4 Nisan 1936 Tarihli Ağaç Dergisi Sayfa 7

4 Nisan 1936 tarihli Ağaç Dergisi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ler, belki buna inanmayı ister, belki bunun gelmiyeceğini bildiği için meyustur. Çünkü görüyoruz, her zaman nafile yere, bu renk- ler soluyor, bu ışıklar sönüyor, bu ümitler susuyor, bu bekleyiş zamanı geçiyor, ve karanlık bir gece bütün bu nazlı şeyleri kaplıyor. Fakat bu güzel manzara karşısında hüznümüzü, bikesliğimizi, faniliğimizi yeni duymuş gibi meyus olmalımıydım? Demin halkın bana o kadar teselli ve sükün veren zinde neşesi devam ediyordu. Tabiatımızda ahlakımızda, O hayatımızda ve günümüzde nice tezatlar yokmudur ? Hem ayni zaman- da beraber yaşıyan hem de yerlerini başka- larına bırakarak geçen istihaleli tezatlar bütün hislerimizi besler. Bu tabii tezatlar dün donmuş tabiatın bu günkü yeşil feyezanı gibidir ve bu otomobillerin içine deste deste ayrılmış geçenlerin ayni yaşta, ayni boyda, ayni renkte olmayışları kadar tabiidir. Bü- tün bu geçenlerin gönüllerinde fikirlerini nakzeden temayüller, zihinlerinde kalple- rindeki hisleri tevbih eden kanaatlar ve düsturlar, ağızlarında içlerindeki hisleri giz- liyen tebessümler ve sözler vardır. İstihale- lerle değişdiğimizi, her hissin içimizde bir ayrı zamanı olduğunu kabul edeceğimize bütün tezatları imkânsız bir dogum için feda etmek; Dünyayı, cemiyeti, hayatı muttasıl tenkit ile tanzim etmek arzusu niçin? Na- zari ve daimi bir böyle meşgale bize kuv- vetlerimizi en çok yoran ikinci bir tabiat oluyor. Zihnimizden zincirleme akıp dinmi- yen bu tenkitlerin silsilesi, şelâlesi sanki neye yarıyor? Dünya ve hayatın muamma- sını hal için biz kendi kuvvetlerimizle baş başa kalmışızdır. Hesaplarımıza uymiyan dünyayı zedelemektense kendimizi ona göre tanzim ve ayar etmek daha mu- vafık olmaz mı? Bilmezmiyiz ki dünyayı sevk ve idare eden bir besap ilmi değildir? * Her fikirde büyük bir his payı vardır. Bize miras olan öyle kanaatler vardır ki ilâhilerini duyunca, kuvvetlerimiz uyanır, ayaklanır, onların davetine omantığımızın önünden koşmaya başlar. Güzel hayata kalplerini yırt- madan sarılmasını bilmiyenler, kalplerini müteassıp fikirlerinin yalçınlıklarında yara- lamayı sevenler, kuru bir nas ihtiyacile, bir kalbin kolayca kavrayıp kapladığı tezatları taassuplarına feda etmiyorlar mı? Gönlümü- İk zün taptığı sentezi bulumadık, yapama- dık veya bunu başkalarına kabul ettireme- dik diye kurutucu bir taassuba düşmekten sakınarak cömert kalbimizin tezatlarından istifade etmeli değil miyiz? Biliriz ki her genç bir ahirzaman pevgamberi gibidir. Fa- kat gençlik geçince iddia çağından çıkarak ihtiyacından da kurtulmalı değil miyiz ? Gülerek geçenlerin hepsi bu sırra ermiş gibi, sesleri ve sözlerile hep tezatlı hayatın tabii neş'esini tefsir eden bir ilâhi duyuyor, onu aksettiriyor gibiydiler. gurup içinde göğ- sünü açmış gibi gülen, hayatı sevdiğini her zaman açık bir kalple gösteren genç, gürbüz, şakrak ve oynak Bükreş bu tezatlar- dan bir düstür çıkarmadan, bunları hep ka- bul ediyor gibi, geçenleri güneşinin yüzleri- nc Vuran son ziyasile yaldızlanmış gösteri- yordu. Hepsi bu tılsımdan birer pay almış gibi, gözleri, ağızları, yüzlerile, hayat hisle: rile parıl parıl parıldıyorlardı. Her iki yandan geçen otomobillerin he- men hepsinde ve hatta taksilerin bile ço- ğunda radyolar bulunduğundan onlar gelip geçtikçe bu çalgılar yaklaşıp karışıyor, kırılıp toplaşıyor, uzaklaşıyor, hafifleşiyor, serpi- liyor, yağıyor, kayıyor, sönüyor fakat bir türlü aynı ahenğin edasına yarayan muh- telif notlar gibi birleşmiyordu. Ve o zaman Bükreşin beni kendine bendeden bir üstat gibi değilse de o akşam memnun ve müte- selli eden genç, dinç, güzel bir vücut gibi bana böyle parçalanmış çalgılar halinde söylediklerini duydum. Bükreş, görülmüş süslü ve güzel kadın nazarlarının ve tebes- sümlerinin Ohafızama asılan salkımlarile, meydana koyduğu masum yaşamak hazzile ve hiç tahmin etmiyeceğim bir incelikle, beni parçalı ve tezatlı çalgılarının havasile sararak bana kendine göre ve romantik bir ders vermiş oldu. Fakat biliriz ki en romantik düsturları kalbimizin ateşinde bes- liyerek Oklasik manalara yükseltebiliriz. Bükreş bana o akşam bu otomobil seli için- de duyulmuş karışık çalgı kırıntılarını, bir- leşmiyen fakat hepsinin üstünde güneşten gelme güya ilâhi birer ziyanın parlar gibi gözüktüğü bu tezatlı çalgı parçalarını tef- rik ve tahlil edemeden sevmeyi talim etmiş oldu. Ve güya musikileri biribirinden çözül- mez fakat birleşmiyen ve tılsımlı sesleri bende ayrı ayrı açılarak başka başka his- lerimin inkişafına yarayacak olan bir yumak ahenk hediye etti. Abdülhak Şinasi HİSAR

Bu sayıdan diğer sayfalar: