25 Ekim 1931 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

25 Ekim 1931 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

aa 25 Teşrin ievvel 1931. —— ANAN NN AN «bej diagonalden manto, kalıyg. rengi bre nz vardır. redingot biçimi manto. Mantonun iki kası lutrdır. 3. Siyah Kadifeden ilecek manto. Yaka, reverl dı 4. Koyu yeşil drapel Yaka eşarp gibidir, düğmeleri tendir yünlüden m dandır, | ve kojları yakası EV. KADIN Bu sene kışlık mantoların yaka- ları eskilerden büsbütün 2. Siyah düğmesi vardır, nta brvitsehwazdan eden sonra mantosu. kurşuni öğleden yakasında yünlüden sonra — 5. Lacivert astrakan: farklıdır 36 saç tuvaleti sergisi İhtiyar bir berber 44 sene evel ondulasyonu nasil keşfetmiş? Geçen hafta Pariste bir saç tuvaleti sergisi açılmış, bu müna- sebetle bir berberler kongresi de toplanmıştır. Sergide teşhir edilen saç tuvaletleri çok mütenevvidir. Bu sene uzun, orta, kısa saçlar pek çoktur. Yalnız birleşilen bir nokta varsa o da bütün saçların dalgalı olması, ondüleye fazla eheminiyet verilmesidir. Berberler kongresine ( Marsel Grato) isminde ihtiyar bir berber riyaset etmiştir. Marsel Grato 83 yaşındadır. 34 sene evel, 49 yaşında iken berberlik mesleğin- den çekilmiştir. Ozamandanberi iradile yaşamaktadır. Marselin berberliği çoktan terk etmiş olmasına rağmen kongreye reis intihap edilmesi mühim bir keşifte bulunmasından ileri gel- mektedir. Filhakika bu ibtiyar berber bugün her tarafta tatbik edilen ve ondulasyon denilen saçları dalgalı bir hale koymak usulünün mucididir. Marsel hayatını suretle anlatmıştır. “Çocukluğumda çok fakirdik. Annem evlerde gündelikle çalışı- yordu. Beni de bir berber yanına çırak olarak vermişti. Annemin çok güzel” dalgalı saçları vardı. Bütün emelim dükkâna gelen kadınların saçlarını annemin saç- larına benzetmekti. O zamanlar kadınlarin saçlarını ince tel firketelere sarar, Sonra üzerine hafif ısıtılmış ütü gezdi- rirdik. Firketeler çıkarılınca saçlar arap saçı gibi kıvırcık olurdu. Ben bu manzarayı hiç beyenmez- dim. Başlarını taradığım kadınların saçlarını anneminkine benzetebil- mek için çok düşündüm nihayet erkeklerin | bıyıklarını için kullandığımız maşalardan isti- Yade etmeği düşündüm, fakat hiç bir kadın saçlarını bu maşalarla taramağa razi olmuyordu. 1887 senesinde Monmartıda ve keşli şu kıvırmak | küçük bir dükkân açtım. Bu- raya gelen muşterilere: — Müsaade ederseniz saçları- nızı yeni bir tarzda tarayacağım. Buna mukabil her zaman verdi- giniz bir frank yerine yarım frank alacağım, dedim. Ucuz tarayacağımı anlayınca bazı kadınlar razı oldular. Bu suretle dalgalı saçlar ortaya çıktı. Kullandığım maşalar elime ağır geliyordu. Kendi tarifim üzerine yeni maşalar yaptırdım, bu suretle saçları gayet iyi kıvırmağa baş- ladım. Çok iyi baş taradığım ağızdan ağıza duyuluyo, dükkânım müş- teri ile doluyordu. Fiatlerimi arttırmış, oelli santimden, elli franga çıkarmıştım. Günde ancak on beş kişinin başını tarayabili- yordum. Halbuki elli frank al- mama rağmen günde yüz kişi müracaat ediyordu, memnun Oetmek kabil olamayınca kadınlar kendi aralarında beni müzayedeye koy- dular, bir baş taramam için iki yüz frank vermeğe başladılar. Benim usulümü hiç bir berber bilmiyordu ve öğrenmesinin de ihtimali yoktu. Çinkü dükkânımda çırak o kullanmıyordum. Bundan 43 sene evel iki yüz frank çok para idi, günde on beş baş tara- makla her gün üç bin ayda 90,000 frank kazanıyordum. Bu suretle on sene çalıştım. 1897 senesinde dükkânımı kapa- dım. 49 yaşında idim, servetim bir milyonu geçmişti. O zamanlar bir milyon çok mühim bir para idi... Çırak yetiştirmediğim için bana halef olacak kimse yoktu. Bildik- lerimi ve tarzını kitap halinde bastırarak bütün berberlere tevzi ettim. Hepsi birden o surette taramağa başladılar, tabii fiatler düştü. O zamandan beri saç tara- makta çok terakkiler oldu, bir bana sini hep- Üzüm tedavisi Sekiz gün yalnız üzüm yemenin tesiri “Mevsim değiştiği zamanlar in- sanlar daima vücutlarında. “bazı arızalar duyarlar. Bilhassa ilk ve sonbaharda bu ârızalar daha şiddetle hissedilir. Bunun için doktorlar bir takım ilâçlar tavsiye ederler. Eski zamanlarda doktor- lar ilkbahar, yaz, sonbahar, ve kış iptidalarında herkese birer müshil almağı, bu suretle vücut- taki zehirleri oatmağı tavsiye ederlerdi. Şimdi bu tedavi tarzı değişmiştir. Herkese her zaman müshilin (iyi olmadığı anlaşıl- dığı için mevsim iptidalarında müshil almağı hiç bir doktor münasip görmiyor. Fakat bugünki yaşayış tarzı, fazla çalışmak herkesin vücudinde bir takım zehirler | toplıyor. Bu zehirleri nasıl (o defetmelidir?... Bunun için en muvafık çare üzüm- dür. Evet, herkesin bildiği yaş üzüm... Son bahar üzüm mevsi- midir. Üzüm ekseriyetle ucuz sa- | tılır, bunun için tedariki kolaydır. Bu sebeple üzüm tedavisini her- kes yapabilir. Üzümle tedavi sekiz gün sürer. Bu müddet zarfında hergün üç dört kilo üzüm yiyin, bununla vücudun uzu besleyin. Eğer buna imkân bulamıyorsanız bir hafta yalnız süt ve sebze, bundan başka sabah aç karnına ve ikindi vakti bol üzüm yeyin. Bu suretle vücut- İ taki toksinleri defetmiş olursunuz. frank | | | | | | Üzüm tedavisinden artiritikler bilhassa istifade ederler. İki ayda bir böyle bir kür yapılırsa şayanı- hayret neticeler elde edilir. Bir haftalık üzüm tedavisinden sonra çehredeki sarı rengin, yorgunlu- ğun, mafsallardaki ağrıların zail olduğu görülü çok yeni şeyler icat edildi. Fakat ben en büyük hizmetimi berber- lere yaptım, çünkü basit sanat haline koydum. Bugün en büyük saadetim bü- tün kadınları annem gibi dalgalı saçlı görmektir. yi kurumağa yüz tuttu. Orta Asyanın | Yeryüzü | | | | Ankara "meltiiplari de bilinebilen Sahife 7 ——- en eski medeniyet Eski zamanların muhtelif medeniyetle- rine Türk'lerin rehberlik ettikleri tahakkuk etmiş sayılabilir. Ankara 22 (Hususi) — Geçen mektupta türk tarihi tetkik encü- meninin ortaya koyduğu yeni eserden ve bu eserin cihan tarihi itibarile haiz olduğu büyük ehem- miyetten bahsetmiş idim. Dünya tarihile meşgul olanların en son ve en yeni fikirleri bir | araya toplanırsa görülür ki şimdiye ! kadar yer yüzünde bilinebilen en | İ eski medeniyetlerden bir çoğunun “ orijinal olmadığı artık sabit olmuş hakikatlardandır. Çinin, Hindin, Mısrın, İranın, Asuriye ve Kül daniyenin medeniyetlerinde hep başka bir menbadan gelmiş bir varlığın eserleri gizlidir. Hele eski Yunan (o medeniyetinin hariçten geldiği bizzat Yunan menbaların- da da tastik ve itiraf edilmektedir. Dünyada bilinebilen en eski medeniyetlerden daha evvel mev- cut olan ve bu medeniyetlere menba rolünü ifa eden bu başka medeniyet (nerede vücut bul- muş ve hangi millete nasip olmuştur? İşte ilk hareket noktası bu satırlarımdır. Türk gözile bu meseleyi halle teşebbüs eden tetkik adamı ev- velâ kafasının içine şu ibtimali koyar: — Acaba bu medeniyet Türk- lerin ve orta Asyanın malı olma- sın? Bir kerre bu suali kendi ken- dine sorunca, işi halledebilmek için, birde Türkler ve orta asya hakkında elde bulunabilen malü- matı toplamak lâzim gelir. Toprakları kazarak eski zaman- ların bilinemiyen yerlerini yer ! altlarında araştıran ilim adamları, Orta Asyanın şimdi kadim çölle- ri halinde bulunan yerlerini araş- tırmışlar, alt tabakalara doğru inmişlerdir. En son hafriyatı, pek uzak bir mazide bu kadim çöl- lerinin altında bir deniz bulun- duğunu isbat etmiştir. Amerikalı mütehassıslardan bir zat en derin tabakalara kadar hafriyatını uzatmış, oralarda deniz hayvan ve nebatlarının fasillerini bulmuş- tur. Bu halde şimdi Hazer denizi, Aral gölü ve Balkaş gölü isimle- rile ayrı ayrı mevcut olan üç büyük su birikintisinin pek eski bir zamanda araları da su dolu olarak yekpare büyük bir iç deniz (halinde ( bulunduklarına şüphe kalmamıştır. Bu zamanın ise bugün biline- bilen en eski medeniyetlerin ve bilhassa Mısır, İran, Asuriye, Babil, Yunan medeniyetlerinin en eski eserlerinden çok evvel oldu- ğunda tereddüt edilemez. Diğer taraftan bu devrenin artık insan- İ ların mevcut olduğu zamanlara mensup olduğu da tahakkuk etmişir. Orta Asyanın kuruma tarihi, dikkatli bir gözle takip olunursa, Milâttan 8-10 bin sene evvel dahili akın takip eden nehirlerin büyük bir iç denize bağlandıkları, bu denizin ve ona dökülen nehir- lerin sahillerinde bir o milletin oturduğu kolayca anlaşılır. Bu iç denizi doyuran nehirler, menbalarını mütemadi bir erime hâlinde dağların tepelerinde bulu- nan büyük buz ve kar derya- larından alıyorlardı. Bu buzlar ve karla glacier devrinin yadigârları idiler. Buzlarin ve karların erimesi azaldığı zaman nehirlerin suları da iç denizi kendini doyuran nehir- lerden az su aldıkça yüksekçe yerleri açılmağa, sular parçalan- mağa başladı. Bu kuruma hareketi asırlarca sürdü ve nihayet Hazer, Aral ve Balkaş gölleri ortada kalarak diğer taraflar kara hâlini aldı. İşte paleontolsogie ve geologie ilimlerinin gösterdiği bu toprak ve su tebeddüllerini düşününce, birde bu suların etrafında ve bu topraklarda yaşayan inşanların vaziyetini mülâhaza etmek zaru- reti hasıl olur. Yazılı tarih vesikalarının olma- dığı birçok uzak devirde Orta as- yada geniş bir iç denizin vebu dö- külen bir çok nehirlerin sahillerind. oturan bir halk düşününüz. İnsan ren mahlükun en çetin tabiat arizaları önünde bile yılmıyacak bir meram ile mücehhez olduğunu hesaba koyunuz. Bu geniş suların kenarlarında (o bunların hiç bir rabıt tesis etmiyerek boş boşuna oturmuş olmalarına imkân bula- bilirmisiniz? İşçi ikinci hareket noktası ola- rak bu halkın deniz ve nehir kenarlarında az çok bir refah ve medeniyet sahibi iken ortalığın kuruması üzerine yerini yurdunu bırakarak (o muhacirliğe düştüğü anlaşılabilir. Şimdi bu iki hareket noktasını birbirine bağlamak için, en eski medeniyetlerde başka bir menba- dan gelmiş olması içap eden şeyleri aramak ve bunların Türk- lükle olan alakasını tespit etmek işi kalmış demektir. En eski medeniyetlerde orijinal olmayıpta hariçten gelmiş olmak icap eden şeylerin en mühimleri esatire, inanılan allahlara, dini itikatlere, denizciliğe, sanayi ve ziraata ait kelimelerdir. Bu kelime- lerin esasen Samı veya Hindu Avrupai olmadıkları © anlaşılmış olduğuna göre bunlarin Turani asıldan geldikleri gösterilebilirse bütün bu eski medeniyetlerin daha evvelki bir Türk medeniyetinin yayılma ve etrafa dağilma hareketi neticesinde vücut bulduğuna şuphe kalmaz. Türk dilinin en eski milletler- den itibaren bütün muhtelif leh- çelerile ove lehçeden . lehçeye, devirden devire görülen tebed- dülleril tetkiki bu hususta çok mühim, çok faideli ve çok umul- maz neticeler vermektedir. İşte dünya tarihine türk gözile bakılsın ilk ve büyük mahsulü bu hakikatin ortaya konmasın- dadır. Bir taraftan şarkta en eski addedilen çin ve hint medeniyet- lerinde, diğer taraftan garpte İran, Elcezire, Filistin, o Mısır, Anadolu (taraflarına ve daha sonra şimdiki garp medeniyetinin menkaları (o sayılan (o Yunanistan ve oORomadaki (medeniyetlerde orjinal olmayan bir çok kelime- lerin türk cezirlerile pek sıkı ve pek yakin münasebetleri olduğu tahakkuk etmektedir. Böyle bir münasebet, tarihin kaydetmediği bir sulh veya hiç harp rabıtasile, yahut cografiyanın aksini gösterdiği bir komşuluk yolile gelmiş olamaz. Bu halde inanmak lâzım gelir ki bu me- deniyetler, : kendilerinden | evvel orta Asyadan hicret eden mede- niyet sahibi bir milletin Akdeniz havzasında, Tuna vadisinde, hattâ Alpes'lerin beri tarafında vücuda getirdiği medeniyetin ankazından doğmuşlardır. Yeni tarihin ortaya koyduğu bu mühim nokta, Türk tarihinin en karanlık safhalarını aydınlat- makla kalmıyor, dünya tarihini de yeni bir mecraya sevkediyor demektir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: