2 Kasım 1957 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 34

2 Kasım 1957 tarihli Akis Dergisi Sayfa 34
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

M U S Opera Bir kadın böyle yaptı T üy hafifliğinde ve şimşek süratin- deki uvertür jet uçaklarıyla ya- rışmaya çalışan bir kağnının ümit- siz çabalamalarını hatırlatarak çalı- nırken birden, kırmızı perdenin önü- ne oyunun altı karakteri çıkıp halkı selâmladılar. Acaba oyunun sonunda bu zevkten mahrum kalınacağı tah- min edildiği için mi böyle bir çareye başvurulmuştu? Derken kırmızı per- de açıldı ve adi kalite bir bezin üs- tüne de beceriksiz bir elin "cupid" re- simleri çizmiş olduğu, kirli bir ara perdesi göründü. ve metin iti- bariyle bir sabun köpüğü gibi hafif, fakat gerek sahneye koyuş, gerekse müzikal icra bakımından büyük me- seleleri olan Mozart operası, "Cosi fan tutte"nin Devlet Operasında bu mevsim verilen ilk temsili başlamış- tı. Bütün akşam boyunca seyirciler, tiyatro ve musiki zevki almak bir yana, en basit manasıyla eğleneme- diler bile. Mozart'ın bu —şaheserini tanımayanlar, eserin sıkıcı, manasız, boş bir opera olduğu kanaatine var- dılar. Oysa "Cosi.." değerinin canla- nabılmesı için, ustalık ve iyi zevkle hazırlanmış bir mizansen, bilhassa kusursuz bir icra ariyan operalar- dandı. Kabahat ne librettocu Loren- zo da Ponte'de, ne de besteci Mozart- taydı Bu defa "Kadınlar Böyle Yapar- lar" adıyla ortaya çıkarılan "Cosi fan tutte", Devlet Operası sahnesınde ilk olarak, üç yıl kadar önce, Arnulf Schroderırı mizanseniyle oynanmış- Eseri bu defa sahneye koyan Saa- det İkesusun, Schröderin mizansenini şiddetle îenkıt etmiş olduğu biliniyor- Bn. İkesus tenkitçi olarak kaldık- a kimse ona "Haydi bakalım, daha iyisini yap da görelim" diyemezdi akat o tenkidçi, aynı eserin yeni re- jisörü olarak ortaya çıkma gönüllülü- ğünü gösterdiği zaman kendisinden, tenkit ettiği çalışmanın daha iyisi— ni beklemek pek tabiiydi. Oysa Sch- röderin -bazı kusurlarına — rağmen- tecrübeli, bilgili ve zevkli rejisi ya- nında, İkesus'un -bütün hevesine rağ- men- ancak bir çırak isi yapmış ol- duğu neticesine varmamak imkânsız- dı. İkesusun — tasarladığı dekor ve ostümler, renk ahenksizlikleri, bıçım nısbetsızlıklerı ve gelenek inkârlar la doluydu. Üstelik bunlar adi mal— zeme ve kötü işçilikle gerçekleştiril- mişti. Kraterinden değil de yamaç- larından alev saçan yanardağ, re- jisör hanımın tebessümle karşıla- nacak buluşlarından biriydi. İkesus piyesin yapısını en büyük hatlarıyla kurma, yani iki perdeyi — tablolara bölme meselesini halledememiş, ko- layca değiştirilebilir sade panolar kol- lanabileceği halde ağır dekorları ter- cih etmiş, tabloları bazan o pis ma- 34 İ Kİ vi perdeyle, bazan kırmızı esas per- deyle bölmüş, böylece eserin bütün- lüğünü dağıtmıştı. Oyuncuların hare- ketlerini düzenlerken çok e sah- ne mantığını inkâr eden, ne musiki- nin ve ne de metnin karakterine uy- mıyan aşırılıklara kaçmıştı. Bir tiz nota geldiği zaman şarkıcının kolunu yukarılara kaldırması, — kadınlardan birinin elini aşağı doğru indirdiği za- man iki âşığın yere düşmeleri, âşık- lar sözde savaşa giderlerken — önce sahne gerisinden, sonra sahnenin ö- nünden sağından ve nihayet önün- den solundan uğurlanmaları, — izahı imkânsız görünen buluşlardı. Bu aşı- rı hareketler, hele kadınlarda zaten güç olan teganni işini herhalde bir- kaç kat daha zorlaştırıyordu. İki er- kek hastalık numarası yaptıkları za- man sahte doktorun gelip onları mık- natısla iyileştirmesi gibi — güldürücü bir olayı sahnenin gerilerine nakle- dip bütün tesirini kaybettirmesi, bir rejisörün ancak intiharı sayılabilirdi. İkesusun rejisinin tek — vasfı, yanlış ve gereksiz de olsa, bir düşünce mah- sulü olması, Devlet Operasında son mevsimlerde — seyrettiğimiz — birçok mizansen gibi işin tesadüflere bıra- kılmış olduğu intibaını vermemesiy- di. Öte yandan İkesus, bilhassa top- luluklarda, partiler arasındaki mu- vazeneyi saglamak için bazı hatalı yerleştirmeler ve opera — sahnesinin akustik durumunun titizlikle hesaba katılmaması yüzünden başarı dere- cesi değişen bir gayret de göster- mişti. Fakat eserin musiki icrası öy- le bir kargaşalık halindeydi ki, reji- sörün muvazene endişeleri tam bir başarıya ulaşmış olsalardı bile — bu bir değer taşımayacaktı. Tempoların üstünde yüzen — şarkıcıların birbir- leriyle ve orkestrayla — birleştikleri zamanların fazla olmaması, koronun orkestradan ya geride, ya ilerde ol- ması gibi durumların — sorumluluğu şarkıcıların kendileriyle korepetitör- leri, orkestra Şefi Helmut Schaefer ve n zamandır namevcut koro şefi Adolfo Camozzo arasında pay- laşılmalıdır. Şarkıcılar tek tek ele a- lındığında ancak lfonso rolün- de basso Ayhan Baran ile Despina soprano Atıfet Usmanbaşın ve bir dereceye kadar da Ferrando tenor Nevzat Çıdamlının övülmeye lâyık oldukları görülüyordu. Olağanüstü ses kudreti vazıh telaffuzu ve geliş- miş oyunuyla dikkat çeken ve söy- lediği en küçük, cümle parçalarına bile mana veren basso Baran artık dünya çapında bir şöhretin yollarını aramalıdır. Bu temsiller için Ameri- kadan gelen soprano Usmanbaş ka- liteli sesini ve gelişmiş tekniğini bel- ilk defa b i efa bu derece ustalıkla ve muzıkal hedefler gozeterek kullanı- yordu; ancak oyunu, rejisörün ka- rakter çizme zaafı yüzünden, tatmin edici değildi. Sanatkârın aynı rolü birkaç yıl önce çok daha büyük bir ba- şarıyla oynaması Schröder'in fettan hizmetçisi ile İkesusun daha çok bir hanımefendiye benzıyen Despına sı arasındaki büyük kın cu sağladığı ımkanlarla ilgili bırşeydı Partisine ve Mozart uslübuna çok i- yi yakışan hafif, sevimli bir sese sa- hip tenor Çıdamlının genel olarak disiplinli tegannisinden, daha dikkat- le çizilmiş, daha duygulu ve nüanslı cümleler kurması beklenebilir. Gug- liemo'da Azmi Örses orkestrayı pe- şinden koşturan aceleci bir şarkıcıy- dı. Dorabella'da mezzo soprano An- na İde dikkat çeken hiçbir Özelliği olmıyan şahsıyetsız bir icra çıkardı üklü partisi olan Fıordılıgı ıçın Selma Aktuna henüz tamamen selâhiyetsiz bir sopranoy- du. Toplu olarak yeni "Cosi...", ancak bir iki ferdi başarı sayesinde çekile- bilir hale gelen ve artık uçurumun dibinde bulunan Devlet Operasının perışan durumunu temsil eden bir temsi Konserler İdil Biret ve Liszt Cumhurbaşkanlıgı Senfoni Orkest- rasının evvelki Cumartesi günü verilmesi gereken ikinci konseri Sa- l1 akşamına bırakılmış ve program- daki bir Handel Konserto Grosso - su çıkartılarak yerine Liszt'in Birin- ci Piyano Konsertosu konmuştu. Bu degışıklıgın sebebi, İdil Biretin kon— sere solist olarak iştirak — etmesine karar verilmiş olmasıydı. Türkiyenin kendisinden en çok bahsedilen musi- kişinası olan 16 yaşındaki İdil Bire- tin konser vereceği gazetelerde ilân edildiği gün birkaç saat içinde bilet- ler tükenmişti. "Harika — çocukluk" çağını geçiren, bu yıl Paris Konser- vatuvarını birinci mükâfatlarla biti- ren genç sanatkâr, Liszt'in konserto- sunda, dünya ölçüsünde birinci sınıf bir piyanist haline gelmiş olduğunu, kendisini yıllardır dinlememiş olan nkaralı müzikseverlere anlattı. Ro- bert Lawrence idaresindeki orkestra- nın olağanüstü — refakatiyle çalınan bu konsertonun icrası bugüne kadar bir Türk solisti ve — orkestrasında rastlanılmayan seviyedeydi. — Eserin sathi parlaklığı yanında zarıf,, serin, yumuşak bir tarafı olduğunu da or- taya koyduğu için, tefsir bakımın— dan da dikkat çekiyordu. Programda — Mozartın, — Robert Lawrence tarafından uslüp ve ka- rakter sadakatiyle idare edilen — ve orkestra tarafından genel olarak iti- na ile, temiz seslerle çalınan, No. 29 Mi Bemol Senfonisi, ikinci kısımda da ilerde daha tesirli çalmışlara ka- vuşması beklenen ve Cumhurbaşkan- lığı Orkestrasının repertuarına ilk defa giren Berlioz'un "Romeo ile Juliet” senfonisinden üç kısım var- AKİS, 2 KASIM 1957

Bu sayıdan diğer sayfalar: