sanırım! Uzaktan akseden bir tren düdüğü, adaşımın sözünü kesmişti; birkaç sa- niye, fidelikteki şeri arılarının yizıl- yi dinledik adli, me yapmış, ne söylemiş, al ne vadetmiş, bunu kimse öğre nememişti, Çünkü, Kadı, hiç sesini çı karmıyordu:. Hoca, hafiften dert yanı- yor, yanıyor amma, işin bu tarafını açs mağa, yanaşmıyordu. Parayı kaptırdık. tan 8 hocayı fena telâş almıştı. Ka- dı, kös dinlemiş ve içi geniş bir insan olduğu için, hocanın telâşına aldırmak sn ea bıyık altından gülüver- rden bir Arkadaşım, sessiz sessiz gülüyordu: — Hoca, dertli olmuştu. On iki sa- rı altın, hoca için, büyük bir para de- gil. Hoca, on altınla, yüz altınla yıkıl- maz. Fakat e o yerine konmak, nef ve ağır Düşünür gibi bir ân durduktan son- ra devam etti: — O tarihte, çarşıda bir dükkün- miz vardı... Hoca, arasıra, bizim dük- kâna uğrar, bizimle, gelen giden müş-. terilerle lâf atardı. Başı derde yanalı, hoca, bir yerde durup oturamıyordu. Günde, sekiz on kere bizim dükkâna geliyor; tesbihini çekerek homurdanıs yor, homurdanıyor, sonra birdenbire fır- layıp çıkıyordu. Hocadan bir korkumuz yoktu, Fakat yaşlı adamdır, bunca yıl: lık tanıdıktır, ahbabtır, diye kalbini kır- mak istemiyür, istiskal etmiyorduk. Gel gelelim, iş zamanı, eşekarısı gibi vızıl- daması, biraderleri, beni, tezgâhtarları da fena sinirlendirmeğe başlamıştı: Arkadaşım uyuklarken, başı ucunda vizıldaya vızıldaya devirler banarısını hatırladım, kahkaha ile gül- düm. — Neye güldünüz? diye sordu. nın hali hoşuma gitti de... Arkadaşım. tasdik edin bir gülüm- seyişle başını salladı: — Hocanın halini o zaman, gözünüz” le görmüş olsaydınız, daha çok güler» diniz. Hoca bir iki kere kadıya başvur- mamış değildi; fakat kadı, hep parasız- lıktan, yoksulluktan dem vurarak ho cayı atlatıyordu. Hoca için artık başka * lâf yoktu, ve yanıp yakıldıktan sonra: «Defterim açık kaldı; hesap açık duru yor; onu kapatamadım... Hesabı kapat malıyım, açık duramaz!» diyor, birdaha demiyordu. Birgün hoca, bizim dükkü- na geldi, yüzü parıl parıldı; pek keyifli görünüyor; gözlerinin içi gülüyordu:«Bir kahvenizi içerim!» dedi, bir iskemle çek» ti, oturdu. Hocada bir havadis oldü- ğunu anlamıştık; fakat onun söyleme- sini. bekliyor, susuyorduk. Kahve gel dikten sonra, hoca, biribiri üstüne iki- şer tutam enfiye cekti: «Çocuklar, de- di. Kadı ile olan hesabı hallettik, çok şükürl » Arkadaşım, çöp sandıklarının etra fında oynaşan sarı, siyah, alaca, irili u- faklı kedilere bakıyordu: — Biz de, hocaya: « Eh, gözün ay” dın Is dedik... Fakat bunu derken, biri- birimize işin aslını sörar gibi bakışıyor- duk. Demek ki hoca, bir puntuna ge firmiş, kadıyı yere vurmuştu. O halde, hocanın “ilim ve hüner,i galip gel- miş oluyordu. “Hoca, çok zeki adamdı; A mânayı derhal bisset- «Çöcuklar, dedi. Size hal ve key» anlatayım». Arkadaşım, başını bana çevirmişti: — Bakın azizim, hoca, dertten na“ sıl kurtulmuş? Kitaba uydurduğunu tas bii re e yok. Fakat uydu rabilmenin A « olduğunu e değil « Hoca, düşü- nür o yıl da, öbür aile gibi. ekb, erecek “Dün nya besapları gibi, nın ahret hesapları da sağlamdır. muyor ki lacak vereceğe de bu ka yor? Artık on lahtan başka kimse bili (Arkası 24 üncü sayfadada) 3

Bu sayıdan diğer sayfalar: