19 Mart 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

19 Mart 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Cahita 10 Sahife 6 YENİ ESERLER: imkanimiz, Bilinmiyen insan Doktor Alxis Carrel zamanımızın €n. büyük âlimlerinden biridir. Aslen Franazdır. Fakat şenelerdenberi Ame- rTikada, Rokfeller enstitüsünde ilmi araştırmalarla meşguldür. Bu araş tırmalar neticesinde bir çok keşifler- de bulunmuştur. Doktor Carrel son zamanlarda Bülinmiyen insan (1? homme cet Anconnu) adında bir eser neşretmiştir. Bu eser dünyanın her tarafında büyük bir alâka ile karşılanmış, derhal bü- tün lisanlara tercüme edilmiştir, Bü- yük âlim bu eserinde insan dediğimiz mahlükun ne olduğunu bilmediğimizi, bizce en meçhul mevzuun <insan> ol duğunu anlatıyor, Doktor Alxis Carrel bir filozof de- ildir, O sadece bir ilim adamıdır. Ha- yatının büyük bir kısmını canlı mah- Yükları, tedkik için lJâboratuvarların, bir kısmını da tabiatın geniş âleminde insanları derin derin seyretmekle ge- girmiştir, Bu suretle Alis Carrel, - vğym Bunun için de her şeyden evvel insanı öğrenmek zaruretindeyiz. Yer yüzünde ihsan herşeyden önce- herşeyin ön plânındadır, Onun te Teddisi medeniyetimizin güzelliğini de, hâttâ cihanın azametini de yıkabilir, “Bü kitap insan denilen şeyi tanımak içi Yazılmıştır. İşte buçok yüksek Gör Ankardda çıkan Ulus” gazetesi nöştiyat direktörü bay Nasuhi Baydar ir. Keş mezi lel edebiyat şaheserini lisanımıza çe- viterek' böyük hizmetler etmiştir. Lâ- Kin Dr. Carrelin bü çok mühim eserini Türkğeye' Tefrika: No. 53 “Gözlerimi açtım. Kar yağıyor, etraf bembeyaz. Yanımdakiler hep bir ağız- dan;«aman ne hava!» diye sanki İs- tanbulda ilk defa kar görüyorlarmış yaz kar taneleri bazan bir yağmur gi- bisüratle düşüyor, bazan da şen ke- Jebekler gibi bir kaç kere tembel tem- bel döndükten sonra bir yere konu- yor. Bu kar bana Erenköyündeki ev- de çocukluk günlerimi hatırlattı, O samanlar dışarıya bakmadan odaya çöken gerinlikten karın yağdığını an- Jar, yorganlara sıkı sıkı sarılırdım. 'Btrafı korkunç faket çekici bir ses- sizlik kaplardı. Ekmekçinin kapıda silktiği şemsiyenin hışırlısmdan, ak- şam ezanında gelen sütçünün eşeği- nin bağırmasından başka bir şey du- yulmazdı AKŞAM 19 Mart 107 Cenevrede Marta Egerte papaz düşünceli bir gazete imei o Journal de Gene&ve'de çıkan garib bir makale ermenileri de sinirlendirdi L Mart 1937 Her güzelin bir kusuru olur ya? Cenevrenin de ken- dine göre fena bir huyu vardır; bereket versin bu kötü huy, çoklukta değildir, ve kolay kolay ortaya atmaz- lar. Cenevreyi çok yıllardır tanırım, onun için bu kötü huyu da bilirim. Son on senede göze çarpacak derecede alâmetleri azalan bu fena taraf ehli salip devrinden kel- ma koyu ve dar gürüşlü bir gâvurluktur. Burada terbi- ye icabı gâvurluk kelimesini kullanmamak, huristiyan- ik demek lâzımgelir ama yazdıklarım bir kaç asır evvel garpten şarka akan ehli salib o düşüncesinde -yaşıyan azlıklara ait olduğu için başka kelime kullanmağa doğ- rusu kalemim yürümedi. Ehli salib düşüncesinde bulunan bu azlığın başında meşhur Jourmals de Gendve gelir, Journale de Genövc, ben onu bildim bileli, her vakit dar kafalı papaz düşün- celilerin elindedir. Taassup sevkile lüzumlu lüzumsuz yazılar yazar, kullandığı dil fransızca olduğu için kolay göze çarpar, fakat kimse ona Cenevrelilerin ve İsviçrelilerin fikir yayıcısı diye bakmaz; 28 şubat tarih- li nüshasında ilk sehifede «Sancak ve Ermenistan» diye bir makalesi var. İmzası P. E, B. harflerinden ibarettir, Saniyorüm' ki baştaki P. Protestan papazı demek olan Pastör işaretidir ve bu makaje dahi Cenevrenin mahuğ koyu papaz düşüneelilerinden birinin eseridir. Makale- yi bazı münevver Cenevrelilere gösterip sordum: «Adam ona bakmayınız, gezete sahifesinde kendisin! kilisede vâaz ediyorum sanan papaz muharririn eseridir» cevabını verdiler. Journal de Genöve'in Hatay için yazdığı bu satırların muharriri sade koyu papaz değil, dünyanın içinde tekerlendiği hâdiselerden şarkın gösterdiği uyanuklık- tan, Cenevredeki Cemiyeti Akvam merkezinin neşrey- lediği fikir ve emellerden tumamile habersizdir, kendisi- ni hâlâ Umumi harp sonundaki zafer sarhoşluğu ve gâvurluk coşkunluğu içinde sanan mürainin birisidir. Bekimz makale nasıl başlıyor: «İskenderun Sancağının ana kanunu şimdi Cenevro- de bir komite tarafından müzakere edilmektedir. Bura- da tetkik ve hallolunacak muhtelif meseleler arasında bir tanesi vardır ki Avrupalıların çoğu ve İsviçreliler ve hıristiyanlık nazarında yüksek bir ehemmiyeti haizdir. Bu mühim mesele Sancakta bulunan Ermeni ekalliye- tine bu yeni ana kanunun vereceği mevkidir. Bu m6so- . leye atfolunan ehemmiyet ahlâki bakımdandır. Erme- nistan umumi muharebenin büyük kurbanı olmuştür. Amerika cumhuürreisi Vilsonun mahud 14 noktasmdan birisi Ermenilere yerleşecekleri bir yurd vasdeyliyordu.X 1923 de itilâf devletleri Ermenisanı silkip atıverdiler. Büyük Hdip zamstünda katilima uğnyan Ermeniler- den kaçıp kurtulabilenler ecnebi topraklarına sığınmış- lardı, bunlardan 150,000 tanesi Suriyeye iltica etmişler. di ve içlerinden 27,000 tanesi İskenderun Sancağına yerleşmiştir. Şimdi İskenderun ana kanununu tanzim eyliyecek olan komite bunların istikbalini temin etme- Tidir. Bunların İskenderun Sancağına. yerleşmesi için Nânsen tesekkülü çok masraflar etmişti. Malüm oldu- ğu üzere Kansen teşekkülü Cemiyeti Akvama bağlı idi; Ermenilerin oraya yerleşmesini temin eden Nansen te- şekkülünü bugün Cemiyeti Akyam ilga ederse vaktile kendi elile İskenderun Sancağına yerleştirdiği Ermeni- leri mülklerinden mahrum etmiş olur! Sade bu kadar değil, yeni ana kanun hâkimiyeti Türklere verirse Er- meniler her türlü emniyetten mahrum kalacakları için tekrar muhacerete mecbur kalırlar!» Papazın makalesini okuduğum zaman bana öyle gel- di ki 1937 de değil, 1919 yılındayız; o vakit galib devlet- EE azgıniığı her taraftan taşıp akıyordu: Almanya İD ke eğ ağ — — İİ iyiyim m Le — amm üç yüz milyar altın mark verecek! diye bağırıyorlardı Bahriyeli kıyafetinde « gezen üç genç kız ; Evvelki gün karnaval şenlikleri müs Ve Almanya ordu ve donanma yapamıyacak, Türkiye hak-| nasebetile Beyoğlunda bazı kimselet kında mahud Sevr muahedesi tatbik olunacak, şöyle olacak, böyle yapılacak!! Yaygaraları sürüp gidiyordu!. * Tarihin komik «nhifelerine karışıp giden ve bugün Ce nevrede yalnız bir cadde üstünde adı kalan Amerika cumhurreisi Vilsonun on dört noktası dünyaya saadet- ler verecekti! Cenevrede kurulacak olan Cemiyeti Ak- yam cihan sulhunu ve saadelini kefalet allına alacaktı! Ekalliyetlerin hukukları mahfuz bulunacaktı! Evet, 1920 de böyle masallar dinliyorduk! Tarihle istihza eden şımarık Avrupa ricâline gene o tarih $a- marları indirdi. Almanyadan para alamadılar; bilâkis Almanya markları 1922 de sıfırdan aşağı düşerek başka memleketlerin parasını kendine çekti. Ordusunu da do- nanmasını da kurdu, Ren sahilini işgal eyledi, şimdi müstemlekeler istiyor. Ortadan kaldıracaklarını umdukları Türkiye, ummi?- dık taş baş yarar kavlince en şanlı savaşı başardı; Ata- türkün kurduğu yeni 'Türkiye Sevr paçavrasını yırttı attı ve Lozan muahedesini emperyalist Avrupaya tasdik ettirdi, Türkiyede ekalliyet davası kalmadı, Asıl Türk olmıyan Türk tebaası dahi cumhuriyet o kânunlarının kendisine kâfi geldiğini ilân eyledi. Aman emperyalist- ler bize karışmasın dediler. Yiisonün - 16 -noktasile muhafaza olunacak ekalliyet prensinleri zaten yalnız mağlüb devletlere ayrılmıştı. İtilâf devletleri ekalliyetlerin hukukunu muhafaza hu- susunda biz müdahale kabul etmeyiz dediler, biz yapa- ız dediler ve kendilerine geçen ekalliyetleri kuşa ben- zettiler? Rusyadan 1920 de İstanbula ve İstanbuldan Avrupa- ya akın halinde yayılan kaçak Moekoflar yurdsuz kaklı- lar, süründüler. Beğenmedikleri Sovyet Rusya ile 1935 de Fransa dahi Âdeta bir ittifak akteyledi. Journal de Genövede (Sancak ve Ermenistan) adlı makale yazan ehli salib ruhlu papazın, anlaşılıyor ki 1919 danberi Avrupanın ve dünyanın kaydeylediği bu vakalardan baberi yok! Geçen sene Montreuxde ve bu sene Cenevrede Türklerin haklı taleblerinin Avrupa devletlerince kabul Ve tasdik olunduğunu ve Türkiye sulhperverliğinin alkışlandığını da bilmiyor ve o hâlâ ehli salib devri kafasile dırlanıyor. Mezheb farklarının politikaya âlet yapılması modasının son yıllarda bir kenara atıldığını bilmiyor. Böyle gözleri uyku ile kapalı kafalardan çıkan yazıların sinek vızıltısı kadar hükmü kalmamış olduğunu da anlamıyor. Şimdi ben de kendi kendime soruyorum? Bu satırları ona Karst yazmak zahmetine değer mi? Ben değmez diye karar vermek üzere iken yurddaşlarımızdan eski bir Ereni dostum bana şöyle dedi: — Aman yaz; Avrupa polilikacılarından ve Cenevre papazlarından ve Pastörlerinden teveccüh ve muhab- bet istemiyoruz. Havasını koklamağa muhtaç olduğumuz bir tek yurd vardır, o da Türkiyedir; muhabbetini ara- dığımız bir tek millet vardır, onlar da yurddaşımız Türklerdir. Tarihin ne tuhaf istihzası! Cenevrenin yüksek bir te- pesinde kurulmuş olan Cemiyeti Akvam sarayında mil. Tetleri biribirlerine daha ziyade yaklaştırmağa ve 1sn- dırmağa - velev pek yavaş olarak - çalışırlarken gene © Cenevrenin Bastlon parkı denilen ve duvarında pro- testanlık tarihinin kabartma -sahifeleri ve resimleri mahkük bulunan kısmına çok yakm bir sokakta Jour- nal de Genöve matbaası vardır, gazete orada yazılır ve çıkar. Galiba bundan dolayı hâlâ papazlık vânzleri ya- pıyor! Bu, medeni matbuat namına çok gülünç ve acı değil mi? Ahmed İhsan Tokgöz karnaval elbiseleri giyerek sokaklarda dolaşmışlardır. Bunlar arasında Ma- rika, Antuanet ve Eleni adlarında Üş genç kızın da bahriyeli kıyafetile s0 kakta dolaştıkları görülmüş ve && keri kisve giyerek gezmek memnu ol« duğundan bu üç kız yakalanarak Ka rTakola götürülmüşlerdir. . Yapılan is- ticvapta bunlardan Marika ile Antu»; anet böyle elbise giymek yasak oldu gunu bilmedikleri için giydiklerini söylemişlerdir. Eleni ise: — Ben artist Marta Egerti çok 66- verim. Kendisinin bahriye kıyafetinde birçok resimlerini gördüm. Bu sefer de karnavalda Marta Egertin bu kı- yafetinde bir resmini aldım ve ona ba» karak kendim de o kıyafete girip s0- KIRILAN BEBEKLER Hangi iğe tektar büşlamak? Diğer- leri gibi senin de Mir şeyden haberin yok doktorcüğum. Hastalığım hepi- niz için bir muamma. Hayır, hayır Nakleden : Zeyneb İdil hakikati hiç birinizin bilmesini iste miyorum, Gülümserken yüzüm gay- riihtiyari kızardı... ii Le e re Hkryen dudaklerin alnım deden yükselen acı bir sesle tekrar eli diyordu. Kendime geldim. Ses gittikçe ha- Gün göçtikçe iyileşiyarum. Büyüt zinleşiyor, ağlıyan bir kadının hıçkı- ayrılmıyor. Konuşuyoruz. rıklarını , andırıyordu. Yatağımda | Ae, yupranları içinde sırlarımın en doğrulduğumu gören Şuşut: mühim bir kısmını sayıklamışım, Şu — O mahut dilenci, dedi. anda öyle utaniyorum kl... Çanıtamı işaret ettim: Demek bütün ailem artık sarım! — İçinde ne kadar bozukluk varsa 1, Bundan sonra ölmek için Bepipil orsa ver ügak ikinci bir tecrübeye Şuşut yüzüme bakmadan pencere- Yarın kepsi etrafıma toplanıp beni Ta lede meni dila eğ. | öperek, sevg şefkat yağdırarak, yeni ie Karlı günlerde ayni dilencinin 8ğ- | yaştan başlamamam için yemin eti. mm recekler. Kuvvetim yavaş yavaş ye- tırlamıştır a benim kadar rine geldikçe her dakika onların baş- perişandı. dizilip: «Ölmek istiyordun de- Bir çeyrek saat sonra doktor Süley- bint Bü? Yalak Dalamyice- man burnunun ucuna taktığı gözlük- | gına annenin, babanın kerdeşlerinin, le dereceme bakıyordu. Kaç zaman- dünyada sevdiğin insanların başla- dır etrafımdakilerin heyecanla bek- | çna yemin et, demelerini bekliyorum lediği müjdeyi nihayet verdi: Fakat ne annem, ne babam, ne Se- — Ateş düşmüş. Wim hattâ ne de Jülide şimdi yüzümü Bakışlarımız bir an için çarpıştı. | kızartan bu hareketim hakkında en O başını iki tarafa sallıyarak: küçük bir tmâda bile bulunmıyorlar. — Bu işe bir daha tekrar başla. | Ne bekliyorlar acaba? Yalnız bir ge- mazsın değil mi? diye sordu,“ Çe annem yine alnımdan öperken: — Seni ne çok sevdiğimizi tahmin edememiş miydin Süzi? dedi ve fazla bir kelime ilâve etmedi. Söyliyeceklerinin bü kadar olduğu- nu, beni mahcub etmek istemedikleri- ni anladım. Bu defa ben içimde co- şan en büyük bir samimiyetle anne- min boynuna sarılarak kendi kendi- me söz verdim. Gözlerimden yaşlar İ boşanıyordu... Nihayet nakahad devri denilen dey- te girdim. Etrafımdakilerin yorulmak nedir bilmiyen ihtimamları ile tehli- keli çemberi atlatmışım, Baharın ılık da üzülmüyorum. Şimdi büyük bir tevekkülle kendimi, hakiki bir sevgi İle sevenlerin arzularına bıraktım. Baharın geldiğini arkadaşlarımın her gün yolladıkları çiçek demetlerin- den anliyorum. Bütün bu vefakâr ar- kadaşların içerisinde bay Zühtünün oğlu Nedimin haftada iki kere gön- derdiği demetler nişanlarda, düğün- lerde görülen miniatur çiçek bahçele- rine benziyor, Fakat sepetleri odam- da fazla durdurmuyorlar, İçlerinden ancak en fazla beğendiğim gülü ko. |. kağa çıktım. Marta Egerte benzemek istiyordum. demiştir. Bu üç genç kız cürmümeşhud mah- kemesine teslim edilmişlerdir. Borsada vaziyet Kambiyo borsasında muameler dün biraz canlanmıştır. Muhtelif dövizleri üzerine 18,000 sterlinlik alım ve satım olmuştur. Birinci Ünitürk 1450, ikin- ci Ünitürk 140, üçüncü 67, vadeli 1500, Anadolu mümessil senedleri 137, Ana- dolu tahvilâlı 300, Anadolu hisse se nedleri 20 ve çimento 80 tane alınmış ve satılmıştır. Bundan başka Sivas Er- zurum tahvilâtından 1000 ve: Ergani tahvilâtından da 1200 liralık muame- le olmuştur. Toprak bayramı hazırlığı Vilâyet ziraat odası dün toplanmiş ve pazar günü Halkalı köyünde zi rTaat mektebinde yapılacak olan top- rak bayramı hazırlıklarile meşgul ol- muştur. Toprak bayramına davetli olan köylülere bir kır ziyafeti verile- cektir. Bayram günü köylü tarlaların- kle ra e Tarih konuşmaları (Baş tarafı 5 inci sahifede) Fakat Bizans tahtı ona da yâr ol- madı. Bizans sarayında kocadan ko- caya arta kalan bu ihtiyar impârato- rTiçe ömrünün son günlerini, ıztrab içinde geçirdi. Hattâ kocasının met- resini bile kıskanacak hall kalmadı. Ve nihayet yetmiş iki yaşında tacını ve tahtını bırakarak dünyaya veda eti. 'Psellos, Bizans sarayının içyüzüne dair Tarihinde en ufak teferruatı tas- vir ettiği gibi, Türklere esir düşen imparator dördüncü Romanos hak- kında da en doğru tafsilâtı yazmıştır. Ahmed Refik parabiliyorum., Çok Konüşup yorulmamam için are kadaşlarımi da yanıma — çıkarmıyor- lar. Yalnız bu facianın biricik şahidi olan Şuşut karyolamın ayak ucunda durmağa mezun. Onunla da açık bir Kalble, açık bir lisanla konuşamıyo- Tum, Cevap vermiyeceğini, beni sus- turacağını biliyorum. Bazan geçen günlerim için acı şikâyetlerde bulun- mak üzere ağzımı açacağım zaman Onu karşımda taştan yapılmış bir heye kel kadar hissiz görüyorum. Yalnız her şeye rağmen kurduğum küçücük hayalleri bozmuyor, Bir gün dayana- mayıp: — Acaba yeni evliler ne yapıyorlar? diye sordum. Kaşlarını çatıp başını sallıyarak: — Hiç haberim yok. Hem artık ne- ye yarar, diye kısa kesti, Şuşutun hakkı var, hayatımda ye- ni başlıyan bu sükünet devrini bulan- dırmakta mâna yok. Etrafımdakilerin gözleri parlayor. Doktor Süleyman çifte zatürremi tehlikesizce geçirttiği için seviniyor, durmadan ellerini uğuşturuyor. Dök- toruma inceden inceye sorgular soru- yorum. — Ciğerlerimde yara yerleri kaldı- Kını söylüyorsunuz, demek yara var. da? (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: