4 Nisan 1936 Tarihli Ağaç Dergisi Sayfa 15

4 Nisan 1936 tarihli Ağaç Dergisi Sayfa 15
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ya karşı baklalar ellerindan düşüyor, sonra kışı, çadırı dumanı, kurtları, azgın köpek- leri anlatıyorlardı. Onlar bunları anlatırken toprak baklaları yeşertiyor, boncuklar me- zarların yarıklarından içeriye düşüyordu. Mezarlık içinde falına bakılan delikanlı kışı hapishanede geçirmişti. Toprak ona da renk veriyordu. Kızarıyordu. O da bir nebat gibi kabuklarını çatlatı- yor, kızl nefesini yanaklarına ulaştıra- biliyordu. Her şey güzel, her şey verimli, her şey istiyor ve alıyordu. Yalnız bu insanların yap- tığı şeyler kötü, durgun, yürümezdi. Kulübeler, kıştan daha kötü, daha ko- kulu, daha sefildi. Şimdi güneş insanların gözünü açıyor. “ Size ben bunun için karan- liğı, rutubeti vermedim. Kuşlar bunun için gelmediler. Bahar sizi görmeye utanıyor. Bu kokan gömlek nedir? Bu pis perdede sümük izleri kimindir? Bu tencere niçin kalaysızdır? Bu ibrikdeki su niçin bu kadar ıbhk, bu kadar durgun, bu kadar ağırdır?,, diyordu. Bunları güneş söylüyordu. Kulü- bedeki insanlar bunu duyuyorlardı. Ve ku- lübeyi köpeklere, kedilere bırakıyorlar, uzun günleri açıkta, boslanlarda kuyu başlarında dut ağaçlarında ve surlarda geçiriyorlardı. Karanlıkla beraber evlerine döndükleri zaman tekrar güneşi dinlemek için sabah olmasını beklerlerdi. İhtiyarlar böyle yaptılar. Gündüzü kırda, bayırda, çarşıda sırtlarında küfe, duvar diplerinde ve güneş önünde ısınıp dilenerek, çalarak, kopararak dolaşdılar. Fakat karanlıkla beraber itiyat- larına dönüyorlardı. Yalnız çocuklar valışı idi. Kulübe korkunçtu, onlarla yalnız güneş konuşmıyor, kuşlar, çiçekler, sular ve ılık yıldızlı masum geceler de konuşuyordu. O zaman çocuklar başlarını alır, giderlerdi. Gidenin arkasından göz yaşı dökülmezdi. Ve gidenlerden pek azı geriye dönmezdi. Kışla beraber bir çoğu, süklüm püklüm, bir sürü kötü hatıralar, itiyatlar kazanmış, dönerlerdi. O bahar, Japon yaz girmeden kulubeyi bıraktı. Üzerine bahar yağmurunu çekerek başı kasketsiz, ayakları çıplak şehri gez- meye şladı. Şehir üç gün içinde öğ- renilebilirdi. O iki günde öğrendi. Tramvay- ların ta üst tarafında nereye gidip geldik. leri yazılıydı. Kışın niçin semt semt dolaş- mıştı ?Niçin bakmamıştı ? Yoksa kar mı levhaları kapamıştı ? Yürüdü. Kahveci çıraklığı ederken sesi bir su sesi gibi dökülüyordu: — Bağırma, diyorlardı. Ne bu çığlık ? A Ğ'AÇ M4 Gelmiyen sır Kafamda, ömrünün bütün rüyası, Güliğin yerleri bilmek hülyası; Ölmüş insanların yizli dünyasi Çözülmez bir düğüm dudaklarında., Jssiz ilkesine vardın mı İçin, Rüzgürdun bir haber sezilmez, niçin? Bir yün sırlarını yelirmek için Dermeün kalmadı mz ayaklarında ? Şevket Hıfzı RADO Bağıracaktı. Sinirlenen adamın kulağı dibinde haykırıyordu : — Şekerli bir, zarif olacak. Aç bir, doldur iki. Kış yaklaşırken, ilk yağmurlarla beraber bütün mahalle akşam üstleri yazın evlerin- den kaçmış olanların dönmesini beklerdi. Pek çoğu sakin ve korkak, başları önlerin: de kulubelerine kayıp gaip olurlardı. Ve günlerce dayak yerlerdi. Adeta her akşam birinin avdeti beklenirdi. Bu akşam Camgöz öteki akşam, Fırlama. Daha ertesi akşamlar dört meyve ismi birden mahalleye girerdi. Ve ilk karla beraber dönmeyecekler .anlaşılırdı, Onların ismi, bir kahraman adı gibi, içerisi ağır bir insan kokusu ile dolu kahvede durmadan tekrarlanırdı. O sene yalnız iki isim ağızdan ağıza dolaştı. Bu iki isim ise bir insana aitti; — Japan. Japon dönmedi be, Aferin Kalorifere. Ve böylece iki ismin bir kişiye ait ol- duğunu bilmiyenler sanki Japonu, Kalorifer mahalleye döndürmedi sandılar. Sait Faik ADALI

Bu sayıdan diğer sayfalar: