18 Nisan 1936 Tarihli Ağaç Dergisi Sayfa 12

18 Nisan 1936 tarihli Ağaç Dergisi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

de, bir Vinci de mücerred elemanları bütün zenginliği ile görürüz. Fakat onlarda bu elemanlar objelerin mantıki kalbini yok bilerek değil, onları değiştirerek, recompo- ser ederek tecelli eder. Halbuki modern sanat, !ojiği, yani göze görünen şekillerin tabii inşasını yok bilerek omücerretliği bir vasıta değil,bir finalite bildi ve erişil- mesi güç bir metafizik kurdu, Eskiler, man- tiği ve mücerretliği meze ederlerdi. Yeniler mantıkı reddettiler. Plâstik sanatta, yarım asırdan beri, bu sanatın heyecan vasıtaları olan yalnız renk ve çizgi ile, ve her türlü mantıktan temamile tecrit etmiş olan yeni bir dünya inşası kaygusu var. Vinci yüksek bir riyaziyeci, tam manasilede bir metafi- zikçi idi. Fakat Jokonda'nın tebessümünü, Sains Jean Baptiste'in esrarlı bir noktayı gösteren parmağını ihmal etmezdi. Modern sanat, sokakta geçen adamı mütehassis eden manaya sirt çevirerek, bir plâstik sentez yapmak kaygusundan başka istek beslemedi. Neden ? Bu plâstik rasyonalizmada, devrimizi Karakterize eden öteki rasyona- lizmanın, ekonomik, endüstriyel ve fenni rasyonalizmasının bir tesirini görelim mi? Neden hayır. Sanat faaliyeti, her devrin aynası değilmidir ? Bina, tablo, heykel, nağ- me, günün endişelerini, günün tercihlerini, günün gidişlerini göstermez mi ? Elie Faure, sanat tarihinde, bir Voisin otomobilini, Marly de inşa edilmiş bir tayyare hangarını, Vlami- nek'in bir manzarasına, Picasso'nun mücer- ret bir inşasına yaklaştırıyor. Orada ve burada aynı sentez, aynı rasyonalizma. Valery'nin sanatta aradığı “yüksek zekâ” sanatı ebediyete götürecek bu hassa nedir? Ressamda bu hassayı düşündüğüm zaman, onu, tabiatı rumuz yapmak, ve içinde ya- şattığı rumuzlarıda tabiatin kalıbına dök- mek kudreti şeklinde anlıyorum. Sanatın zevkini yapan, lojikten bıkan benliğimizin onda yepyeni heyecan unsur- ları araması değilmidir? Bu heyecan unsur- larini mermere ve muşambaya geçirilmiş sade bir “ nakil , demi arayacağız ? Sanat. kâr bize bir takım anahtarlar uzatıyor. Bunlar, eserin mücerret elemanlarıdır. O anahtarlarla sanat diyarının derin ve ya- lancı, mevcut fakat suni alemine girebile- nimize ne mutlu. Mücerret âlemin bu yal- dızlı anahtarlarını, asırlardır, Mısır ehram- larını, Yunan sütunlarını, orta çağ katedral- lerini, Rönesans şaşaalarını O halkedenler taşıdılar. Nurullah Cemal BERK AĞAÇ 11 Çeşmemle başbaşa Işıklardan korkarak, ölen çocuğum gibi, Geecleri bekliyor akmak için bu çeşme; « Baba söndür ışığı» diyen yavrucuğum yibi Kuhuma sesleniyor derin derin bu çeşme. Parlayan yıldızları görmeden kan çeşme ; O mavi yözler gibi yörmeden bakan çeşmem; Menenjitli bir çocuk odası sanki başım, Kemik penceresinde yecelerden örlüler.. Burdan uçuyor sanki ümidim birer bir, Bu meçhul kuranlıktan dökülüyor yöz geli O altın saçlı yavru ölü mü, sağını bilmem, Onun sesine benzer bir ses ver banu çeşmem. Küçücük kovasını süyunla doldurmadan, Sonbahar, yaprakları rüzgâra savurmadan, Su verdiğin bahçede bir baharcık durmadan Nusu gitti babasız, bilmediği bir yere; Nasıl yilli o yavru, karıştı ölülere; Saçları ukşamtardan bir demet son ışıktı, Uzun kirpikli yözler, o donmuş menekşeler, * Uyumam, diymi baba; » diyor gibi açıklı. Donup kalnışlı sanki yüzünde son neşeler.. Ona (öldü!) demeye varmazken dilim çeşme, Şöndüi ağıl mi yazdı okşıyan elim çeşmem ” Çeşmem, sen de susmuşlun, sanne, beni uyul;» Diyerek Lanımadan etrafa baktığı yün. Meyveler, halıralar, sesler gölürdü tabul, Yağmurun göz yaşunla beraber aktığı yün. Altin saçlı o güzel ölüyü, sakın çeşme, Bu ses veren suyunla sen mi yıkadın çeşmeni;.. Bir damlacık şebnemi buza döndürmek için Dağları dundurucak tipiler verdi Tanrım. İki mari yıldızı yakıp söndürmek için Verdiği şimşekleri yörse tütrerdi Tanrım; Karardı mı ölmeden mavi gözlerdeki fer, Tutuldu mu ölmeden v tatlı, yarım diller... O, yaylu rüzyârında büyümüş sarı çiçek, Isparta güllerinden kokulu o tomurcak ?., Kim derdi ki ansızın sararıp dökülecek ? Kim derdi ki koşarken düşecek v ermeni! P. Çeşme, onan mezarı suyunun başında mı? O küçük ayakların izleri taşında mı?.. Fidanın ve bülbülün fecirde ik sesiydi Yarım kelimelerle söylediği şarkılar.. Ruhumun en serdiği tatlı musikiydi Ahenyini seçerek söylediği şarkılar.. İşte gene a şarkı... biraz dur güzel çeşmem ; Sonra karanlık tarda kaybutur, güzel çeşmem: 0 küçücük tabutu yağmurlarla istandı, Sururuuş yapr uklara gizlendi kelebekler.. Mini mini elleri beklerken solup yandı Hahçemdeki çiçekler, rukumdaki çiçekler.. Ondan ayr açacak yüllere yazık çeşmem. 5 verdiğin çiçekler, kurusun artık çeşmem.. Yuldarım değmiş gibi, o ince yeşil yaprak, Sapsarı, uçup yilli yeşil zeytinliklerden.. Dünyaman hurasında, 4 yüneşlen, nurdan uzak Bir kanal ürperişi, bir sızı bırakara Sapsarı, uçup gilli yeşil zeytinliklerden.. Erken solup sarar ni yazık het. İzi wi, çeşmem Şu zeylin yaprakları halâ yeşil imi çeşmem? Ömer rd GÖKBELEN

Bu sayıdan diğer sayfalar: