18 Mart 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

18 Mart 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

8 Mart 1932 Akşam Teirika No. YENİ NEŞRİYAT Mara — — 2 em ei Meni v0 — mz SEBA MELİKESİ | BELES Yazan : İSKENDER FAHRETTİN Cemilenin ezici nazarları karşısında bütün teessürle- rimi unutmuştum. Yemen cebellerinde karşıma çıkan bu kadın bir ispanyol güzeline benziyordu... O meşum noktayı bin müş- kilâtla geçerek şehre dahil oldum. Şehir deyince büyük bir memleket zannetmeyin! Bir kaç haneli bir kaza merkezidir. Ötedenberi çoğ- rafi bir ehemmiyeti haiz olmasi itibarile kaymakamlığa tahvil edil- miştir. Abdülhamit devrinde Feyzi paşa umum Yemen kumandanı iken Menaha geçidinde verdiğimiz kurbanların yekünu kırk bini müte- caviz idi. İki arap cebelin bir köşesinde siper alarak, keçi yolu tabir ettikleri tehlikeli ve dar geçitte birer ikişer geçen asker- leri mısır tanesi gibi yere sererler ve bu suretle koskocaman fırka- ları, orduları bozguna uğratırlardı. Postahaneye giden yolun ağ- zanda, haricen oldukça düzgün görünen kârgir bir hanenin önünde durmuştum. Düşünüyordum : Me- nahada bir kaç dostum vardı, bu geceyi onlardan hangisinin hanesinde geçirsem ?.. Menahada başkaca, kahve taciri (Nurullah ) isminde bir tanıdığım vardı, fakat hanesini bilmiyordum. O, biraz fazla keyif ve sıhhatini sever bir adamdı, geceyi orada geçirecek olursam her halde çok rahat edecektim, aynı zamanda cebimde de onpara kalmaınıştı. (Nurullah) efendiden beş on riyal harçlık da alabileceğimi ümit ediyordum. Önünde ( durduğum haneden def ve ney sesleri işit- tim, oOkulak verdim: Orada mükemmel ahenk vardı. Nurullah oOefendi oOgüzel ney çalardı, vakıa oarapların çal- dıkları neylerden, bizim datlı nağmelerile bir şelâle gibi ruhu- muza dökülen ney nağmeleri aramak abes olurdu. Arap ney- lerinde seslerin taksimi bizim- kilere nispetle çok farklı ise de, musikiye susamış insanlar için bunu dinlemek de benim için ayrı bir zevk ve teselli idi, Bu sırada: — Dahilek ya cemile... Diye yükselen bir ses işiterek sevindim. Bu, Nurullah efendinin sesi idi. Artık, felâket'erin tevali ettiği bu kara günlerde talii kıs- kandıracak tesadüflerin o vukuu, insanı sevindirecek bir kiymet ve mana ifade ediyordu. Hemen kapıyı çaldım. — Selâmün aleyküm! Dedim. Nurullah efendi, Mahmur nazar- ları arasında gizlenen zekâsile, gözlerini büzerek dikkatle yüzüme baktı ve tanıdı: ibir — Ehlen ve sehlen ya Cemal! diye kolumdan tuttu. Ben, derhal onları müşkül mevkide bırakma- mak için: — Azizim, dedim, bu gece rahatsız etmezsem sizde misafir kalıp yarın Sanaya müteveccihan yoluma devam edeceğim. O samimi bir muhabbet ve misafirperverlik göstererek: — Bu gece.. Yarın gece.. Ne kadar istersen kal, misafirimsin! Dedi. Arkadan bir hizmetçi geldi, atımı alarak bahçeye götürdü. Ben de perişan bir kiyafetle, on- ların eğlendikleri, oldukça temiz ve kıymetli halılarla döşenmiş olan bir odaya dahil oldum. (Nurullah) efendinin dört karısı vardı, fakat her biri bir tarafta oturur ve o bu kadınların iaşele- rini muntazaman temin ederdi. Odadan jiçeriye girince gayet güzel ve uzun boylu bir Cebel dilberinin ortada oynadığını gör- düm. Genç ve güzel kadın tavrını hiç bozmamış, yalnız kimin geldi- gini anlamış olmak için yan gözle şöyle bir defa bana bakıvermişti. Vaziyet, Nurullah efendinin Mena- hadaki zevcesini ya bıraktığını ve yahuht bir başka tarafa gön- derdiğini gösteriyordu. Yumuşak bir sedirin üstünde oturdum. Def çalan Arap başiyle beni selâmla- makla beraber söylediği Arapca şarkıyı itmam için daha fazla hararet ve şevk ile bağırmağa başlamıştı. Hane sahibi, şarkının bitmesini bekliyor gibi görünüyordu: — Cemile, (o Cebelin yildızıdır! Diyerek onu bir kaç kelime ile bana tanıtmak istemişti. Cebelde emsaline pek nadir tesadüf edilen bu dilber rakkase cidden güzel oynıyordu. Mütenasip ve çiplak bacaklarındaki ( altın ( halkalar ve kollarındaki Hintkâri bilezik, kendisinin pek bayağı bir kadın olmadığını anlatıyordu. Her halde ya Nurullah efendi ile ve yahut onun gibi zengin ve zevkperst bir adamla yaşadığı muhakkaktı, Üzerindeki müzey- yenat oldukça kıymetli şeylerdi. Cebel kadınları çok fakir ok duklarından, onlar için iki üç riyale malik olmak büyk bir saadet addedilirdi. e Halbuki OÇemilenin yalnız ayağındaki altın halkalar tahminen yüz riyal kıymetinde idi. yegâne Bahçemde bir gül açtı Mahmut Yesari beyin cidden nefis bir romanıdır. 412 sabifelik büyük bir cilt derununda, Sühulet kütüphanesi tarafından tabedil- miştir, Fiati 150 kuruştur. Tavsiye ederiz. lik aşk Meşhur Rus (o muarrirlerinden Ivan Turgenif'in bu şah eserini avukat Haydar Rifat bey cazip üslubile Türkceye cidden pek muvaffak bir tarzda tercüme et- miştir. 102 sahifelik bu roman bir lira fiyatla satılmaktadır. Kanun namına Reşat Enis beyin Suhulet kü- tüphanesi tarafından basılan bu romanı 75 kuruş fiatle satılmak- tadır. Gülhane müsamereleri Bu seneki gülhane tıbbi müsa- merelerinin altıncısı 13 mart 932 pazar günü Gülhane konferans salonunda yapılmıştır. Muallim Fuat Kâmil B. tarafın- dan nadir görülen bir huveyza papilomu, (Haydarpaşa askeri hastanesi odahiliye (o mütahassısı Ihsan Rifat B. tarafından bir trombo - anjeit, dahiliye muavini Dr. Nurullah B. tarafından tetani, Muallim Niyazi Ismet B. tarafın- dan Ceybi vetedi tümörü, Muak- lim Sani Yaver B. tarafından Özefagotomi ile şifayap olmuş meri tazayyuku, Müderris Tevfik Salim paşa tarafından nadir vilâdi bronşektazi (o vakaları (o takdim edilmiştir, Intaniye muavini Dr. Hulüsi Hasan B. tarafından kolitülseröz vakıalarının amilleri ve tedavileri hakkında bir tebliğ yapılmıştır. Münakaşalara: Muallim Abdül- kadir Lütfi, Sani Yaver, Lütfi, Fuat Kâmil, Niyazi Ismet, Kemal Hüseyin, Kâzım beylerle Dr. Ibsan Rifat ve Nami beyler işti- rak etmişlerdir. Vücudu, göbeğinden (o yukarıya doğru tamamile çıplaktı, tenininin rengine beyaz denemezdi, fakat beyazdan daha tatlı, daha şehvani, daha güzel... Esmere yakın mat bir renkti. Tıpkı bir Istanbul güzeline (o benziyordu. e Dolgun kalçalarile insanı kudurtan öyle mahirane bir göbek atışı ve bel kıvırışı vardı ki, oOCebelde bu derece ince, kıvrak bir kadının yetişmesine hayretetmemek kabil değildi! fasıl bitti. Cemile tatlı bir eda ile doğrularak yanımdaki mindere oturdu ve bana gözünün içi ile güldü: — Hoş geldiniz! Bu sehirkâr kadın bedii he- yecanlarımı uyandıran yakıcı ve ezici nazarları karşısında, bütün teessürlerimi ve © yorgunluğumu unutur gibi olmuştum. (Arkası var) Her akşam bir hikâye Nibal hanımla kocası Faik Sebati bey, o hafta içinde Zonguldak'tan Istanbul'a gelmiş, Perapalas ote- line nazil olmuşlardı. Faik Sebati bey, madencidir. İri yarı, ken- dinden emin olduğunu gösterir tarzda serbest hareketli, otuz beş- lik bir adam. Karısıda, ince, zarif, hoş bir kadın... Fakat, Nihal hanım, kendi ka- kocasının erkekliğinin harikulâde- liğine kaildi. Netekim, o gece, akşam yemeği yemek ve numero- ları seyretmek üzere bara gittik- leri vakıt, orada bulunan tekmil kadınlara karşı yüreğinde bir gururun kabardığını duydu: Faik Sebati bey gibi bir erkeğin kadını olarak buraya gelmek... Ne saa- detti, yarabbi! Ne saadetti! Bar, kalabalıktı. Bir masanın başına geçtiler. Hayati nispeten pek durgun olan Zonguldak'tan ayrılıp da, buraya, bu civcivli Istanbul'a geldiği için, Nihâl, çok Yandaki masalar, tekmil doluyordu. Bu aralık, kocası ısmarlanacak şeyleri garsona ısmarlamıştı. Gün- düz yaptığı şeyleri karısına anla- tıyordu. Amma, biraz yüksek sesle.. Etraftaki masalardan duy- sunlar diye.. — Öğleden sonra, (o senden ayrılınca, vekil beyi ziyarete git- tim. Karşılıklı oturarak kahve içtik. Kriz meselesinden bahset- tik. Ben, krize Zonguldakta mani olmanın pek kolay olacağını haber verdim. Vekil bey not aldı. Söz- lerimi gayet ehemmiyetli buldu. Sonra, oradan çıkarken müsteşar beye rastladım. Beni Ankaraya davet etti. İşlerimin çok olduğun- dan bahsederek atlattım. Derken inhisar müdiri umumisini ziyarete gittim. Bu vatana yaptığım iyilik- lerden dolayı beni tebrik etti. Sonra, bizim sınıf arkadaşlarından bir mebus vardır. Hani, onu ziya- rete gittim. dedi ki: “ Birader, bu intihapta sen mutlaka namzet- liğini koy! Sizin gibilerin millet meclisine gelmesi lâzımdır. Zira bu memleketin ıktisadiyatına hö- kim olan sizlersiniz. En fazla ehemmiyeti haiz olan sizde ıkti- sattır!,, Genç kadın, kocasını iftiharla dinleyordu. Cıvardan da dinleyor- Jar mı diye bakınca, sol taraftaki masalarda oturan gayet şık bir gencin kendisine musirrana baktı- ğını gördü. Sonradan, bir kaç kere daha gözüne ilişti. Genç, ona, müte- madiyen bakıyordu! Bir aralık, Faik Sebati bey, saatin ona yaklaştığını farketti: — Tam onda bir yere telefon etmeğe vaitliyim. Ben şimdi geli- yorum! - dedi. Yerinden kalktı Nihal masada yalnız kaldı. Boyanmak için elini çantasına uzattı. Dudaklarına kır- mızı sürdü. Fakat tam çantasıni masanın üzerine bırakacaktı ki, Meçhul adamın bir tek sözü dınlığının harikulâdeliğinden ziyade mesuttu, Mest, etrafı seyrediyordu. arasında buraya getiren kimdir? Hiç de farkına varmamıştı. Açıp okudu: “Siz çok güzelsiniz. Sizi pek beğendim. Yanınızdaki o tıraşçı herifi atlatın. Bir çeyrek sonra kertenkele barına gidiyorum . Oraya gelin. — sol masadaki komşunuz. ,, Genç kadın hayrele düştü. Aynı zamanda korktuda... (Kızardı, bozardı. Sola baktı.. Delikanlı, gülümsiyordu.. Hatta, başilede, teşvikkârâne bir işaret yaptı. Demek onu, alelâde bir sokak kadını sanmıştı. Kızdı. Fakat, ne yapabilirdi. Başını çevirdi. Pu- sulanın yâzıları, gözleri önünde dansediyordu. “Siz çok güzelsiniz. Sizi çok beğendim... O tıraşçı herif!... , Demek ki; o, Zonguldak'ta uzun seneler kalmış, hattâ orada büyümüş bir kız olduğu halde bir Istanbul şıkı, onu bu derece beğenmişti. Başka bir erkekten ayartmak ( isteyordu. Doğrusu, Nihal'in gururu okşandı. Fakat, hayretle düşündü. Bu adam kocası bakkında traşçı herif diyor.. Nihâl, bugüne kadar, Zonguldakta, madenci Faik Sebati beye ancak ve ancak hürmet edildiğini görmüş ve işit- mişti. “Traşcı herif, bu iftiramı idi? Belki... se, kendi hak- kında söylener zelsin ve hoşuma gidiyorsun!,, sözü de yalan mıdır? Yok, yok! Bunun yalan olmasına imkân tasavvur edilemezdi. Öyleyse, kocası mı traşçıydi? Bu şüphe, beynine bir ok gibi saplandı. Bittabi, o gece, harikulâde hiç bir vaka zuhur etmedi. Sol ma- sanın delikanlısı, Kertenkele ba- rında nâbak yere Leylâ'yi bek- ledi. Leylâ, kocasile birlikte otele döndü. İki gün sonra da Zongul- dağa döndüler. Artık, Nihal, Faik Sebati'nin bütün hareketlerini, bütün sözle- rini, gayri şuuri olarak haddeden geçiriyor: Tıraşçı mı değil mi?... Eski hürmeti, itimadı tamamile zail olmuştu. Aralarında geçim- sizlikler, hattâ kavgalar başlamıştı. Bir gün, bu kavgalardan biri hararetlendi. Nihal, asabiyet içinde haykırdı : — Tıraşçı herif | Bu umulmadık tahkir karşısında kocası şaşırdı: — Ne?.. Nasıl?.. Ben mi?... Demek ki sen... Bana... Nihal: — Yalnız ben mi?... - diye haykırdı. - Herkes sana tıraşçı diyer... Artık, araları, bir daha kayna- şamaz tarzda ayrılmıştı. Gerçe iş talak ile nehayetlenmemişti. Fakat, bunun sebebi, servet, aile bağlanydı. Yoksa, artık müteka- bilen hiç bir manevi bağları yoktu. Tubaftır! Insan, ne türlü garip tesirle altındadır. o Rüzgâri e larm savurduğu tohum gibi, bir tek orada. durdu. Katlanmış bir kâ- | kelime, bazen ruhumuzun tarla- gıdın durduğunu ördü. Bir mek- tup! Allah allah! Bu nu, gözle kaş sında ne nabatlar açtırır.. Nakili : (Hatice Süreyya) Tetrika No 34 LEKE Aşk, macera ve fen romanı Nakili: O(Vâ- Nü) — Susun, susun. Ben her şey'i biliyorum... Bütün esrarınız- dan haberim var... Fazıl Alkasdi, sizin tarafınızdan terkedildikten sonra, son derece hiddetlenerek, bana her şeyi anlattı. Kendisine | süküt etmesini haber verdim. Aksi takdirde, biraderlerinizin kurşun, yahut Jâakal yumruğuna hedef olacağını bildirdim. O da, bunun üzerine susmak mecburiyetinde kaldı. Fazıl Alkasdi bey, avdet etmiştir. Artık bir daha Türkiyeye dönmiyecekti, orada yerleşmişti. 18 Mart 1932| Mısıra | E? şimdi m vaziyetiniz ne olacak. Evleneceksiniz.. Kocanız eski maceramza dair henüz bir şey bilmiyor mu? Şimdiye kadar bilmiyorsa da, meydana çıkacak. Vesime inildedi. — Nışanlım birşey bilmiyor. Jülide: — Pek âlâ öyleyse... dedi. Genç kız, ona, hayretle baktı: Ne demek istiyordu? Bunun üzerine, Jülide, yavaş yavaş, tıpkı bir anne gibi, daha doğrusu, İ bir ebe gibi, yahut bir doktor gibi, uzun uzun bir şeyler anlattı. Bekâret meselesinden, bunun bir cerrah tarafından tamiri imkânın- İ dan bahsetti. Bu tafsilâtı dinlediği İ esnada, Vesimenin vücudu titredi. Yüzü kızardı, soldu, yeşillendi. Fakat, genç kız, neticede, bundan sakinleşmiş obir halde kalktı. Jülideye, sadece: | | şekkür “ederim! - dedi. - verdiğiniz tafsilât pek işime yarı- yacak. Ahmet Ferit, o akşam endişeye düştü: Vesime'yi daha bu derece asabi görmemişti. Bizzat Pakize teyze bile yeğeninin haline hayrette kadı. Ne olmuştu? Ne vardı? Velid'in de bu hususta nazarı dikkatini celbetti. Velit, Genç kızın bu asabiyetini havanın lodus | olmasına, kızın âsabı üzerine tesir etmesine ve daha birçok pesten- kerane sebeplere atfetti. Hakikatinden şüphelenmek kim- senin aklına gelmedi. üçüncü kısım Facıa Bu izdivaç, basma kalıp tabirile muhteşem bir izdivaç oldu. Adeta kırk gün kırk gece dügünl.. Belediye dairesi daha bu de- rece kalabalığı kuruldu kurulah geçilmiyecek bir hal almıştı. oto- mobiller, otomobiller... Neredeyse, tramvayların würur ve uburuna mani olacaktı. tanınmış tüccari, komisyoncusu ve piyasayla alâkadar insanı varsa davetliler, davetliler... Konakta ne ziyafetler verilmedi. ne ziyafetler... Dügünden sonra, yeni evliler, verdiler. Fakat, | trenlede de, limojin vapurla değil, otomobil- sonra, diğer Balkan memleketle- rine doğru hareket ettiler. Muay- yerde duracaklar, rastgele istika- metler takip edeceklerdi. görmemişti. Altıncı dairenin önü, | cası Istanbul'un İzmir,n ne kadar hepisi toplanmıştı. Üstelik, hususi ! bal ayı seyahatine çıkmağa karar lerine bindiler. evvelâ Bulgaristan'a yen bir plânları yoktu. İstedikleri Derken avdet ettiler. Avdetle- rinde, onları, Jülidenin artık ko- olan Murtaza bey, evlerine davet etti. Bir hafta kadar misafir etti. Bu müddet zarfında Jülide ile Vesime, yeniden bir abhbablık tasis ettiler. Vesime, genç kadın, kalbinin bütün esrarını açtı, Ahmet Feritle ne derece mesuut olduğunu bütün samimiyetile anlattı, Derken, “M..,, zadelerin Ada- daki sayfiyesine indiler. Burada, “M..,, zade ailesi toplu bir halde idi, Mehmet bey, yeni evlilere takıldı: — Mutlaka büyük baba olmak istiyorum. Beni büyük baba ya- pınız! dedi Vesimenin annesi güldü. O da gülerek büyük annne olmak iste- diğini söyledi. Gelin hanımın bira- derleri, dayı olmak istediklerini söylemekte gecikmediler. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: