27 Haziran 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

27 Haziran 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| Mektup Azizim Etem İzzet, Dünkü Milliyet'in Sanat sayfa- sında yaman bir “Teşhis, ini ve garip bir Tesellini okudum. Benim tiyatro o müsahabelerimin (tam yanına tesadüf eden bu yazında seninle hemfikrim. Teşhisin çok doğru. Diyorsun, ki: “Buhran kâbusu gazete sütun- larına çökmeden evvel karilerle konuşan güzideler vardı: Yakup Kadri, Ahmet Haşim, Falih Rıfkı, Fazıl Ahmet, Ahmet Rasim, Yahya: Kemal, * Ruşen Eşref, İs- mail Müştak... “Halbuki şimdi bu sütunlar boş, kuru ve kofların elinde kaldi. ,, “Vallahi hakkın var be birader! Düşün bir kere, Milliyetin sanat sahifesinde bu saydığın güzide- lerin imzası yok da, sütunları sen doduruyorsun. Karilerle sen ko- nuşuyorsun. Senin imzan var. Doğrusu aşkolsun sana, Ben buğüne kadar, yani 18 seneden beri bu derece doğru söyleyen bir muharrire daha rastlamadim. Gene diyorsun. ki: “Onlar yalnız boş, kuru ve kof değillerdir. Mütecavizdirler, kıs- kançtırlar, liyakat düşmanıdırlar, şöhret ( yağmacısıdırlar - Hâmit yok! Fikret yok! Yakup yok! Falih yok! Biz varız! derler. Bizden sonra yazı yazmağa başlıyanlar sahiden bunu söyle- diler. Biz onlara yok diyemedik. Ne yapalım, üslübumuz onların üslübuna, tahkiye tarzlarımız onlara benzer. Onların mektebindeniz. Halbuki sen azizim Etem İzzet, onlara sen “yok!,, dedin; yazdığın yüz binlerce sahifelik roman- larını aç ve bir daha oku. Fikret yok, Yakup yok, Falih yok! deyip bambaşka bir uslup ile, bambaşka bir tahkiye ile Yakubu, Falihi, Ruşeni, Haşimi çıldırtacak kadar yeni, kübikimsi fütürizimsi bir üslup meydana çıkardın. “Baskın var!,, diyorsun. Sahi öyle. Edebiyat âlemine, bu yeni tarzın, yeni üslubunla öyle bir baskın ettin ki... “Tehlike ve çapul,, meselesin- deki titizliğine de hak veriyorum. Onları kıskançlıkla ittihamına da bayıldım. Senin için sahiden teh- like var. Çünkü sen, değil o gü- zideleri, dürüst, selis, o güzelim türkçeyi bile inkâr ettin. Halbu ki senin üslubundan ziyade çapulcu dediklerin ookundu! o Okunuyor. Okunacak. Sen de söylüyorsun: “Tehlike var.. Kari fıkrayı on- dan duydu, anketi ondan dinliyor... Tenkidi, ondan görüyor. Romanı, nesri, şiiri onun ağzından tatıyor.,, Doğru. Ve buda kıskanılmı- yacak şey değil. Senin yerinde bende ( olsaydım kıskanırdım. Kendim için tehlike var derdim. Hamam fıkrasına gelince: “Seslerini öğmek isteyenler hamam da şarkı söylerler, Dedikten sonra ilâve ediyor- sun: “Demek Ankara caddesi de hamam oldul,, Ben bu caddenin hamam oldu- el pek kani değilim. Olsa olsa azı yerleri bir magaraya benzi- yor. Zannederim edebiyatın taş bir kovuğundasın, işte bak, sesi- nin aksi sadasını duyuyorsun. Bütün söylediklerin gene sana dönüyor. Sen ki eskileri inkâr etmiyorsun, bu sözün sıhhatına elbette, ki kailsindir: “Kem söz, kalp akçe sahibine aittir!,, Baki hörmetler ederim azizim. Selâmi İzzet gl Billür göysünde uyut, Dağların şarkısını; Sev, fakat çabuk unut, Dağların şarkısını, Seni deniz büyütmüş, Martılar şahit buna, Günün birinde girmiş, Bir genç çocuk uykuna. KIRMIZI Kin kızıl alev gibi Akseder uzaklara!. Şimdi kalplerin kini Sinmiş hep dudaklara!. * . Bir küçük kızıl dudak Yaktı işte gündüzü Şiirimin kızardı bak. Saf ve bembeyaz yüzül », .. Doğdu şimdi balkona; Bir sevişme yıldızı Akdenizde yan yana Geldi mavi - kırmızı H. Adnan Rüzgârlara eş olsak Enginde güneş olsak, Tutuşup ateş olsak Âşıkların yolunda... — Dairedeki gece mesaisi beni öldürecek karıcığım... Dağların şarkısı Bakıp çöken akşama, Beni istersen anma, Beyhude ağlar sanma, Dağların şarkısını. Deniz kızı Ilık bir rüya gibi, Kalbini sarmış sızı.. Dalgalar da demiş ki, Vuruldu deniz kızı. — Tam 150 senelik kemandır. — Aldırma, çal, dinleyenler farkına varmaz! Âşıkların yolunda Bazan gelip yan yana Kalbimiz yana yana Öpüşsek kana kana Aşıkların yolunda... Müşteri nihayet bıçağını tabağa vurdu ve seslendi: — Garson, garson! Garson biraz sonra geldi: — Efendim. — Tam üç çeyrek saat- tır pirzola bekliyorum... — Vallahi o efendim, eğer her müşteri sizin gibi sabırlı olsaydı, işler ne mükemmel, ne rahat olurdu. VAPUR Çocuk Seyrisefainin yandan çarklı bir vapu- runu gösterdi: — Baba vapurlar kendi kendine mi yürür? — Evet. — Yaya mı gider? — Yaya gider deyelim. — Peki, neden mah- muz takıyor? — Bazen deniz aygi- rına rasgelir de... Şimdi uzaklaştı yar, Bir ıtır kokusu var, Belki sevgilim duyar, Dağların şarkısını. Her sabah düşünürüm, Seni görünce böyle, Niçin yosundan değil, Sırma saçların söyle, Rengi sindi şiirime Şimdi mavi gözlerin Gökten indi fikrime Sanki mavi sözlerin * .. Sen coşarken ey deniz dalgalandı duygumuz. Bizde şimdi sendeniz Mavileşti ufkumuz. * #x Genç hayatı gördünüz Sanki mavi bir duman Uçsa!. Lâkin ömrümüz Mavi kalsa bir zaman! H. Adnan Devalar, derde olur, Çimenler yerde olur, Çamlar da, perde olur Âşıkların yolunda... - Umit ŞOFÖR Fatin'e otomobilin na- sıl kullanılacağını tarif ettiler. Sordular: — Anladın mı? — Anladım.. Biraz düşündü: — Yalnız bir şeyi an- lamadım. — Neyi? — Hayvan çekmeden nasıl yürüyor? HAYIR Dostlardan birine bak- tık, fi tarihindeki Celâl Sahir bey gibi saçlarını uzatıyordu. .Bugün kestirir, yarın kestirir diye bir şey söy- lemediler. Nihayet dün Vâ - Na dayanamadı: — Üstat; dedi, filozof: luk mu? — Hayır, parasızlık! —-iMektebo giderken âblâmidi; fakat son beş senedir ağabeysi oldum! Yıldızda kumar oynandığı za- mandı. Bir gece çok zengin, fakat kumarbaz bir arkadaşımla Yıldıza gittik. Bir müddet kazinoda oturduk. Sonra : dostum cebinden bir beş yüz liralık çıkardı: — Şunu doğurtayım, dedi. Bir saat sonra yanıma geldi. Sordum: — Doğurdu mu? Dostum iki yüzlük gösterdi: — Dogurdu, işte. — Hani anneleri? — O, vazı hamil öldü! esnasında “Yenisine... Annesi oğlunun kılığını kıya- fetini görünce kızdı: — Bu ne kıyafet! Osmanla kavga ettin? Çocuk itiraf etti: — Evet. — Üstün başın yırtılmış yeni elbise almam lâzım gelecek.. Bun- lardan hayir yok. — Bu bir şey değil anne, sen Osmanı görmelisin. (Annesinin yeni bir çocuk alması lâzım gele- cek.. Osmandan hayır yok. Gene mi Vecize Eğer hılkat yarattığı kızların saçlarına, (gözlerine, : kaşlarına, kirpiklerine, tenlerine İpekiş'in kumaşlarındaki renkleri verebil- seydi, bütün kadınlar Ipekiş ku- maşları gibi dünya güzeli olurlardı. Sehbehi Istanbula yeni gelmişlerdi. Dükkân camakânlarının önünde duruyor, hayran hayran bakıyorlardı. Bir aralik, bir şapkacı dükkâ- nında durdular. Şapkalardan birinin içinde kü- çük bir ayna vardı. Biri sordu: — Bu aynayı neye koymuşlar? Öteki cevap verdi: — Başına giyen yakışıp yakış- madığını görsün diyel Diojen Kadim Yunan filozofu Diojen, bir gün Atina sokaklarında, elinde yanar bir fenerle dolaşıyordu. Filozofun bu halini gören bir ar- dadaşı sordu: — Ne yapıyorsun? Diojen cevap verdi: — Adam arıyorum, adam! Akşam oldu, ortalık karardı. Gece etrafı sardı. Diojen, elinde fener, hâlâ sokak sokak dolaşı- yordu. Arkadaşı gene karşısına çıktı: — Hâlâ mı adam arıyorsun? — Hayır, kadın arıyorum! Lâzım Iki arkadaş konuşuyorlardı. Söz seyahatten açıldı. Biri dedi ki: — Azizim seyahate çıkmak için insanın bir maksadı, bir de men- zili maksudu olmalı. — Kâfi değil, Öteki baş salladı: — Neden? — Elinde parası ile bir de bileti bulunma...

Bu sayıdan diğer sayfalar: