20 Ocak 1929 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

20 Ocak 1929 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Akşam Mıiieî mek â'a;şğ eri| kıraat sütunu 'arihi masallardan: AÂAltın merdiven Selçuk hanedanından | Kora Budak bey, yirmi | beş yaşına geldiği halde henüz evlenmemişti. Kara Budak beyin ba- bası çok aksi ve sert bir adamdı. Bir gün oğlunu çağırdı ve ona gizlice de- ki: ilerleyor, seni evlendir- mek İstiyorum. Kara Budak bey evlen- mek istemiyordu, baba- — sinın bü. teklifine canı babal - dedi - ben otuz yaşına gelmeden lenmiyeceğim. — Niçin, oğlum? Ne bekliyorsun? Bak, genç e güzel bir delikanlısın! / Evlenmemekte'ne mana yar? Eğer bir derdin var- söyle bana... — — Hiç bir derdim yok!. — © halde mutlaka ev- teceksin! sanaemr ediyo- . Bir kaç tanınmış nin kızı var, bunlar- tsin... sana yirmi dört at mühlet veriyorum; işün, taşın ve yarın bu vakit bana kati bir cevap çetir. “Kara Budak, Selçuk eylerinin en cessur oğul- ından biri idi; Ana- doluda, bilhassa ok atı- cılığıyle meşhurdu. " Babasının yanından çık- tığı zaman çok müked- |derdi. o filhakika genç ve güzel bir çocuktu. Fakat memleketinin ha- / ricinde, babasına düşman — Tefrikanümerosu: AA? | bir beyin kızını seviyordu. kızın - babası, bunların memleketine on saat ka- dar uzakta kâin bir kasabanın beyi idi. Kara Budak beyin sev- gilisinin ismi «Feza» idi. ona bu ismi, bulunduğu memleketin gençleri koy- muşlardı. Feza, hakikaten elde edilmiyecek kadar, ha- yattan uzak yaşar, genç- İerden kaçar, çok garip Tuhlu bir kızdı. Fezanın yüzünü, kasabanın genç- lerinden bir kimse bile görmeğe muvaffak ola- mamıştı. onun - hayatı, efsanevi bir masal gibi, dilden dile dolaşıyor.. her kes ondan bahsediyordu. Kara Budak bey, ertesi sabah erkenden atına binerek yola çıktı. Feza- nin*memleketine geldiği zaman güneş henüz ba- tıyordu. İlk işi, beyin ha- nesini ögrenmek olmuştu. Feza, babasıyle birlikte, şehrin en yüksek ve tenha bir tepesinde, gayet güzel bir köşkte oturıyordu. Kara Budak bey, gece sabaha kadar köşkün et- rafında dolaştı. ve kızın hangi tarafta yattığını keşfetti. Daha, henüz sa- bah olmamıştı, Köşkün üçüncü katında, tek pen- cereli bir oda vardı, işte Feza bu odada yatıyordu. Kara Budak, okunun ucu-! na bir ufak kâat parçası takarak yayını gerdi ve oku attı. Aradan iki da- kika bile geçmemişti, oda- nın penceresi açildi. Atılan SAHTE PRENSES — Zencinin son sözü, Reisin Cak ine bir kudurmuş kopek gibi Saldırmasına sebep olmuştu. — Alçakl On gündür. beni dattın, durdun! Beş sene evelki nayetin hesabini sormak ve benim erede olduğümü anlamak - için yuralara kadar geldin; fakat tayya- niz kazaya uğradı, bu süretle favucuma düşünce aciz ve müdafa- siz kalarak, tuzakla beni Nevyor- götürmek — istedin.. —Plânlar dün! Taliin — sana yardım Allah her hakikati mey- a çıkarmak için böyle birer halkeder. Bundan sonra, yada hiç bir şeyin girli kala- anlal Ve ona göre Arabim — tavsiyesi Kâkili 1 vechile seni öldürecegimi annetmel «Cim> Nevyorktan gelinceye kadar gözlerin dünyayı görecek ve yer yüzünde tenetfus edebileceksin! Cak bilâ fütur sordu: — ya Bğelmerse...? — Gelmemek ihtimali var mı? — Okur ya, hayatım da ben si- Borta etmedimdi.., vazifesini, vaffakiyetle ifa eder de, başına bir kaza gelir! — Hayır, önun için bu ihtimal- lerin hiç birisi varit degil. Cim eger senin adamların tarafından yakalanmamışsa, her halde bu gün yarın gelmesi lâzim. Hatta gecik- miştir bile. Çünki, sen de biliyor-. sun ki, ona nihayet yedi gön mühlet — vermiştik, — Madamki, şimdiye kadar gelmemiştir; bundan avdette, ok tam pencerenin yanına planmıştı. Feza oku ve onun ucundaki kâat par- çasını gördü. Tatlı bir tebessümle aldı ve okudu. Sonra başını dışarıya çıka- rarak, alaca karanlıkta bekleyen kara Budak beyi görerek: Pencereden yukarı gel! Dıye haykırdı. Feza, kendisine âşık olan bütün gençleri pencereden yukarı çağrıyordu; bittabi bu yüksek mahalle kimse çıkamadığı için, onu al- mağa da muvaffak ola- miyormuş. Fezanın bir şartı daha varmış: Penceresine merdiven- siz çıkmağa muvaffak olamayanlara: - « yerden odama kadar altın bir merdiven yaptıran kim- seye varırım!» diyormuş: Ayni şartları pencereden Kara Budak beyede söy- lemiş. Budak bey, merdiveni yaptırmağa amade oldu- ğunu bildirmiş ve müte- kabilen şu teklifte bulun- müş: - Ben de dünyanın en meşhür bir okcısıyım. okumu sana verecegim. Başımdal ufak — kâat parçasını vuracaksın! fakat Kara Budak beyi de çok sevmişti. Gencin ora- dan uzaklaşmasına razı olmadı.. — Sana varacağım. çün- kü beni mağlup ettin! Dedi. Bir az sonra evlendiler. Bu meşhur ve mesut izdivaç, ayni zamanda, senelerdenberi devam eden iki selçuk beyinin darğın- lığına da nihayet vermişti. ei sonra gelecegini ümit etmiyorun. Bahusüs ki. artık aramızda O eski hususiyette kalmadı, ben seni Gakin kardaşı olarak tamıyordum, halbuki sen benim en büyük düşmanım olan Cak imişsin! Beş sene evel beni tevkif etmek için ne kadar çok çırpınıp koştuğunu hatırlarsın. değil mi? Aradan üç gün daha geçmişti. Cak agaçta bağlı durüyordu. Ka- bile Reisi, arabı yanına muavin olarak almıştı. Zencinin valşiler arasında gittikçe itibarı artıyordu. Prenses Klara ile dögüştükleri za- man göksünden aldığı yara tama- men eyi olmuştu. İri ve gösterişli , vücudünde, kabile efradı arasında görülmemiş, emsalsiz bir. heybet vardı; başlı başına, büyük kayaları yerinden Fezanın nışancılığı yoktu, | «Cim» den elan bir haber yoktu. | Her akşam bir. hikâye — İmkânı yok! — Demiyin doktor ? — Maalesef, böyle.m.. — Beyza, ölecek ha... Biricik kızım, sevgili Beyzam. — Bunu sizden — saklamakta bir mana göremiyorum. — Mutlaka mı ölecek? — Mutlaka... Hem de, bir haf- taya, on güne kadar. Feyzi paşa, doktordan ayrıldığı zaman deli gibi idi Derhal, polis dördüncü şubeye telefon etti ve Beynelmilel Yataklı Vagonlar Kumpanyasına koştu. - n ü İsviçre... Her yanı dağlı İsviçre Dağları karlı İsviçre... Bu dağlarda bir sanatoryom Sanatoryomda Feyzi paşa Yanında Beyza. Ve, böylece yaşamlan altı ay, bir sene, bir buçuk sene.. Dikkat buyruluyor mu?... Altı aydan, bir seneden, bir. buçuk seneden bahsediyoruz. - Halbuki doktor, Beyzanın / yaşasa yaşasa ancak bir hafta, on gün yaşaya- bileceğini söylemişti. Beyza, artık, pençe pençe kıp: kırmızı yanaklı.- Sporcu bir ame- rikan tipi gidi... - n H —O... Bonjur Feyzi paşa bâzretleri . Ş Banjur, doktor . — Vah paşam vahl.. Bu ihtiyar yaşınızda, dünya yi yalnızsınız, değil mi?. acıyorum... Neylersi, — Bana hiç acımıyın, doktor.. Çünkü, yapayalnız olduğumu zan- netmekle yanılıyorsunuz. — Kiminlesiniz... Evlendiniz mi yoksa... — Hayır, evlenmedim.. Kızımla beraberim. — Yaaa... İki kızmız. vardı demek? Halbuki ben bir kızınız var sanıyordum. — Biricik kızımla Beyza ile beraber. beraberim.. — Evet, doğru * Beyza ile beraber Doktor, meseleyi anlamış gibi gülümsedi: — Demek, küçük hânımın ve- fatından sonra, kendinize bir ev- lâtlık aldınız, paşa hazretleri; ve evlâtlığın adını Beyza koydunuz. — Meselenin en basit ciheti dururken niçin en muğlâk tarafına gidiyorsunuz?... Doğrudan doğruya Beyzanın ölmediğini farzetseniz Doktorun gözleri, çeşimhanele- rinden dışarı uğradı: — İmkâm yok! Paşa: — Buna âlemi imkân derler, doktor... - diyerek gevrek gevrek güldü. Sonra, nasıl kaldırarak oturdukları yerleri düzel- tiyordu. Polis hafiyesini ateşte yakıyorlardı.. Aradan iki gün daha geçmişti. Zenci vaziyete tamamyile hakim buluniyordu. 'Tom, bir kaç gün içinde bütün vahşilere kendini sevdirmişti Zaten küçüklügündenberi haya- tint Meksika - taprağında — geçir- diginden. hem — oralarını " karış | karış biliyor. hem de bu havalide mesktn olan ehalinin ve dağlarda yaşayan kabailin mizaç, ahlâk ve itiyadlarına vakıf olduğundan hiç sıkıntı çekmiyordu. Kabile Reisi ona fazla etmiş ve fazla salahiyet vermişti. Zenciden — herkes çekiniyordu. Kabile efradi arasında cndan daha kuvetli, ondan daha cessur ve ondan daha zeki bir kimse yoktu. itimat î Cinayet mi, değil mi? — 20 Kânunusani 1929 lerini; orada, -Beyzanın nasil bir tedaviye tabi tutulduğunu bertaf- sil anlattı: — İmkânı yok... İmkânı yak... Fenmen imkânı yok... Maddeten imkâmı yok... Beyza hanımı gör: meden buna inanamam... İmkânı yol — İlâbi... Beyzayı görmek o ka: dar güç bir iş değil ki... Haydi... | Sizinle — birlikte bir - otomobile | atlyalım .— Bendebaneye kad gidelim... Beyzayı orada görürsü, Doktor, ilk önce, tehal Dediyse de, sonra, gözleri acaip ışıkla işıldadı:. sesi boğazına ıkanarak: şaml - dedi - kerime hanım lütfen — muayenehaneme getirir misiniz?... kendisini bem görür ve severdim; hem de, mi saadenizle bir kere muayene eder- dim... Merakım zail olurdu. — Peki, doktor... Hay hay... 5 ü — Paşa hazretleri ! Beyza ha- 'nım efendi kızınızı gördüğümden pek memnun kaldım... Lâkin, kendisini muayene — etmekliğime müsaade buyurmuştunuz -. Zatı mle birlikte burada kalınız... Biz, içeriki odaya ge- çiyoruz — Muvafık Kara sakallı doktor önde, sarı kıvırcık saçlı, mavi güzlü, uzunca boylu, ve mütenasip endamlı Bayza arkada, muayene odasıma girdiler. Bir çeyrel Yarım saat. Bir saat.. Bir buçuk saal... Feyzi paşanın canı sıkıldı: “Allah Allah... Ne uzün, ne bitmez tükenmez muayene bü böyle. Kapıyı hafifçe vurmak için aya- ga kalktığı sırada.. Bir el silah... Evet, muayene odasında bir el silah atıldı. Muavinle paşa, tokmağa saldır- dılar. Kapı açılmadı. ” İçeriden iydü. ırdılar kapıyı, Ve, şöyle bir manzarayla karşı- laştıları Beyza, teşril göğeü yanlımış, ci şarı çıkarılmış; yatıyor. Doktar, alnından tabanca ile vurulmuş, yere serilmiş. Yazı masasının üzerinde tıbbi bir rapor . Ve şu maalde bir mektup: masası üzerinde, Bu cinayeti fen uğrunda yap- tım. Beyza hanımın niçin yaşa. yabildiğini öğrenmek fenne pek dâzımdı: o nu öldürdüm. Teşrih ettim; ve anladım ki, reelerinde hasıl olan bir yağ tabakası, hastalığın ileriye doğru - siraye- tine mani olmuş. iftihar edin, paşam fenne kurban gitti. Nakili: (VüNü) kızınız Alrikalı senci. iki gün içinde, çok iptidât bir hayat yaşayan vah- şilerin insan gibi. yiyip ve insan gibi yatıp kalkmaları için çök faydalı dersler vermişti. Zenci, vahşilere hayvanlardan farklı birer mahluk - olduklarını çok eyi bildiği kendi Jisanlariyle anlatıyordu. Esasen zenciye çabuk asınmalarının sebebi de bu idi. xene ci onların dertlerini dinliyor, ihti- yaçlarını temin edecek — çareler arıyordu. Civarda bir kaç köy vardı. Zenci, içmeleri onların munavebe ile her gün bir kaçının bu. köylere gidip bir az yiyecek, içecek ve giyecek getir. Melerini istemişti. O gün ilk defa olarak, bulundukları mahalle iki saat kadar uzak olan bir Köye gidiyorlardı. Zenci, yola çıkan lti kişiye kati emirler İ veriyor ve yakayı ele vermeden tekrar dönmelerini emrediyordu, (mabadi. var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: