15 Ekim 1931 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

15 Ekim 1931 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

* 15 Teşrinievvel 1931 Roman fefrikamız: 65 15 Teşrinievvel 1931 HİNT YILDIZI Yazan: İskender Fahrettin Muya havalisinde vahşi bir adam gibi, ottan evler içinde ölüp gidecektim. İstanbula gelmek, aileme, yuvama kavuşmak ihtimali kalmamıştı... Bir sabah bağçeye çıktığımız zaman (Yogoda) etrafındaki kala- balığı göstererek: — Ne var? Diye sordu. Kadın, erkek gençlerden mü- rekkep bir kafile ellerinde su kapları olduğu halde evimizin etrafını sarmışlardı. Evvelâ hazin bir şarkı başladı.. Hep bir ağız- dan garip nağmelerle başımızı şişirdikten sonra, ellerindeki su kaplarını boşaltmağa başladılar. Meğer o gece kabile reisi, evi- mizin etrafına mukaddes çiçek tohumlarını ektirmiş.. Muyalılar oYogodayı ve beni ayrı ayrı tebrik ettiler. — Mabuda yalvarın da çiçek- leriniz çabuk filizlensin! diye gü- lüşerek ayrıldılar. Kabile efradı dağılırken, hay- retle (Yogoda) nın yüzüne baktım: —Bizden müsaade almadan bu merasimin icrasına kim karar verdi? Yogoda Muyalıların âdetlerini biliyordu: —Kabile reisi karar verince me- sele kalmaz... — Peki amma kabile reisi bizim birbirimizle evleneceğimizi nere- * den ve nasıl tahmin edebilir? — Böyle bir tahmine lüzum yok. Kabile reisi, hükmettiği arazi dahilinde, istediği kızı dile- diği erkeğe verebilir. — Ya o erkek, kendisine veri- lecek kızı sevmezse... — Sevmek, sevmemek mevzuu- bahis olmaz. Bir erkek, zevcesini mutlaka sever... — Garip bir âdet! Yogoda kaşlarını çattı: — Sen beni sevmiyor musun? O dakikaya kadar (Yogoda) ya kendisile evlenmek istediğimden bahsetmemiştim. o Aramızda bu mevzua dair bir tek kelime bile konuşulmamıştı. Yogoda ile evlenmek..! Muya kabilesi arasında yerle- şip kalmak..! Bunları düşündükçe beynimin zonkladığını hissediyorum. Artık, Muya havalisinde yabani bir adam gibi, ottan evler içinde, iptidai bir hayat yaşayarak ölüp gidecektim. Bir an, yarınki hayatımı, ak- betimi düşündüm : Memleketime gidemiyecek miydim? Aileme, Tefrika numarası: 26 Denizlere dehşet -- Salan tahtelbahir yuvama kavuşamıyacak mıydım? Yogoda, sağ elimi ince, sarı parmaklarının arasına aldı: — Seyyit..! — Yogoda..l Birbirimize bakıştık.. Hint yıldızı gözlerini süzerek önüne baktı. — Söyle Seyyit, beni sevmiyor musun? (Yogoda) yı çıldırasıya seviyor- dum. Fakat, neden bilmem? Ona: — Seni seviyorum... Seni çok seviyorum! Diyemedim. İtiraf edeyim ki, ben, o vakit çok hodbin bir adamdım. Bilhassa kadınlara karşı za'fını hissettire- cek bir vaziyete düşmekten çok korkardım. Yogodaya karşı metanet ve itidalimi muhafaza etmek zarureti nereden doğuyordu ? Bunu bik miyordum.. Yalnız, ruhakkak olan bir şey vardı: Eğer Yoge- daya : — Seni seviyorum ! Diyecek olursam, benliğimden bir şey kaybedecek gibiydim. Ona aşkımı bislerimle itiraf etmiştim. Başkaları gibi, oldu- ğumdan fazla görünmek, aldat- mak, riyakâr olmak lüzumunu hissetmiyordum. il m BRO İ Her akşam ( İİ bir hikâye | v Kasabanın kahvesinde, mutat zevat oturuyordu. Kimi nargile guruldatıyor, kimi çay, yahut kahve hörpürdetiyordu. Mal müdiri Ahmet Selâmi bey, dudaklarını hortum misali uzata- rak, Mekke işi fincanındaki kö- püklü kahveyi - su gelmeyen Terkos musluğundan hava çıkma- sını hatırlatır bir sesle - içmeğe başladı. Mütekaıt defterdar Hulusi bey, bunun üzerine şu beyiti okudu: Tutup fincan kenarından zarafet birle höpürdet Dedesinler kahve içmekte (Selâmi amma mahir ha... Kahvede gölüşmeler oldu. Kahb- kahalar, kim bilir, daha ne kadar devam edecekti; fakat birdenbire dindi. Herkes, pençereden dışarı baktı. Karşı taraftaki istasiyon- dan bir genç kız çıkmıştı. Çelimli, çelimli bir genç kız. Levent gibi boyu vardı. Orada ifade eden bakışları derhâl nazara çarpıyor- du. Arkası sıra yürüyen hammala, arabadan birini işaret etti. Bavullar arabaya konuldu. Kızda bindi. Araba uzaklaştı. Kahvedekilerden Rüştü efendi. — Buda kim ola ki?.. - diye sordu. Ahmet Selâmi bey: — İşte şu, Hanife varisi, çanım!- dedi. Hanım... Kasabalardu herkes, biribirini tanır. Bu genç kıvrak kızda, işte böyle, kasabaya adımını atar Hanımın Şükrüye MURAL /4 Hayatım zehrolurdu eger Bromural komprimeleri olmasaydı! Sinirlerim gerginmi? Bromural! ... Uykusuzmuyum? Bromural!... Bir bardak su içerisinde alınan bu zararsız ilaç gergin sinirleri teskin eder. (Ludwigshafen a.Rh.,Almanya) KnollA..G. Kumpanya- sının Bromural'ı çeyrek asırdanberi halkın aradığı ve heryerde muhtaç olduğu bir ilaçtır. 10 ve 20 komprimelik tüpler içerisindedir. 15 Teşrinievvel 1931 Bir Alman bahriyelisinin hatıratı Muharriri : Max Valentiner Ormes-Head feneri, upuzun bir dilin müntehasında kâindir. Onun karşısında, ikinci bir deniz feneri vardır ki, ismi Şynespoint'tir. İkisinin ortasında bir kavis vardır ki, karaya iyiden iyiye sokulur. Weyener'le sözleştik: 22 ağus- tosla 23 ağustos arasındaki yece bu fenerler arasında buluşacaktık. İskoçya ile Irlanda arasında se- yahat ettiğim sıralarda harukul- ade birşeye tesadüf etmedim. Irlanda denizine Saint - Georges kanalından geçmek bana güç göründü. Gayet aydınlık bir sabahtı ve Mütercimi : (Vâ - Nü) deniz gayet sakindi ki, Saint-Ge- orges kanalına varmiş bulunıyor- duk. Mamafih, geçit, epi geniştir. Bir sahilden, karşı taraf görüne- mez. Önümde, ufkı baştan başa kaplayan karakol gemileri görün- dü. Aralarında yüzer metre fası- layla ilerliyorlardı. Bu, tahtelbahir için, pek nahoş bir vaziyetti. Sa- tıhta yüzmenin imkânı yoktu. Zira, karakol gemileri toplarla müceh- hezdir. Tahtelbahir, pek hassas bir gemi olduğu için, top muha- rebesine Odayanamaz. oBatarak yürümek de kabil değildi. Zira, karakol gemileri arasında ağlar bulunduğu zannedilebilirdi. Bu sahalarda, deniz, altmış metro derinliğindedir. Bu sahada, altmış metre derin- likte ağ germenin kabil olamıya- cağını düşündüm. İngilizlerin şayet deniz altında gerilmiş ağları varsa, ancak kırk metre derinliğe kadar inebilirdi. Şayet dibe kadar çöke- cek olursam, onları üzerimden atlatacaktım demek... Periskop'umu içeriye soktum. Yavaş yavaş iler- ledim. Böylelikle, su sathında, izler bırakmamağa çalıştım. Şimdi, iki karakol gemisinin ortasında bulunduğumu sanıyor- dum. Büyük bir ibtiyatla, sade bir âne mahsus olmak üzere, pereskop'umu dışarı çıkardım. İki üç adamın kemali istirahatle pipolarını içtiklerini gördüm. Her- halde, beni farketmemişlerdi. Ağın temasını O hissederlerse Kahraman kadın | atmaz tanınmıştı. Derhal Yakala dedikodular başladı. Hanife hanı- mın evinde oturacakmış. Evvelce, İstanbulda tüccari müesseselerden birinde çalışırmış. Şimdi burada yan gelecekmiş. Kahvedekilerden biri, attı: — Onunda ne mal olduğu yakında anlaşılır. Tek başına kız, bol parayı da buldu, kim bilir, kasabada ne rezalet çıkaracak. Ahmet Selâmi bey: — Yok yok, öyle deme, bira- der! - dedi. - Kız kâtibi adil Mitat beyle görüşmüş. Mitat bey, onun için ağır başlı, namuslu bir kız diyor. Zabıt kâtibi: — Aldırma... - diye bir kah- kaha attı, - onuda kafese koy- mak bir aya kalmaz... Çantada Kekliktir. Bu zabıt kâtibi kasaba'nın Don Juan'ı olarak geçinirdi. Epice kızları baştan çıkarmıştı: Madam Marika, mü- rebbiye Atıfet hanım, seyyibeler- den Aliye hanım ilâh... Fakat bu Şükriye hanımı baştan çıkaraca- ğına kimse akıl erdiremedi, bahse giriştiler. Bir ay mühlet. Bakalım bu zaman zarfında Harunbey, Şükriye hanımı baştan çıkarabi- lecek miydi. Delikanlı, o derhal girişti, mahkemede ki işlerinin neticesini bildirmek o bahanesile Şükri'ye hanımı evinde ziyaret etti. Ziyaretleri sıklaştırdı. Bütün melekelerini kullanarak ona ilânı aşk etti. Ret. Genç kız, umulmaz bir ciddiyet gösteriyordu. Zabıt kâtibi kahvede: — Hakikaten cessur şey! diyor- du. - amma, durun bakalım! Daha ne numaralarım var, ne numara- larım... Bitmedi... Beş günlük mühletim daha var... Bu beş günde bahsi kaybetme- mek için, âcil bir tedbire girişti. Müthiş bir plan hazırlamıştı: Genç kızın evine © gizlice gidecek, odasında saklanacak. gece birdenbire ortaya çıkacak. Artık, ötesi Allah kerim. Ağlıya- cak. Yalvaracak. İntihar edece- ğinden dem vuracak. Yırtınacak. genç kızın ayaklarına kapanacak. Hasılı, bütün numaraları yapa- caktı. Bütün hünerini kullanacaktı. Böylelikle muvaffak olmağı umu- yordu. Hazırladığı veçhile plânını tat- bik etti. Fakat heyhat... Bir küfe inciri berbat ediyordu. Şükriye hanım, yatağına girdik- ten sonra, lambasını söndürdü. Bunun üzerine, zabıt kâtibi, ortaya çıktı. Şükriye hanım, ortaya çıkı- veren insanın hırsız olduğunu, ortaya Harun bey, faaliyete bildirsinler diye, gemimin baş tarafına iki tane nöbetçi koy- muştum. Onlarda, birşey eşittik- lerine dair, bana haber vermediler. Pereskop'umu içeriye aldım ve yoluma devam eyledim. Nihayet, Periskop'umu, bir defa daha, seri surette çıkararak, et- rafa bir nazar attım. Hiç şüphe yok: Geçmiştik | Maksut mahalle, lüzumundan daha evvel varmıştık, bütün gün, Irlanda sularında durdum. Bütün gün, önümden, gemilerin geçtik- lerini seyrettim. Mevcudiyetimden hiç şüphelenmiyorlardı. Meselâ, yirmi bin tonluk bir vapur geçti. Ne yazık! Bu gemiyi batırama- dım. Lâkin bu gemiyi batıracak ol- saydım, bütün İngiltere ayaklanır- dı. Arkadaşlarımın firar teşebbüs- g hattâ canına kastedeceğini için eline ilk geçen ağır nesne gürültünün geldiği tarafa fırla Müthiş bir çığlık. Etraftan koşuşmalar. Komşular, Mesele anlaşıldı. Kasabanın efkârı umumiyesi zabıt kâtibini afarozladı. Şükriye hanımın ismi ise, “Kahraman kız, çikti. : Nasıl da namus ve iffetini mu- hafaza edebilmişti. (o Aşkolsi Şöyle ciddi imiş. Böyle cessurmuş. Dehşetli de kuvvetli imiş. Zira, attığı ağır nesne ile Harun bey sakat bırakmış. İki aydanb oglan hastahanede.. Şükriye hanımın kuvvet ve şe- caatı, efsanevileşiyordu. o Hati o derecede ki, ona talip olmağı aklından geçiren mühendis Kemal bey talebinden vazgeçti; ve vi geçtiğiin sebebini alenen söyledi: — Neme lâzım?.. Böyle Ali kıran baş kesen kızla evlenilir mi? Dağ deviren, zencir koparan mıdır nedir? Bir lâmba attı ki, herifi öldürüyordu az daha... Böylesile gel de evlen... Doğ mesut bir aile ocağı kurarsım.. Mühendisin bu sözleri meşhur oldu. ? ge Aradan bir sene geçti. İs bul'dan gelen tüccar Murat de, Şükriye'yi görüp beğen Onu memnuniyetle alacaktı. L; efsaneyi işitti. Mühendis'in yeci. zelerini de duydu. 7 — Öyleyse vazgeçtim. Sahi, bir kırık lambayı benim de ka- famda patlatırsa halim berbat. Artık, Şükriye hanımın oldukça hal ve vakti yerinde bir kız ol ması da para etmiyordu. Güzelliği de... Hakkında söylenen sözler, onu, dev aynasında gösteriyordu. Dev aynasında, Şükriye hanım, dev gibi görünmeğe başlamıştı. Aradan iki sene daha geçti. Bütün talipler, ondan korkuyor- lardı. Şükriye, — Tabiatin ve cemi- yetin kendisine bahşettiği bütün mazhariyetlere (rağmen — bu münzevik asabanın köşesinde yapa- yalnız solacak, mahvolacaktı. di Bir gün... Bir gün, yolda yürürken, Ha- run beye tesadüf etti. O vakadan sonra, biribirlerini bir daha z memişlerdi. Haruna bir ameliyat yapılmış, bir kolu, öteki , dan daha kısa bir hale soku muştu. dj Delikanlı, genç kızı görünce, kal- dırımı değiştirmek mecburiyetinde kaldı. Şükriye ise, ona öyle bir'işa- rette bulundu ki, delikanlı, durdu. Biri birlerine uzun uzun Baktılar. Ne diyeceklerini o şaşırmışlardı. & Genç kız, acemi bir tavurla, er- © keğe: -dedi.- O gece, niçin bana seslenip te kendinizi tanitma: > Ben, sizi... iz Mesele kalmamıştı. Nakili : (Hatice Süreyya) leri suya düşerdi, Randevu gecesi yaklaşıyordu. O gece, ay, bir hilâl halindeydi, Ortalık karanlık mıydı karanlıktı. Insan, elini önüne uzatsa göre- miyecek gibiydi. Weudlandt : — U 27'yi dünyada bulamıya- cağız! - dedi. Hayır, onu bulamıyacaktık. Şüphesiz ki, o da, bizim gibi, ışıklarını (o söndürerek (o seyahat etmekteydi. Geminin burun tarafına bir nöbetçi koymuştum. Nöbetçi etrafı gözlüyordu. Acaba firar işini başaramıyacak mı idim? — Sancak tarafında bir tatel- bahir! İmkânı yok. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: