30 Ocak 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

30 Ocak 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Her akşam bir hikâye Ahmet Şakirin hatıra defterinden: | «Âdetimdir. Sinemalarım önlerin- den geçerken camekânlardan asılı fi- lim resimlerine bakarım. O günü ge- ne bir sinemanın önünden geçiyor- dum. Baktım. Pola Negrinin Mazurka filmi oynuyor, Bu filmi görmüş. Çok beğenmiştim. Resimlere daldım. İşte Şu fotoğrafta Pola Negri kızını kan- dırmağa çalışan eski âşıkını öldürü- yor... Ben resimlere dalmşken sinema boşandı. Vay bizim İrfan... Yanında da genç; güzel bir kadın... Sinema” dan çıkıyorlar.. irfan beni görünce elile «dur» gibi bir işaret yaptı. Dur- dum. İrfan yanındaki kadının elini öptü, bir otomobile bindirdi. Kadın- dan ayrıldıktan sonra yanıma geldi. İrtana; — Nasıl, dedim, güzel bir filim de- ğü mi?. i İrfanın gözleri parladı: 4 “— Ay sen bu filmi gördün mü? — Gördüm ya... — Aman rica ederim.. şunun mev- Zuunu bana anlat... R 'Bu teklif tuhafıma gitti; w — Yahu şimdi sen o filimden çık- madın m?.. — Çıktım, çıktım ana, sen gene anlat... Filmin mevzuunu hiç bilmiyo- rum... — Canım nasıl olur? O sinemada değil miydin sen? — O sinemada idim. Lâkin filimle meşgul olamadım. O zaman işi çaktım. Gözüm arka- daşımın yanağına ilişti. Hafif bir du- dak boyası izi; — Ben sana filmin mevzuunu an- latırken sen de şu yanağındaki ruj Azini sil bakalım., O mendilile ruj izini adamakıllı sil- di. Ben de Mazurkanın mevzuunu birer birer anlattım. İrfan âdeta ezberler gibi mevzuu inledi. Sonra koluma asıldı: — Bize uğrıyalım da sana iki ka- deh raki içireyim... diye apartımanı- na sürükledi. « Apartımanında bizi karisi karşıla- Eh. İrfanı görür görmez: — Bu kadar zaman nerede idiniz beyefendi?.. diye kinayeli kinayeli yü- güne baktı; İrfan: — Hani sen çok miethettin ya.. Ma- Kurka filmine gittim karıcığım... ——- İrfanın karısı Şayeste: — v. dedi, * İrfan: “ — İstersen sana mevzuu anlata- — Anlat bakalım.. İrfan benden dinlediği mevzuu bül- Rüstem kendi kendine mınldandi: — Melik Abdürrahman peygamber olsaydı, ancak bu kadar Keramet gös- terebilirdi. Bir buçuk asır sonra ola- cağı nasıl da önceden keşfetmiş, Gerçek, Endülüs, sefahet, yüzünden bü hale gelmemiş miydi? Rüstem Endülüsteki sefaheti Gar- natada gözile görmeseydi, bunun mü- balâğalı bir ittiham olduğuna inana- caktı. Halbuki Endülüsün en büyük düşmanı kendi içinde bulunuyordu. İspanyollar bu vaziyetten istifade etmenin tam zamanını bulmuşlardı. Carnata sarayındaki ihtişam ve debdebenin bir milleti nihayet bu ha- le düşürebileceğini her akıl ve izan sahibi tahmin etmekte güçlük çeke- mezdi, Rüstem türbede dolaşırken, bir baz» ka lâvhanım önünde durdu. Bu lây- bada Melik Abdürrahman, hayatın- da bir kere İspanyollarla nasıl ve ni- çin çarpışmış olduğunu anlatıyordu: n her köşesinden Endülüs ün» larına tahetie gelen ec- nebiler, memleketlerine döndüğü 24 KEMAL REİSİN İSPANYA DÖNÜŞÜ Yazan: İSKENDER F. SERTELLİ Ben de hemen anlatıyordum... Bir pot kırarsa kendisi için felâket ola- caktı, Çünkü dört gün evvel Şayeste ayni filmi görmüş. Nihayet korktuğumuz başımıza gel- di. İrfan filmin nihayetinde şöyle bi- tirdi: — Pola Negri kızını kandırmağa çalışan âşıkın: öldürdükten sonra po- lis kendisini yakalıyor. Muhakeme oluyor. Zavallıyı idam ediyorlar... Ne acıklı bir idam sahnesi idi.. kızı bir tarafta ağlar. Eyvahlar olsun.. halbuki filim hiç te böyle bitmiyordu. Filimde katil kadın yani Pola Negri beraet kararı alıyordu. Bizim oğlan bu acıklı idam sahnesini de işkembesinden çıkarmış- ti... Hele kızının bir tarafta ağlaması amma da atmasyondu ha. Şimdi Şayeste işi çakacak kimbilir ne gürültüler kopacaktı, İrfan: — Ben seni bilirim Şayeste, dedi, sen muhakkak o idam sahnesinde da- yanamamış ağlamışsındır. Şayeste kıpkırmızı kesilmişti: — Ya kocacığım ...dedi... İdam sahi- nesinde kendimi tutamadım ağladım.. çok acıklı sahne idi 0... Afallamış- tam, Şaşırıp kalmıştım. demek Şayes- te de Mazurka filmini kocası gibi sey- retmişti. Gülüp içtik... Eve giderken düşü- nüyordum. Bu benim için bir kazanç vasıtası olabilirdi. Meselâ her gördü- güm sinemanın önünde durur bek- lerdim. Sinemadası çift çıkan evli ar- kadaşların yanına yaklaşır: — Sen herhalde filmin farkında bile olmamışsındır. Verilira. sana #ilmin mevzuunu iyite anlatayım. eve gidince sen de karıma görmüş bi anlatırsın. derim, Günde 10 arka- daşa filim mevzuu anlatsam 10 lira- yi kıyırırım sayılır. Bu düşünce ile eve geldim. bana kapıyı açan hizmetçi Despinayı gü- rTünce aklıma geldi. Dört gün evvel benden: — Mazurka filmini göreceğim... diye izin istemişti. Hemen sordum: — Kürüm Despina ben şü Mazur- ka filmini daha göremedim. Şunu ba- na anlatsana.. çok merak ediyorum. Despina bana öyle bir Mazurka an- lattı ki doğrusu parmağım ağzımda kaldı: — Hani o ki Mazurka diyorlar... Bir kari... Oyuncu kari... Söylüyor sarki- lar... diye başladı. lâkin bir türlü fil- min sonunu getiremiyordu. Bu sefer ben sordum: — Peki filmin sonu ne oluyor? Ka- til kadını ne yapıyorlar? Bayağı hiddetlendim: — Sus hasba.. dedim. nasıl filim No 90 man, çok haki: ve yerinde olarak En- dülüs müslümanlardan endişe edi- yorlardı. Bu hal İspanyolları kiskan- dırmakla beraber, ayni zamanda da istikbal düşüncesile kralı Endülüslü- ler aleyhinde harbe sevk etmişti. Ben Kıştale krallığına bir ders vermek is- tedim, askerimi topladım, ileriye sür- düm. Hepsini kılıçtan geçirdim. Kralı ayağıma düşürdüm.. ve ona Endülüsün yalnız bir ilim ve irfan kaynağı ol- mayıp ayni zamandada cesur ve atıl- gan muharipler yetiştiren bir müs- lüman ülkesi olduğunu gösterdim. Va- tam koruma kaygusu zayıfladığını sezdiğiniz gün, unutmayın ki, lim, se- fahetle birlikte yürüyor demektir. İş- te, felkâel o zaman yüzgöslerir.» Rüstem bu lâvhanın önünde o ka- dar çok durmuş ve düşünmüştü ki, Kuran okuyan türbedar bile bir ar ık başını çevirerek hayretle Rüstemin yüzüne bakmaktan Kendini alama- mişta. Rüstem parlâk bir tarihi devrin ih- tişam ve saltanat günlerini uzaktan seziyordu. Müteessirane bir tavırla 30 Kânunusani 937 Cumartesi İSTANBU, 5 Öğle neşriyatı — 12,30: Plâkla Türk musikisi, 12,50: Havadis, 13,05: Plâk- la hafif müzik, 13,25 - 14: Muhtelif plâk neşriyatı. Akşam neşriyatı: 18,30 Plâkla dans musikisi, 19 Şehir tiyatrosu komedi kısmı tarafından bir temsil, 20 Türk musiki heyeti, 20,30 Münir Nureddin ve arkadaşları tarafından Türk mu- sikisi ve halk şarkıları, saat, 21 Bay Ömer Riza tarafından arapça havadis, 21,15 Orkestra, 22,10 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 22,30 Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 23 Son. Ecnebi İstasyonların Bu Akşamki En Müntahap Programı Roma DI (238.5) saat 22,05 (Mus- sorgsky) nin 4 perdelik (Boris Godu- nov) operâsı, Roma operasından nâ- kil. Roma (4208) 23,05 — Senfonik konser, Patis P, 'T. T. (431.7) 22,30 — (Chabrler) nin. (Zoraki Kıral) opera komik. Paris (Radyo Pari) (1648) 22,45 — Senfonik orkestra, Londra (842,1) 22,50 — Rossininin (Barbiye- Te di Sivilya) operası ikinci perde, Peşte (549,5) 20,40 Konser — Berlin (856,7) 20,30 — Nardininin re majör sonatası keman ve piyano ile. Brük- sel I (483,9) 2i — Keman konseri, Brüksel II (3219) 21 Piyano kon- seri — Prag (470,2) 21,50 — Bir per- delik operet. Dans Musikisi Varşova (1339) süat 2045 — Peşte (549,5) 22 — Londra (3421) 22 ve 0,25 — Viyana (506,8) 23,25 — Frank- furt (251) 23,30 — Praga (4702) 23,35 — Brüksel 1 (483,9) 0,10 - Tu- Tuz (386.6) 0,45 — Lüksemburg (1293) 1 — Strasburg (349,2) 115. Not: Bu akşam Londradan saat 22,50 de orla tulden verilecek olan Barbiyere di Sivilya operasının birin- ci perdesi saat 22 de kısa dulgadan (m. 19.66 — 19.76 — 31.55) verilecektir. AKBA Ankarada ber dilde gazete mecmua ve kitapları bütün mektep kitapları ve kırtasiyeyi ucuz olarak AKBA müesse- selerinde tedarik edebilirsiniz. z “Telefon : 3377 seyrettiğini şimdi anladım.. Doğrusu canım sıkılmıştı. Çünkü Despina ile aramızda gizli ve samimi bir arkadaşlık vardı. Salonda karımı gördüm. Bana $or- du: — Dışarda ne zuma... — Şu Mazurka filminin sonunu Despinaya sordum. Bir türlü anlata” madı.. filmi görmedim de.. merak edi- yorum.. Karım: — Aman, dedi, bunda merak ede- cek ne ver?. Ne olacak işte katil ka- dını kurşuna diziyorlar... (Bir yaldız) bağırıyordun ku- başını salıyarak yürüdü. Türbedar sordu: — Neden müteessir oldunuz, deli- kanlı? — Neden mi? Bunu sormağa lüzum var mı? Bir dünü düşündüm.. bir de bugü- ne baktım.. içim sızladı. — Melik Abdürrahman bir münec- cim gibi keşfetmiş bütün bugünleri. değil mi? — Bir müneccim değil, bir peygam- ber gibi sezmiş. Fakat, bu sözleri onun torunları neden okumamışlar aca- ba..? — Ben burada kırk dokuz yıldan- beri türbedarlık yaparım, oğul! “Son günlerde buraya sık sık gelen ve ced- dinin sözlerini dikkatle okuyan Emir Yusuflan başka bir kimseye rasla- madım. — Şimdi, Endülüsün neden yıkıldı ğını daha iyi anlıyorum. Rüstem, Melik (o Abdürrahmanın mezarında daha fazla duramadı. çok dalgın ve meyustu. 'Türbeden çıktığı zaman nereye gi- deceğini bilmiyordu. Zaten ona bu Emir Yusuf değil miydi? Rüstem bir kaç adım yürüdü. İşbilyenin meşhur kütüphanesine doğru gidiyordu. Yolda hezin bir tanbur sesi dıl... bir duvarın di- dr Mİ pm 2. türbeyi ziyaret etmesini söyliyen de —azamrr-A40»”v Istanbul 29 Kânunusani 1937 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) Öksürük, Nezle, Boğaz ve Gögüs has- tahıklarile İr- sesi kısılanlara şifai tesi: Nargileciyan, Taksim: Limonciyan, Beyoğlu: İs- tiklği caddesinde Dellâsuda, Te- pebaşında Kinyoli, Galala; Hü- seyin Hüsnü, Kasımpaşa: Vasif, Hasköy: Halıcıoğlunda o Barbuf, Eminönil: Beşir Kemal, Heybeli- ada: Halk, Büyükada; Halik, Fa- tih: Saraçhanede İbrahim Halil, Karagümrük: Ahmed Suad, Ba- kırköy: Hüdi, Sarıyer: Osman, Ta- rabya, Yeniköy, Emirgân, Rume- Hihisarındaki eczaneler, Aksaray: Etem Pertev, Beşiktaş: Süleyman Recep, Kadıköy: Pazaryolunda Rijat Muhtar, Modada Alâaddin, Üsküdar: İmrahor, Fener: Emil- yadi, Beyazıd: Kumkapıda Bel- kis, Küçükpazar: Hasan Hulüsi, Samatya: oKocamustafapaşada Rıdvan, Alemdar: oCağaloğunda Abdülkadir, Şehrömini: Nâzım. 15,000 liraya satılık apartıman Kurtuluş tramvay caddesi üze- rinde ve durak yerinde altışar odalı üç ve üçer odalı üç yani al- tı daireyi ve altında bir dükkânı mühtevi güneşli, havadar iyi bir apartıman on beş bin liraya satı- ıktır. (Akşam) İlân memurluğu na müracaat, Telefon 24240 binde durdu. Yüksek, büyük ve pen- cereleri altın yaldızlı bir evden kadın ve tanbur sesleri aksediyordu. Belliydi ki, bu bir zengin eviydi... Ve eğlence vardı burada. çarpan bir kelimerlin cazibesi onu s0- kağın ortasında mıhlanmış gibi alı- koymuştu... Rüstem yoluna devam edemiyordu. Çünkü, biraz önce Melik Abdürrah- manla, tarihle başbaşa kaldığı zaman, o, neler düşünmüştü! Şimdi, neler işitiyordu? «Aşkın azabını tadmıyan in- sanlara acıyınız! Çünkü on- lar mevhum ve mânasız iman- Tarla yaşarlar ve kalblerini aşk yerine taşla, toprakla dol- | dururlar, Aşk, bir sihirli çiçektir. Onu! her gün.. her saat şarapla sulayımz! .. Rüstem başını bu zevk ve eğlen: yuvasının granit duvarlarına daya- dı... — Melik Abdürrahmanın yer altın- daki kulağı, bu sözleri işitiyor mu acaba..? '... «BENİ BURADA BAĞLASANIZ, DURAMAM, YA EMİR!» Rüstem o akşam Emir Yusufun sâ- rayına gitti, Esham ve Takvilât İst. dahi © 96,S0jlş. B. Hamiline 10,— Kain 1933 » Müessis 83,— 98,—İT.C. Merkez Önitürki 22,50,—| Bankası 47,0 » N 21,20,—İAnadolu his. 24,25 » MI. 21,10,—İ Telefon 6,75 Mümessil $ o 41,65) Terkos 11,50 » N 3875) Çimento (o 14,35 » M —| İttihatdeğir. 10,60 İş Bankası 10,—| Şark >» 110 Para (Çek fintleri) Prağ o 227250 Berlin 1,96,92 Madrit © 11,32,25 Belgrad 34,45,25 Zi 419,40 Pengo 4,44,80 Bükreş (o 108,37,— Moskova 25,— mea Ticaret ve zahire borsası! 29 Kânunusani flat ve muameleleri Athalât; Buğday 350 3/4 çavdar 30 arpa 48 tiftik 3 1/2 un 15 yapak 10 1/2 süsam 581/2 mercimek 10 1/4 pamuk yağı 62 (/2 yulaf 60 musır 23 beyaz peynir İ zeytin yağı 11 1/2 susam yağı 30 irmik 7 1/2 ton. ğ İhracat; Çavdar 255 arpa 450 yapak 47 1/4 öltük 28 3/4 iç ceviz 13 1/2 ton. 2 — Satışlar: Buğday yumuşak kilosu 6 kuruş 23 Anadol kilosu 64 kuruş. Güz yünü kile- su 83 kuruş. Peynir beyaz kilosu 44 ku- Tuş 4 paradan 44 ii: ii irfes çipi İE giyiz . ii ie İş -İ İsg sFap a dedi, bizi neden yaliız bırakıp gitmek isti- yorsun? a Rüstem: — Dün de söyledim ya - diye cevap Rüstem ! çekinmeden cevap verdi: | —Nehakla..? N İ — Çünkü onların bu toprakla alâ» kaları yok ta. - — Nasıl olur? Hepsi de Endülüslü dür onların, Benim kadar onlar da bu. toprağın sahibidirler, manla çarpışan mücahidlerin yanma koşarlardı. Hiç değilse erzak ambar- larını orilara açık tutalardı. 3 Emir Yusuf o gece, Sevildeki zen ginlerin erzak ambarlarının musadare- ÇArkast var) sine karar vermişti.

Bu sayıdan diğer sayfalar: