16 Mayıs 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

16 Mayıs 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

16 Mayıs 1937 Her akşam bir hikâye Haydi çekil yanımdan... Ben buradan yalnız da dönerim. Senin yüzünü görmiyeyim de ne olursa ol- sun Suzanın pek kızmış olduğu sesin- den b idi. Sinirli sinirli, ellerini saçl bütün cücudu tit- riyordu — Anladın mı? Haydi git yanım- dan diyorum. Seni de-istemem, şu sarsak köhne arabanı da İstemem. İşte bu son hakaret Feridunun fe- na halde canını sıktı. Suzan yel nız kendisini azarlasıt zarar yoktu. Fakat elden kelepir düşürdüğü oto- mobiline hakaret etmeğe kalkarsa buna 6 kadar kolay kolay taham- mül edemezdi. Onun dünyada iki aşkı vardı: Biri Suzan, biri de oto- mobili Şimdi Suzan yolu tutmuş, Şişliye doğru yayan yürüyordu. Feridun bi- raz mütereddit, genç kızın arkasın- dan baktı Fakat srabasına hakaret etmesi ona pek dokunduğundan ne hali varsa görsün, diye aldırış et- medi Motörü işletmeğe çalıştise de biraz yorgun ve ihtiyar motör bir türlü kımıldamak istemiyordu. Nihayet, otomobil etrafa keskin dumanlar sar çarak koşmağa başladı. Feridun biraz ötede Suzanın ya- nından geçerken elini sallıyarak müs- tehziyane bir selâm verdi. Genç kız yalnız yüzünü buruşturmakla iktifa etti. Şimdi köhne otomobil genç bir arab atı gibi canlı canlı koşup uzak- daşıyordu Feridun başını çevirdiği zaman, Buzan çoktan arkada kalmış, görün- mez olmuştu. Feridun hem bütün süratile gidi- yor, hem mavhvolan bütün hulya- larınm ve ümitlerinin acısını kalk binde duyuyordu. Gördüğü hakare- tin infiali içinden henüz silinme- mişti amma (oSuzanı kaybetmek, onunla nişanlarını bozup istikballeri- ni bozmak ta lâkaydane karşılana- cak bir iş değildi. Halbuki o sabah ne tatlı tatlı ta- savvurlarlz o gezmeğe (çıkmışlardı. Arabaya yiyecek doldurmuşlar, hat- tâ gramofon bile almışlardı. Boğaz- da dolaştılar, bentlere gittiler. Or- manda gezdiler. Akşama kadar ha- yatlarının en tatlı gününü yaşadılar. Fakat akşama doğru Suzan Feridu- nun mazisini kurtalamağa (o baş- ladı Feridunun her şeye aklı ererdi, fa- kat mazinin kıskanılmasını anlıya- mazdı. Suzan o kadar kıskanç idi ki nişanlısına şimdi hiç bir kabe- hat bulamayınca onun vaktile yap- tığı flürtlerden dolayı kavga etmeğe Kalkıyordu. Feridun ne yapabilirdi; güzel bir delikanlı idi. Epice de parası vardı. Evlenecek kızlar tabii ki kendisine yüz vereceklerdi. O bu güzel kızlara başını çevirecek değildi ya... Fakat bütün bu kızlardan hiç birini beğen- meyip te Suzan İle nişanlanması Suzanı hepsinden ziyrde sevdiğine de- İlet etmez miydi? Artık eski fürtle- ri kıskanmakla bir mâna olur muy- du? Bu yetişmiyormuş gibi bir de şü canım otomobile sarsak, köhne ara- ba diyordu! a sokuyor Suzan yoruldukça sanki yol uzu- yordu. Ortalık iyiden iyiye karar- mağa (başlamıştı. Suzanın daaklı başına geliyordu. Geç vakit bu kır- Jarda yapayalnız kalmanın ciddi bir tehlike teşkil ettiğini düşünüyor- du. İstanbul cihetinden bir otomo- bil göründü. Bütün hıziyle geliyor- du. Fakat Suzanın yanından geçer- ken birdenbire durdu. İçinden iki kişi indi. Biri Suzana seslendi: — Bonsuvar, güzelm. Hem bunu söylüyor, hem Suzana yaklaşıyordu: — Böyle yapayalnız bu vakitler burada ne dolaşıyorsunuz? Suzan fena halde korkmuştu. — Otomoile buyurur musunuz, hâ- nım sultan? Suzan korktuğunu belli etmeme- İe çalışarak lâkaydane cevap verdi: — Hayır, teşekkür ederim, Yürü- Yüş yapıyorum da... Adamın hali değişti, Kaba Kaba: — Haydi nazlanma, dedi, Gelik arabaya gel, Kahraman nişanlı dö... Suzan korku ile dolu gözleri et- rafa gezdirdi. Alaca karanlık içinde hiç kimse görü ordu. Bu iki adamla yapayalnızdi. Bu ada kimlerdi? Kendisinden ne istiyor! dı? Aman yarabbi, güzetelerde ara- da sırada gördüğü taarruz vakaları- na şimdi kendisi mi kurban ola caktı? Adamlardan biri arkadaşına — Hâydi, sen arabaya gir, dedi. Sonra Suzana döndü — Yürü diyorum, s; Yoksa 20r- | la seni otomobile tıkarım, Genç kızı" kolundan yakaladı. O hiç ses çıkarmadan çırpınıp durü- yordu. Herif Suzanı sürüklemeğe başladı. Suzan tırmalıyor, ısırıyor, kurtulmağa çalışıyordu. Fakef ne yapsa neticede mağlüp olacağını bili- yordu. Ya sonra ne olacaktı? Suzan © aralık bu neticeyi düşündükçe çi- dıracak gibi oluyor ve bu korku İle kendisini müdafaa ediyordu. ... Birdenbire, uzakina bir otomobil gürültüsü ve iki fener ziyası Otomobil yaklaştı, durdu. İçinden biri elinde tabanca ile ileri atıldı: Bu Feridundu! Suzana sataşan he- rifler korkmuşlar, bir kenara çekil mişlerdi. Feridun onlara haykırıyor- du: — Haydi, bir rezalet çıkarmadan defolunuz buradan. 'Tepelerim sizi! Suzan şimdi nişanlısıni nasıl ku- caklıyacağını bilemiyerek (o hayran hayran ona bakıyordu. Herifler oto- mobile binerek savuştular. Suzan ken- disini nişanlısının koluna attı — Ah sevgili Feriduncuğum, nasıl da yetiştin, kurtardın beni! diye onu şapır şapır, minnettarane öpüyordu. — Çok şükür ki geri dönüp seni Ertesi sabah, Feridun kendi yolla- dığı iki tanıdık şoföre rollerini mü- kemmel surette yaptıklarından do- layı bol bir bahşiş veriyordu. Hikâyeci © Bu akşamı Nöbetçi eczaneler Şişli: Halâskârgazi caddesinde Halk, Taksim: Nizameddin, Tar- labaşında Nihad, Beyoğlu: Ken- zuk, Dairede: Güneş, Galata Top- çular caddesinde Sporidis, Kasım- paşa: Vasıf, Hasköy: Haltcıoğlun- da Barbut, Eminönü: Salih Neca- Hi, Heybeliada: Tomadis, Büyük- ada: Merkez, Fatih: İsmail Hak- kı, Karagümrük: Ali Kemal, Ba- kirköy: Merkez, Sarıjer: Nuri, Ta- rabya: Yeniköy, Emirgân, Rume- Hhisarındaki eczaneler, Aksaray: Şeref, Beşiktaş: Nail, Kadıköy: Hülüsi Osman, İskele caddesinde Saadet, Üsküdar; İttihad, Fener: Balalla Hüsameddin, Beyazıl; Asadoryan, Küçükpazar, Necati, Samatya: Çula, Alemdor: Çem berlilaşta Sırrı Rasim, Şehremini: Topkapıda Nazım. NEVROZIN Bütün ağrıların panzehiridir. | List - Rimoky - Korsakov. Tuluz 20,30) » 16 Mayıs 937 Pazar İstanbul — Öğle neşriyatı: 12,30 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, 15: Beyoğlu Halkevi gösterit kolu ta- rafından bir temsil, 14: Sen Akşam neşriyatı: 18,30: Plâkla dans musikisi, 19,20: Konferans: Or- du saylavı Selim Sırrı Tartan (Ço- cuk terbiyesi). 19,45: Konferans Halk Partisi namına Hıfzı Tevfik (Sporun fevaidi hakkınd), 20: Mü- xwyyen ve arkadaşları tarafından Türk m i ve halk şarkıları, 20,30: Ömer Rıza tarafından arabca söylev, 20,45: Muzaffer ve arkadaşları tara- fından Türk musikisi ve halk şarkı- | ları (Saat ayarı), 21,15: Orkestra: | 22: Matbuât U. M İst mün Neşet Halil Atay tarafından Türk, Yunan dostluğu hakkında bir kaç söz, 22,15: Vatis ve arkadaşları ta- rafından Yunanca şarkılar, 22,30: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi gü- nün programı, 23: Son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programı Viyana saat 11,45 Vagner Rieti - Brahms 1. senfoni, Münih 18,00 Brahmsdan. Liyon 20,30 Pare - Lalo - Çaykovsky - Rimsky - Korsakoff - | Borodin. Milâno 21,00 Ranzato tara- | fından operet musikisi, Budapeşte 22,45 Haydn - Mozart - Joh. Straus. Hilversum 19,45 Keman konseri, Var- şova 21,30 Salon musikisi. .Sottens 20,10 Byrdün Jungirau du Reine. Dans Musikisi Poste-Parisien (484) saat 22,05 - Tuluz (329) 23,00 - Milâno ( (369) 23,00 - Roma (421) 24,21 - Ujubjana (45) 22,15. 17 Mayıs 937 Pazartesi İstanbul: Öğle neşriyatı — 12,30 | Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, | 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son, Akşam neşriyatı — 17: İnklâb ders- leri; Üniversiteden naklen Mahmud Esad Bozkurt tarafından, 18,30: Plâk- la dans musikisi, 19,20: Afrika sv ha- tıraları: 8. Selâhattin Cihanoğlu ta- rafından, 19,45: Konferans: Halk | Partisi namına: Fazı) (Sporun fevaidi | hakkında), 20: Rifat ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şar- | kıları, 20,30: Ömer Riza tarafından arapça söylev, 20,45: Safiye ve arka- daşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, (Saat âyarı), 21,15: Şehir tiyatrosu dram kısmı trafından | bir temsil, 22,15: Ajans ve borsa ha- berleri ve ertesi günün programı, 22,30: Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 23: Son. Kullanılmış bir şömine aranıyor Eski konaklardan çıkmış veya orada mevcut sağlam ve iyi bir şö- mine aranıyor. (Akşam) ilân me- murluğuna müracaat. Tel. 24240 Beyoğlu Halkevinden: 18/5/937 salı günü saat 18,30 da Evimizin Tepebaşındaki merkez binasın- da bir toplantı yapılacaktır. 1 — «İnkılâpçıbks hakkında konle rans (bay Ahmed Hamdi Başar) tara- fından. — Bu toplantıya herkes gelebilir. Beyhude ıstırab çekmeyiniz, Bir tek kaşe NEVROZİN En muannid baş ve diş ağrılarını sür'atle izaleye kâfidir. Romatiz- ma evcaı, sinir, mafsal ve adale ustırapları NEVROZİN'le tedavi edilir. Nezle, grip ve bronşite karşı eni müessir ilâç: NEVROZİN'dir NEVROZİNİ tercih siki; KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 51 İhtiyar Japonun başında kuru bir yılan kafası sallanıyordu . Yerliler; Moğol generalıne: O, asil bir yllandan doğmuştur! dediler.. Kasşısına çıkan duvarlar çok ka- ln ve genişti. bu duvarları ne del- mek, nede yıkmak mümkündü. Za- ten bunlar uzun zaman meselesiydi. Cin Kin hemen suyu zehirlemek ve çarçabuk - gene o gün - karargâhına dönmek istiyordu. | Bir mahzen suyu zehirliyecek ka- | dar zehir tedarik etmişti. O, bu 78- | hiri iki gündür koynunda taşıyordu. | Loş dehlizlerden geçti Yerlere eğildi. eline bir taş ali rak duvar taşlarına vurmağa (o baş- ladı. Cin . Kin suyun bulunduğu yeri | arıyordu. Bu tecrübe onu ümitsizliğe düşür- meği, Vurduğu duvarlardan birinin <di- binden farklı bir ses aksetti. Bura- sı tamam birinci kulenin dibi idi. ve muhakkak ki su mahzeni de bura da bulunuyordu. Cin-Kinin gözleri ışıldadı. O, bu yüksek duvarın dibinde bir hazine bulmuş gibi seviniyordu. — İşte. kulenin su mahzeni bura- da. Diyerek, elile duvarın her tarafını yoklamağa başladı. Bu mahzenin elbette bir gizli kapı- # olacaktı. Cin-Kin bu kapıyı arıyordu. Kubilâyın oğlu Çinde «talihli prensa diye anılırdı, Cin-Kinin talihi kendi- sine burada da gülmüştü. <Telihli prens» kulenin su mahze- nini nasil kendi zekâ ve anlayışile buldise, mahzenin küçük kapısını da öyle buldu.. eline rasladığı iki demir sürgüyü çekti.. küçük bir kapı açıldı. Bu kapıdan ancak büyük ve geniş bir sarnıca inillyordu. Cin-Kin suyu görünce sevindi. koynunda sakladığı zehiri derhal sar- İ nicin içine boşalttı.. başmı yukarıya kaldırdı. ancak bir insan çıkacak ka- dar geniş olan kuyunun ağzı çok yüksekti. Biran için buradan kuleye çıkılıp çıkılmaması ihtimalini düşün- dü. Bu, boşuna bir teşebbüs olacaktı. Mademki kuyunun ağzı yukarda, ku- lenin içinde bulunuyordu. Böyle bir teşebbüsten hiç bir fayda elde edile- mezdi. Cin-Kin suyu zehirlemekle kuleye kapanan Japonları zaten ölüme mah- | küm etmiş oluyordu. Artık birinci ku- le için hiç bir tehlike kalmamıştı. kendi kendine: «Bugün değilse yarın hepsi ölecek. kuleyi alacağız.» Diyordu. Bu sevinçle kaleden çıktı. surların üstünde dolaşan general yoya bile görünmeden karargâhına döndü, Cin-Kin kaleden dönünce ortalığın karmakarışık olduğunu, kendisini her tarafta aradıklarını gördü. Hemen hakana haber gönderdi: - Bir ala geyik peşinden koştum. geciktim. Beni aratmışsınız. Merak edilecek bir şey yok. Kubilây oğlunun döndüğünü .işi- tince sevindi. Yanındaki zabitlerden birine: — Cin-Kine söyle, bir daha haber- 8iz ve yalnız olarak bir yere gitmesin. dedi, Kubilây oğlunu bu dik başhlığı yü- zünden bir kaç kere cezalandırmıştı. Ordu sefer halinde iken, maiyetini telâşa düşürecek bir kumandana na- sıl itimad edilebilirdi? İşte Kubilây yalnız oğlunun bu hu- yunuden memnun değildi. Cin-Kin o gün babasına görünme- di. Akşam olmuştu... Kuleler eskisi gibi güneş batıncıya kadar Moğollara ok yağdırmakta de- vam ettiler, kumandanın kâmilen panmış olmaları yüzünden, general Üy gt mr a Yerliler Moğol askerlerine kı kurd önünde kuzu gider gibi, çok sax kin ve muti, hattâ bu işgalden biraz damemnün görünüyorlürdı. O gün'şehir içimde Kubilây hanın şu buyruğu'ilân edilmişti: «Kulelere sığınıp hâlâ müdafaa- ya devam edenler yirmi dört saat içinde teslim olmadıkları takdir- de, ele geçtikleri gün tamamile kılıçtan geçirileceklerdir. Bunlar elbette sizin babalarınız, kocala- rınız ve kardeşlerinizdir... Kendi- lerine haber veriniz ki, Moğol or- duları karşısında her kuvvet, eri- meğe mahkümdur. Boş yere mü- kavemet, hepsini ölüme sürükle- mekten başka bir fayda temin et- miyecektir.» Sokaklarda kuzu gibi yürüyen yer- Mler «hakan buyruğu: karşısında ufak bir telâş ve heyecan eseri bile göstermiyorlardı. General Liyo o gün epeyce kalaba- ık olan Tiho şehrini gezerken, çok yaşlı bir Japonla karşılaştı. İhtiyar Japonun tepesinden sarkan bir tutam saçının ucunda küçük bir kemik parçası sallanıyordu. Liyo ihtiyarı çağırdı. tepesinden sallanan kemiğe dikkatle baktı. Bu, küçük bir yılan kafasıydı. Liyo merakla sorduk — Bu yftan kafasını başında neden saklıyorsun? iye gözlerini süzerek gülümse- — O, benim ceddimin başıdır, Onu elli yıldanberi başımda saklarım. General Liyo hayretle ihtiyarın yü- züne baktı: — Sen yılandan mı dünyaya gel- din, baba? Jiyonun yanındaki zabitler biribir- lerine bakışarak gülüştüler, — Bu adam bunamış. sözlerine inanılır mı hiç?.. — Hayır. bunak değil. zub.. Bu sırada ibtiyarın yerlilerden biri, generali; kuldu: — Şehrimizin «sahib» ini sakın in- citmeyin kızarsa hepimizi mahveder: Myo şaşkın bir tavırla, bu sözü söyliyen Japonun yüzüne bakarak; — Bu adam kimdir? Diye sordu. Liyonun konuştuğu Japon elli yaş- larında ve aklı başmda bir ade Liyonun kulağına iğildi: — 'Tiho üç kere zelzeleden batıyor- du. Şehri toprak altına göçmeklen kurtaran odur. Biz ona «şehrin sahi- bis 'adım boşuna vermedik. «Sahib» istediği zaman yağmur yağdırır. göklere, rüzgârlara, fırtınalara o hük meder. Talihsizlere talih verir; bed- bahtlari saadete kavuşturur. Sakın onu rencide etmeyin, general! Bu adanın sözleri general Tiyova bir masal tesiri yapmıştı. — Ya bu yılan hikâyesi nedir? de- di. Bir insan yılandan doğduğuna inanmak için, sizin gibi budala olma- sı lâzımdır. — Biraz sabrederseniz, bizim «sa- hib> in mücizelerine siz de şahid olur- sunuz! Onün ecdadı büyük ve asil bir yılan silesine mensuptur. Ve «sahib» bir yılanın karnından dünyaya gek yi” Buna bütün Japonya şahid- bir mec- ami Liyonun merakını uyandım ran bu konuşma çok sürmedi. İhtiyar Japon birdenbire kendini yere attı. General Liyo ve meiyetindeki z0« bitler hayretle gözlerini yöre diktiler, Başında kuru bir yılan kafası sal Janan ihtiyar Japon şimdi yerde ken- di boyunca kalın bir yılan olmuş. yerde sürünüyordu. Yerliler ondan bir zarar görmeğik- leri için, çekinmiyorlardı. Fakat, ge- neral Liyo ve zabitleri bu tüyler ür- perten manzara karşısında biribirle rine sokularak: — İşte bir mucize, “Arkası var) KON Pe Şİ İİK ki

Bu sayıdan diğer sayfalar: