21 Temmuz 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

21 Temmuz 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Akşamın resimli ikâyeleri Ben, ortahalli bir adamım. Eh, yaşım başım da ilerledi; evlenme çağım geldi. İzdivaç aleyhinde deveran eden propagandalara, “bekârlik sultanlıktır!,, vecize- sine rağmen, kendime bir hayat refikası seçtim. Cazbantsız düğün yaptık. Dünya evine girdik. Bittabi, eş dost, bana bir çok düğün hediyeleri gönderdi. Düğün hediyeleri malümdur: Atlas bir mahfaza derununda bir çift fincan zarfı (buna nere- den fincan uydurulacak? Hem, artık zarfla fincan kullanılıyor mu?) Konsolun önüne konulmak üzere bir çift karpuzlu petrol lâmbası, (Evde elektrik var. Sa- lonumuzda konsol yok.) Içi altın yaldızlı iki kupa. (Kupayla su içen elini kaldırsın...) İlh, Tıb... Hülâsa, hep bu minval üzere, kullanılması gayri mümkün hedi- yeler.. Esasen, bizde garip bir âdet vardır. Hediye “verilmez, , “teda- vül ettirilir, 1. Ben de bir ahba- bın düğünü olduğunu öğrenince, meselâ, ilk nöbet, karpuzlu petrol lambalarını ona sunacağım. Oda, bunları bir müddet evinin tavan arasında sakladıktan sonra, müna- sip bir fırsat zuhurunda başkasına devredecek... Bu minval üzere, hediyeler, (odüğünden (düğüne, sünnetten sünnete şehrin içinde devredecektir. (Ipekli bayram men- dilleri de ayni tarzda mütedavil- dirler. ) OAnnemin söylediğine inanmak lâzım gelirse, bana dü- günümde hediye gelen filcan zarflarını, dayım, hafız Ali efen- dinin kayın biraderine on beş sene evvel hediye etmişmiş... Uzatmıyalım: Düğünümde, bu neviden pestenkerani bir çok hediyeler aldım. Bir tanesi müs- tesna, içlerinde işe yarayacak tek şey yok... Müstesna dediğim bu hediye, mahallemizde oturan © yağlıkçı Musta efendinin gönderdiği kos- kocaman, kesme pirinç karyoladır. Fiat biçtirdim: — Iki yüz liradan aşağı alınmaz! dediler. Doğrusu, hayet, ender hayret!.. Musta efendi, cümle cihanca müthiş bir iş adamı sayılmaktadır. Attığı adımı hesaplı atar. Kim- seye metelik sezdirmez. Sinek- ten yağ çıkarır... Nasıl oluyor da böyle bir adam, bana iki yüz lira gümüş varsa « kaymetinde - hem de mükemmel Yağlıkçı Musta efendinin hediyesi Cemal Nadire ithaf istimal olunur neviden - hediye yollar ?... Düşündüm, taşındım. Muam- mayı kendi kendime halledeme- yince usullacık mahalleliye sor- dum. Ikinci muhtar Rifat bey : — Yook, hak! - dedi. - yağ- lıkcı Mustaefendi şöyledir, böyle- dir, hesabidir filin amma, neme lâzım, hediye Obahsinde eli açıktir doğrusu. Iki senedir bu mahallede oturuyor. Ne zeman bir düğün olsa, davet edilsin, edil- mesin, mutlaka giranbaha bir hediye gönderir. Meselâ, geçen ay veznedar Reşit beyin biricik kızı Hidayet hanım evlendi. Ona yüz yetmiş liralık bir oda takımı yolladı. Evvelki ay, muhtarı evvel Kemal beyin biraderi evlendi. Mutfaklarının tekmil bakır takı- mını yağlıkçı Mustafendi düzdü. Arif paşanın oğlu sünnet olunca, ona gayet güzel bir motosiklet gönderdi. Eski valilerden Ali beyin kızı doğurdu. Onun losalı- ğında annesine bilek saati, nevzada da beşi biryerde yolladı. Hulâsa, Mustafendi, hediye yollamak fır- satı zubur edince, asla bunu fevt etmez doğrusu... Derhal hediyeleri yollar... Hesabidir, hesabidir ama, neme lâzım doğrusu hediye bah- sinde eli pek açıktır. Doğum, sünnet, düğün kaçırmaz... “Eh, ne yapalım... Demek ki böyle bir hayır sahibinin lütfuna mazhar olduk..., diyerek, kesme pirinç karyolayı kabullendim. Keşki kabullenemez olaydım... Aradan iki ay geçmedi. Bir tezkere: Bimennihülkerim büyük keri- mem Aliye hanımla tüdcarı mutebereden Bedestani Arif beyin akitleri icra edileceğinden 72 nisan tarihine müsadif perşembe günü fakirhaneyi teşrifleri müte- mennadır efendim. Yağlıkçı Hacı Mustafa Eyvahlar olsun! Bende şafak attı. Hoşafın yağı kesildi. |. Düğün (masraflarından belimi henüz doğrultamamıştım. Şimdi bu adama ne hediye gön- dermeli? Yukarda saydığım filcan zarfı, karpuz lamba, altın suyuna batmış kupa nevinden hediyelerle bu zat savuşturulamaz a... Artık el'insaf!.. Adamcağız bana iki yüz liralık kesme pirinç karyola gön- derdi.. Ben de ona göre muka- belede bulunmalıyım: Herkesin izzeti nefsi varl... Neyse, borç, harç... Yüz yirmi beşliraya, küçük fakat güzel bir acem seccadesi kapattım. (Halı piyasası düşkün... Demek ki, iki yüz liralık pirinç karyolayı yüz yirmi beşe getirmiş oluyoruz. Ona da bin bin bereket... Yağlıkçı Mustafa efendinin dü- gününe gittik... Görülecek şeyl... Evelçe hediye alanlar minnet al- tında kalmak istememiş her biri, şan ve şerefile mütenasip şeyler yollamış! Avizeler, ogramofonlar, radyolar, billur bardak takımları büfeler hattâ mücevherat... Insan cömert olunca böyledir işte... Bir kızını evlendirdi; eski- den verdiği hediyelerinin lâakal dörtte üç kıymetinde eşyayı geri topladı... Fakat, mesele bu kadarla kal- madı. Işin içinde iş varmış meğer. Aradan iki ay geçti geçmedi. Bir davetiye daha: Bimennehülkerim kızım Samiye hanımın mütaahhit Server beyle akıtları... Imza: Hacı Mustafa Tepem attı. Server beyle de aksi gibi ah- baptım. Baldızına yüz yirmi beş liralık hediye götürdüm. Onun karısına götürmesem nasıl olur? Lanetler olsun kesme pirinç kar- yolaya.. Bana iki yüz elli liraya mı mal olacaktı?.. Ne yaparsın, çare yok.. Bu sefer de yüz küsur lira kıymetinde bir şal alarak Samiye hanımın düğününe git- meğe mecbur kaldım. Mahallelide bir surat, bir surat. Onlar da benim mevkiimde kak mışlar. Her biri birer giranbaha hediye getirmiş.. Bu suretle, Yağ- lıkçı, evvelce verdiklerini ziyade- sile toplamış bulunuyor. Düğünde şöyle bir havadis yayı- larak, mahallenin neşesini büsbütün kaçırdı. — Musta efendinin altı kızı daha var, oODördü şimdi nişanlı imiş, Beş oğluda evlenme çağına girmişler... Bu gençlerin düğünleri yavaş vavaş yapılıyor... Evvelce evlenen- ler doğuruyor... Doğanlar sünnet olma yaşına yaklaşıyor... Hacı Musta efendirin boyuna davetiyelerini alıyoruz: Bimennehülkerim oğlum Kemal beyin... Bu davetiyeleri almamak, dü- Tefrika No. 129 Sahife 11 21 Temmuz 1932 | SEBA MELİKESİ BELKIS Yazau: ISKENDER FAHRETTİN Süleyman ( Amerit) in odasına girdiği zaman, üzüm- cünün kızı bir köşeye büzülmüştü. Hükümdar genç kıza: “ Ilk âşikın kimdir, dedi, söyle bakalım? ,, Herkes dehlizlere, sarayın zemin katına çekilmişti. Hint ve Hama kumaşlarile be- zenmiş, papağanlı yatak odaların- da insandan eser yoktu. Süleyman, maziye hasretle ba- kan gözlerini oğuşturdu. Bu vartayı da atlatırsa, artık, her şeyden evvel yapacağı bir iş vardı: Şehrin etrafındaki istihkâm- ları itmam etmek. İnşaatı henüz bitmeyen surların bütün kapıları şimdi kapanmış olsaydı, düşman hücumunun ne manası kalacaktı? Beni Israil hükümdarı, Sur kra- lından aldığı altınları keşke tama- men istihkâmların itmamına sar- fetseydi.. Süleyman bu muazzam servetin büyük bir kısmını sefahet ve debdebesi uğurunda heder ettiğine şimdi ne kadar pişman oluyor, acınıyordu. Zemin katına iniyordu. Cariyelerinin enin ve ıztırabını yakından görmek hiç de hoş bir şey olmayacaktı. Fakat, hüküm- dar, genç kızları teselli etmek, onlara ümit vermek istiyordu. Bir mermer sütunun yanındaki kapıdan şen bir kadın sesi işitti. Yüzlerce cariyenin göz yaşı dökerek inlediği ve hükümdarın kederine iştirak ettiği böyle bir kara günde neşeli şarkılar söyle- yen bu kadın kimdi? Bu ses, Süleymana, keder ve ıztırabile istihza eder gibi geldi. Kim olursa olsun, onu derhal saçlarından tutup yere vuracaktı. Kapıya kulak verdi. Şen kadm sesi devam ediyordu: “... İsterim ki gözlerimden leziz şarap ırmakları aksın.. Orşalim kızları bu ırmaktan içsinler ve sarhoş olsunlar.. Eğlence âlemin- de ayık bir fert kalmasın.. Büyük, küçük herkes bir safta otursun.. Ve bir kadehten içerek, dudakların lezzetini de tatsınlar..., Süleyman bu şarkıyı işidince bütün kederlerini unuttu. Sarayda bu derece neşeli bir kadının mevcudiyetini tasavvur etmiyordu. Yüzlerce cariyenin göz yaşlarına kahkaha ile mukabele eden bu kadın kim olabilirdi? Süleyman o kulağını ayıramıyordu. Şen kadın başka bir şarkıya geçti: “Adalet ile sefahatin öpüştüğü bir diyara düştüm... Göğten yağmur yerine şarap yağıyor... Ve topraktan mahsul yerine ne- şe ve tebessümler fışkırıyor... Göz yaşlarından toplanan pinar- kapıdan ların midelerine dökülmek için: “Nerdesiniz?,, diye haykırıyorlar... Nerdesiniz, bedir vaktinde san- tur çalan kızlar? nerdesiniz, israili o mezelletten Oo kurtaran kahramanlur? Göğten yağmiır yerine şarap dökülürken uyunur mu? Yerden mahsul yerine neşeler taşarken ağlanır mı?,, Süleymanın tahammülü kalma- mıştı, Kapıyı açtı.. Genç bir kız, yatağın kenarına oturmuş, saçlarını tarıyarak kendi kendine söyleniyordu. Hükümdar genç kızı görünce, gülerek: — Amerit... Sen misin?.. Diye bağırdı. Küçüklüğünden beri, sarayda yaşamak arzusuna mukavemet edemiyen ve nihayet taliin garip bir cilvesile saraya. düşen üzüm- cünün kızı, karşısında hükümdarı görünce yerinden fırladı.. Dağınık saçlarını toplamağa çalışarak bir köşeye büzüldü. Hükümdar içeriye girer girmez odanın kapısını kapamıştı. senin ne güzel sesin Diyerek yanına oturdu. Amerit heyecanından titiriyordu. Süleyman, bir an içinde harbi, Belkisi, Muaplıların tazyikini unut- muştu. Üzümcünün kızı, gökten inmiş bir melek gibi Süleymana o ka- dar saf ve nezih görünmüştüki.. — Kız, seni buraya Yehova mi gönderdi? -diyerek perişan saçlarını okşadı - söyle, sen nereden geldin? Amerit hükümdarın iltifatından cesaret bularak şen ve şakrak sesini çıkardı: — On sekiz yaşıma kadar şa- rap fıçıları arasında büyüdüm. Bu sene babam: “sen artık evlen- me çağına geldin... Seni evlen- direceğim!,, dedi. Halbuki ben hiç evlenmek istemiyordum... — Niçin...? Senin gibi güzel ve sevimli bir kız, yakışıklı bir delikanlı ile evlenemez miydi? — Ben saray hayatına hasret çekiyordum. Önüme gelen her yakışıklı erkekle eevlenemezdim. Ben zaten herkesi beğenmem ki.. Süleyma güldü: — Ermiyi nasıl beğendin? — O saraya mensuptu.. Ona, bu arzumu tatmin etmek (için varmak istedim. — Ermi çok çapkın bir erkekti.. Onunla bir gün bile mesut ola- mazdın! — Bana karşı çok ciddi ve samimi görünüyordu.. “Senin için kanımı dökerim. Şerefimi, serve- larda dikenler türedi. Fakat, | timi yere 10... Fakat seni Sahyunun mukaddes bağlarından | yere düşürmem!,, derdi. akan şarap ırmakları, şen insan- (Arkası var) gi “günlere gitmemek için, bütün | sade benden, bu iki yüz elli mahalleli, fellek fellek kaçıyoruz. Mustafendi, alacaklı gibi peşimizi kovalıyor; nerede yakalasa : — Ikinci omahtumun nikâhı perşembeye, dördüncü kerimenin nişanı da pazartesiyedir. Herhalde teşrifinizi beklerim.. Hukuku ka- dime var... Sakın gelmemezlik etmeyin... (Vallahi gücenirim... Damat da gücenir.. Malüm ya Müdürü umumi Mehmet beydir... Ikinci kerimenin lohusa şerbetini yakında yollayacağız. Aman Allab, imdat! Hesap ettim. Musta efendi, liralık pirinç karyola sebebile, üç yüz elli lira ticaret etti. Bütün O mahalleliden (sızdırdığı her hâlde külliyetli bir yekündur. Ticareti, şüphesiz, yüzde dört yüz fazla olacak.. Zira, mahallede, en az yumuşak başlı benim... Bazılarının vur en- sesine , al ağzından lokmayı... Yağlıkçı Musta efendi böylelerin- den ne çekti allah bilir... Eeee... Iş bilenin, kılıç kuşana- nın derler... Bir bubran devrinde de para kazanmanın yolunu bulan yağlıkçıya bravo doğrusu ! (Vâ - Na)

Bu sayıdan diğer sayfalar: